v02.01.25 Geliştirme Notları
Tevbe Sûresi
205
Cuz 11
118﴿ (Kâ‘b ibnü Mâlik, Hilâl ibnü Ümeyye ve Mürâre ibnü Rabî‘ isimli) o üç (kişiy)e de (Allâh tevbe nasip etti) ki; (olanca) genişliğiyle berâber yer(yüzü) kendilerine daralıncaya kadar, kalpleri (gam ve keder dolarak) onlara dar gelinceye dek ve onlar Allâh(ın gazabın)dan sığınmak ancak O’na (tevbe ve istiğfâr ederek yapılmalı)dır diye yakînen anlayıncaya kadar (haklarında ne karar verileceği bakımından) geri bırakılmışlardı. Sonra tevbe edebilmeleri için onlara tevbe nasip etti /sonra (müminler nezdinde) tevbe ed(enlerden addedil)sinler diye onların tevbelerini kabûl et(tiğini Kur’ân’da indirip herkese bildir)di/. Şüphesiz ki Allâh, ancak O (tevbekârların tevbesini çokça kabûl eden bir) Tevvâb’dır, (türlü türlü azapları hak etmişlerken, envâî çeşit nîmetler ihsân ederek, sonsuz rahmetini açıklayan bir) Rahîm’dir. Kâ‘b ibnü Mâlik (Radıyallâhu Anh) şöyle anlatmıştır: “Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Tebûk Seferi’ne çıktığı sıra ben de kendimi buna hazırlıyordum. Fakat bineğimin gücüne güvendiğim için bir iki gün sonra yola çıkıp onlara yetişeceğimi sanarak geri kaldım. Ama Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in ardından Medîne’de dolaşırken ya münâfık ya da mâzur kimselerden başkasıyla karşılaşmamam beni çok üzüyordu. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Tebûk’e varıncaya kadar beni hiç sormamış, sonra oraya varınca: ‘Kâ‘b ibnü Mâlik ne yaptı?’ diye sormuş, o zaman biri: ‘İşi gücü onu alıkoydu’ deyince Mu‘âz ibnü Cebel (Radıyallâhu Anh): ‘Ne kötü konuştun! Vallâhi biz onun hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyoruz yâ Rasûlellâh!’ demiş, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) de sessiz kalmış. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in Tebûk’ten döndüğü haberini alınca, nasıl bir yalan uydursam da onun öfkesinden kurtulsam diye çok düşündümse de, sonunda ona doğruyu söylemeye karar verdim. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) seferden döndüğünde âdeti üzere mescide gelip iki rekât kılarak insanlarla görüşmeye başlayınca, seksen küsur münâfık gelip yalan özürler ortaya koymaya başladılar. Ben selâm verince kızgın bir şekilde tebessüm buyurarak: ‘Gel bakalım! Seni geri bırakan ne oldu? Cihâd için binek satın almış değil miydin?!’ buyurdu. Ben de: ‘Yâ Rasûlellâh! Ben güzel konuşan fasih biriyim, lâkin şuna inanıyorum ki yalan bir söz söyleyerek seni hoşnut etsem de, çok sürmez Allâh yalanımı açığa çıkararak seni bana öfkelendirir. Benim bu yolculuktan geri kalmakta hiçbir mâzeretim yoktu, ama Allâh’ın affını umuyorum’ deyince Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): ‘İşte bu doğru söyledi. Haydi kalk, Allâh senin hakkında hüküm verinceye kadar bekle’ buyurdu. Bunun üzerine Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Müslümanların bizimle konuşmasını yasakladığı için insanlar bizden uzak durmaya başladılar. Artık bana yeryüzü dar geliyordu. Böylece elli gece geçmişti ki sabah namazını kıldıktan sonra evin damında otururken: ‘Ey Kâ‘b! Sana müjde!’ diye bağıran birinin sesini işitince hemen secdeye kapandım. Meğer Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) sabah namazını kıldırdıktan sonra bizim tevbemizin kabûlünü bildiren âyetleri îlân etmiş. Mescide girdiğimde Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in yüzü sevinçten ay parçası gibi parlak bir hâlde bana: ‘Ananın seni doğurduğu andan beri üzerinden geçen en hayırlı bir günle sevin’ buyurdu. İşte Allâh beni doğruluk sebebiyle kurtardı.” (el-Buhârî, el-Meğâzî:٧٥, rakam:٤١٥٦, ٤/١٦٠٣; Müslim, et-Tevbe:٩, rakam:٢٧٦٩, ٤/٢١٢٠)
119﴿ Ey îmân etmiş olan o kimseler! (Râzı olmadığı şeylere yaklaşma konusunda) Allâh’tan hakkıyla sakının ve (hem îmânda, hem ahde vefâ konusunda, özü sözü doğru olan) sâdık kimselerle (bedenen ve rûhen, madden ve mânen) berâber olun /(niyet, söz ve davranış bakımından dinleri husûsunda doğru ve samîmî olan) sâdık kimselerden olun/.
