v02.01.25 Geliştirme Notları
Tevbe Sûresi
196
Cuz 10
62﴿ (Ey müminler!) O (münâfık ola)nlar sizi râzı etsinler diye size karşı Allâh(ın adın)a yemîn ederler (siz de işin iç yüzünü bilmediğinizden onların bu yalan yeminlerine kanıp kendilerinden memnun kalabilirsiniz). Ama (sizi memnun etmek için uğraşmasınlar. Zîrâ ancak) Allâh; Kendisini râzı etmelerini ziyâdesiyle hak edendir. Rasûlü(nü râzı etmeleri) de (böylece gerekmektedir. Zâten sizi ne kadar râzı etseler de hak meydana çıkınca bu hoşnutluğunuz dünyâda bile geçersiz kalacaktır). Eğer (gerçek mânâda) îmân edici kimseler olduysalar (ancak Allâh’ı ve Rasûlünü râzı etmeye çalışsınlar). Bu ve öncesindeki âyet-i kerîmeler münâfıklardan bir cemâat hakkında nâzil olmuştur. Bir kere aralarında Cülâs ibnü Süveyd ve Vedî‘a ibnü Sâbit’in de bulunduğu bir münâfık topluluk Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) hakkında yakışıksız sözler sarf ettiler. İçlerinden biri: “Muhammed’in dedikleri haksa o zaman biz eşeklerden beteriz” dedi. Diğer biri: “Böyle konuşmayın, korkarım bu sözler kendisine ulaşır da o da bizim aleyhimize bir şeyler söyler” dedi. Cülâs: “Biz istediğimizi söyleriz, sonra da gider ona söylemedik diye inkâr ederiz. Bir de yemîn ettik mi o da bizi tasdîk eder, çünkü Muhammed her söyleneni dinleyip kabûl eden bir kulaktır” deyince, yanlarında bulunan Âmir ibnü Kays isimli ensardan bir genç bu sözü duydu ve gazaplanarak: “Vallâhi, Muhammed’in dedikleri haktır, zâten siz eşekten betersiniz” dedi. Onlarsa ona hakāretler yağdırdılar. Sonra o Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e giderek bu durumu bildirince Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) onları çağırttı ve duyduklarının doğru olup olmadığını sordu. Onlar hemen inkâr ederek: “Âmir yalancıdır” diye yemîn ettiler. Âmir de onların yalancı olduklarına dâir yemîn etti. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) bir kişinin yemînine karşılık o kadar adamın yemînini göz ardı edemeyince, Âmir (Radıyallâhu Anh): “Ey Allâh! Doğruyu tasdîk et, yalancıyı tekzip et” diye duâya başladı. Bunun üzerine Allâh-u Te‘âlâ bu âyetleri inzâl buyurdu. (es-Sa‘lebî, el-Keşfü ve’l-beyân, 13/454-455; İbnü Cerîr et-Taberî, Câmi‘u’l-Beyân, 10/170; İbnü Ebî Hâtim, 6/1826; el-Vâhidî, Esbâbü’n-nüzûl, sh:254-255)
63﴿ O (münâfık ola)nlar şu gerçeği hakîkaten bilmediler mi ki; kim Allâh’a ve Rasûlüne karşı durursa, şüphesiz onun için ancak, içerisinde ebediyyen kalacağı cehennem ateşi vardır. (Ey münâfık!) İşte sana! Bu (şekilde ebedî azâba mâruz kalmak), çok büyük bir rüsvaylığın ta kendisidir.
