v02.01.25 Geliştirme Notları
Tevbe Sûresi
197
Cuz 10
69﴿ (Ey münâfıklar! Siz tıpkı) kendinizden önceki (helâk edilen ümmet)ler gibi(siniz) ki, onlar kuvvetçe sizden daha güçlü, mallar ve çocuklar yönünden de (sizden) daha fazla olmuştular ve böylece (dünyâdaki âdî ve fânî olan) bol nasipleriyle iyice faydalanmıştılar. İşte sizden öncekiler (hasîs ve fânî olan) bol nasipleriyle iyice faydalandığı gibi, siz de (âkıbetinizi düşünmeksizin ve hakîkî lezzetleri kazanmaya çalışmaksızın, tamâmen onlara benzeyerek) bol nasîbinizle çokça yararlandınız (da âhirete hiçbir lezzet bırakmadınız) ve o (asılsız bâtıl yollara) dalmış olan kimseler toplumu gibi siz de (o batağa) daldınız. (Habîbim!) İşte sana! Onlar ki, (îmânlı olarak yapsalardı, kendilerine büyük sevaplar kazandıracak olan) amelleri dünyâda da âhirette de boşa çıkmıştır. Yine işte sana! Ancak onlar, (zarar ve ziyânın tüm sebeplerini ve netîcelerini kendilerinde toplayarak) hüsrâna uğrayan kimselerin ta kendileridir. Müffesirler bu âyet-i kerîmede geçen: “Kâfirlerin amelleri boşa gitmiştir” kavl-i şerîfini: “Onlar misâfir ağırlama ve fakire yardım gibi işlerinden sevap alamayacakları gibi, dünyâda kendilerine verilen sağlık ve zenginlik gibi nîmet şeklinde görünen şeyler de gerçekte onları azâba sevk eden birer istidractır. Zâten bunun böyle olduğu da yakında kendilerine belirecektir” diye tefsir etmişleridir. (el-Âlûsî, Rûhu’l-me‘ânî, 10/411-412)
70﴿ O (münâfık ola)nlara, o kendilerinden öncekilerin; (tûfân, kasırga ve zelzele gibi felâketlerle helâk edilen) Nûh ve Âd ile Semûd kav(i)m(ler)inin, bir de (sivrisinek ordularıyla farklı bir şekilde telef edilen) İbrâhîm’in kavminin, ayrıca (yıldırımlarla helâk edilen) Medyen ahâlîsinin ve o (Cibrîl (Aleyhisselâm)ın kanatlarıyla) ters döndürülen (Lût kavmine âit karye)lerin (halkının) önemli haberi gelmedi mi?! Rasülleri onlara pek açık mûcizeler getirmişti (de, onlar inkârda inat edip direnmişti, bu sebeple de Allâh-u Te‘âlâ onları helâk etmişti). Fakat Allâh (böyle yaparak) onlara haksızlık eder olmamıştı. Velâkin onlar (kendilerini ebedî azâba sürükleyecek gâvurluğu tercîh ederek) ancak nefislerine zulmeder olmuştular.
71﴿ Îmân eden erkeklerle îmân eden kadınlar ise, onların bir kısmı diğer bir kısmın dostlarıdır. Onlar (Allâh’a ve Rasûlüne inanıp itâat etmek gibi, aklen ve şer‘an iyi bilinen) mârûfu emretmektedirler, (şirk ve isyân gibi, hem akıl, hem de din yönünden kabûl görmeyen) münkerden de nehyetmektedirler, ayrıca o (farz) namazları dosdoğru kılmaktadırlar, zekâtı da (tastamam) vermektedirler, Allâh’a ve Rasûlüne de (tüm emirlerini tatbik husûsunda) itâat etmektedirler. (Habîbim!) İşte sana! Onlar ki, Allâh kesinlikle onlara rahmet edecektir. Şüphesiz ki Allâh (yapmak istediği herhangi bir şeye engel olunamayacak güce sâhip bir) Azîz’dir, (lânet ve rahmet dâhil tüm yaptıklarını yerli yerinde yapan bir) Hakîm’dir. Münâfıkların birbirleriyle dostlukları, liderlerini ve büyüklerini taklit nedeniyle, bir de nefsânî arzuları ve tabîatları gereği olduğundan onlar hakkında: “Münâfık erkeklerle münâfık kadınlar birbirlerindendir” buyrulmuş, ama müminler arasında bulunan uyum, kendi içlerinden gelen bir istek ve yaratılışları gereği olmayıp Allâh-u Te‘âlâ’nın tevfîk ve hidâyetiyle olduğundan, bu âyet-i kerîmede onlar hakkında: “Îmânlı erkeklerle îmânlı kadınlar birbirlerinin velîleridir” buyrulmuştur.
