v02.01.25 Geliştirme Notları
Tevbe Sûresi
200
Cuz 10
87﴿ Onlar o (cihattan) geri kalan (çocuk ve kadın)-larla birlikte olmalarına râzı oldular. Böylece (kâfirlik ve münâfıklığı seçtikleri için) onların kalpleri üzerine mühür basıldı da bu sebeple kendileri (Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in emrine uyarak cihâda katılmaktaki bahtiyarlığı ve geri kalmakta bulunan bedbahtlığı) iyice anlayamazlar.
88﴿ (Bu münâfıklar cihattan geri kaldılarsa da) lâkin (onlardan daha hayırlıları cihâda katıldılar. Nitekim) o Rasûl ve onunla birlikte îmân etmiş olan kimseler mallarıyla ve canlarıyla (kâfirlere karşı) cihâd ettiler. (Habîbim!) İşte sana! Onlar (var ya; nusret, zafer, ganîmet ve cennet gibi dünyevî ve uhrevî) tüm hayırlar sâdece kendilerine âittir. Yine işte sana! (Çarçabuk elden çıkacak bâzı dünyevî menfaatleri elde edenler değil de) ancak onlar (maddî-mânevî tüm isteklerini elde ederek) felâha erenlerin ta kendileridir.
89﴿ Allâh, çok kıymetli cennetleri, o (mallarıyla ve canlarıyla cihâd etmiş ola)nlar için hazırlamıştır ki, (o cennetlerin köşklerinin ve ağaçlarının) altlarından sürekli nehirler akmaktadır. İçlerinde ebedî kalıcı kimseler olarak (o cennetlere gireceklerdir)! İşte sana! Ancak bu (müjdelere nâiliyet), çok büyük kurtuluştur.
90﴿ O bedevîler içerisinden (fakirliklerini ve çoluk çocuklarının çokluğunu öne sürerek) özür bahâne edenler de kendilerine (cihattan geri kalmak için) izin verilsin diye geldi(ler). Allâh’a ve Rasûlüne (îmân dâvâsında) yalan söylemiş olan o kişiler ise (mâzeret beyân etmek üzere sana gelmeye bile ihtiyaç hissetmeksizin) oturdu (kaldılar). Onlar içerisinden o kâfir olmuş kimselere, muhakkak çok acı verici büyük bir azap isâbet edecektir. Tefsîrlerde zikredildiğine göre; Arap kabîlelerinden Esed ve Ğatafân, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e gelip fakirliklerini ve çoluk çocuklarının çokluğunu öne sürerek cihattan geri kalma müsâadesi istediler. Âmir ibnü Tufeyl’in kavmi de özür beyân etmek üzere gelerek: “Ey Allâh’ın Rasûlü! Biz seninle gazâya çıkarsak, korkarız ki Tayy kabîlesinin bedevîleri bizim çocuklarımıza, dostlarımıza ve sürülerimize saldırıp onları yağmalarlar” dedikleri zaman bu âyet-i celîle onların haberlerini bildirmek üzere nâzil olmuştur. Âyet-i celîlede geçen: “Allâh’a ve Rasûlüne yalan söylemiş olanlar ise oturdu” cümle-i celîlesinden anlaşıldığı üzere; özür beyân etmeye gelenler gerçekten meşrû mâzereti bulunanlardır. Îmân iddiâlarında yalancı olanlar ise zâten özür dileme gereği bile hissetmemişlerdir. Gerçi ulemâdan bâzısı özür beyân edenlerin de meşrû mâzereti bulunmaksızın yalan yere bahâne uydurduklarını söylemiş, Allâh’a ve Rasûlüne yalan söyleyenlerin ise bu konuda değil de, îmân iddiâsı konusunda yalancı olan diğer bedevî münâfıklar olduğunu açıklamışlardır. (el-Beğavî, Me‘âlimü’t-tenzîl, 3/93; Kāzî Senâullâh, et-Tefsîru’l-Mazharî, 4/256)
