v02.01.25 Geliştirme Notları
Tevbe Sûresi
198
Cuz 10
73﴿ Ey o (değerli) Nebî! Kâfirlerle (savaş ederek), münâfıklarla da (delîle dayalı bir yolla) cihâd et ve onlara karşı sert ol. (Çünkü onlar dünyâda senin elinle azâba uğratılacaklardır, âhirette ise) onların sığınakları ancak cehennemdir ve o ne kötü varılacak yer olmuştur!
74﴿ O (münâfık ola)nlar (“Vallâhi! Medîne’ye dönersek, şerefliler alçakları oradan çıkaracak” gibi laflar ederler, sonra da o sözleri) söylemediler diye Allâh’a yemîn ederler; hâlbuki andolsun; gerçekten onlar (bu gibi) kâfirlik kelimesini elbette söylediler ve İslâm(ı ikrar)larından sonra kâfir ol(duklarını ortaya koy)dular, üstelik (Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e sûikast yapmak gibi) erişemedikleri bir şeye azmettiler. Ama onlar (âhir zaman Nebîsinin Medîne’ye hicretinden önce fakir ve muhtaç durumdayken, onun gelmesiyle zengin olmuştular. Bunu çok takdîr etmeleri ve gereken şükrü îfâ etmeleri beklenirken, ayıplama konusu olarak bula bula) ancak Allâh’ın ve Rasûlünün, fazlından (kazandırdığı ganîmetlerle) kendilerini zengin etmesini (buldular da böylece şımarıp nankörlük ederek İslâm’ı) beğenmediler. Artık eğer (bu münâfıklıktan) tevbe ederlerse bu, kendileri için tam bir hayır olacaktır. Ama eğer (münâfıklıkta ısrâr ederek tevbeden) yüz çevirirlerse, Allâh onlara dünyâda da âhirette de çok acı verici olan büyük bir azaplandırma ile azap edecektir. Zâten onlar(dan bu azâbı kaldırmak) için yer(yüzün)de yakın bir dost yoktur, gerçek bir yardımcı da yoktur. Urve, İbnü Sîrîn ve Mücâhid (Radıyallâhu Anhüm)dan nakledildiğine göre; bu âyet-i kerîme münâfıklardan bir cemâat hakkında nâzil olmuştur. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in Tebûk seferi iki ay kadar sürdü, o sırada sürekli kendisine cihattan geri kalan münâfıkları ayıplayan vahiyler iniyordu ve yanında gelen münâfıklardan bâzısı bunları duyuyordu. Bunlardan biri de Cülâs ibnü Süveyd idi. Bir kere Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Tebûk’te okuduğu hutbesinde münâfıklardan bahsedip onları birer pislik olarak niteleyince Cülâs: “Muhammed’in dedikleri hak ise o zaman biz eşeklerden beteriz” dedi. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Medîne’ye dönünce Âmir ibnü Kays (Radıyallâhu Anh) kendisine gelerek Cülâs’ın bu sözlerini haber verdi. O zaman Cülâs, Âmir’i yalanlayınca Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) onlara minberin yanında yemîn etmelerini emretti. İkindiden sonra Cülâs minberin yanında dikilip: “Kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan Allâh adına yemîn ederim ki, ben bu sözü söylemedim. Âmir bana iftirâ etti” diye yemîn etti. Sonra Âmir (Radıyallâhu Anh) kalkarak o da, onun bu sözü söylediğine ve kendisinin ona iftirâ etmediğine dâir aynı lafızlarla yemîn etti. Bunun üzerine Âmir (Radıyallâhu Anh) elini semâya kaldırarak: “Ey Allâh! İçimizden doğru olanın tasdîkini Rasûlüne indir” diye duâ etti. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ve müminler de “Âmîn!” dediler. Daha onlar minberin yanından ayrılmadan Cibrîl (Aleyhisselâm) bu âyet-i celîleyi indirdi. Âyet-i kerîme: “Eğer tevbe ederlerse bu kendileri için çok hayırlı olur” cümlesine ulaşınca Cülâs ayağa kalkıp: “Yâ Rasûlellâh! Duyuyorum ki Allâh-u Te‘âlâ bana tevbe teklîf ediyor. Evet, Âmir ibnü Kays bu söylediklerinde doğrudur, ben bu lafları ettim ama şimdi Allâh’tan mağfiret talep ediyorum ve O’na tevbe ediyorum” dedi. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) de onun bu tevbesini kabûl etti, o da tevbesinde sebât etti. (İbnü İshâk, es-Sîre, 1/519-520; İbnü Ebî Hâtim, 6/1843, 1846; ‘Abdürrezzâk, el-Musannef, 18303; es-Süyûtî, ed-Dürru’l-mensûr, 7/443-446) Huzeyfe ibnü’l-Yemân, Urve ve Nâfi‘ ibnü Cübeyr (Radıyallâhu Anhüm)ün nakline göre; âyet-i celîlede geçen: “Erişemedikleri şeye azmettiler” cümle-i celîlesi, on iki münâfık hakkında nâzil olmuştur ki, onlar Tebûk’ten Medîne’ye dönüş yolunda kılık değiştirerek karanlık bir gecede bir tepenin üstüne çıkmışlar ve Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) oradan geçerken kendisine saldırarak onu bineğinin sırtından vâdîye doğru yuvarlamayı kararlaştırmışlardı. Cibrîl (Aleyhisselâm) Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e onların bu gizli niyetini bildirip onları kaçırtacak kimseleri üzerlerine göndermesini emretti. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Huzeyfe (Radıyallâhu Anh)ı onların üzerine gönderdi, o onları yoldan uzaklaştırıp geri dönünce Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “İçlerinden kimi tanıdın?” diye sordu. O, kimseyi tanımadığını söyleyince Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) tek tek adlarını saydı. Huzeyfe (Radıyallâhu Anh): “Onları öldürecek kimseleri üzerlerine göndermeyecek misin?” deyince: “Arapların (benim hakkımda): ‘Güçlenince kendi adamlarını öldürmeye başladı’ demelerini istemem. Allâh onlara karşı mide çıbanıyla bize kâfî gelecektir” buyurdu. (el-Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, 5/256-261; İbnü Ebi Hâtim, 6/1844; es-Süyûtî, ed-Dürru’l-mensûr, 7/447-452) Huzeyfe (Radıyallâhu Anh) Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in onlar hakkında şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir: “Ümmetim içerisinde on iki münâfık vardır ki, cennete giremeyeceklerdir ve deve iğnenin deliğinin içerisine girinceye kadar cennetin kokusunu dahî duyamayacaklardır. Onlardan sekizine ateşli yaralar kâfî gelecektir ki o yaralar omuzlarında belirecek ve göğüslerinden görünecektir.” (Müslim, rakam:2779, 4/2143-2144)
75﴿ O (münâfık ola)nlardan kimi de: “Andolsun; eğer O (Rabbimiz), fazlından (ve kereminden) bize (çok mal) verirse elbette kesinlikle sadaka (ve zekât) vereceğiz ve şüphesiz ki mutlaka (sıla-i rahimde bulunarak, hacca giderek ve Allâh’ın yolunda gazâya yardımcı olarak) sâlih kimselerden olacağız” diye Allâh’a söz vermişti.
76﴿ Fakat O (ihsân sâhibi Rableri) onlara fazlından (ve lütfundan zenginlik) verince (sözlerinde durmayarak) onunla cimrilik ettiler (de Allâh’ın hakkını vermediler) ve (Allâh’a itâattan) yüz çevirdiler. Zâten onlar yüz çevir(meyi âdet edin)ici kimselerdir. (Dolayısıyla bu yaptıklarına şaşılmaz.)