72﴿ Allâh o îmân eden erkeklere ve îmân eden kadınlara; (köşklerinin ve ağaçlarının) altlarından sürekli nehirler akan ve içinde ebediyyen kalacak oldukları cennetleri, bir de (o cennetin en gözde ve güzîde yeri olan) Adn cennetlerinde bulunan pek hoş meskenleri vaad etmiştir. Allâh’tan (gelecek) pek az bir rızâ (ve hoşnutluk) ise, (cennetlerden ve tüm nîmetlerden) daha büyüktür. (Habîbim!) İşte sana! Ancak bu (cennetlere girmek ve Allâh-u Te‘âlâ’nın rızâsına erişmek), çok büyük kurtuluşun ta kendisidir (ki, buna nisbetle dünyânın hiçbir nîmetine erişmek kurtuluş addedilemez). Ebu’d-Derdâ (Radıyallâhu Anh)dan rivâyet edilen bir hadîs-i şerîfte Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: “Adn (cenneti), Allâh-u Te‘âlâ’nın özel yurdudur ki orayı hiçbir göz görmemiş ve hiçbir beşerin kalbinden de geçmemiştir. Orası Allâh-u Te‘âlâ’nın (husûsî tecellîlerinin) meskenidir. Âdemoğullarından orada O’nun (tecellîleri) ile birlikte peygamberler, sıddîklar ve şehitlerden başkası bulunmayacaktır. Allâh-u Tebârake ve Te‘âlâ (ona hitâben): ‘Sana girene müjde olsun! buyurmaktadır.” (et-Taberî, Câmi‘u’l-Beyân, rakam:16959, 6/417) İmrân ibnü Husayn ve Ebû Hureyre (Radıyallâhu Anhümâ)dan rivâyet edildiğine göre; Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e bu âyet-i kerîmedeki “Hoş meskenler”den sorulunca buyurdu ki: “İnciden bir saraydır ki, içerisinde kırmızı yâkuttan yetmiş dâire vardır, her bir dâirede yeşil zebercedden yetmiş oda, her odada yetmiş taht, her taht üzerinde ise her renkten yetmiş döşek, her döşek üzerinde de hûrilerden bir eş bulunmaktadır. Ayrıca her bir odada yetmiş sofra, her sofra üzerinde de yetmiş çeşit yemek mevcuttur.” (et-Taberî, Câmi‘u’l-Beyân, rakam:16956, 6/416; İbnü Ebi Hâtim, 6/1839-1840; es-Süyûtî, ed-Dürru’l-mensûr, 7/438-440) Ebû Sa‘îd el-Hudrî (Radıyallâhu Anh)dan rivâyet edilen bir hadîs-i şerîfte Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz Allâh-u Tebârake ve Te‘âlâ cennet ehli (cennete girdiklerinde kendileri)ne: ‘Ey cennet ehli!’ (diye hitap) buyurur, onlar da: ‘Ey Rabbimiz! Buyur, tekrar tekrar emrine âmâdeyiz’ derler. O: ‘Râzı oldunuz mu (hayâtınızdan memnun musunuz)?’ buyurur, onlar: ‘Biz nasıl râzı olmayız ki, Sen yarattıklarından hiçbir kimseye vermediklerini bize verdin?!’ derler. O zaman O: ‘Ben size işte bunlardan daha üstününü vereceğim’ buyurur. Onlar: ‘Yâ Rabbi! Hangi şey bundan daha fazîletli olabilir?’ derler. O da: ‘Rızâmı (ve hoşnutluğumu sizi kaplayacak şekilde şimdi) üzerinize indiriyorum, artık bundan sonra ebediyyen size hiç kızmayacağım’ buyurur.” (el-Buhârî, rakam:6183, 5/2398; Müslim, rakam:2829, 4/2176)
سُورَةُ التَّوْبَةِ
الجزء ١٠
١٩٧
كَالَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ كَانُٓوا اَشَدَّ مِنْكُمْ قُوَّةً وَاَكْثَرَ اَمْوَالًا وَاَوْلَادًاۜ فَاسْتَمْتَعُوا بِخَلَاقِهِمْ فَاسْتَمْتَعْتُمْ بِخَلَاقِكُمْ كَمَا اسْتَمْتَعَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ بِخَلَاقِهِمْ وَخُضْتُمْ كَالَّذ۪ي خَاضُواۜ اُو۬لٰٓئِكَ حَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۚ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ ﴿٦٩
اَلَمْ يَأْتِهِمْ نَبَاُ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ قَوْمِ نُوحٍ وَعَادٍ وَثَمُودَ وَقَوْمِ اِبْرٰه۪يمَ وَاَصْحَابِ مَدْيَنَ وَالْمُؤْتَفِكَاتِۜ اَتَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِۚ فَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيَظْلِمَهُمْ وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ ﴿٧٠
وَالْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ بَعْضُهُمْ اَوْلِيَٓاءُ بَعْضٍۢ يَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَيُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَيُط۪يعُونَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُۜ اُو۬لٰٓئِكَ سَيَرْحَمُهُمُ اللّٰهُۜ اِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ ﴿٧١
وَعَدَ اللّٰهُ الْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَا وَمَسَاكِنَ طَيِّبَةً ف۪ي جَنَّاتِ عَدْنٍۜ وَرِضْوَانٌ مِنَ اللّٰهِ اَكْبَرُۜ ذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ۟ ﴿٧٢
Tevbe Sûresi
197
Cuz 10
كَالَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ كَانُٓوا اَشَدَّ مِنْكُمْ قُوَّةً وَاَكْثَرَ اَمْوَالًا وَاَوْلَادًاۜ فَاسْتَمْتَعُوا بِخَلَاقِهِمْ فَاسْتَمْتَعْتُمْ بِخَلَاقِكُمْ كَمَا اسْتَمْتَعَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ بِخَلَاقِهِمْ وَخُضْتُمْ كَالَّذ۪ي خَاضُواۜ اُو۬لٰٓئِكَ حَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۚ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ ﴿٦٩
69﴿ (Ey münâfıklar! Siz tıpkı) kendinizden önceki (helâk edilen ümmet)ler gibi(siniz) ki, onlar kuvvetçe sizden daha güçlü, mallar ve çocuklar yönünden de (sizden) daha fazla olmuştular ve böylece (dünyâdaki âdî ve fânî olan) bol nasipleriyle iyice faydalanmıştılar. İşte sizden öncekiler (hasîs ve fânî olan) bol nasipleriyle iyice faydalandığı gibi, siz de (âkıbetinizi düşünmeksizin ve hakîkî lezzetleri kazanmaya çalışmaksızın, tamâmen onlara benzeyerek) bol nasîbinizle çokça yararlandınız (da âhirete hiçbir lezzet bırakmadınız) ve o (asılsız bâtıl yollara) dalmış olan kimseler toplumu gibi siz de (o batağa) daldınız. (Habîbim!) İşte sana! Onlar ki, (îmânlı olarak yapsalardı, kendilerine büyük sevaplar kazandıracak olan) amelleri dünyâda da âhirette de boşa çıkmıştır. Yine işte sana! Ancak onlar, (zarar ve ziyânın tüm sebeplerini ve netîcelerini kendilerinde toplayarak) hüsrâna uğrayan kimselerin ta kendileridir. Müffesirler bu âyet-i kerîmede geçen: “Kâfirlerin amelleri boşa gitmiştir” kavl-i şerîfini: “Onlar misâfir ağırlama ve fakire yardım gibi işlerinden sevap alamayacakları gibi, dünyâda kendilerine verilen sağlık ve zenginlik gibi nîmet şeklinde görünen şeyler de gerçekte onları azâba sevk eden birer istidractır. Zâten bunun böyle olduğu da yakında kendilerine belirecektir” diye tefsir etmişleridir. (el-Âlûsî, Rûhu’l-me‘ânî, 10/411-412)