64﴿ O münâfıklar (Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)-in doğruluğuna yakînen inanmasalar da, doğru olabileceği endişesini devamlı taşımaktadırlar, bu yüzden ağızlarından çıkan şirk ve nifak sözleri bir yana) kalplerinde bulunan (gizli sırlara âit) şeyleri onlara tam mânâsıyla haber verecek bir sûrenin kendileri aleyhine indirilmesinden (dâimâ) sakınmaktadır(lar). (Habîbim!) De ki: “Siz (her zaman yaptığınız gibi, benim verdiğim haberlerle yine) alay ed(erek münâfıklığınıza devâm ed)in (bakalım)! Şüphesiz ki Allâh sakınmakta olduğunuz o şeyi (açığa) çıkarıcıdır.” Münâfıklar kendi aralarında müminleri kötü vasıflarla anarlar fakat kendileri hakkında âyet iner de onları rezîl eder endişesiyle bunu gizlerlerdi. Katâde (Radıyallâhu Anh) buyurmuştur ki: “Tevbe Sûresi münâfıkları rezîl-ü rüsva ettiği için ‘el-Fâzıha’, onların haberlerini eşeleyip meydana çıkardığı için ‘el-Müba‘sira’, rüsvaylıklarını ve rezilliklerini yaydığı için de ‘el-Müsîra’ isimleriyle anılmıştır.” (İbnü Ebî Hâtim, 6/1829; ‘Ömer en-Nesefî, et-Teysîr, 7/398) İbnü Abbâs (Radıyallâhu Anhümâ) şöyle buyurmuştur: “Allâh-u Te‘âlâ bu sûrede yetmiş münâfığı kendi isimleriyle ve babalarının adlarıyla bildirmişti, sonra birbirlerini ayıplayarak mümin olan çocukları mahcup olmasın diye Allâh-u Te‘âlâ îmân edenlere acıyarak o isimleri neshetti. Zîrâ çocukları ihlaslı Müslüman olmuştular.” (el-Vâhidî, el-Besît, 10/533; el-Beğavî, Me‘âlimü’t-Tenzîl, 4/68; ‘Ömer en-Nesefi, et-Teysîr, 7/398)
65﴿ (Habîbim!) Andolsun ki; bir de sen(in aleyhine niçin konuştuklarını) onlara soracak olsan, yemîn olsun ki; elbette: “Biz ancak (lafa) dalıyorduk ve (eğlenip) oynuyorduk (yoksa senin hakkında kötü bir niyetimiz yoktu)” derler. (Habîbim! Sen) de ki: “Yoksa siz, Allâh ile, O’nun âyetleriyle ve O’nun Rasûlü ile mi alay etmekte idiniz?!” [p]Katâde (Radıyallâhu Anh)dan nakledildiğine göre; münâfık bir topluluk Tebûk Gazâsı’nda Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in yanından geçerken: “Şu adamı görmüyor musunuz, Şam’ın köşklerini ve kalelerini fethetme peşinde, heyhât!” dediler. Allâh-u Te‘âlâ bunu Habîbine bildirince kāfileyi durdurup onları çağırttı ve: “Siz böyle böyle dediniz” buyurdu. Onlar ise: “Hayır! Vallâhi biz ne seninle ne de ashâbınla alâkalı bir mevzûda değildik. Lâkin yolu kısaltalım diye birbirimizle şakalaşıyorduk” dediklerinde bu âyet-i celîle nâzil oldu. (İbnü Ebî Hâtim, 6/1830; İbnü Cerîr et-Taberî, Câmi‘u’l-Beyân, 11/544-545)[(p]
66﴿ (Artık boşuna) özür dile(mekle kendinizi meşgul et)meyin. Gerçekten de siz îmânı (açıklama)nızın ardından kâfir(liğinizi meydana çıkarmış) oldunuz. İçinizden bir cemâati(n samîmiyetle tevbe edeceğini bilerek, kendilerini) afv etsek bile, diğer bir tâifeye azap edeceğiz. Çünkü gerçekten onlar (münâfıklıkta ısrarcı) mücrim kimseler olmuşturlar.
