v02.01.25 Geliştirme Notları
Tevbe Sûresi
195
Cuz 10
55﴿ (Habîbim!) Onların malları seni hayran bırakmasın, çocukları da (seni hayran bırakıcı) olmasın. Allâh (onlara çok mal ve çocuk vererek kendilerinin iyiliğini irâde etmemiş lâkin) bunlar sebebiyle onlara ancak o en yakın (dünyâ) hayât(ın)da azap etmeyi ve kendileri kâfir kimseler oldukları hâlde canlarının zorla çıkmasını murâd etmektedir. Allâh-u Te‘âlâ’nın dünyâda münâfıkları azâba uğratması birçok yönden îzâh edilebilir; nitekim onların bunca malı toplayıp koruma uğrundaki gayret ve çabaları, onlara karşı aşırı düşkünlük yüzünden ellerinden çıkar korkusuyla taşıdıkları endişeleri ve istemeyerek de olsa Müslüman olduklarını göstermek için onlardan hayır yollarına harcama mecbûriyetinde kalmaları, gerçekten onların mal ve evlât yüzünden dünyâda uğradıkları musîbetlerden bâzılarıdır.
56﴿ Bir de o (münâfık ola)nlar Allâh (adın)a yemîn ederler ki; gerçekten kendileri elbette (îmân konusunda) sizdendirler. Hâlbuki onlar (kalplerinde îmân bulunmadığı için) sizden değildirler. Velâkin onlar öyle (cesâretsiz) bir toplumdur ki sürekli (sizin, müşriklere yaptığınız öldürme, esir etme ve ganîmet alma muâmelelerini onlara da revâ görmenizden) korkmaktadırlar. (Bu yüzden de takıyye yoluyla Müslüman olduklarını gösterip, yalan yeminlerle sizi buna inandırmaya çalışmaktadırlar.)
57﴿ Eğer onlar (sizden kurtulacakları) herhangi bir sığınak ya da mağaralar veyâ (tüneller ve yuvalar gibi) zorla girilebilecek herhangi bir yer (dahî) bulsalardı, elbette kendileri (hiçbir şeyin geri çeviremeyeceği inatçı ve azgın bir atın çabukluğuyla) süratlice koşar oldukları hâlde ona doğru yönelirlerdi.
58﴿ O (münâfık ola)nlardan öylesi de vardır ki, sadaka (ve zekât)lar(ı dağıtman) hakkında seni ayıplamaktadır. Artık onlara ondan bir şey verilecek olursa hoşnut olurlar (ve senin bu taksîmini beğenirler), fakat kendilerine ondan bir şey verilmezse birdenbire onlar kızarlar. Ebû Sa‘îd el-Hudrî (Radıyallâhu Anh)dan rivâyete göre; bu âyet-i kerîme ileride Alî (Radıyallâhu Anh)ın kendileriyle harbedeceği Hâricîlerin başını çeken Zü’l-Huveysıra hakkında nâzil olmuştur. Şöyle ki; Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Mekke ehlinin gönlünü almak için onlara Huneyn ganîmetlerinden bol pay verince, o: “Yâ Rasûlellâh! Adâletli ol” dedi. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) de: “Yazık sana! Ben adâletli değilsem kim adâletli davranacak?!” buyurdu. Bunu duyan Ömer ibnü’l-Hattâb (Radıyallâhu Anh): “Yâ Rasûlellâh! Bırak beni de şu münâfığı öldüreyim” deyince Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “İnsanların, ashâbımı öldürttüğümü (sanarak aleyhime) konuşmasından Allâh’a sığınırım. Gerçekten bu ve arkadaşları Kur’ân okuyorlar ama boğazlarını geçmiyor. Ok avdan (kan bulaşmadan süratle) çıktığı gibi onlar da dinden çıkacaklar” buyurdu. İşte bu âyet-i celîle bu kişiler hakkında nâzil oldu. (el-Buhârî, rakam:6933, 9/17; Müslim, rakam:1063, 2/740; İbnü Cerîr et-Taberî, Câmi‘u’l-Beyân, 11/507-508; İbnü Ebî Hâtim, 6/1815)
59﴿ Eğer gerçekten onlar Allâh’ın ve Rasûlünün (ganîmet ve sadaka mallarından) kendilerine vermiş olduğu şeye râzı gelseydiler ve: “Bize kâfî gelecek ancak Allâh(ın bizim için ayırdığı pay)dır, yakında Allâh da bize fazl(-u ihsân)ından verecek, Rasûlü de. Şüphesiz ki biz yalnızca Allâh(ın ikrâmın)a rağbet edici kimseleriz” deseydiler (elbette bu kendileri için çok hayırlı ve kârlı olurdu).