اَلَمْ يَأْتِهِمْ نَبَاُ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ قَوْمِ نُوحٍ وَعَادٍ وَثَمُودَ وَقَوْمِ اِبْرٰه۪يمَ وَاَصْحَابِ مَدْيَنَ وَالْمُؤْتَفِكَاتِۜ اَتَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِۚ فَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيَظْلِمَهُمْ وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ ﴿٧٠
70﴿ O (münâfık ola)nlara, o kendilerinden öncekilerin; (tûfân, kasırga ve zelzele gibi felâketlerle helâk edilen) Nûh ve Âd ile Semûd kav(i)m(ler)inin, bir de (sivrisinek ordularıyla farklı bir şekilde telef edilen) İbrâhîm’in kavminin, ayrıca (yıldırımlarla helâk edilen) Medyen ahâlîsinin ve o (Cibrîl (Aleyhisselâm)ın kanatlarıyla) ters döndürülen (Lût kavmine âit karye)lerin (halkının) önemli haberi gelmedi mi?! Rasülleri onlara pek açık mûcizeler getirmişti (de, onlar inkârda inat edip direnmişti, bu sebeple de Allâh-u Te‘âlâ onları helâk etmişti). Fakat Allâh (böyle yaparak) onlara haksızlık eder olmamıştı. Velâkin onlar (kendilerini ebedî azâba sürükleyecek gâvurluğu tercîh ederek) ancak nefislerine zulmeder olmuştular.
وَالْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ بَعْضُهُمْ اَوْلِيَٓاءُ بَعْضٍۢ يَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَيُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَيُط۪يعُونَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُۜ اُو۬لٰٓئِكَ سَيَرْحَمُهُمُ اللّٰهُۜ اِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ ﴿٧١
71﴿ Îmân eden erkeklerle îmân eden kadınlar ise, onların bir kısmı diğer bir kısmın dostlarıdır. Onlar (Allâh’a ve Rasûlüne inanıp itâat etmek gibi, aklen ve şer‘an iyi bilinen) mârûfu emretmektedirler, (şirk ve isyân gibi, hem akıl, hem de din yönünden kabûl görmeyen) münkerden de nehyetmektedirler, ayrıca o (farz) namazları dosdoğru kılmaktadırlar, zekâtı da (tastamam) vermektedirler, Allâh’a ve Rasûlüne de (tüm emirlerini tatbik husûsunda) itâat etmektedirler. (Habîbim!) İşte sana! Onlar ki, Allâh kesinlikle onlara rahmet edecektir. Şüphesiz ki Allâh (yapmak istediği herhangi bir şeye engel olunamayacak güce sâhip bir) Azîz’dir, (lânet ve rahmet dâhil tüm yaptıklarını yerli yerinde yapan bir) Hakîm’dir. Münâfıkların birbirleriyle dostlukları, liderlerini ve büyüklerini taklit nedeniyle, bir de nefsânî arzuları ve tabîatları gereği olduğundan onlar hakkında: “Münâfık erkeklerle münâfık kadınlar birbirlerindendir” buyrulmuş, ama müminler arasında bulunan uyum, kendi içlerinden gelen bir istek ve yaratılışları gereği olmayıp Allâh-u Te‘âlâ’nın tevfîk ve hidâyetiyle olduğundan, bu âyet-i kerîmede onlar hakkında: “Îmânlı erkeklerle îmânlı kadınlar birbirlerinin velîleridir” buyrulmuştur.
