v02.01.25 Geliştirme Notları
Bakara Sûresi
2
Cuz 1
6﴿ (Habîbim!) Şüphesiz o kimseler ki kâfir olmuşturlar; (inanmadıkları takdirde başlarına gelecek tehlikeyi iyice anlatarak) sen onları uyarmış mısın yâhut kendilerini uyarmamışsın (bir şey değişmez. Zîrâ her iki durum da) onlara göre eşittir; (ne yaparsan yap) îmân etmeyecekler. (Bu yüzden üzülüp kendini helâk etmene değmez.)
7﴿ (Çünkü) Allâh onların kalpleri üzerine de, kulakları üzerine de mühür basmıştır. Gözlerinin üzerinde ise (hakkı anlamalarına mâni olan) bir nevî (mânevî) örtü vardır. (Buna mukābil) sâdece onlar için (iki cihanda da, mâhiyetini Allâh-u Te‘âlâ’dan başka kimsenin bilemeyeceği) pek büyük de bir azap vardır.
8﴿ İnsanlardan öylesi vardır ki: “Allâh’a ve o (dünyâ günlerinin) son(unda gelip ebedî devâm edecek olan mahşer) gün(ün)e îmân ettik” demektedir. Hâlbuki onlar aslâ îmân edici kimseler değildirler. (Bilakis söylediklerinin tam tersi olan kâfirliği içlerinde gizlemektedirler.)
9﴿ O (münâfık ola)nlar (îmân ettiklerini söyleyip, içlerinde kâfirliği gizleyerek) Allâh’ı ve îmân etmiş o kimseleri aldatmaya çalışırlar. Hâlbuki (böyle yaparak) kendilerinden başkasını aldatamazlar, ama (yaptıkları hîlekârlığın vebâlinin netîcede kendilerine döneceğinin) farkına varmazlar.
10﴿ Onların kalplerinde (şüphecilik ve münâfıklıkla ilgili) bir nevî hastalık vardır. Allâh da (peş peşe âyetler indirip yeni vazîfeler emrederek ve Rasûlünün şânını sürekli yücelterek) onların hastalığını artırmıştır. (İnanmadıkları hâlde “Îmân ettik” diyerek) devamlı yalan söylemekte bulunmuş olmaları sebebiyle çok acı verecek (ve ızdırâbı kalplere tesir edecek) pek büyük bir azap da sâdece onlar içindir.
11﴿ Bir de onlara: “(Kendiniz kâfir olup, insanları da îmândan döndürmeye çalışarak) yer(yüzün)de fesat çıkar(ıp bozgunculuk yap)mayın” denildiği zaman: “Biz ancak (âleme nizam ve düzen vermeye çalışan) ıslah edici kimseleriz” derler.
12﴿ İyi bilin ki; asıl bozguncular gerçekten onların ta kendileridir, lâkin (kendi ifsatlarının) farkında (bile) olmazlar.
13﴿ Yine onlara: “Siz de o (samîmî mümin olan) insanların îmân ettiği gibi (nifak şâibelerinden arınmış bir şekilde doğru dürüst) îmân edin” denildiği vakit: “Biz hiç o sefih (olan akılsız ve beyinsiz mümin)lerin îmân ettiği gibi inanır mıyız?!” derler. Haberiniz olsun ki; asıl sefihler (aklı kıt ve ahmak olan kimseler, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in ashâbı olmayıp, tam tersine) hiç şüphesiz ki onların ta kendileridir. Velâkin (kendilerinin bu durumda olduğunu bile) bilmezler.
14﴿ O (münâfık ola)nlar îmân etmiş o kimselerle karşılaştıkları zaman: “(Biz de sizin gibi) îmân ettik” derler. Ama Şeytan (gibi kâfirliğini açıkça ortaya koyan Yahûdî dost)larıyla tenhâda kaldıkları vakit: “(Emin olun) şüphesiz biz sizinle berâberiz. Biz (onlarla) ancak istihzâ edici kimseleriz. (Müslümanlarla alay etmek için onlara inandığımızı söylüyoruz)” derler.