120﴿ Medîne halkı ve onların etrâfında bulunan (Müzeyne, Cüheyne, Eşca‘, Ğıfar ve Eslem gibi kabîlelere mensup) o bedevîler için, (cihâda yönelmiş olan) Rasûlüllâh’tan geri kalmaları (doğru ve düzgün bir davranış) olmaz, kendi canlarını onun (kıymetli) nefsin(i müdâfaa etmek)den çevir(ip engelle)meleri de (aslâ doğru) olmaz. (Bilakis kendileri için istemedikleri şeylerden onu daha çok korumaları ve onun göğüslendiği zorlukları daha önce onların üstlenmeleri gerekir.) (Habîbim!) İşte sana! Bu (şekilde seninle berâberliğin farz oluşu) şu sebepledir ki; gerçekten onlar (var ya); Allâh’ın yolunda ne bir susuzluk, ne bir yorgunluk, ne de bir açlık kendilerine isâbet etmez, yine onlar kâfirleri kızdıracak herhangi bir basılacak yere (ayak) basmazlar ve herhangi bir düşmandan (bir kısmını öldürmek yâhut esir ve ganîmet gibi) elde edilecek bir şeye nâil olmazlar ki, mutlaka buna karşılık onlar için sâlih bir amel yazılmıştır. Şüphesiz ki Allâh (bu tür iyi ameller işleyen) o muhsin kimselerin ecrini zâyi etmez (ve onların mükâfatlarını boşa çıkarmaz).
121﴿ Yine onlar (Allâh yolunda) ne (bir hurma kadar) küçük ne de (Osmân (Radıyallâhu Anh)ın infâk ettiği bin deve ve bin dînar gibi) büyük bir nafaka infâk etmezler ve (cihâd yolunda) bir vâdîyi (zahmetle geçerek) katetmezler ki, mutlaka onlar için (ecirleri) yazılmıştır. Tâ ki Allâh onları sürekli yapmakta oldukları (o iyi) şeylerin (kazandıracağı sevapların herhangi biriyle değil de) en güzeliyle mükâfatlandırsın (diye buna muvaffak etmiştir).
122﴿ Müminlerin (hep birlikte cihattan ve ilim tahsîlinden geri kalmaları doğru olmayacağı gibi) hep birlikte (gazâya veya ilim tahsîline) çıkmaları da (dünyâ düzenini bozacağı için doğru ve yakışan bir davranış) olmadı. Artık içlerinden her bir kalabalık fırkadan az bir tâife (gazâya) çık(arken diğer bir kısmı da ilim tahsîli için memleketlerinde kal)saydı ya! Tâ ki o (memleketlerinde kala)nlar din (işlerin)de (ve helâllerle haramların tespiti husûsunda) iyice (ilim ve) anlayış sâhibi olsunlar da (cihâda gidenler) kendilerine döndükleri zaman kavimlerini uyarsınlar, ola ki onlar (uyarıldıkları şeylerden) sakınırlar.