وَعَدَ اللّٰهُ الْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَا وَمَسَاكِنَ طَيِّبَةً ف۪ي جَنَّاتِ عَدْنٍۜ وَرِضْوَانٌ مِنَ اللّٰهِ اَكْبَرُۜ ذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ۟ ﴿٧٢
72﴿ Allâh o îmân eden erkeklere ve îmân eden kadınlara; (köşklerinin ve ağaçlarının) altlarından sürekli nehirler akan ve içinde ebediyyen kalacak oldukları cennetleri, bir de (o cennetin en gözde ve güzîde yeri olan) Adn cennetlerinde bulunan pek hoş meskenleri vaad etmiştir. Allâh’tan (gelecek) pek az bir rızâ (ve hoşnutluk) ise, (cennetlerden ve tüm nîmetlerden) daha büyüktür. (Habîbim!) İşte sana! Ancak bu (cennetlere girmek ve Allâh-u Te‘âlâ’nın rızâsına erişmek), çok büyük kurtuluşun ta kendisidir (ki, buna nisbetle dünyânın hiçbir nîmetine erişmek kurtuluş addedilemez). Ebu’d-Derdâ (Radıyallâhu Anh)dan rivâyet edilen bir hadîs-i şerîfte Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: “Adn (cenneti), Allâh-u Te‘âlâ’nın özel yurdudur ki orayı hiçbir göz görmemiş ve hiçbir beşerin kalbinden de geçmemiştir. Orası Allâh-u Te‘âlâ’nın (husûsî tecellîlerinin) meskenidir. Âdemoğullarından orada O’nun (tecellîleri) ile birlikte peygamberler, sıddîklar ve şehitlerden başkası bulunmayacaktır. Allâh-u Tebârake ve Te‘âlâ (ona hitâben): ‘Sana girene müjde olsun! buyurmaktadır.” (et-Taberî, Câmi‘u’l-Beyân, rakam:16959, 6/417) İmrân ibnü Husayn ve Ebû Hureyre (Radıyallâhu Anhümâ)dan rivâyet edildiğine göre; Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e bu âyet-i kerîmedeki “Hoş meskenler”den sorulunca buyurdu ki: “İnciden bir saraydır ki, içerisinde kırmızı yâkuttan yetmiş dâire vardır, her bir dâirede yeşil zebercedden yetmiş oda, her odada yetmiş taht, her taht üzerinde ise her renkten yetmiş döşek, her döşek üzerinde de hûrilerden bir eş bulunmaktadır. Ayrıca her bir odada yetmiş sofra, her sofra üzerinde de yetmiş çeşit yemek mevcuttur.” (et-Taberî, Câmi‘u’l-Beyân, rakam:16956, 6/416; İbnü Ebi Hâtim, 6/1839-1840; es-Süyûtî, ed-Dürru’l-mensûr, 7/438-440) Ebû Sa‘îd el-Hudrî (Radıyallâhu Anh)dan rivâyet edilen bir hadîs-i şerîfte Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz Allâh-u Tebârake ve Te‘âlâ cennet ehli (cennete girdiklerinde kendileri)ne: ‘Ey cennet ehli!’ (diye hitap) buyurur, onlar da: ‘Ey Rabbimiz! Buyur, tekrar tekrar emrine âmâdeyiz’ derler. O: ‘Râzı oldunuz mu (hayâtınızdan memnun musunuz)?’ buyurur, onlar: ‘Biz nasıl râzı olmayız ki, Sen yarattıklarından hiçbir kimseye vermediklerini bize verdin?!’ derler. O zaman O: ‘Ben size işte bunlardan daha üstününü vereceğim’ buyurur. Onlar: ‘Yâ Rabbi! Hangi şey bundan daha fazîletli olabilir?’ derler. O da: ‘Rızâmı (ve hoşnutluğumu sizi kaplayacak şekilde şimdi) üzerinize indiriyorum, artık bundan sonra ebediyyen size hiç kızmayacağım’ buyurur.” (el-Buhârî, rakam:6183, 5/2398; Müslim, rakam:2829, 4/2176)