67﴿ Münâfık erkeklerle münâfık kadınlar (var ya); onların bâzısı (hem görünüşte, hem gerçek mânâda) diğer bir kısmın parçası (gibi nifakta ortak)dır. Onlar (peygamberi inkâr gibi, aklen ve dînen reddedilen) münker (şeyler)i emretmektedirler, (kelime-i şehâdeti ikrâr gibi, hem aklen hem de şerîat tarafından makbûl sayılan) mârûftan da nehyetmektedirler ve (Allâh’ın yolunda harcama yapmaktan) ellerini sıkıca yummaktadırlar. Onlar Allâh(a itâat)ı unutmuşturlar (ve O’nu zikretmeyi terk etmiştirler), bu sebeple Allâh da (ra0hmetini ve fazlını taksîm ederken) kendilerini terk etmiştir. Gerçekten de ancak o münâfıklar (itâatten çıkış husûsunda zirveye ulaşmış) fâsıkların ta kendileridir.
68﴿ Allâh o münâfık erkeklerle o münâfık kadınlara, bir de tüm kâfirlere, içinde ebediyyen kalacak oldukları cehennem ateşini vaad etmiştir. Ancak o, onlara yeterli gelecektir. Üstelik Allâh (rahmetinden uzaklaştırarak) onlara lânet etmiştir. (Dünyâda ise) kendileri için (münâfıklığı gizlice sürdürme uğrunda çektikleri sıkıntılar gibi) devâm edici bir tür azap da vardır.
سُورَةُ التَّوْبَةِ
الجزء ١٠
١٩٦
يَحْلِفُونَ بِاللّٰهِ لَكُمْ لِيُرْضُوكُمْۚ وَاللّٰهُ وَرَسُولُهُٓ اَحَقُّ اَنْ يُرْضُوهُ اِنْ كَانُوا مُؤْمِن۪ينَ ﴿٦٢
اَلَمْ يَعْلَمُٓوا اَنَّهُ مَنْ يُحَادِدِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ فَاَنَّ لَهُ نَارَ جَهَنَّمَ خَالِدًا ف۪يهَاۜ ذٰلِكَ الْخِزْيُ الْعَظ۪يمُ ﴿٦٣
يَحْذَرُ الْمُنَافِقُونَ اَنْ تُنَزَّلَ عَلَيْهِمْ سُورَةٌ تُنَبِّئُهُمْ بِمَا ف۪ي قُلُوبِهِمْۜ قُلِ اسْتَهْزِؤُ۫اۚ اِنَّ اللّٰهَ مُخْرِجٌ مَا تَحْذَرُونَ ﴿٦٤
وَلَئِنْ سَاَلْتَهُمْ لَيَقُولُنَّ اِنَّمَا كُنَّا نَخُوضُ وَنَلْعَبُۜ قُلْ اَبِاللّٰهِ وَاٰيَاتِه۪ وَرَسُولِه۪ كُنْتُمْ تَسْتَهْزِؤُ۫نَ ﴿٦٥
لَا تَعْتَذِرُوا قَدْ كَفَرْتُمْ بَعْدَ ا۪يمَانِكُمْۜ اِنْ نَعْفُ عَنْ طَٓائِفَةٍ مِنْكُمْ نُعَذِّبْ طَٓائِفَةً بِاَنَّهُمْ كَانُوا مُجْرِم۪ينَ۟ ﴿٦٦
اَلْمُنَافِقُونَ وَالْمُنَافِقَاتُ بَعْضُهُمْ مِنْ بَعْضٍۢ يَأْمُرُونَ بِالْمُنْكَرِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمَعْرُوفِ وَيَقْبِضُونَ اَيْدِيَهُمْۜ نَسُوا اللّٰهَ فَنَسِيَهُمْۜ اِنَّ الْمُنَافِق۪ينَ هُمُ الْفَاسِقُونَ ﴿٦٧
وَعَدَ اللّٰهُ الْمُنَافِق۪ينَ وَالْمُنَافِقَاتِ وَالْكُفَّارَ نَارَ جَهَنَّمَ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ هِيَ حَسْبُهُمْۚ وَلَعَنَهُمُ اللّٰهُۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ مُق۪يمٌۙ ﴿٦٨
Tevbe Sûresi
196
Cuz 10
يَحْلِفُونَ بِاللّٰهِ لَكُمْ لِيُرْضُوكُمْۚ وَاللّٰهُ وَرَسُولُهُٓ اَحَقُّ اَنْ يُرْضُوهُ اِنْ كَانُوا مُؤْمِن۪ينَ ﴿٦٢