77﴿ Nihâyet O (Allâh-u Te‘âlâ) da onların (yaptıkları bu cimriliğin kötü bir netîcesi olarak) âkıbetlerini, (ölüp de) Kendisine kavuşacakları güne kadar kalplerinin içerisinde (yerleşen kötü inanç ve gizli kâfirlikten ibâret) bir nifak (ve münâfıklık) yapmıştır. Şu sebeple (böyle yapmıştır) ki; onlar Allâh’a karşı, O’na vaad etmiş oldukları o şeyi bozmuştular, bir de şu nedenle ki onlar sürekli yalan söyler oldular.
78﴿ O (münâfık ola)nlar bilmediler mi ki, gerçekten Allâh onların (içlerinde gizledikleri nifak) sırlarını da, (İslâm ve Müslümanlar aleyhine yaptıkları) fısıldaşmalarını da bilmektedir ve şüphesiz ki Allâh (kullardan gizli kapalı olan) tüm gaybları hakkıyla bilendir.
79﴿ O (münâfıklar öyle) kimselerdir ki, (zekât dışında) çokça gönüllü bağış yapan müminleri (gösteriş yapmakla suçlarlar) ve güçlerinin yetebildiğinden başkasını bulamayan o (samîmî) kimseleri (de verdikleri) sadakalar(ın azlığı) husûsunda sürekli ayıplarlar ve onlarla alay ederler. Allâh onların alay etmelerinin cezâsını(n ne olacağına karar) verdi ve (nitekim) çok acı verici büyük bir azap sâdece onlar içindir.
سُورَةُ التَّوْبَةِ
الجزء ١٠
١٩٨
يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ جَاهِدِ الْكُفَّارَ وَالْمُنَافِق۪ينَ وَاغْلُظْ عَلَيْهِمْۜ وَمَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُۜ وَبِئْسَ الْمَص۪يرُ ﴿٧٣
يَحْلِفُونَ بِاللّٰهِ مَا قَالُواۜ وَلَقَدْ قَالُوا كَلِمَةَ الْكُفْرِ وَكَفَرُوا بَعْدَ اِسْلَامِهِمْ وَهَمُّوا بِمَا لَمْ يَنَالُواۚ وَمَا نَقَمُٓوا اِلَّٓا اَنْ اَغْنٰيهُمُ اللّٰهُ وَرَسُولُهُ مِنْ فَضْلِه۪ۚ فَاِنْ يَتُوبُوا يَكُ خَيْرًا لَهُمْۚ وَاِنْ يَتَوَلَّوْا يُعَذِّبْهُمُ اللّٰهُ عَذَابًا اَل۪يمًا فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۚ وَمَا لَهُمْ فِي الْاَرْضِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَص۪يرٍ ﴿٧٤
وَمِنْهُمْ مَنْ عَاهَدَ اللّٰهَ لَئِنْ اٰتٰينَا مِنْ فَضْلِه۪ لَنَصَّدَّقَنَّ وَلَنَكُونَنَّ مِنَ الصَّالِح۪ينَ ﴿٧٥
فَلَمَّٓا اٰتٰيهُمْ مِنْ فَضْلِه۪ بَخِلُوا بِه۪ وَتَوَلَّوْا وَهُمْ مُعْرِضُونَ ﴿٧٦
فَاَعْقَبَهُمْ نِفَاقًا ف۪ي قُلُوبِهِمْ اِلٰى يَوْمِ يَلْقَوْنَهُ بِمَٓا اَخْلَفُوا اللّٰهَ مَا وَعَدُوهُ وَبِمَا كَانُوا يَكْذِبُونَ ﴿٧٧
اَلَمْ يَعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ سِرَّهُمْ وَنَجْوٰيهُمْ وَاَنَّ اللّٰهَ عَلَّامُ الْغُيُوبِۚ ﴿٧٨
اَلَّذ۪ينَ يَلْمِزُونَ الْمُطَّوِّع۪ينَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ فِي الصَّدَقَاتِ وَالَّذ۪ينَ لَا يَجِدُونَ اِلَّا جُهْدَهُمْ فَيَسْخَرُونَ مِنْهُمْۜ سَخِرَ اللّٰهُ مِنْهُمْۘ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ ﴿٧٩
Tevbe Sûresi
198
Cuz 10
يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ جَاهِدِ الْكُفَّارَ وَالْمُنَافِق۪ينَ وَاغْلُظْ عَلَيْهِمْۜ وَمَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُۜ وَبِئْسَ الْمَص۪يرُ ﴿٧٣
73﴿ Ey o (değerli) Nebî! Kâfirlerle (savaş ederek), münâfıklarla da (delîle dayalı bir yolla) cihâd et ve onlara karşı sert ol. (Çünkü onlar dünyâda senin elinle azâba uğratılacaklardır, âhirette ise) onların sığınakları ancak cehennemdir ve o ne kötü varılacak yer olmuştur!