91﴿ (Gizli ve âşikâr her hâlükârda îmân ve itâatte bulunarak) Allâh’a ve Rasûlüne karşı samîmi oldukları takdirde, (yaşlılar ve yola çıkamayacak derecede bünyesi güçsüz) zayıf kimseler üzerine hiçbir günah yoktur. (Körlük, kötürümlük ve topallık gibi müzmin) hasta(lıklara tutulan)lar üzerine de (hiçbir günah) yoktur. Ayrıca (cihâda çıkmak için gereken hazırlık uğrunda) harcayacakları bir şey bulamayan o kimseler üzerine (de hiçbir günah) yoktur. (Allâh’a ve Rasûlüne karşı samîmi davranarak) güzel amel işleyen o kullar aleyhine (sitem ve kınamayla ilgili) hiçbir yol yoktur. Zâten Allâh (meşrû mâzereti nedeniyle cihattan geri kalan kullarının yaptıkları diğer kusurları da çokça bağışlayan bir) Ğafûr’dur, (kullarına çok acıdığı için mâzurların özrünü kabûl eden bir) Rahîm’dir.
92﴿ O kimseler üzerine de (hiçbir sorumluluk) yoktur ki; kendilerini (binek hayvanlara) bindiresin diye sana geldikleri zaman: “Sizi üzerine bindireceğim bir şey bulamıyorum” demiştin de, onlar (binek teminine) harcayacakları bir şey bulamadıkları için büyük bir üzüntüden dolayı gözleri yaşla dolup taşarak (senin huzûrundan) dönmüştüler. Zührî ve Yezîd ibnü Rûmân (Rahimehümellâh) gibi bir kısım âlimlerden nakledildiğine göre; Müslümanlardan bâzı fakir zatlar Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e gelerek kendisiyle birlikte cihâda çıkmak için onlara zayıf da olsa bir binek temin etmesini istediklerinde Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “Sizi üzerine bindireceğim bir şey bulamıyorum” deyince ağlayarak dönmek zorunda kaldılar ve bu yüzden “Çok ağlayan kimseler” diye adlandırıldılar. Bunlar Amr ibnü Avfoğullarından Sâlim ibnü Umeyr, Hâriseoğullarından Ulbe ibnü Zeyd, Mâzin ibnü Neccâroğullarından Ebû Leylâ künyeli Abdurrahmân ibnü Kâ‘b, Selemeoğullarından Amr ibnü Humâm ibni Cemûh, Vâkıfoğullarından Heremî ibnü Amr, Müzeyneoğullarından Abdullâh ibnü Muğaffel, Fezâreoğullarından ise Irbâz ibnü Sâriye (Rıdvânullâhi Aleyhim Ecma‘în) hazarâtı olmak üzere yedi kişidir. (İbnü İshâk, es-Sîre, 2/518; es-Süyûtî, ed-Dürru’l-mensûr, 7/487-488)
93﴿ O (sitem ve cezâ) yol(unu tâkip) ancak o kişiler aleyhinedir ki; onlar (seninle birlikte cihâda çıkma imkânına sâhip) zengin kimseler oldukları hâlde (cihattan geri kalmak için) senden izin istemektedirler. (Böylece) onlar o (cihattan) geri kalan (çocuk ve kadın)-larla birlikte olmaya râzı oldular. Allâh da (kâfirlik ve münâfıklığı seçtikleri için) onların kalpleri üzerine mühür bastı da bu sebeple onlar (kötü netîceden gâfil oldukları için iki cihanda kendilerine yararlı ve zararlı olacak şeyleri) bilemezler.