سُورَةُ التَّوْبَةِ
الجزء ١١
٢٠٥
وَعَلَى الثَّلٰثَةِ الَّذ۪ينَ خُلِّفُواۜ حَتّٰٓى اِذَا ضَاقَتْ عَلَيْهِمُ الْاَرْضُ بِمَا رَحُبَتْ وَضَاقَتْ عَلَيْهِمْ اَنْفُسُهُمْ وَظَنُّٓوا اَنْ لَا مَلْجَاَ مِنَ اللّٰهِ اِلَّٓا اِلَيْهِۜ ثُمَّ تَابَ عَلَيْهِمْ لِيَتُوبُواۜ اِنَّ اللّٰهَ هُوَ التَّوَّابُ الرَّح۪يمُ۟ ﴿١١٨
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَكُونُوا مَعَ الصَّادِق۪ينَ ﴿١١٩
مَا كَانَ لِاَهْلِ الْمَد۪ينَةِ وَمَنْ حَوْلَهُمْ مِنَ الْاَعْرَابِ اَنْ يَتَخَلَّفُوا عَنْ رَسُولِ اللّٰهِ وَلَا يَرْغَبُوا بِاَنْفُسِهِمْ عَنْ نَفْسِه۪ۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ لَا يُص۪يبُهُمْ ظَمَاٌ وَلَا نَصَبٌ وَلَا مَخْمَصَةٌ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَلَا يَطَؤُ۫نَ مَوْطِئًا يَغ۪يظُ الْكُفَّارَ وَلَا يَنَالُونَ مِنْ عَدُوٍّ نَيْلًا اِلَّا كُتِبَ لَهُمْ بِه۪ عَمَلٌ صَالِحٌۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُض۪يعُ اَجْرَ الْمُحْسِن۪ينَۙ ﴿١٢٠
وَلَا يُنْفِقُونَ نَفَقَةً صَغ۪يرَةً وَلَا كَب۪يرَةً وَلَا يَقْطَعُونَ وَادِيًا اِلَّا كُتِبَ لَهُمْ لِيَجْزِيَهُمُ اللّٰهُ اَحْسَنَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿١٢١
وَمَا كَانَ الْمُؤْمِنُونَ لِيَنْفِرُوا كَٓافَّةًۜ فَلَوْلَا نَفَرَ مِنْ كُلِّ فِرْقَةٍ مِنْهُمْ طَٓائِفَةٌ لِيَتَفَقَّهُوا فِي الدّ۪ينِ وَلِيُنْذِرُوا قَوْمَهُمْ اِذَا رَجَعُٓوا اِلَيْهِمْ لَعَلَّهُمْ يَحْذَرُونَ۟ ﴿١٢٢
Tevbe Sûresi
205
Cuz 11
وَعَلَى الثَّلٰثَةِ الَّذ۪ينَ خُلِّفُواۜ حَتّٰٓى اِذَا ضَاقَتْ عَلَيْهِمُ الْاَرْضُ بِمَا رَحُبَتْ وَضَاقَتْ عَلَيْهِمْ اَنْفُسُهُمْ وَظَنُّٓوا اَنْ لَا مَلْجَاَ مِنَ اللّٰهِ اِلَّٓا اِلَيْهِۜ ثُمَّ تَابَ عَلَيْهِمْ لِيَتُوبُواۜ اِنَّ اللّٰهَ هُوَ التَّوَّابُ الرَّح۪يمُ۟ ﴿١١٨
118﴿ (Kâ‘b ibnü Mâlik, Hilâl ibnü Ümeyye ve Mürâre ibnü Rabî‘ isimli) o üç (kişiy)e de (Allâh tevbe nasip etti) ki; (olanca) genişliğiyle berâber yer(yüzü) kendilerine daralıncaya kadar, kalpleri (gam ve keder dolarak) onlara dar gelinceye dek ve onlar Allâh(ın gazabın)dan sığınmak ancak O’na (tevbe ve istiğfâr ederek yapılmalı)dır diye yakînen anlayıncaya kadar (haklarında ne karar verileceği bakımından) geri bırakılmışlardı. Sonra tevbe edebilmeleri için onlara tevbe nasip etti /sonra (müminler nezdinde) tevbe ed(enlerden addedil)sinler diye onların tevbelerini kabûl et(tiğini Kur’ân’da indirip herkese bildir)di/. Şüphesiz ki Allâh, ancak O (tevbekârların tevbesini çokça kabûl eden bir) Tevvâb’dır, (türlü türlü azapları hak etmişlerken, envâî çeşit nîmetler ihsân ederek, sonsuz rahmetini açıklayan bir) Rahîm’dir. Kâ‘b ibnü Mâlik (Radıyallâhu Anh) şöyle anlatmıştır: “Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Tebûk Seferi’ne çıktığı sıra ben de kendimi buna hazırlıyordum. Fakat bineğimin gücüne güvendiğim için bir iki gün sonra yola çıkıp onlara yetişeceğimi sanarak geri kaldım. Ama Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in ardından Medîne’de dolaşırken ya münâfık ya da mâzur kimselerden başkasıyla karşılaşmamam beni çok üzüyordu. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Tebûk’e varıncaya kadar beni hiç sormamış, sonra oraya varınca: ‘Kâ‘b ibnü Mâlik ne yaptı?’ diye sormuş, o zaman biri: ‘İşi gücü onu alıkoydu’ deyince Mu‘âz ibnü Cebel (Radıyallâhu Anh): ‘Ne kötü konuştun! Vallâhi biz onun hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyoruz yâ Rasûlellâh!’ demiş, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) de sessiz kalmış. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in Tebûk’ten döndüğü haberini alınca, nasıl bir yalan uydursam da onun öfkesinden kurtulsam diye çok düşündümse de, sonunda ona doğruyu söylemeye karar verdim. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) seferden döndüğünde âdeti üzere mescide gelip iki rekât kılarak insanlarla görüşmeye başlayınca, seksen küsur münâfık gelip yalan özürler ortaya koymaya başladılar. Ben selâm verince kızgın bir şekilde tebessüm buyurarak: ‘Gel bakalım! Seni geri bırakan ne oldu? Cihâd için binek satın almış değil miydin?!’ buyurdu. Ben de: ‘Yâ Rasûlellâh! Ben güzel konuşan fasih biriyim, lâkin şuna inanıyorum ki yalan bir söz söyleyerek seni hoşnut etsem de, çok sürmez Allâh yalanımı açığa çıkararak seni bana öfkelendirir. Benim bu yolculuktan geri kalmakta hiçbir mâzeretim yoktu, ama Allâh’ın affını umuyorum’ deyince Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): ‘İşte bu doğru söyledi. Haydi kalk, Allâh senin hakkında hüküm verinceye kadar bekle’ buyurdu. Bunun üzerine Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Müslümanların bizimle konuşmasını yasakladığı için insanlar bizden uzak durmaya başladılar. Artık bana yeryüzü dar geliyordu. Böylece elli gece geçmişti ki sabah namazını kıldıktan sonra evin damında otururken: ‘Ey Kâ‘b! Sana müjde!’ diye bağıran birinin sesini işitince hemen secdeye kapandım. Meğer Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) sabah namazını kıldırdıktan sonra bizim tevbemizin kabûlünü bildiren âyetleri îlân etmiş. Mescide girdiğimde Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in yüzü sevinçten ay parçası gibi parlak bir hâlde bana: ‘Ananın seni doğurduğu andan beri üzerinden geçen en hayırlı bir günle sevin’ buyurdu. İşte Allâh beni doğruluk sebebiyle kurtardı.” (el-Buhârî, el-Meğâzî:٧٥, rakam:٤١٥٦, ٤/١٦٠٣; Müslim, et-Tevbe:٩, rakam:٢٧٦٩, ٤/٢١٢٠)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَكُونُوا مَعَ الصَّادِق۪ينَ ﴿١١٩
119﴿ Ey îmân etmiş olan o kimseler! (Râzı olmadığı şeylere yaklaşma konusunda) Allâh’tan hakkıyla sakının ve (hem îmânda, hem ahde vefâ konusunda, özü sözü doğru olan) sâdık kimselerle (bedenen ve rûhen, madden ve mânen) berâber olun /(niyet, söz ve davranış bakımından dinleri husûsunda doğru ve samîmî olan) sâdık kimselerden olun/.