62﴿ (Ey müminler!) O (münâfık ola)nlar sizi râzı etsinler diye size karşı Allâh(ın adın)a yemîn ederler (siz de işin iç yüzünü bilmediğinizden onların bu yalan yeminlerine kanıp kendilerinden memnun kalabilirsiniz). Ama (sizi memnun etmek için uğraşmasınlar. Zîrâ ancak) Allâh; Kendisini râzı etmelerini ziyâdesiyle hak edendir. Rasûlü(nü râzı etmeleri) de (böylece gerekmektedir. Zâten sizi ne kadar râzı etseler de hak meydana çıkınca bu hoşnutluğunuz dünyâda bile geçersiz kalacaktır). Eğer (gerçek mânâda) îmân edici kimseler olduysalar (ancak Allâh’ı ve Rasûlünü râzı etmeye çalışsınlar). Bu ve öncesindeki âyet-i kerîmeler münâfıklardan bir cemâat hakkında nâzil olmuştur. Bir kere aralarında Cülâs ibnü Süveyd ve Vedî‘a ibnü Sâbit’in de bulunduğu bir münâfık topluluk Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) hakkında yakışıksız sözler sarf ettiler. İçlerinden biri: “Muhammed’in dedikleri haksa o zaman biz eşeklerden beteriz” dedi. Diğer biri: “Böyle konuşmayın, korkarım bu sözler kendisine ulaşır da o da bizim aleyhimize bir şeyler söyler” dedi. Cülâs: “Biz istediğimizi söyleriz, sonra da gider ona söylemedik diye inkâr ederiz. Bir de yemîn ettik mi o da bizi tasdîk eder, çünkü Muhammed her söyleneni dinleyip kabûl eden bir kulaktır” deyince, yanlarında bulunan Âmir ibnü Kays isimli ensardan bir genç bu sözü duydu ve gazaplanarak: “Vallâhi, Muhammed’in dedikleri haktır, zâten siz eşekten betersiniz” dedi. Onlarsa ona hakāretler yağdırdılar. Sonra o Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e giderek bu durumu bildirince Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) onları çağırttı ve duyduklarının doğru olup olmadığını sordu. Onlar hemen inkâr ederek: “Âmir yalancıdır” diye yemîn ettiler. Âmir de onların yalancı olduklarına dâir yemîn etti. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) bir kişinin yemînine karşılık o kadar adamın yemînini göz ardı edemeyince, Âmir (Radıyallâhu Anh): “Ey Allâh! Doğruyu tasdîk et, yalancıyı tekzip et” diye duâya başladı. Bunun üzerine Allâh-u Te‘âlâ bu âyetleri inzâl buyurdu. (es-Sa‘lebî, el-Keşfü ve’l-beyân, 13/454-455; İbnü Cerîr et-Taberî, Câmi‘u’l-Beyân, 10/170; İbnü Ebî Hâtim, 6/1826; el-Vâhidî, Esbâbü’n-nüzûl, sh:254-255)
اَلَمْ يَعْلَمُٓوا اَنَّهُ مَنْ يُحَادِدِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ فَاَنَّ لَهُ نَارَ جَهَنَّمَ خَالِدًا ف۪يهَاۜ ذٰلِكَ الْخِزْيُ الْعَظ۪يمُ ﴿٦٣
63﴿ O (münâfık ola)nlar şu gerçeği hakîkaten bilmediler mi ki; kim Allâh’a ve Rasûlüne karşı durursa, şüphesiz onun için ancak, içerisinde ebediyyen kalacağı cehennem ateşi vardır. (Ey münâfık!) İşte sana! Bu (şekilde ebedî azâba mâruz kalmak), çok büyük bir rüsvaylığın ta kendisidir.