60﴿ Sadakalar(ın kısımlarından biri olan zekâtlar) ancak (bir miktar malı yâhut kazancı bulunsa da, yeterli gelmeyen) fakirlere, (hiçbir malı ve kazanma imkânı bulunmayan yoksula ve) miskinlere, (zengin de olsalar) onlar(ın toplanması) üzerine çalışma yapan (memur)lara, kalpleri (İslâm’a) alıştırılacak olanlara, (yazışmalı kölelerin) boyunlar(ının kurtarılması) uğrunda, bir de borçlulara, ayrıca Allâh’ın yolunda (gazâ, hac ve ilim tahsîli gibi vazîfelere çıkmış muhtaç kimselere) ve (memleketlerinde zengin de olsalar herhangi bir nedenle) yolda (mağdur) kalmışa mahsustur. (Zekâtların bu sınıflara dağıtılması) Allâh’tan bir farz olarak (hükme bağlanmıştır)! Zâten Allâh (insanların durumlarını ve neyi hak ettiklerini hakkıyla bilen bir) Alîm’dir, (her işini hikmet üzere yapan, bu yüzden hakları sâhiplerine sevk eden bir) Hakîm’dir. (Parantez içi mânâlar için bkz: ‘Ömer en-Nesefî, et-Teysîr, 7/383; el-Âlûsî) Münâfıklar Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in ganîmet taksîmini kınayınca, Mevlâ Te‘âlâ Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in icrâatını tasvip mâhiyetinde bu âyet-i celîleyi indirdi. Ziyâd ibnü’l-Hâris (Radıyallâhu Anh) şöyle anlatıyor: “Ben Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e gidip bîat ettim, o sırada bir adam gelerek zekâttan bir hisse isteyince Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): ‘Allâh-u Te‘âlâ zekâtlar(ın dağıtımı) hakkındaki hükmü ne bir peygambere ne de hiçbir kimseye bırakmak istemeyip bizzât Kendisi onlar hakkındaki hükmünü açıklamış ve onları sekiz parçaya ayırmıştır. Eğer sen o sınıflardan biri(ne dâhil) isen sana hakkını veririm’ buyurdu.” (Ebû Dâvûd, rakam:1630, 1/512)
61﴿ Yine o (münâfık ola)nlardan öyleleri vardır ki: “O (Peygamber), (herkese inanan saf bir kişi ve her söyleneni dinleyen) bir kulaktır” derler de o Nebî’ye sürekli eziyet ederler. (Habîbim!) De ki: “(O Rasûl bir kulaktır ama) sizin için hayrın tâ kendisi olan bir kulaktır ki, hem Allâh’a îmân eder, hem de (kendisinde samîmiyet gördüğü) müminler(in sözlerin)e inanır. Ayrıca (o) sizin içinizden îmân (ettiğini îlân) etmiş olan kimseler(in zâhirî beyanlarını kabulle yetinip sır perdelerini açmadığı) için büyük bir rahmettir.” Ama o kimseler ki (herhangi bir sûretle) Allâh’ın Rasûlüne eziyet etmektedirler; çok acı verici pek büyük bir azap onlara mahsustur.
