v02.01.25 Geliştirme Notları
Tevbe Sûresi
206
Cuz 11
123﴿ Ey îmân etmiş olan o kimseler! (İlk önce) kâfirlerden size (mekânca) yakın bulunan kimselerle savaşın ve onlar(a karşı, hem söz, hem de davranış yönünden öyle sert ve caydırıcı bir tavır takının ki, kendileri) sizde bir şiddet bulsunlar. Ayrıca bilin ki; gerçekten de Allâh(ın yardım ve koruması), o (îmân edip kâfirlerle cihâd eden) takvâ sâhipleriyle berâberdir. Bu âyet-i kerîmede Müslümanlar soyca ve yurtça en yakınlarından başlayarak uzağa doğru açılmak sûretiyle kâfirlerle savaşmakla emrolunmuşlardır. Nitekim Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) evvelâ en yakın akrabâsını uyarmakla emrolunmuştu. Çünkü kendilerine şefkat edilme ve iyilikleri istenme husûsunda en yakınlar daha ziyâde hak sâhibidirler. Ayrıca savaşa en yakından başlanılması durumunda onlardan elde edilecek ganîmetlerle daha uzakların fethedilmesine kuvvet kazanılır. Bu yüzden Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) önce kavmi olan Mekke müşrikleriyle harp etmiş, sonra Hicaz Araplarıyla muhârebeye girmiş, daha sonra Medîne civârında bulunan Kureyza, Nadîr, Hayber ve Fedek gibi Ehl-i Kitap kâfirleriyle mukātele yapmış, netîcede Şâm bölgesinde bulunan Rumlarla savaşa yönelmiştir. Çünkü Medîne’ye göre Şâm, Irak topraklarından daha yakındır. Sahâbe-i kirâm da kendi dönemlerinde Şâm bölgesinin fetihlerini tamamladıktan sonra Irak tarafına, daha sonra da diğer ülkelere yönelerek bu emri yerine getirmişlerdir.
124﴿ Her ne zaman bir sûre indirilse, o (münâfık ola)nlardan öyle kimse vardır ki (nifak yolundaki kardeşlerini sâbit kılmak ve zayıf müminleri îmândan caydırmak için): “Hanginiz ki, işte bu (sûre) onu îmân bakımından artırmıştır?” de(mek sûretiyle Kur’ân’la alay ede)r. Artık îmân etmiş olan kimselere gelince; işte bu (sûre) onları îmân (ve tasdik) yönünden artırmıştır ve onlar (yeni yeni inen sûrelere çok sevindikleri için) sürekli müjdelenirler. Kur’ân-ı Kerîm’in sûrelerinin inişi devâm ederken yeni bir sûre indiğinde münâfıklardan bâzısı diğer bir kısmına: “Bu sûre hanginizin îmânını artırdı?” diyerek alay ederlerdi. Allâh-u Te‘âlâ da onlara cevâben, her gelen sûrenin müminlerin îmânını artırdığını, münâfıklar hakkında ise kalplerindeki murdarlığa murdarlık kattığını açıklamıştır. Tabî ki vahyin inişi devâm ederken îmânda bir artış söz konusu olabilir. Ama dînî hükümlerin tamamlanmasından sonra artık îmânda bir artış ve eksiliş mevzûubahis edilemezse de, nur bakımından fazlalık ve noksanlık dâimâ söz konusudur. (İsmâ‘îl Hakkî, Rûhu’l-beyân, 3/540)
125﴿ Ama o kimseler ki kalplerinde (nifak gibi) bir tür hastalık bulunmaktadır; işte o (yeni inen sûrenin beyanları) onları, (evvelce sâhip oldukları) pislik (niteliğindeki bozuk inanç ve kötü fikir)lerine diğer bir pisliği (ekleyerek ancak münâfıklık yönünden) artırmıştır da, böylece (bu murdar inanç içlerinde yerleşip güç bulmuş ve netîcede) onlar kâfir kimseler olarak ölmüşlerdir.
126﴿ Yine o (münâfık ola)nlar görmüyorlar mı ki, gerçekten kendileri her sene bir kere veyâ iki kere (günahlarını akıllarına getirecek ve Allâh-u Te‘âlâ’nın huzûruna çıkacakları günü ihtâr edecek kıtlıklar, kasırgalar, hastalıklar ve zorluklar gibi çeşitli musîbetlerle) belâya uğratılmaktadırlar. (Bu onları tevbeye mecbur ettiği hâlde) sonra (hâlâ münâfıklıktan) tevbe etmiyorlar ve onlar (başlarına gelenlerden ibret alıp) hiç öğütlenmiyorlar.
