v02.01.25 Geliştirme Notları
Tevbe Sûresi
203
Cuz 11
107﴿ (Münâfıklardan) öyle kimseler de (vardır) ki; (Müslümanlara) büyük bir zarar vermek için ayrıca (içlerinde gizledikleri) kâfirlik (ve inkârı güçlendirmek) için, bir de (Kubâ Mescidi’nde cemâate devâm eden) o müminler arasında ayrılık çıkarmak için ve daha önce (Medîne’de bulunduğu sırada) Allâh’a ve Rasûlüne harp açmış olan (Ebû Âmir isimli) kimseyi (Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e karşı tercih edip onun, Şâm’dan dönerek kendisine hazırladıkları mekânda yerleşerek İslâm’a zarar vermesini) beklemek için bir mescid binâ ettiler. Andolsun ki; elbette onlar: “Biz (bu mescidi yaparak, namaz kılanlara yer genişliği sağlamak, Allâh’ın zikrine mekân hazırlamak ve orada namaz kılmak gibi) en güzel olan (maksatlar)dan başkasını arzulamadık” diye mutlaka yemîn edeceklerdir. Hâlbuki Allâh şâhitlik etmektedir ki, şüphesiz onlar elbette (yeminlerinde) yalancı kimselerdir. İbnü Abbâs ve Ebû Ruhm (Radıyallâhu Anhüm)dan rivâyet edildiğine göre; Amr ibnü Avfoğulları Kubâ Mescidi’ni binâ edince, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e adam göndererek oraya gelip namaz kıldırmasını istediler, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) de gidip orada namaz kılınca kardeşleri Ğanm ibnü Avfoğulları onları kıskanarak: “Biz de bir mescit yapalım ve Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)i çağıralım, burada da namaz kılsın” dediler. Onların asıl niyeti ise, râhip Ebû Âmir’in Şâm’dan döndüğünde orada yerleşip Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e karşı faaliyetler sürdürmesiydi. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Medîne-i Münevvere’ye geldiğinde bu kişi ona getirdiği dînin mâhiyetini sormuş, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) de İbrâhîm (Aleyhisselâm)ın dînini getirdiğini bildirince, kendisinin de o dinde olduğunu iddiâ etmişti. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ona: “Sen o din üzere değilsin” buyurduğunda ise o: “Ben o dindeyim ama sen ona başka şeyler kattın” demişti. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “Hayır! Ben onu bembeyaz tertemiz bir hâlde getirdim” buyurunca o: “İçimizden yalancı olanı Allâh gurbette tek başına, kovulmuş bir hâlde öldürsün” demiş, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) de: “Âmîn!” buyurmuştu. Uhud günü olduğunda bu kişi Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e: “Seninle savaşan hangi topluma rastlarsam muhakkak onlarla birlikte sana karşı savaşırım” demişti. İşte o râhip, Huneyn gününe kadar Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ile çarpışmayı sürdürdü. Mekke fethinden sonra bir de Huneyn hezîmeti olunca Ebû Âmir ümit keserek Şâm’a kaçtı ve münâfıklara: “Gücünüz yettiği kadar kuvvet ve silah hazırlayın ve bana bir mescit yapın. Şimdi ben Rum kralı Kayser’e gidiyorum, Rum ordularını alıp geleceğim, Muhammed’i ve ashâbını oradan çıkaracağım” diye haber gönderdi. Bunun üzerine münâfıklar daha önce Hendek’te ve diğer muhârebelerde Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e karşı savaşmış olan bu kişi için o mescidi binâ ettiler. Sonra Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e: “Biz hastalara ve yolda kalmışlara barınak olacak bir mescit yaptık, sizin burada namaz kılmanızı istiyoruz” diyerek onu dâvet ettiler. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) de: “Ben şimdi yolculuğa hazırlanıyorum, Tebûk’ten döndüğümüzde inşâallâh orada kılarız” buyurdu. Tebûk’ten dönerken Medîne’ye yakın Zî-evân mıntıkasında konakladığında münâfıklar dâvetlerini yinelemiştiler ki, tam giyinmek için gömleğini istediği sırada bu âyetler nâzil olunca Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem), Mâlik ibnü Duhşûm, Ma‘n ibnü Adiyy ve Vahşî (Radıyallâhu Anhüm) gibi sahâbîleri göndererek orayı yıktırıp yaktırdı ve oranın bir çöplüğe dönüştürülmesini emretti. Ebû Âmir ise Şâm’da tek başına öldü (gitti). (İbnü Ebî Hâtim, 6/1879; İbnü İshâk, es-Sîre, 2/529-530; es-Süyûtî ed-Dürru’l-mensûr, 7/522-525)
108﴿ (Ey Habîbim!) Orada (binâ edilen Dırâr Mescidi’nde) ebediyyen (namaz için) kıyâm yapma. (Kubâ’da) ilk günden beri takvâ üzere (ve Allâh-u Te‘âlâ’nın haramlarından sakınılıp sâdece O’na ibâdet edilsin diye) tesis edilmiş olan bir mescit, elbette onun içerisinde (namaz için) kıyâm yapmanı ziyâdesiyle hak edicidir. Orada öyle birtakım erler vardır ki, onlar (tahâret ve abdest alırken) iyice temizlenmeyi severler. Zâten Allâh çokça temizlenen o kişileri sever (ve onların bu fiillerini beğenerek sevaplarını artırır).