سُورَةُ التَّوْبَةِ
الجزء ١٠
١٩٥
فَلَا تُعْجِبْكَ اَمْوَالُهُمْ وَلَٓا اَوْلَادُهُمْۜ اِنَّمَا يُر۪يدُ اللّٰهُ لِيُعَذِّبَهُمْ بِهَا فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَتَزْهَقَ اَنْفُسُهُمْ وَهُمْ كَافِرُونَ ﴿٥٥
وَيَحْلِفُونَ بِاللّٰهِ اِنَّهُمْ لَمِنْكُمْۜ وَمَا هُمْ مِنْكُمْ وَلٰكِنَّهُمْ قَوْمٌ يَفْرَقُونَ ﴿٥٦
لَوْ يَجِدُونَ مَلْجَـًٔا اَوْ مَغَارَاتٍ اَوْ مُدَّخَلًا لَوَلَّوْا اِلَيْهِ وَهُمْ يَجْمَحُونَ ﴿٥٧
وَمِنْهُمْ مَنْ يَلْمِزُكَ فِي الصَّدَقَاتِۚ فَاِنْ اُعْطُوا مِنْهَا رَضُوا وَاِنْ لَمْ يُعْطَوْا مِنْهَٓا اِذَا هُمْ يَسْخَطُونَ ﴿٥٨
وَلَوْ اَنَّهُمْ رَضُوا مَٓا اٰتٰيهُمُ اللّٰهُ وَرَسُولُهُ وَقَالُوا حَسْبُنَا اللّٰهُ سَيُؤْت۪ينَا اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ وَرَسُولُهُٓۙ اِنَّٓا اِلَى اللّٰهِ رَاغِبُونَ۟ ﴿٥٩
اِنَّمَا الصَّدَقَاتُ لِلْفُقَرَٓاءِ وَالْمَسَاك۪ينِ وَالْعَامِل۪ينَ عَلَيْهَا وَالْمُؤَ۬لَّفَةِ قُلُوبُهُمْ وَفِي الرِّقَابِ وَالْغَارِم۪ينَ وَف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَابْنِ السَّب۪يلِۜ فَر۪يضَةً مِنَ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ ﴿٦٠
وَمِنْهُمُ الَّذ۪ينَ يُؤْذُونَ النَّبِيَّ وَيَقُولُونَ هُوَ اُذُنٌۜ قُلْ اُذُنُ خَيْرٍ لَكُمْ يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَيُؤْمِنُ لِلْمُؤْمِن۪ينَ وَرَحْمَةٌ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مِنْكُمْۜ وَالَّذ۪ينَ يُؤْذُونَ رَسُولَ اللّٰهِ لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ ﴿٦١
Tevbe Sûresi
195
Cuz 10
فَلَا تُعْجِبْكَ اَمْوَالُهُمْ وَلَٓا اَوْلَادُهُمْۜ اِنَّمَا يُر۪يدُ اللّٰهُ لِيُعَذِّبَهُمْ بِهَا فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَتَزْهَقَ اَنْفُسُهُمْ وَهُمْ كَافِرُونَ ﴿٥٥
55﴿ (Habîbim!) Onların malları seni hayran bırakmasın, çocukları da (seni hayran bırakıcı) olmasın. Allâh (onlara çok mal ve çocuk vererek kendilerinin iyiliğini irâde etmemiş lâkin) bunlar sebebiyle onlara ancak o en yakın (dünyâ) hayât(ın)da azap etmeyi ve kendileri kâfir kimseler oldukları hâlde canlarının zorla çıkmasını murâd etmektedir. Allâh-u Te‘âlâ’nın dünyâda münâfıkları azâba uğratması birçok yönden îzâh edilebilir; nitekim onların bunca malı toplayıp koruma uğrundaki gayret ve çabaları, onlara karşı aşırı düşkünlük yüzünden ellerinden çıkar korkusuyla taşıdıkları endişeleri ve istemeyerek de olsa Müslüman olduklarını göstermek için onlardan hayır yollarına harcama mecbûriyetinde kalmaları, gerçekten onların mal ve evlât yüzünden dünyâda uğradıkları musîbetlerden bâzılarıdır.
وَيَحْلِفُونَ بِاللّٰهِ اِنَّهُمْ لَمِنْكُمْۜ وَمَا هُمْ مِنْكُمْ وَلٰكِنَّهُمْ قَوْمٌ يَفْرَقُونَ ﴿٥٦
56﴿ Bir de o (münâfık ola)nlar Allâh (adın)a yemîn ederler ki; gerçekten kendileri elbette (îmân konusunda) sizdendirler. Hâlbuki onlar (kalplerinde îmân bulunmadığı için) sizden değildirler. Velâkin onlar öyle (cesâretsiz) bir toplumdur ki sürekli (sizin, müşriklere yaptığınız öldürme, esir etme ve ganîmet alma muâmelelerini onlara da revâ görmenizden) korkmaktadırlar. (Bu yüzden de takıyye yoluyla Müslüman olduklarını gösterip, yalan yeminlerle sizi buna inandırmaya çalışmaktadırlar.)