يَحْلِفُونَ بِاللّٰهِ مَا قَالُواۜ وَلَقَدْ قَالُوا كَلِمَةَ الْكُفْرِ وَكَفَرُوا بَعْدَ اِسْلَامِهِمْ وَهَمُّوا بِمَا لَمْ يَنَالُواۚ وَمَا نَقَمُٓوا اِلَّٓا اَنْ اَغْنٰيهُمُ اللّٰهُ وَرَسُولُهُ مِنْ فَضْلِه۪ۚ فَاِنْ يَتُوبُوا يَكُ خَيْرًا لَهُمْۚ وَاِنْ يَتَوَلَّوْا يُعَذِّبْهُمُ اللّٰهُ عَذَابًا اَل۪يمًا فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۚ وَمَا لَهُمْ فِي الْاَرْضِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَص۪يرٍ ﴿٧٤
74﴿ O (münâfık ola)nlar (“Vallâhi! Medîne’ye dönersek, şerefliler alçakları oradan çıkaracak” gibi laflar ederler, sonra da o sözleri) söylemediler diye Allâh’a yemîn ederler; hâlbuki andolsun; gerçekten onlar (bu gibi) kâfirlik kelimesini elbette söylediler ve İslâm(ı ikrar)larından sonra kâfir ol(duklarını ortaya koy)dular, üstelik (Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e sûikast yapmak gibi) erişemedikleri bir şeye azmettiler. Ama onlar (âhir zaman Nebîsinin Medîne’ye hicretinden önce fakir ve muhtaç durumdayken, onun gelmesiyle zengin olmuştular. Bunu çok takdîr etmeleri ve gereken şükrü îfâ etmeleri beklenirken, ayıplama konusu olarak bula bula) ancak Allâh’ın ve Rasûlünün, fazlından (kazandırdığı ganîmetlerle) kendilerini zengin etmesini (buldular da böylece şımarıp nankörlük ederek İslâm’ı) beğenmediler. Artık eğer (bu münâfıklıktan) tevbe ederlerse bu, kendileri için tam bir hayır olacaktır. Ama eğer (münâfıklıkta ısrâr ederek tevbeden) yüz çevirirlerse, Allâh onlara dünyâda da âhirette de çok acı verici olan büyük bir azaplandırma ile azap edecektir. Zâten onlar(dan bu azâbı kaldırmak) için yer(yüzün)de yakın bir dost yoktur, gerçek bir yardımcı da yoktur. Urve, İbnü Sîrîn ve Mücâhid (Radıyallâhu Anhüm)dan nakledildiğine göre; bu âyet-i kerîme münâfıklardan bir cemâat hakkında nâzil olmuştur. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in Tebûk seferi iki ay kadar sürdü, o sırada sürekli kendisine cihattan geri kalan münâfıkları ayıplayan vahiyler iniyordu ve yanında gelen münâfıklardan bâzısı bunları duyuyordu. Bunlardan biri de Cülâs ibnü Süveyd idi. Bir kere Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Tebûk’te okuduğu hutbesinde münâfıklardan bahsedip onları birer pislik olarak niteleyince Cülâs: “Muhammed’in dedikleri hak ise o zaman biz eşeklerden beteriz” dedi. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Medîne’ye dönünce Âmir ibnü Kays (Radıyallâhu Anh) kendisine gelerek Cülâs’ın bu sözlerini haber verdi. O zaman Cülâs, Âmir’i yalanlayınca Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) onlara minberin yanında yemîn etmelerini emretti. İkindiden sonra Cülâs minberin yanında dikilip: “Kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan Allâh adına yemîn ederim ki, ben bu sözü söylemedim. Âmir bana iftirâ etti” diye yemîn etti. Sonra Âmir (Radıyallâhu Anh) kalkarak o da, onun bu sözü söylediğine ve kendisinin ona iftirâ etmediğine dâir aynı lafızlarla yemîn etti. Bunun üzerine Âmir (Radıyallâhu Anh) elini semâya kaldırarak: “Ey Allâh! İçimizden doğru olanın tasdîkini Rasûlüne indir” diye duâ etti. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ve müminler de “Âmîn!” dediler. Daha onlar minberin yanından ayrılmadan Cibrîl (Aleyhisselâm) bu âyet-i celîleyi indirdi. Âyet-i kerîme: “Eğer tevbe ederlerse bu kendileri için çok hayırlı olur” cümlesine ulaşınca Cülâs ayağa kalkıp: “Yâ Rasûlellâh! Duyuyorum ki Allâh-u Te‘âlâ bana tevbe teklîf ediyor. Evet, Âmir ibnü Kays bu söylediklerinde doğrudur, ben bu lafları ettim ama şimdi Allâh’tan mağfiret talep ediyorum ve O’na tevbe ediyorum” dedi. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) de onun bu tevbesini kabûl etti, o da tevbesinde sebât etti. (İbnü İshâk, es-Sîre, 1/519-520; İbnü Ebî Hâtim, 6/1843, 1846; ‘Abdürrezzâk, el-Musannef, 18303; es-Süyûtî, ed-Dürru’l-mensûr, 7/443-446) Huzeyfe ibnü’l-Yemân, Urve ve Nâfi‘ ibnü Cübeyr (Radıyallâhu Anhüm)ün nakline göre; âyet-i celîlede geçen: “Erişemedikleri şeye azmettiler” cümle-i celîlesi, on iki münâfık hakkında nâzil olmuştur ki, onlar Tebûk’ten Medîne’ye dönüş yolunda kılık değiştirerek karanlık bir gecede bir tepenin üstüne çıkmışlar ve Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) oradan geçerken kendisine saldırarak onu bineğinin sırtından vâdîye doğru yuvarlamayı kararlaştırmışlardı. Cibrîl (Aleyhisselâm) Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e onların bu gizli niyetini bildirip onları kaçırtacak kimseleri üzerlerine göndermesini emretti. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Huzeyfe (Radıyallâhu Anh)ı onların üzerine gönderdi, o onları yoldan uzaklaştırıp geri dönünce Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “İçlerinden kimi tanıdın?” diye sordu. O, kimseyi tanımadığını söyleyince Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) tek tek adlarını saydı. Huzeyfe (Radıyallâhu Anh): “Onları öldürecek kimseleri üzerlerine göndermeyecek misin?” deyince: “Arapların (benim hakkımda): ‘Güçlenince kendi adamlarını öldürmeye başladı’ demelerini istemem. Allâh onlara karşı mide çıbanıyla bize kâfî gelecektir” buyurdu. (el-Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, 5/256-261; İbnü Ebi Hâtim, 6/1844; es-Süyûtî, ed-Dürru’l-mensûr, 7/447-452) Huzeyfe (Radıyallâhu Anh) Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in onlar hakkında şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir: “Ümmetim içerisinde on iki münâfık vardır ki, cennete giremeyeceklerdir ve deve iğnenin deliğinin içerisine girinceye kadar cennetin kokusunu dahî duyamayacaklardır. Onlardan sekizine ateşli yaralar kâfî gelecektir ki o yaralar omuzlarında belirecek ve göğüslerinden görünecektir.” (Müslim, rakam:2779, 4/2143-2144)
وَمِنْهُمْ مَنْ عَاهَدَ اللّٰهَ لَئِنْ اٰتٰينَا مِنْ فَضْلِه۪ لَنَصَّدَّقَنَّ وَلَنَكُونَنَّ مِنَ الصَّالِح۪ينَ ﴿٧٥
75﴿ O (münâfık ola)nlardan kimi de: “Andolsun; eğer O (Rabbimiz), fazlından (ve kereminden) bize (çok mal) verirse elbette kesinlikle sadaka (ve zekât) vereceğiz ve şüphesiz ki mutlaka (sıla-i rahimde bulunarak, hacca giderek ve Allâh’ın yolunda gazâya yardımcı olarak) sâlih kimselerden olacağız” diye Allâh’a söz vermişti.