127﴿ Her ne zaman bir sûre indirilecek olsa o (münâfık ola)nlardan bâzısı: “(Bu meclisten kalkarsanız) sizi biri görür mü?” diye (işâretleşerek) diğer bir kısma bakar da, sonra (o sûreyi dinlemeye tahammül edemediklerinden ve dayanamayıp gülerek rezil olurlar endişesiyle vahiy meclisinden) dönüp giderler. (Onlar o meclisten döndükleri gibi) Allâh (da) onların kalplerini (îmândan) döndürmüştür. Şu sebeple ki gerçekten onlar öyle (câhil) bir toplumdur ki (din adına hiçbir husûsu) iyice anlamazlar.
128﴿ (Ey insanlar!) Andolsun ki; (meleklerden ve cinlerden değil de, anlaşıp uymanız kolay olsun diye) muhakkak size kendi nefislerinizden (sizin gibi bir beşer) olan pek değerli bir Rasûl gelmiştir ki, sıkıntıya uğramanız ona çok ağır (ve zor olmakta)dır, siz(in îmân etmenize ve tüm işlerinizin yoluna girmesin)e karşı çok düşkündür ve sâdece müminlere karşı çok esirgeyicidir; pek acıyıcıdır. Bu âyet-i kerîmede Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in itâatkâr müminlere karşı çok esirgeyici, günahkâr Müslümanlara ise çok acıyıcı olduğu açıklanmıştır. Hasen ibnü Fadl (Rahimehullâh) şöyle buyurmuştur: “Allâh-u Te‘âlâ peygamberlerinden hiçbirine Kendi isimlerinden iki ismi birlikte vermemiştir. Ancak bu âyet-i kerîmede Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e ‘Raûf’ ve ‘Rahîm’ isimlerini vermiştir. Nitekim Allâh-u Te‘âlâ Kendisi hakkında da: ‘Şüphesiz ki Allâh insanlara karşı elbette Raûf’tur, Rahîm’dir’ (el-Hacc Sûresi:65) buyurmaktadır.” (el-Hâzin, Lübâbü’t-te’vîl, -Mecmû‘atü’t-tefâsîr-, 3/224; ‘Ömer en-Nesefî, et-Teysîr, 7/526)
129﴿ (Habîbim! Sen kendileri hakkında bu kadar büyük bir nîmetsin) ama eğer onlar (sana îmân etmekten) yüz çevirirlerse artık (onların şerrinden Bana sığınmak üzere) de ki: “(Sizin inkâr ve eziyetlerinize karşı) bana yetecek olan ancak Allâh’tır. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur.Ben (O’ndan gayri kimseye umut bağlamam ve kimseden korkmam, zîrâ ben) ancak O’na tevekkül ettim. Zâten ancak O, (azametini Allâh-u Te‘âlâ’dan başka kimsenin bilemeyeceği kadar) çok büyük olan o Arş’ın Rabbidir.”
سُورَةُ التَّوْبَةِ
الجزء ١١
٢٠٦
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا قَاتِلُوا الَّذ۪ينَ يَلُونَكُمْ مِنَ الْكُفَّارِ وَلْيَجِدُوا ف۪يكُمْ غِلْظَةًۜ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ مَعَ الْمُتَّق۪ينَ ﴿١٢٣
وَاِذَا مَٓا اُنْزِلَتْ سُورَةٌ فَمِنْهُمْ مَنْ يَقُولُ اَيُّكُمْ زَادَتْهُ هٰذِه۪ٓ ا۪يمَانًاۚ فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا فَزَادَتْهُمْ ا۪يمَانًا وَهُمْ يَسْتَبْشِرُونَ ﴿١٢٤
وَاَمَّا الَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ فَزَادَتْهُمْ رِجْسًا اِلٰى رِجْسِهِمْ وَمَاتُوا وَهُمْ كَافِرُونَ ﴿١٢٥
اَوَلَا يَرَوْنَ اَنَّهُمْ يُفْتَنُونَ ف۪ي كُلِّ عَامٍ مَرَّةً اَوْ مَرَّتَيْنِ ثُمَّ لَا يَتُوبُونَ وَلَا هُمْ يَذَّكَّرُونَ ﴿١٢٦
وَاِذَا مَٓا اُنْزِلَتْ سُورَةٌ نَظَرَ بَعْضُهُمْ اِلٰى بَعْضٍۜ هَلْ يَرٰيكُمْ مِنْ اَحَدٍ ثُمَّ انْصَرَفُواۜ صَرَفَ اللّٰهُ قُلُوبَهُمْ بِاَنَّهُمْ قَوْمٌ لَا يَفْقَهُونَ ﴿١٢٧
لَقَدْ جَٓاءَكُمْ رَسُولٌ مِنْ اَنْفُسِكُمْ عَز۪يزٌۘ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَر۪يصٌ عَلَيْكُمْ بِالْمُؤْمِن۪ينَ رَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ ﴿١٢٨
فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُلْ حَسْبِيَ اللّٰهُۘ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظ۪يمِ ﴿١٢٩
Tevbe Sûresi
206
Cuz 11