لَوْ يَجِدُونَ مَلْجَـًٔا اَوْ مَغَارَاتٍ اَوْ مُدَّخَلًا لَوَلَّوْا اِلَيْهِ وَهُمْ يَجْمَحُونَ ﴿٥٧
57﴿ Eğer onlar (sizden kurtulacakları) herhangi bir sığınak ya da mağaralar veyâ (tüneller ve yuvalar gibi) zorla girilebilecek herhangi bir yer (dahî) bulsalardı, elbette kendileri (hiçbir şeyin geri çeviremeyeceği inatçı ve azgın bir atın çabukluğuyla) süratlice koşar oldukları hâlde ona doğru yönelirlerdi.
وَمِنْهُمْ مَنْ يَلْمِزُكَ فِي الصَّدَقَاتِۚ فَاِنْ اُعْطُوا مِنْهَا رَضُوا وَاِنْ لَمْ يُعْطَوْا مِنْهَٓا اِذَا هُمْ يَسْخَطُونَ ﴿٥٨
58﴿ O (münâfık ola)nlardan öylesi de vardır ki, sadaka (ve zekât)lar(ı dağıtman) hakkında seni ayıplamaktadır. Artık onlara ondan bir şey verilecek olursa hoşnut olurlar (ve senin bu taksîmini beğenirler), fakat kendilerine ondan bir şey verilmezse birdenbire onlar kızarlar. Ebû Sa‘îd el-Hudrî (Radıyallâhu Anh)dan rivâyete göre; bu âyet-i kerîme ileride Alî (Radıyallâhu Anh)ın kendileriyle harbedeceği Hâricîlerin başını çeken Zü’l-Huveysıra hakkında nâzil olmuştur. Şöyle ki; Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Mekke ehlinin gönlünü almak için onlara Huneyn ganîmetlerinden bol pay verince, o: “Yâ Rasûlellâh! Adâletli ol” dedi. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) de: “Yazık sana! Ben adâletli değilsem kim adâletli davranacak?!” buyurdu. Bunu duyan Ömer ibnü’l-Hattâb (Radıyallâhu Anh): “Yâ Rasûlellâh! Bırak beni de şu münâfığı öldüreyim” deyince Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “İnsanların, ashâbımı öldürttüğümü (sanarak aleyhime) konuşmasından Allâh’a sığınırım. Gerçekten bu ve arkadaşları Kur’ân okuyorlar ama boğazlarını geçmiyor. Ok avdan (kan bulaşmadan süratle) çıktığı gibi onlar da dinden çıkacaklar” buyurdu. İşte bu âyet-i celîle bu kişiler hakkında nâzil oldu. (el-Buhârî, rakam:6933, 9/17; Müslim, rakam:1063, 2/740; İbnü Cerîr et-Taberî, Câmi‘u’l-Beyân, 11/507-508; İbnü Ebî Hâtim, 6/1815)
وَلَوْ اَنَّهُمْ رَضُوا مَٓا اٰتٰيهُمُ اللّٰهُ وَرَسُولُهُ وَقَالُوا حَسْبُنَا اللّٰهُ سَيُؤْت۪ينَا اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ وَرَسُولُهُٓۙ اِنَّٓا اِلَى اللّٰهِ رَاغِبُونَ۟ ﴿٥٩
59﴿ Eğer gerçekten onlar Allâh’ın ve Rasûlünün (ganîmet ve sadaka mallarından) kendilerine vermiş olduğu şeye râzı gelseydiler ve: “Bize kâfî gelecek ancak Allâh(ın bizim için ayırdığı pay)dır, yakında Allâh da bize fazl(-u ihsân)ından verecek, Rasûlü de. Şüphesiz ki biz yalnızca Allâh(ın ikrâmın)a rağbet edici kimseleriz” deseydiler (elbette bu kendileri için çok hayırlı ve kârlı olurdu).