يَحْذَرُ الْمُنَافِقُونَ اَنْ تُنَزَّلَ عَلَيْهِمْ سُورَةٌ تُنَبِّئُهُمْ بِمَا ف۪ي قُلُوبِهِمْۜ قُلِ اسْتَهْزِؤُ۫اۚ اِنَّ اللّٰهَ مُخْرِجٌ مَا تَحْذَرُونَ ﴿٦٤
64﴿ O münâfıklar (Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)-in doğruluğuna yakînen inanmasalar da, doğru olabileceği endişesini devamlı taşımaktadırlar, bu yüzden ağızlarından çıkan şirk ve nifak sözleri bir yana) kalplerinde bulunan (gizli sırlara âit) şeyleri onlara tam mânâsıyla haber verecek bir sûrenin kendileri aleyhine indirilmesinden (dâimâ) sakınmaktadır(lar). (Habîbim!) De ki: “Siz (her zaman yaptığınız gibi, benim verdiğim haberlerle yine) alay ed(erek münâfıklığınıza devâm ed)in (bakalım)! Şüphesiz ki Allâh sakınmakta olduğunuz o şeyi (açığa) çıkarıcıdır.” Münâfıklar kendi aralarında müminleri kötü vasıflarla anarlar fakat kendileri hakkında âyet iner de onları rezîl eder endişesiyle bunu gizlerlerdi. Katâde (Radıyallâhu Anh) buyurmuştur ki: “Tevbe Sûresi münâfıkları rezîl-ü rüsva ettiği için ‘el-Fâzıha’, onların haberlerini eşeleyip meydana çıkardığı için ‘el-Müba‘sira’, rüsvaylıklarını ve rezilliklerini yaydığı için de ‘el-Müsîra’ isimleriyle anılmıştır.” (İbnü Ebî Hâtim, 6/1829; ‘Ömer en-Nesefî, et-Teysîr, 7/398) İbnü Abbâs (Radıyallâhu Anhümâ) şöyle buyurmuştur: “Allâh-u Te‘âlâ bu sûrede yetmiş münâfığı kendi isimleriyle ve babalarının adlarıyla bildirmişti, sonra birbirlerini ayıplayarak mümin olan çocukları mahcup olmasın diye Allâh-u Te‘âlâ îmân edenlere acıyarak o isimleri neshetti. Zîrâ çocukları ihlaslı Müslüman olmuştular.” (el-Vâhidî, el-Besît, 10/533; el-Beğavî, Me‘âlimü’t-Tenzîl, 4/68; ‘Ömer en-Nesefi, et-Teysîr, 7/398)
وَلَئِنْ سَاَلْتَهُمْ لَيَقُولُنَّ اِنَّمَا كُنَّا نَخُوضُ وَنَلْعَبُۜ قُلْ اَبِاللّٰهِ وَاٰيَاتِه۪ وَرَسُولِه۪ كُنْتُمْ تَسْتَهْزِؤُ۫نَ ﴿٦٥
65﴿ (Habîbim!) Andolsun ki; bir de sen(in aleyhine niçin konuştuklarını) onlara soracak olsan, yemîn olsun ki; elbette: “Biz ancak (lafa) dalıyorduk ve (eğlenip) oynuyorduk (yoksa senin hakkında kötü bir niyetimiz yoktu)” derler. (Habîbim! Sen) de ki: “Yoksa siz, Allâh ile, O’nun âyetleriyle ve O’nun Rasûlü ile mi alay etmekte idiniz?!” [p]Katâde (Radıyallâhu Anh)dan nakledildiğine göre; münâfık bir topluluk Tebûk Gazâsı’nda Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in yanından geçerken: “Şu adamı görmüyor musunuz, Şam’ın köşklerini ve kalelerini fethetme peşinde, heyhât!” dediler. Allâh-u Te‘âlâ bunu Habîbine bildirince kāfileyi durdurup onları çağırttı ve: “Siz böyle böyle dediniz” buyurdu. Onlar ise: “Hayır! Vallâhi biz ne seninle ne de ashâbınla alâkalı bir mevzûda değildik. Lâkin yolu kısaltalım diye birbirimizle şakalaşıyorduk” dediklerinde bu âyet-i celîle nâzil oldu. (İbnü Ebî Hâtim, 6/1830; İbnü Cerîr et-Taberî, Câmi‘u’l-Beyân, 11/544-545)[(p]