15﴿ (Aslında) Allâh (müminlerle) alay etmelerinin cezâsını onlara vermektedir ve (bunu yapmak üzere onların ömürlerini uzatıp, rızıklarını artırarak) azgınlıkları içerisinde bocaladıkları hâlde onlara mühlet vermektedir. Allâh-u Te‘âlâ’nın münâfıklarla istihzâsı, kulların anladığı mânâda bir alay etme anlamına gelmeyip, onların Müslümanlarla eğlenmelerine karşılık kendilerine azap etmesinden yâhut dünyâda bolluk verip âhirette azâba dûçar kılarak istihzâ edenin muâmelesini onlara revâ görmesinden ibârettir.
16﴿ (Habîbim!) İşte sana! Onlar(ca kötü vasfı taşıyan münâfıklar) ancak öyle kimselerdir ki (doğru yolu bırakıp, eğri yolu üstün tutmuş ve) hidâyete karşılık dalâleti (kâfirliği ve kâfirliğe götüren günahları) satın almıştırlar. Bu yüzden ticâretleri kâr etmemiştir ve onlar (alışverişte yapacakları tercihler hakkında) doğru yolu bulan kimseler de olamamışlardır. Zîrâ ticâretten maksad; anaparayı koruyup üstüne kâr elde etmektir. Bunlar ise, bu sapık inançlara meylederek isti‘datlarını (ve kābiliyetlerini) bozdukları için, sâhip oldukları kâmil akıl ve selîm fıtrat (İslâm kābiliyeti üzere yaratılış) sermâyelerini zâyi ettiklerinden, îmân gibi bir kârı elde etmekten tamâmen ümitsiz kalmışlardır. (et-Tefsîru’l-Beyzâvî)
سُورَةُ الْبَقَرَةِ
الجزء ١
٢
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا سَوَٓاءٌ عَلَيْهِمْ ءَاَنْذَرْتَهُمْ اَمْ لَمْ تُنْذِرْهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ ﴿٦
خَتَمَ اللّٰهُ عَلٰى قُلُوبِهِمْ وَعَلٰى سَمْعِهِمْۜ وَعَلٰٓى اَبْصَارِهِمْ غِشَاوَةٌۘ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ۟ ﴿٧
وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَقُولُ اٰمَنَّا بِاللّٰهِ وَبِالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَمَا هُمْ بِمُؤْمِن۪ينَۢ ﴿٨
يُخَادِعُونَ اللّٰهَ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُواۚ وَمَا يَخْدَعُونَ اِلَّٓا اَنْفُسَهُمْ وَمَا يَشْعُرُونَۜ ﴿٩
ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌۙ فَزَادَهُمُ اللّٰهُ مَرَضًاۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌۙ بِمَا كَانُوا يَكْذِبُونَ ﴿١٠
وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمْ لَا تُفْسِدُوا فِي الْاَرْضِۙ قَالُٓوا اِنَّمَا نَحْنُ مُصْلِحُونَ ﴿١١
اَلَٓا اِنَّهُمْ هُمُ الْمُفْسِدُونَ وَلٰكِنْ لَا يَشْعُرُونَ ﴿١٢
وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمْ اٰمِنُوا كَمَٓا اٰمَنَ النَّاسُ قَالُٓوا اَنُؤْمِنُ كَمَٓا اٰمَنَ السُّفَهَٓاءُۜ اَلَٓا اِنَّهُمْ هُمُ السُّفَهَٓاءُ وَلٰكِنْ لَا يَعْلَمُونَ ﴿١٣
وَاِذَا لَقُوا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا قَالُٓوا اٰمَنَّاۚ وَاِذَا خَلَوْا اِلٰى شَيَاط۪ينِهِمْۙ قَالُٓوا اِنَّا مَعَكُمْۙ اِنَّمَا نَحْنُ مُسْتَهْزِؤُ۫نَ ﴿١٤
اَللّٰهُ يَسْتَهْزِئُ بِهِمْ وَيَمُدُّهُمْ ف۪ي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ ﴿١٥
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ اشْتَرَوُا الضَّلَالَةَ بِالْهُدٰىۖ فَمَا رَبِحَتْ تِجَارَتُهُمْ وَمَا كَانُوا مُهْتَد۪ينَ ﴿١٦
Bakara Sûresi
2
Cuz 1
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا سَوَٓاءٌ عَلَيْهِمْ ءَاَنْذَرْتَهُمْ اَمْ لَمْ تُنْذِرْهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ ﴿٦
6﴿ (Habîbim!) Şüphesiz o kimseler ki kâfir olmuşturlar; (inanmadıkları takdirde başlarına gelecek tehlikeyi iyice anlatarak) sen onları uyarmış mısın yâhut kendilerini uyarmamışsın (bir şey değişmez. Zîrâ her iki durum da) onlara göre eşittir; (ne yaparsan yap) îmân etmeyecekler. (Bu yüzden üzülüp kendini helâk etmene değmez.)