سُورَةُ التَّوْبَةِ
الجزء ١٠
٢٠٠
رَضُوا بِاَنْ يَكُونُوا مَعَ الْخَوَالِفِ وَطُبِعَ عَلٰى قُلُوبِهِمْ فَهُمْ لَا يَفْقَهُونَ ﴿٨٧
لٰكِنِ الرَّسُولُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ جَاهَدُوا بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ لَهُمُ الْخَيْرَاتُۘ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ ﴿٨٨
اَعَدَّ اللّٰهُ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ۟ ﴿٨٩
وَجَٓاءَ الْمُعَذِّرُونَ مِنَ الْاَعْرَابِ لِيُؤْذَنَ لَهُمْ وَقَعَدَ الَّذ۪ينَ كَذَبُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُۜ سَيُص۪يبُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ ﴿٩٠
لَيْسَ عَلَى الضُّعَفَٓاءِ وَلَا عَلَى الْمَرْضٰى وَلَا عَلَى الَّذ۪ينَ لَا يَجِدُونَ مَا يُنْفِقُونَ حَرَجٌ اِذَا نَصَحُوا لِلّٰهِ وَرَسُولِه۪ۜ مَا عَلَى الْمُحْسِن۪ينَ مِنْ سَب۪يلٍۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌۙ ﴿٩١
وَلَا عَلَى الَّذ۪ينَ اِذَا مَٓا اَتَوْكَ لِتَحْمِلَهُمْ قُلْتَ لَٓا اَجِدُ مَٓا اَحْمِلُكُمْ عَلَيْهِۖ تَوَلَّوْا وَاَعْيُنُهُمْ تَف۪يضُ مِنَ الدَّمْعِ حَزَنًا اَلَّا يَجِدُوا مَا يُنْفِقُونَۜ ﴿٩٢
اِنَّمَا السَّب۪يلُ عَلَى الَّذ۪ينَ يَسْتَأْذِنُونَكَ وَهُمْ اَغْنِيَٓاءُۚ رَضُوا بِاَنْ يَكُونُوا مَعَ الْخَوَالِفِۙ وَطَبَعَ اللّٰهُ عَلٰى قُلُوبِهِمْ فَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ ﴿٩٣
Tevbe Sûresi
200
Cuz 10
رَضُوا بِاَنْ يَكُونُوا مَعَ الْخَوَالِفِ وَطُبِعَ عَلٰى قُلُوبِهِمْ فَهُمْ لَا يَفْقَهُونَ ﴿٨٧
87﴿ Onlar o (cihattan) geri kalan (çocuk ve kadın)-larla birlikte olmalarına râzı oldular. Böylece (kâfirlik ve münâfıklığı seçtikleri için) onların kalpleri üzerine mühür basıldı da bu sebeple kendileri (Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in emrine uyarak cihâda katılmaktaki bahtiyarlığı ve geri kalmakta bulunan bedbahtlığı) iyice anlayamazlar.
لٰكِنِ الرَّسُولُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ جَاهَدُوا بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ لَهُمُ الْخَيْرَاتُۘ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ ﴿٨٨
88﴿ (Bu münâfıklar cihattan geri kaldılarsa da) lâkin (onlardan daha hayırlıları cihâda katıldılar. Nitekim) o Rasûl ve onunla birlikte îmân etmiş olan kimseler mallarıyla ve canlarıyla (kâfirlere karşı) cihâd ettiler. (Habîbim!) İşte sana! Onlar (var ya; nusret, zafer, ganîmet ve cennet gibi dünyevî ve uhrevî) tüm hayırlar sâdece kendilerine âittir. Yine işte sana! (Çarçabuk elden çıkacak bâzı dünyevî menfaatleri elde edenler değil de) ancak onlar (maddî-mânevî tüm isteklerini elde ederek) felâha erenlerin ta kendileridir.