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا قَاتِلُوا الَّذ۪ينَ يَلُونَكُمْ مِنَ الْكُفَّارِ وَلْيَجِدُوا ف۪يكُمْ غِلْظَةًۜ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ مَعَ الْمُتَّق۪ينَ ﴿١٢٣
123﴿ Ey îmân etmiş olan o kimseler! (İlk önce) kâfirlerden size (mekânca) yakın bulunan kimselerle savaşın ve onlar(a karşı, hem söz, hem de davranış yönünden öyle sert ve caydırıcı bir tavır takının ki, kendileri) sizde bir şiddet bulsunlar. Ayrıca bilin ki; gerçekten de Allâh(ın yardım ve koruması), o (îmân edip kâfirlerle cihâd eden) takvâ sâhipleriyle berâberdir. Bu âyet-i kerîmede Müslümanlar soyca ve yurtça en yakınlarından başlayarak uzağa doğru açılmak sûretiyle kâfirlerle savaşmakla emrolunmuşlardır. Nitekim Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) evvelâ en yakın akrabâsını uyarmakla emrolunmuştu. Çünkü kendilerine şefkat edilme ve iyilikleri istenme husûsunda en yakınlar daha ziyâde hak sâhibidirler. Ayrıca savaşa en yakından başlanılması durumunda onlardan elde edilecek ganîmetlerle daha uzakların fethedilmesine kuvvet kazanılır. Bu yüzden Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) önce kavmi olan Mekke müşrikleriyle harp etmiş, sonra Hicaz Araplarıyla muhârebeye girmiş, daha sonra Medîne civârında bulunan Kureyza, Nadîr, Hayber ve Fedek gibi Ehl-i Kitap kâfirleriyle mukātele yapmış, netîcede Şâm bölgesinde bulunan Rumlarla savaşa yönelmiştir. Çünkü Medîne’ye göre Şâm, Irak topraklarından daha yakındır. Sahâbe-i kirâm da kendi dönemlerinde Şâm bölgesinin fetihlerini tamamladıktan sonra Irak tarafına, daha sonra da diğer ülkelere yönelerek bu emri yerine getirmişlerdir.
وَاِذَا مَٓا اُنْزِلَتْ سُورَةٌ فَمِنْهُمْ مَنْ يَقُولُ اَيُّكُمْ زَادَتْهُ هٰذِه۪ٓ ا۪يمَانًاۚ فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا فَزَادَتْهُمْ ا۪يمَانًا وَهُمْ يَسْتَبْشِرُونَ ﴿١٢٤
124﴿ Her ne zaman bir sûre indirilse, o (münâfık ola)nlardan öyle kimse vardır ki (nifak yolundaki kardeşlerini sâbit kılmak ve zayıf müminleri îmândan caydırmak için): “Hanginiz ki, işte bu (sûre) onu îmân bakımından artırmıştır?” de(mek sûretiyle Kur’ân’la alay ede)r. Artık îmân etmiş olan kimselere gelince; işte bu (sûre) onları îmân (ve tasdik) yönünden artırmıştır ve onlar (yeni yeni inen sûrelere çok sevindikleri için) sürekli müjdelenirler. Kur’ân-ı Kerîm’in sûrelerinin inişi devâm ederken yeni bir sûre indiğinde münâfıklardan bâzısı diğer bir kısmına: “Bu sûre hanginizin îmânını artırdı?” diyerek alay ederlerdi. Allâh-u Te‘âlâ da onlara cevâben, her gelen sûrenin müminlerin îmânını artırdığını, münâfıklar hakkında ise kalplerindeki murdarlığa murdarlık kattığını açıklamıştır. Tabî ki vahyin inişi devâm ederken îmânda bir artış söz konusu olabilir. Ama dînî hükümlerin tamamlanmasından sonra artık îmânda bir artış ve eksiliş mevzûubahis edilemezse de, nur bakımından fazlalık ve noksanlık dâimâ söz konusudur. (İsmâ‘îl Hakkî, Rûhu’l-beyân, 3/540)
وَاَمَّا الَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ فَزَادَتْهُمْ رِجْسًا اِلٰى رِجْسِهِمْ وَمَاتُوا وَهُمْ كَافِرُونَ ﴿١٢٥
125﴿ Ama o kimseler ki kalplerinde (nifak gibi) bir tür hastalık bulunmaktadır; işte o (yeni inen sûrenin beyanları) onları, (evvelce sâhip oldukları) pislik (niteliğindeki bozuk inanç ve kötü fikir)lerine diğer bir pisliği (ekleyerek ancak münâfıklık yönünden) artırmıştır da, böylece (bu murdar inanç içlerinde yerleşip güç bulmuş ve netîcede) onlar kâfir kimseler olarak ölmüşlerdir.