فَلَمَّٓا اٰتٰيهُمْ مِنْ فَضْلِه۪ بَخِلُوا بِه۪ وَتَوَلَّوْا وَهُمْ مُعْرِضُونَ ﴿٧٦
76﴿ Fakat O (ihsân sâhibi Rableri) onlara fazlından (ve lütfundan zenginlik) verince (sözlerinde durmayarak) onunla cimrilik ettiler (de Allâh’ın hakkını vermediler) ve (Allâh’a itâattan) yüz çevirdiler. Zâten onlar yüz çevir(meyi âdet edin)ici kimselerdir. (Dolayısıyla bu yaptıklarına şaşılmaz.)
فَاَعْقَبَهُمْ نِفَاقًا ف۪ي قُلُوبِهِمْ اِلٰى يَوْمِ يَلْقَوْنَهُ بِمَٓا اَخْلَفُوا اللّٰهَ مَا وَعَدُوهُ وَبِمَا كَانُوا يَكْذِبُونَ ﴿٧٧
77﴿ Nihâyet O (Allâh-u Te‘âlâ) da onların (yaptıkları bu cimriliğin kötü bir netîcesi olarak) âkıbetlerini, (ölüp de) Kendisine kavuşacakları güne kadar kalplerinin içerisinde (yerleşen kötü inanç ve gizli kâfirlikten ibâret) bir nifak (ve münâfıklık) yapmıştır. Şu sebeple (böyle yapmıştır) ki; onlar Allâh’a karşı, O’na vaad etmiş oldukları o şeyi bozmuştular, bir de şu nedenle ki onlar sürekli yalan söyler oldular.
اَلَمْ يَعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ سِرَّهُمْ وَنَجْوٰيهُمْ وَاَنَّ اللّٰهَ عَلَّامُ الْغُيُوبِۚ ﴿٧٨
78﴿ O (münâfık ola)nlar bilmediler mi ki, gerçekten Allâh onların (içlerinde gizledikleri nifak) sırlarını da, (İslâm ve Müslümanlar aleyhine yaptıkları) fısıldaşmalarını da bilmektedir ve şüphesiz ki Allâh (kullardan gizli kapalı olan) tüm gaybları hakkıyla bilendir.
اَلَّذ۪ينَ يَلْمِزُونَ الْمُطَّوِّع۪ينَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ فِي الصَّدَقَاتِ وَالَّذ۪ينَ لَا يَجِدُونَ اِلَّا جُهْدَهُمْ فَيَسْخَرُونَ مِنْهُمْۜ سَخِرَ اللّٰهُ مِنْهُمْۘ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ ﴿٧٩
79﴿ O (münâfıklar öyle) kimselerdir ki, (zekât dışında) çokça gönüllü bağış yapan müminleri (gösteriş yapmakla suçlarlar) ve güçlerinin yetebildiğinden başkasını bulamayan o (samîmî) kimseleri (de verdikleri) sadakalar(ın azlığı) husûsunda sürekli ayıplarlar ve onlarla alay ederler. Allâh onların alay etmelerinin cezâsını(n ne olacağına karar) verdi ve (nitekim) çok acı verici büyük bir azap sâdece onlar içindir.