اَعَدَّ اللّٰهُ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ۟ ﴿٨٩
89﴿ Allâh, çok kıymetli cennetleri, o (mallarıyla ve canlarıyla cihâd etmiş ola)nlar için hazırlamıştır ki, (o cennetlerin köşklerinin ve ağaçlarının) altlarından sürekli nehirler akmaktadır. İçlerinde ebedî kalıcı kimseler olarak (o cennetlere gireceklerdir)! İşte sana! Ancak bu (müjdelere nâiliyet), çok büyük kurtuluştur.
وَجَٓاءَ الْمُعَذِّرُونَ مِنَ الْاَعْرَابِ لِيُؤْذَنَ لَهُمْ وَقَعَدَ الَّذ۪ينَ كَذَبُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُۜ سَيُص۪يبُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ ﴿٩٠
90﴿ O bedevîler içerisinden (fakirliklerini ve çoluk çocuklarının çokluğunu öne sürerek) özür bahâne edenler de kendilerine (cihattan geri kalmak için) izin verilsin diye geldi(ler). Allâh’a ve Rasûlüne (îmân dâvâsında) yalan söylemiş olan o kişiler ise (mâzeret beyân etmek üzere sana gelmeye bile ihtiyaç hissetmeksizin) oturdu (kaldılar). Onlar içerisinden o kâfir olmuş kimselere, muhakkak çok acı verici büyük bir azap isâbet edecektir. Tefsîrlerde zikredildiğine göre; Arap kabîlelerinden Esed ve Ğatafân, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e gelip fakirliklerini ve çoluk çocuklarının çokluğunu öne sürerek cihattan geri kalma müsâadesi istediler. Âmir ibnü Tufeyl’in kavmi de özür beyân etmek üzere gelerek: “Ey Allâh’ın Rasûlü! Biz seninle gazâya çıkarsak, korkarız ki Tayy kabîlesinin bedevîleri bizim çocuklarımıza, dostlarımıza ve sürülerimize saldırıp onları yağmalarlar” dedikleri zaman bu âyet-i celîle onların haberlerini bildirmek üzere nâzil olmuştur. Âyet-i celîlede geçen: “Allâh’a ve Rasûlüne yalan söylemiş olanlar ise oturdu” cümle-i celîlesinden anlaşıldığı üzere; özür beyân etmeye gelenler gerçekten meşrû mâzereti bulunanlardır. Îmân iddiâlarında yalancı olanlar ise zâten özür dileme gereği bile hissetmemişlerdir. Gerçi ulemâdan bâzısı özür beyân edenlerin de meşrû mâzereti bulunmaksızın yalan yere bahâne uydurduklarını söylemiş, Allâh’a ve Rasûlüne yalan söyleyenlerin ise bu konuda değil de, îmân iddiâsı konusunda yalancı olan diğer bedevî münâfıklar olduğunu açıklamışlardır. (el-Beğavî, Me‘âlimü’t-tenzîl, 3/93; Kāzî Senâullâh, et-Tefsîru’l-Mazharî, 4/256)
لَيْسَ عَلَى الضُّعَفَٓاءِ وَلَا عَلَى الْمَرْضٰى وَلَا عَلَى الَّذ۪ينَ لَا يَجِدُونَ مَا يُنْفِقُونَ حَرَجٌ اِذَا نَصَحُوا لِلّٰهِ وَرَسُولِه۪ۜ مَا عَلَى الْمُحْسِن۪ينَ مِنْ سَب۪يلٍۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌۙ ﴿٩١
91﴿ (Gizli ve âşikâr her hâlükârda îmân ve itâatte bulunarak) Allâh’a ve Rasûlüne karşı samîmi oldukları takdirde, (yaşlılar ve yola çıkamayacak derecede bünyesi güçsüz) zayıf kimseler üzerine hiçbir günah yoktur. (Körlük, kötürümlük ve topallık gibi müzmin) hasta(lıklara tutulan)lar üzerine de (hiçbir günah) yoktur. Ayrıca (cihâda çıkmak için gereken hazırlık uğrunda) harcayacakları bir şey bulamayan o kimseler üzerine (de hiçbir günah) yoktur. (Allâh’a ve Rasûlüne karşı samîmi davranarak) güzel amel işleyen o kullar aleyhine (sitem ve kınamayla ilgili) hiçbir yol yoktur. Zâten Allâh (meşrû mâzereti nedeniyle cihattan geri kalan kullarının yaptıkları diğer kusurları da çokça bağışlayan bir) Ğafûr’dur, (kullarına çok acıdığı için mâzurların özrünü kabûl eden bir) Rahîm’dir.