مَا كَانَ لِاَهْلِ الْمَد۪ينَةِ وَمَنْ حَوْلَهُمْ مِنَ الْاَعْرَابِ اَنْ يَتَخَلَّفُوا عَنْ رَسُولِ اللّٰهِ وَلَا يَرْغَبُوا بِاَنْفُسِهِمْ عَنْ نَفْسِه۪ۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ لَا يُص۪يبُهُمْ ظَمَاٌ وَلَا نَصَبٌ وَلَا مَخْمَصَةٌ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَلَا يَطَؤُ۫نَ مَوْطِئًا يَغ۪يظُ الْكُفَّارَ وَلَا يَنَالُونَ مِنْ عَدُوٍّ نَيْلًا اِلَّا كُتِبَ لَهُمْ بِه۪ عَمَلٌ صَالِحٌۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُض۪يعُ اَجْرَ الْمُحْسِن۪ينَۙ ﴿١٢٠
120﴿ Medîne halkı ve onların etrâfında bulunan (Müzeyne, Cüheyne, Eşca‘, Ğıfar ve Eslem gibi kabîlelere mensup) o bedevîler için, (cihâda yönelmiş olan) Rasûlüllâh’tan geri kalmaları (doğru ve düzgün bir davranış) olmaz, kendi canlarını onun (kıymetli) nefsin(i müdâfaa etmek)den çevir(ip engelle)meleri de (aslâ doğru) olmaz. (Bilakis kendileri için istemedikleri şeylerden onu daha çok korumaları ve onun göğüslendiği zorlukları daha önce onların üstlenmeleri gerekir.) (Habîbim!) İşte sana! Bu (şekilde seninle berâberliğin farz oluşu) şu sebepledir ki; gerçekten onlar (var ya); Allâh’ın yolunda ne bir susuzluk, ne bir yorgunluk, ne de bir açlık kendilerine isâbet etmez, yine onlar kâfirleri kızdıracak herhangi bir basılacak yere (ayak) basmazlar ve herhangi bir düşmandan (bir kısmını öldürmek yâhut esir ve ganîmet gibi) elde edilecek bir şeye nâil olmazlar ki, mutlaka buna karşılık onlar için sâlih bir amel yazılmıştır. Şüphesiz ki Allâh (bu tür iyi ameller işleyen) o muhsin kimselerin ecrini zâyi etmez (ve onların mükâfatlarını boşa çıkarmaz).
وَلَا يُنْفِقُونَ نَفَقَةً صَغ۪يرَةً وَلَا كَب۪يرَةً وَلَا يَقْطَعُونَ وَادِيًا اِلَّا كُتِبَ لَهُمْ لِيَجْزِيَهُمُ اللّٰهُ اَحْسَنَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿١٢١
121﴿ Yine onlar (Allâh yolunda) ne (bir hurma kadar) küçük ne de (Osmân (Radıyallâhu Anh)ın infâk ettiği bin deve ve bin dînar gibi) büyük bir nafaka infâk etmezler ve (cihâd yolunda) bir vâdîyi (zahmetle geçerek) katetmezler ki, mutlaka onlar için (ecirleri) yazılmıştır. Tâ ki Allâh onları sürekli yapmakta oldukları (o iyi) şeylerin (kazandıracağı sevapların herhangi biriyle değil de) en güzeliyle mükâfatlandırsın (diye buna muvaffak etmiştir).
وَمَا كَانَ الْمُؤْمِنُونَ لِيَنْفِرُوا كَٓافَّةًۜ فَلَوْلَا نَفَرَ مِنْ كُلِّ فِرْقَةٍ مِنْهُمْ طَٓائِفَةٌ لِيَتَفَقَّهُوا فِي الدّ۪ينِ وَلِيُنْذِرُوا قَوْمَهُمْ اِذَا رَجَعُٓوا اِلَيْهِمْ لَعَلَّهُمْ يَحْذَرُونَ۟ ﴿١٢٢
122﴿ Müminlerin (hep birlikte cihattan ve ilim tahsîlinden geri kalmaları doğru olmayacağı gibi) hep birlikte (gazâya veya ilim tahsîline) çıkmaları da (dünyâ düzenini bozacağı için doğru ve yakışan bir davranış) olmadı. Artık içlerinden her bir kalabalık fırkadan az bir tâife (gazâya) çık(arken diğer bir kısmı da ilim tahsîli için memleketlerinde kal)saydı ya! Tâ ki o (memleketlerinde kala)nlar din (işlerin)de (ve helâllerle haramların tespiti husûsunda) iyice (ilim ve) anlayış sâhibi olsunlar da (cihâda gidenler) kendilerine döndükleri zaman kavimlerini uyarsınlar, ola ki onlar (uyarıldıkları şeylerden) sakınırlar.