109﴿ Şimdi (düşünün bakalım); (yaptığı mescidin) binâsını, Allâh’tan bir sakınma ve (O’nun) rızâ(sını tahsil) üzere tesis etmiş olan kişi(nin cennetteki güzel hâli) mi daha iyidir, yoksa binâsını (münâfıklık gibi en çürük ve bâtıl dâvâdan ibâret ve her an) yıkılmak üzere olan derin bir çukurun kenarı üzerine kurmuş olup da, onun (yaptığı binânın yıkılmasıy)la birlikte cehennem ateşinin içine düşmüş olan (münâfık) kimse(nin başına gelen) mi?! (İşte Kubâ Mescidi’ni binâ eden Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ve ashâbı, dinlerini, takvâ ve rızâ gibi muhkem bir temele dayandırdıkları için, münâfıklık ve tefrika gibi kötü niyetlere dayalı olarak inşâ edilmiş Mescid-i Dırâr’ın bânîleri olan münâfıklardan, iki cihanda da son derece hayırlıdırlar.) Allâh ise (münâfıklığı seçen) o zâlimler toplumunu hidâyete erdirmez (ve onları yararlarını ve kurtuluşlarını temin edecek yollara eriştirmez).
110﴿ O (münâfık ola)nların (canları dünyâda katledilerek yâhut mezarda veyâ cehennemde azâba uğratılarak) kalpleri (çatlayıp) parça parça olmadıkça, o binâ etmiş oldukları yapıları onların yüreklerinde sürekli bir şüphe (vesîlesi ve nifaklarının artma sebebi) olarak kalacaktır. (Onlar ancak azâbı görünce şüpheden kurtulabileceklerdir, bu yüzden îmânlarından ümit kesilmiştir.) Zâten Allâh (onların tüm niyetlerini hakkıyla bilen bir) Alîm’dir, (binâlarını yıktırarak da hikmetini işleten bir) Hakîm’dir.
111﴿ Şüphesiz ki Allâh, cennetin kesinlikle kendilerine âit olması mukābilinde müminlerden canlarını ve mallarını satın almıştır. (Bu yüzden) onlar (sâhip oldukları hiçbir değere kıymet vermeyip) Allâh’ın yolunda savaşırlar (da) sonra (bâzen onlar kâfirleri) öldürürler ve (bâzen de kâfirler tarafından şehit edilerek) öldürülürler. (Allâh bu cennet müjdesini) Tevrât’ta da, İncîl’de de, Kur’ân’da da (yazıp) Kendisinin üstlenmiş bulunduğu gerçek bir vaad olarak (taahhüt etmiştir). Zâten kim sözün(ü yerine getirmey)e Allâh’tan daha vefâlıdır?! Öyleyse (fânî ve basit bir şey karşılığında bâkî ve değerli bir şeye sâhip olmak üzere) kendisini akdetmiş olduğunuz o alışverişinizle iyice müjdelenin. (Ey canını ve malını Allâh’a satan mümin!) İşte sana! Ancak bu, çok büyük bir kurtuluşun ta kendisidir.