وَلَا عَلَى الَّذ۪ينَ اِذَا مَٓا اَتَوْكَ لِتَحْمِلَهُمْ قُلْتَ لَٓا اَجِدُ مَٓا اَحْمِلُكُمْ عَلَيْهِۖ تَوَلَّوْا وَاَعْيُنُهُمْ تَف۪يضُ مِنَ الدَّمْعِ حَزَنًا اَلَّا يَجِدُوا مَا يُنْفِقُونَۜ ﴿٩٢
92﴿ O kimseler üzerine de (hiçbir sorumluluk) yoktur ki; kendilerini (binek hayvanlara) bindiresin diye sana geldikleri zaman: “Sizi üzerine bindireceğim bir şey bulamıyorum” demiştin de, onlar (binek teminine) harcayacakları bir şey bulamadıkları için büyük bir üzüntüden dolayı gözleri yaşla dolup taşarak (senin huzûrundan) dönmüştüler. Zührî ve Yezîd ibnü Rûmân (Rahimehümellâh) gibi bir kısım âlimlerden nakledildiğine göre; Müslümanlardan bâzı fakir zatlar Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e gelerek kendisiyle birlikte cihâda çıkmak için onlara zayıf da olsa bir binek temin etmesini istediklerinde Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “Sizi üzerine bindireceğim bir şey bulamıyorum” deyince ağlayarak dönmek zorunda kaldılar ve bu yüzden “Çok ağlayan kimseler” diye adlandırıldılar. Bunlar Amr ibnü Avfoğullarından Sâlim ibnü Umeyr, Hâriseoğullarından Ulbe ibnü Zeyd, Mâzin ibnü Neccâroğullarından Ebû Leylâ künyeli Abdurrahmân ibnü Kâ‘b, Selemeoğullarından Amr ibnü Humâm ibni Cemûh, Vâkıfoğullarından Heremî ibnü Amr, Müzeyneoğullarından Abdullâh ibnü Muğaffel, Fezâreoğullarından ise Irbâz ibnü Sâriye (Rıdvânullâhi Aleyhim Ecma‘în) hazarâtı olmak üzere yedi kişidir. (İbnü İshâk, es-Sîre, 2/518; es-Süyûtî, ed-Dürru’l-mensûr, 7/487-488)
اِنَّمَا السَّب۪يلُ عَلَى الَّذ۪ينَ يَسْتَأْذِنُونَكَ وَهُمْ اَغْنِيَٓاءُۚ رَضُوا بِاَنْ يَكُونُوا مَعَ الْخَوَالِفِۙ وَطَبَعَ اللّٰهُ عَلٰى قُلُوبِهِمْ فَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ ﴿٩٣
93﴿ O (sitem ve cezâ) yol(unu tâkip) ancak o kişiler aleyhinedir ki; onlar (seninle birlikte cihâda çıkma imkânına sâhip) zengin kimseler oldukları hâlde (cihattan geri kalmak için) senden izin istemektedirler. (Böylece) onlar o (cihattan) geri kalan (çocuk ve kadın)-larla birlikte olmaya râzı oldular. Allâh da (kâfirlik ve münâfıklığı seçtikleri için) onların kalpleri üzerine mühür bastı da bu sebeple onlar (kötü netîceden gâfil oldukları için iki cihanda kendilerine yararlı ve zararlı olacak şeyleri) bilemezler.