اَوَلَا يَرَوْنَ اَنَّهُمْ يُفْتَنُونَ ف۪ي كُلِّ عَامٍ مَرَّةً اَوْ مَرَّتَيْنِ ثُمَّ لَا يَتُوبُونَ وَلَا هُمْ يَذَّكَّرُونَ ﴿١٢٦
126﴿ Yine o (münâfık ola)nlar görmüyorlar mı ki, gerçekten kendileri her sene bir kere veyâ iki kere (günahlarını akıllarına getirecek ve Allâh-u Te‘âlâ’nın huzûruna çıkacakları günü ihtâr edecek kıtlıklar, kasırgalar, hastalıklar ve zorluklar gibi çeşitli musîbetlerle) belâya uğratılmaktadırlar. (Bu onları tevbeye mecbur ettiği hâlde) sonra (hâlâ münâfıklıktan) tevbe etmiyorlar ve onlar (başlarına gelenlerden ibret alıp) hiç öğütlenmiyorlar.
وَاِذَا مَٓا اُنْزِلَتْ سُورَةٌ نَظَرَ بَعْضُهُمْ اِلٰى بَعْضٍۜ هَلْ يَرٰيكُمْ مِنْ اَحَدٍ ثُمَّ انْصَرَفُواۜ صَرَفَ اللّٰهُ قُلُوبَهُمْ بِاَنَّهُمْ قَوْمٌ لَا يَفْقَهُونَ ﴿١٢٧
127﴿ Her ne zaman bir sûre indirilecek olsa o (münâfık ola)nlardan bâzısı: “(Bu meclisten kalkarsanız) sizi biri görür mü?” diye (işâretleşerek) diğer bir kısma bakar da, sonra (o sûreyi dinlemeye tahammül edemediklerinden ve dayanamayıp gülerek rezil olurlar endişesiyle vahiy meclisinden) dönüp giderler. (Onlar o meclisten döndükleri gibi) Allâh (da) onların kalplerini (îmândan) döndürmüştür. Şu sebeple ki gerçekten onlar öyle (câhil) bir toplumdur ki (din adına hiçbir husûsu) iyice anlamazlar.
لَقَدْ جَٓاءَكُمْ رَسُولٌ مِنْ اَنْفُسِكُمْ عَز۪يزٌۘ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَر۪يصٌ عَلَيْكُمْ بِالْمُؤْمِن۪ينَ رَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ ﴿١٢٨
128﴿ (Ey insanlar!) Andolsun ki; (meleklerden ve cinlerden değil de, anlaşıp uymanız kolay olsun diye) muhakkak size kendi nefislerinizden (sizin gibi bir beşer) olan pek değerli bir Rasûl gelmiştir ki, sıkıntıya uğramanız ona çok ağır (ve zor olmakta)dır, siz(in îmân etmenize ve tüm işlerinizin yoluna girmesin)e karşı çok düşkündür ve sâdece müminlere karşı çok esirgeyicidir; pek acıyıcıdır. Bu âyet-i kerîmede Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in itâatkâr müminlere karşı çok esirgeyici, günahkâr Müslümanlara ise çok acıyıcı olduğu açıklanmıştır. Hasen ibnü Fadl (Rahimehullâh) şöyle buyurmuştur: “Allâh-u Te‘âlâ peygamberlerinden hiçbirine Kendi isimlerinden iki ismi birlikte vermemiştir. Ancak bu âyet-i kerîmede Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e ‘Raûf’ ve ‘Rahîm’ isimlerini vermiştir. Nitekim Allâh-u Te‘âlâ Kendisi hakkında da: ‘Şüphesiz ki Allâh insanlara karşı elbette Raûf’tur, Rahîm’dir’ (el-Hacc Sûresi:65) buyurmaktadır.” (el-Hâzin, Lübâbü’t-te’vîl, -Mecmû‘atü’t-tefâsîr-, 3/224; ‘Ömer en-Nesefî, et-Teysîr, 7/526)
فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُلْ حَسْبِيَ اللّٰهُۘ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظ۪يمِ ﴿١٢٩
129﴿ (Habîbim! Sen kendileri hakkında bu kadar büyük bir nîmetsin) ama eğer onlar (sana îmân etmekten) yüz çevirirlerse artık (onların şerrinden Bana sığınmak üzere) de ki: “(Sizin inkâr ve eziyetlerinize karşı) bana yetecek olan ancak Allâh’tır. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur.Ben (O’ndan gayri kimseye umut bağlamam ve kimseden korkmam, zîrâ ben) ancak O’na tevekkül ettim. Zâten ancak O, (azametini Allâh-u Te‘âlâ’dan başka kimsenin bilemeyeceği kadar) çok büyük olan o Arş’ın Rabbidir.”