سُورَةُ التَّوْبَةِ
الجزء ١١
٢٠٣
وَالَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا مَسْجِدًا ضِرَارًا وَكُفْرًا وَتَفْر۪يقًا بَيْنَ الْمُؤْمِن۪ينَ وَاِرْصَادًا لِمَنْ حَارَبَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ مِنْ قَبْلُۜ وَلَيَحْلِفُنَّ اِنْ اَرَدْنَٓا اِلَّا الْحُسْنٰىۜ وَاللّٰهُ يَشْهَدُ اِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ ﴿١٠٧
لَا تَقُمْ ف۪يهِ اَبَدًاۜ لَمَسْجِدٌ اُسِّسَ عَلَى التَّقْوٰى مِنْ اَوَّلِ يَوْمٍ اَحَقُّ اَنْ تَقُومَ ف۪يهِۜ ف۪يهِ رِجَالٌ يُحِبُّونَ اَنْ يَتَطَهَّرُواۜ وَاللّٰهُ يُحِبُّ الْمُطَّهِّر۪ينَ ﴿١٠٨
اَفَمَنْ اَسَّسَ بُنْيَانَهُ عَلٰى تَقْوٰى مِنَ اللّٰهِ وَرِضْوَانٍ خَيْرٌ اَمْ مَنْ اَسَّسَ بُنْيَانَهُ عَلٰى شَفَا جُرُفٍ هَارٍ فَانْهَارَ بِه۪ ف۪ي نَارِ جَهَنَّمَۜ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَ ﴿١٠٩
لَا يَزَالُ بُنْيَانُهُمُ الَّذ۪ي بَنَوْا ر۪يبَةً ف۪ي قُلُوبِهِمْ اِلَّٓا اَنْ تَقَطَّعَ قُلُوبُهُمْۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ۟ ﴿١١٠
اِنَّ اللّٰهَ اشْتَرٰى مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ اَنْفُسَهُمْ وَاَمْوَالَهُمْ بِاَنَّ لَهُمُ الْجَنَّةَۜ يُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ فَيَقْتُلُونَ وَيُقْتَلُونَ وَعْدًا عَلَيْهِ حَقًّا فِي التَّوْرٰيةِ وَالْاِنْج۪يلِ وَالْقُرْاٰنِۜ وَمَنْ اَوْفٰى بِعَهْدِه۪ مِنَ اللّٰهِ فَاسْتَبْشِرُوا بِبَيْعِكُمُ الَّذ۪ي بَايَعْتُمْ بِه۪ۜ وَذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ ﴿١١١
Tevbe Sûresi
203
Cuz 11
وَالَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا مَسْجِدًا ضِرَارًا وَكُفْرًا وَتَفْر۪يقًا بَيْنَ الْمُؤْمِن۪ينَ وَاِرْصَادًا لِمَنْ حَارَبَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ مِنْ قَبْلُۜ وَلَيَحْلِفُنَّ اِنْ اَرَدْنَٓا اِلَّا الْحُسْنٰىۜ وَاللّٰهُ يَشْهَدُ اِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ ﴿١٠٧
107﴿ (Münâfıklardan) öyle kimseler de (vardır) ki; (Müslümanlara) büyük bir zarar vermek için ayrıca (içlerinde gizledikleri) kâfirlik (ve inkârı güçlendirmek) için, bir de (Kubâ Mescidi’nde cemâate devâm eden) o müminler arasında ayrılık çıkarmak için ve daha önce (Medîne’de bulunduğu sırada) Allâh’a ve Rasûlüne harp açmış olan (Ebû Âmir isimli) kimseyi (Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e karşı tercih edip onun, Şâm’dan dönerek kendisine hazırladıkları mekânda yerleşerek İslâm’a zarar vermesini) beklemek için bir mescid binâ ettiler. Andolsun ki; elbette onlar: “Biz (bu mescidi yaparak, namaz kılanlara yer genişliği sağlamak, Allâh’ın zikrine mekân hazırlamak ve orada namaz kılmak gibi) en güzel olan (maksatlar)dan başkasını arzulamadık” diye mutlaka yemîn edeceklerdir. Hâlbuki Allâh şâhitlik etmektedir ki, şüphesiz onlar elbette (yeminlerinde) yalancı kimselerdir. İbnü Abbâs ve Ebû Ruhm (Radıyallâhu Anhüm)dan rivâyet edildiğine göre; Amr ibnü Avfoğulları Kubâ Mescidi’ni binâ edince, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e adam göndererek oraya gelip namaz kıldırmasını istediler, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) de gidip orada namaz kılınca kardeşleri Ğanm ibnü Avfoğulları onları kıskanarak: “Biz de bir mescit yapalım ve Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)i çağıralım, burada da namaz kılsın” dediler. Onların asıl niyeti ise, râhip Ebû Âmir’in Şâm’dan döndüğünde orada yerleşip Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e karşı faaliyetler sürdürmesiydi. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Medîne-i Münevvere’ye geldiğinde bu kişi ona getirdiği dînin mâhiyetini sormuş, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) de İbrâhîm (Aleyhisselâm)ın dînini getirdiğini bildirince, kendisinin de o dinde olduğunu iddiâ etmişti. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ona: “Sen o din üzere değilsin” buyurduğunda ise o: “Ben o dindeyim ama sen ona başka şeyler kattın” demişti. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “Hayır! Ben onu bembeyaz tertemiz bir hâlde getirdim” buyurunca o: “İçimizden yalancı olanı Allâh gurbette tek başına, kovulmuş bir hâlde öldürsün” demiş, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) de: “Âmîn!” buyurmuştu. Uhud günü olduğunda bu kişi Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e: “Seninle savaşan hangi topluma rastlarsam muhakkak onlarla birlikte sana karşı savaşırım” demişti. İşte o râhip, Huneyn gününe kadar Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ile çarpışmayı sürdürdü. Mekke fethinden sonra bir de Huneyn hezîmeti olunca Ebû Âmir ümit keserek Şâm’a kaçtı ve münâfıklara: “Gücünüz yettiği kadar kuvvet ve silah hazırlayın ve bana bir mescit yapın. Şimdi ben Rum kralı Kayser’e gidiyorum, Rum ordularını alıp geleceğim, Muhammed’i ve ashâbını oradan çıkaracağım” diye haber gönderdi. Bunun üzerine münâfıklar daha önce Hendek’te ve diğer muhârebelerde Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e karşı savaşmış olan bu kişi için o mescidi binâ ettiler. Sonra Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e: “Biz hastalara ve yolda kalmışlara barınak olacak bir mescit yaptık, sizin burada namaz kılmanızı istiyoruz” diyerek onu dâvet ettiler. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) de: “Ben şimdi yolculuğa hazırlanıyorum, Tebûk’ten döndüğümüzde inşâallâh orada kılarız” buyurdu. Tebûk’ten dönerken Medîne’ye yakın Zî-evân mıntıkasında konakladığında münâfıklar dâvetlerini yinelemiştiler ki, tam giyinmek için gömleğini istediği sırada bu âyetler nâzil olunca Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem), Mâlik ibnü Duhşûm, Ma‘n ibnü Adiyy ve Vahşî (Radıyallâhu Anhüm) gibi sahâbîleri göndererek orayı yıktırıp yaktırdı ve oranın bir çöplüğe dönüştürülmesini emretti. Ebû Âmir ise Şâm’da tek başına öldü (gitti). (İbnü Ebî Hâtim, 6/1879; İbnü İshâk, es-Sîre, 2/529-530; es-Süyûtî ed-Dürru’l-mensûr, 7/522-525)
لَا تَقُمْ ف۪يهِ اَبَدًاۜ لَمَسْجِدٌ اُسِّسَ عَلَى التَّقْوٰى مِنْ اَوَّلِ يَوْمٍ اَحَقُّ اَنْ تَقُومَ ف۪يهِۜ ف۪يهِ رِجَالٌ يُحِبُّونَ اَنْ يَتَطَهَّرُواۜ وَاللّٰهُ يُحِبُّ الْمُطَّهِّر۪ينَ ﴿١٠٨
108﴿ (Ey Habîbim!) Orada (binâ edilen Dırâr Mescidi’nde) ebediyyen (namaz için) kıyâm yapma. (Kubâ’da) ilk günden beri takvâ üzere (ve Allâh-u Te‘âlâ’nın haramlarından sakınılıp sâdece O’na ibâdet edilsin diye) tesis edilmiş olan bir mescit, elbette onun içerisinde (namaz için) kıyâm yapmanı ziyâdesiyle hak edicidir. Orada öyle birtakım erler vardır ki, onlar (tahâret ve abdest alırken) iyice temizlenmeyi severler. Zâten Allâh çokça temizlenen o kişileri sever (ve onların bu fiillerini beğenerek sevaplarını artırır).