لَا تَعْتَذِرُوا قَدْ كَفَرْتُمْ بَعْدَ ا۪يمَانِكُمْۜ اِنْ نَعْفُ عَنْ طَٓائِفَةٍ مِنْكُمْ نُعَذِّبْ طَٓائِفَةً بِاَنَّهُمْ كَانُوا مُجْرِم۪ينَ۟ ﴿٦٦
66﴿ (Artık boşuna) özür dile(mekle kendinizi meşgul et)meyin. Gerçekten de siz îmânı (açıklama)nızın ardından kâfir(liğinizi meydana çıkarmış) oldunuz. İçinizden bir cemâati(n samîmiyetle tevbe edeceğini bilerek, kendilerini) afv etsek bile, diğer bir tâifeye azap edeceğiz. Çünkü gerçekten onlar (münâfıklıkta ısrarcı) mücrim kimseler olmuşturlar.
اَلْمُنَافِقُونَ وَالْمُنَافِقَاتُ بَعْضُهُمْ مِنْ بَعْضٍۢ يَأْمُرُونَ بِالْمُنْكَرِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمَعْرُوفِ وَيَقْبِضُونَ اَيْدِيَهُمْۜ نَسُوا اللّٰهَ فَنَسِيَهُمْۜ اِنَّ الْمُنَافِق۪ينَ هُمُ الْفَاسِقُونَ ﴿٦٧
67﴿ Münâfık erkeklerle münâfık kadınlar (var ya); onların bâzısı (hem görünüşte, hem gerçek mânâda) diğer bir kısmın parçası (gibi nifakta ortak)dır. Onlar (peygamberi inkâr gibi, aklen ve dînen reddedilen) münker (şeyler)i emretmektedirler, (kelime-i şehâdeti ikrâr gibi, hem aklen hem de şerîat tarafından makbûl sayılan) mârûftan da nehyetmektedirler ve (Allâh’ın yolunda harcama yapmaktan) ellerini sıkıca yummaktadırlar. Onlar Allâh(a itâat)ı unutmuşturlar (ve O’nu zikretmeyi terk etmiştirler), bu sebeple Allâh da (ra0hmetini ve fazlını taksîm ederken) kendilerini terk etmiştir. Gerçekten de ancak o münâfıklar (itâatten çıkış husûsunda zirveye ulaşmış) fâsıkların ta kendileridir.
وَعَدَ اللّٰهُ الْمُنَافِق۪ينَ وَالْمُنَافِقَاتِ وَالْكُفَّارَ نَارَ جَهَنَّمَ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ هِيَ حَسْبُهُمْۚ وَلَعَنَهُمُ اللّٰهُۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ مُق۪يمٌۙ ﴿٦٨
68﴿ Allâh o münâfık erkeklerle o münâfık kadınlara, bir de tüm kâfirlere, içinde ebediyyen kalacak oldukları cehennem ateşini vaad etmiştir. Ancak o, onlara yeterli gelecektir. Üstelik Allâh (rahmetinden uzaklaştırarak) onlara lânet etmiştir. (Dünyâda ise) kendileri için (münâfıklığı gizlice sürdürme uğrunda çektikleri sıkıntılar gibi) devâm edici bir tür azap da vardır.