خَتَمَ اللّٰهُ عَلٰى قُلُوبِهِمْ وَعَلٰى سَمْعِهِمْۜ وَعَلٰٓى اَبْصَارِهِمْ غِشَاوَةٌۘ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ۟ ﴿٧
7﴿ (Çünkü) Allâh onların kalpleri üzerine de, kulakları üzerine de mühür basmıştır. Gözlerinin üzerinde ise (hakkı anlamalarına mâni olan) bir nevî (mânevî) örtü vardır. (Buna mukābil) sâdece onlar için (iki cihanda da, mâhiyetini Allâh-u Te‘âlâ’dan başka kimsenin bilemeyeceği) pek büyük de bir azap vardır.
وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَقُولُ اٰمَنَّا بِاللّٰهِ وَبِالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَمَا هُمْ بِمُؤْمِن۪ينَۢ ﴿٨
8﴿ İnsanlardan öylesi vardır ki: “Allâh’a ve o (dünyâ günlerinin) son(unda gelip ebedî devâm edecek olan mahşer) gün(ün)e îmân ettik” demektedir. Hâlbuki onlar aslâ îmân edici kimseler değildirler. (Bilakis söylediklerinin tam tersi olan kâfirliği içlerinde gizlemektedirler.)
يُخَادِعُونَ اللّٰهَ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُواۚ وَمَا يَخْدَعُونَ اِلَّٓا اَنْفُسَهُمْ وَمَا يَشْعُرُونَۜ ﴿٩
9﴿ O (münâfık ola)nlar (îmân ettiklerini söyleyip, içlerinde kâfirliği gizleyerek) Allâh’ı ve îmân etmiş o kimseleri aldatmaya çalışırlar. Hâlbuki (böyle yaparak) kendilerinden başkasını aldatamazlar, ama (yaptıkları hîlekârlığın vebâlinin netîcede kendilerine döneceğinin) farkına varmazlar.
ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌۙ فَزَادَهُمُ اللّٰهُ مَرَضًاۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌۙ بِمَا كَانُوا يَكْذِبُونَ ﴿١٠
10﴿ Onların kalplerinde (şüphecilik ve münâfıklıkla ilgili) bir nevî hastalık vardır. Allâh da (peş peşe âyetler indirip yeni vazîfeler emrederek ve Rasûlünün şânını sürekli yücelterek) onların hastalığını artırmıştır. (İnanmadıkları hâlde “Îmân ettik” diyerek) devamlı yalan söylemekte bulunmuş olmaları sebebiyle çok acı verecek (ve ızdırâbı kalplere tesir edecek) pek büyük bir azap da sâdece onlar içindir.
وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمْ لَا تُفْسِدُوا فِي الْاَرْضِۙ قَالُٓوا اِنَّمَا نَحْنُ مُصْلِحُونَ ﴿١١
11﴿ Bir de onlara: “(Kendiniz kâfir olup, insanları da îmândan döndürmeye çalışarak) yer(yüzün)de fesat çıkar(ıp bozgunculuk yap)mayın” denildiği zaman: “Biz ancak (âleme nizam ve düzen vermeye çalışan) ıslah edici kimseleriz” derler.
اَلَٓا اِنَّهُمْ هُمُ الْمُفْسِدُونَ وَلٰكِنْ لَا يَشْعُرُونَ ﴿١٢
12﴿ İyi bilin ki; asıl bozguncular gerçekten onların ta kendileridir, lâkin (kendi ifsatlarının) farkında (bile) olmazlar.
وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمْ اٰمِنُوا كَمَٓا اٰمَنَ النَّاسُ قَالُٓوا اَنُؤْمِنُ كَمَٓا اٰمَنَ السُّفَهَٓاءُۜ اَلَٓا اِنَّهُمْ هُمُ السُّفَهَٓاءُ وَلٰكِنْ لَا يَعْلَمُونَ ﴿١٣
13﴿ Yine onlara: “Siz de o (samîmî mümin olan) insanların îmân ettiği gibi (nifak şâibelerinden arınmış bir şekilde doğru dürüst) îmân edin” denildiği vakit: “Biz hiç o sefih (olan akılsız ve beyinsiz mümin)lerin îmân ettiği gibi inanır mıyız?!” derler. Haberiniz olsun ki; asıl sefihler (aklı kıt ve ahmak olan kimseler, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in ashâbı olmayıp, tam tersine) hiç şüphesiz ki onların ta kendileridir. Velâkin (kendilerinin bu durumda olduğunu bile) bilmezler.
وَاِذَا لَقُوا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا قَالُٓوا اٰمَنَّاۚ وَاِذَا خَلَوْا اِلٰى شَيَاط۪ينِهِمْۙ قَالُٓوا اِنَّا مَعَكُمْۙ اِنَّمَا نَحْنُ مُسْتَهْزِؤُ۫نَ ﴿١٤
14﴿ O (münâfık ola)nlar îmân etmiş o kimselerle karşılaştıkları zaman: “(Biz de sizin gibi) îmân ettik” derler. Ama Şeytan (gibi kâfirliğini açıkça ortaya koyan Yahûdî dost)larıyla tenhâda kaldıkları vakit: “(Emin olun) şüphesiz biz sizinle berâberiz. Biz (onlarla) ancak istihzâ edici kimseleriz. (Müslümanlarla alay etmek için onlara inandığımızı söylüyoruz)” derler.
اَللّٰهُ يَسْتَهْزِئُ بِهِمْ وَيَمُدُّهُمْ ف۪ي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ ﴿١٥
15﴿ (Aslında) Allâh (müminlerle) alay etmelerinin cezâsını onlara vermektedir ve (bunu yapmak üzere onların ömürlerini uzatıp, rızıklarını artırarak) azgınlıkları içerisinde bocaladıkları hâlde onlara mühlet vermektedir. Allâh-u Te‘âlâ’nın münâfıklarla istihzâsı, kulların anladığı mânâda bir alay etme anlamına gelmeyip, onların Müslümanlarla eğlenmelerine karşılık kendilerine azap etmesinden yâhut dünyâda bolluk verip âhirette azâba dûçar kılarak istihzâ edenin muâmelesini onlara revâ görmesinden ibârettir.
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ اشْتَرَوُا الضَّلَالَةَ بِالْهُدٰىۖ فَمَا رَبِحَتْ تِجَارَتُهُمْ وَمَا كَانُوا مُهْتَد۪ينَ ﴿١٦
16﴿ (Habîbim!) İşte sana! Onlar(ca kötü vasfı taşıyan münâfıklar) ancak öyle kimselerdir ki (doğru yolu bırakıp, eğri yolu üstün tutmuş ve) hidâyete karşılık dalâleti (kâfirliği ve kâfirliğe götüren günahları) satın almıştırlar. Bu yüzden ticâretleri kâr etmemiştir ve onlar (alışverişte yapacakları tercihler hakkında) doğru yolu bulan kimseler de olamamışlardır. Zîrâ ticâretten maksad; anaparayı koruyup üstüne kâr elde etmektir. Bunlar ise, bu sapık inançlara meylederek isti‘datlarını (ve kābiliyetlerini) bozdukları için, sâhip oldukları kâmil akıl ve selîm fıtrat (İslâm kābiliyeti üzere yaratılış) sermâyelerini zâyi ettiklerinden, îmân gibi bir kârı elde etmekten tamâmen ümitsiz kalmışlardır. (et-Tefsîru’l-Beyzâvî)