اَفَمَنْ اَسَّسَ بُنْيَانَهُ عَلٰى تَقْوٰى مِنَ اللّٰهِ وَرِضْوَانٍ خَيْرٌ اَمْ مَنْ اَسَّسَ بُنْيَانَهُ عَلٰى شَفَا جُرُفٍ هَارٍ فَانْهَارَ بِه۪ ف۪ي نَارِ جَهَنَّمَۜ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَ ﴿١٠٩
109﴿ Şimdi (düşünün bakalım); (yaptığı mescidin) binâsını, Allâh’tan bir sakınma ve (O’nun) rızâ(sını tahsil) üzere tesis etmiş olan kişi(nin cennetteki güzel hâli) mi daha iyidir, yoksa binâsını (münâfıklık gibi en çürük ve bâtıl dâvâdan ibâret ve her an) yıkılmak üzere olan derin bir çukurun kenarı üzerine kurmuş olup da, onun (yaptığı binânın yıkılmasıy)la birlikte cehennem ateşinin içine düşmüş olan (münâfık) kimse(nin başına gelen) mi?! (İşte Kubâ Mescidi’ni binâ eden Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ve ashâbı, dinlerini, takvâ ve rızâ gibi muhkem bir temele dayandırdıkları için, münâfıklık ve tefrika gibi kötü niyetlere dayalı olarak inşâ edilmiş Mescid-i Dırâr’ın bânîleri olan münâfıklardan, iki cihanda da son derece hayırlıdırlar.) Allâh ise (münâfıklığı seçen) o zâlimler toplumunu hidâyete erdirmez (ve onları yararlarını ve kurtuluşlarını temin edecek yollara eriştirmez).
لَا يَزَالُ بُنْيَانُهُمُ الَّذ۪ي بَنَوْا ر۪يبَةً ف۪ي قُلُوبِهِمْ اِلَّٓا اَنْ تَقَطَّعَ قُلُوبُهُمْۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ۟ ﴿١١٠
110﴿ O (münâfık ola)nların (canları dünyâda katledilerek yâhut mezarda veyâ cehennemde azâba uğratılarak) kalpleri (çatlayıp) parça parça olmadıkça, o binâ etmiş oldukları yapıları onların yüreklerinde sürekli bir şüphe (vesîlesi ve nifaklarının artma sebebi) olarak kalacaktır. (Onlar ancak azâbı görünce şüpheden kurtulabileceklerdir, bu yüzden îmânlarından ümit kesilmiştir.) Zâten Allâh (onların tüm niyetlerini hakkıyla bilen bir) Alîm’dir, (binâlarını yıktırarak da hikmetini işleten bir) Hakîm’dir.
اِنَّ اللّٰهَ اشْتَرٰى مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ اَنْفُسَهُمْ وَاَمْوَالَهُمْ بِاَنَّ لَهُمُ الْجَنَّةَۜ يُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ فَيَقْتُلُونَ وَيُقْتَلُونَ وَعْدًا عَلَيْهِ حَقًّا فِي التَّوْرٰيةِ وَالْاِنْج۪يلِ وَالْقُرْاٰنِۜ وَمَنْ اَوْفٰى بِعَهْدِه۪ مِنَ اللّٰهِ فَاسْتَبْشِرُوا بِبَيْعِكُمُ الَّذ۪ي بَايَعْتُمْ بِه۪ۜ وَذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ ﴿١١١
111﴿ Şüphesiz ki Allâh, cennetin kesinlikle kendilerine âit olması mukābilinde müminlerden canlarını ve mallarını satın almıştır. (Bu yüzden) onlar (sâhip oldukları hiçbir değere kıymet vermeyip) Allâh’ın yolunda savaşırlar (da) sonra (bâzen onlar kâfirleri) öldürürler ve (bâzen de kâfirler tarafından şehit edilerek) öldürülürler. (Allâh bu cennet müjdesini) Tevrât’ta da, İncîl’de de, Kur’ân’da da (yazıp) Kendisinin üstlenmiş bulunduğu gerçek bir vaad olarak (taahhüt etmiştir). Zâten kim sözün(ü yerine getirmey)e Allâh’tan daha vefâlıdır?! Öyleyse (fânî ve basit bir şey karşılığında bâkî ve değerli bir şeye sâhip olmak üzere) kendisini akdetmiş olduğunuz o alışverişinizle iyice müjdelenin. (Ey canını ve malını Allâh’a satan mümin!) İşte sana! Ancak bu, çok büyük bir kurtuluşun ta kendisidir.