اِنَّمَا الصَّدَقَاتُ لِلْفُقَرَٓاءِ وَالْمَسَاك۪ينِ وَالْعَامِل۪ينَ عَلَيْهَا وَالْمُؤَ۬لَّفَةِ قُلُوبُهُمْ وَفِي الرِّقَابِ وَالْغَارِم۪ينَ وَف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَابْنِ السَّب۪يلِۜ فَر۪يضَةً مِنَ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ ﴿٦٠
60﴿ Sadakalar(ın kısımlarından biri olan zekâtlar) ancak (bir miktar malı yâhut kazancı bulunsa da, yeterli gelmeyen) fakirlere, (hiçbir malı ve kazanma imkânı bulunmayan yoksula ve) miskinlere, (zengin de olsalar) onlar(ın toplanması) üzerine çalışma yapan (memur)lara, kalpleri (İslâm’a) alıştırılacak olanlara, (yazışmalı kölelerin) boyunlar(ının kurtarılması) uğrunda, bir de borçlulara, ayrıca Allâh’ın yolunda (gazâ, hac ve ilim tahsîli gibi vazîfelere çıkmış muhtaç kimselere) ve (memleketlerinde zengin de olsalar herhangi bir nedenle) yolda (mağdur) kalmışa mahsustur. (Zekâtların bu sınıflara dağıtılması) Allâh’tan bir farz olarak (hükme bağlanmıştır)! Zâten Allâh (insanların durumlarını ve neyi hak ettiklerini hakkıyla bilen bir) Alîm’dir, (her işini hikmet üzere yapan, bu yüzden hakları sâhiplerine sevk eden bir) Hakîm’dir. (Parantez içi mânâlar için bkz: ‘Ömer en-Nesefî, et-Teysîr, 7/383; el-Âlûsî) Münâfıklar Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in ganîmet taksîmini kınayınca, Mevlâ Te‘âlâ Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in icrâatını tasvip mâhiyetinde bu âyet-i celîleyi indirdi. Ziyâd ibnü’l-Hâris (Radıyallâhu Anh) şöyle anlatıyor: “Ben Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e gidip bîat ettim, o sırada bir adam gelerek zekâttan bir hisse isteyince Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): ‘Allâh-u Te‘âlâ zekâtlar(ın dağıtımı) hakkındaki hükmü ne bir peygambere ne de hiçbir kimseye bırakmak istemeyip bizzât Kendisi onlar hakkındaki hükmünü açıklamış ve onları sekiz parçaya ayırmıştır. Eğer sen o sınıflardan biri(ne dâhil) isen sana hakkını veririm’ buyurdu.” (Ebû Dâvûd, rakam:1630, 1/512)
وَمِنْهُمُ الَّذ۪ينَ يُؤْذُونَ النَّبِيَّ وَيَقُولُونَ هُوَ اُذُنٌۜ قُلْ اُذُنُ خَيْرٍ لَكُمْ يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَيُؤْمِنُ لِلْمُؤْمِن۪ينَ وَرَحْمَةٌ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مِنْكُمْۜ وَالَّذ۪ينَ يُؤْذُونَ رَسُولَ اللّٰهِ لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ ﴿٦١
61﴿ Yine o (münâfık ola)nlardan öyleleri vardır ki: “O (Peygamber), (herkese inanan saf bir kişi ve her söyleneni dinleyen) bir kulaktır” derler de o Nebî’ye sürekli eziyet ederler. (Habîbim!) De ki: “(O Rasûl bir kulaktır ama) sizin için hayrın tâ kendisi olan bir kulaktır ki, hem Allâh’a îmân eder, hem de (kendisinde samîmiyet gördüğü) müminler(in sözlerin)e inanır. Ayrıca (o) sizin içinizden îmân (ettiğini îlân) etmiş olan kimseler(in zâhirî beyanlarını kabulle yetinip sır perdelerini açmadığı) için büyük bir rahmettir.” Ama o kimseler ki (herhangi bir sûretle) Allâh’ın Rasûlüne eziyet etmektedirler; çok acı verici pek büyük bir azap onlara mahsustur.