v02.01.25 Geliştirme Notları
Yûnus Sûresi
211
Cuz 11
26﴿ (Emirleri tutup yasaklardan kaçarak) güzel işler yapan o kimseler için, o en güzel şey (ve en rahat yer olan cennet), bir de ziyâdesi (olarak Allâh’ın cemâlini görmek) vardır. (Cehennem ehline ârız olan) kara bir toz onların yüzlerini bürümeyecektir, en ufak bir alçaklık (eseri olan üzüntü ve kötü görüntü gibi sıkıntılar) da (onlara ulaşacak) olmamıştır. İşte sana! Onlar ancak cennetin dâimî adamlarıdır. Kendileri orada (bitip tükenmek bilmeyen nîmetler içerisinde) ebedî kalıcı kimselerdir.
27﴿ Ama o kimseler ki (kâfirlik, irtidâd ve münâfıklık gibi) kötü şeyler kazanmıştırlar; (İlâhî adâlet gereği) kötü bir şeyin cezâsı, misli ile (karşılık görecek)dir. Ayrıca büyük bir zillet (ve alçaklığın görünen izleri) de onları kaplayacaktır. Onlar için Allâh’dan (gelecek bir azâba karşı) hiçbir koruyucu yoktur. Yüzleri (son derece siyah ve karanlık olduğundan) sanki (zifiri) karanlık geceden birtakım parçalara büründürülmüştür. (Habîbim!) İşte sana! Onlar (ebediyyen yaşasalardı şirk üzere yaşamaya azmettiklerinden, cezâ ise amele göre değil, niyete göre verildiğinden) ancak o (cehennem) ateşin(in) ayrılmaz arkadaşlarıdır. Onlar orada (hiç çıkmamak üzere) ebediyyen kalıcı kimselerdir.
28﴿ (Habîbim! Kulları öyle) bir günden de (korkut) ki; o (mümin ve müşrik ola)nları hep birlikte (kabirlerinden diriltip mahşer yerine toplamak üzere) haşredeceğiz, sonra o şirk koşmuş olan kimselere: “Siz de, (Bize denk tuttuğunuz) ortaklarınız da (size yapılacak azapları beklemek üzere) yerinizde (durun)” buyuracağız, işte böylece (o tapanlarla taptıklarının) aralarında iyice ayrım yapmış olacağız. (O gün) ortakları da (kendilerini ilâh kabûl edenlerden son derece berî olduklarını beyân etmek üzere) dedi ki: “Siz aslâ bize ibâdet etmekte değildiniz.
29﴿ Artık (bize tapmanıza rızâ göstermediğimize dâir) bizim aramızla sizin aranızda hakîkî bir şâhit olarak Allâh yeterli olmuştur. Gerçekten de Biz sizin (bize olan) ibâdetinizden elbette (hoşnut olmayan hattâ habersiz olan) gâfil kimselerdik.”
30﴿ (Habîbim!) İşte sana! Ancak orada (o zor makamda ve dehşetli mekânda, mümin olsun kâfir olsun) her nefis geçmişte yapmış olduğu şeyleri(n gerçek mâhiyetini tamâmen karşısında bularak onların faydalı mı zararlı mı, güzel mi çirkin mi olduğunu yaşadığı) imtihan(lar)la (öğrenip) bilecektir. Böylece o (şirk koşa)nlar O Allâh(ın hesap yurdun)a; (kendi edindikleri bâtıl rablere değil de, Rabliğinde sâdık ve) Hakk olan Mevlâ’ların(ın mükâfat ve cezâsını bulacakları yüce makām)a döndürülmüştürler. (Allâh’a ortak olarak) sürekli uydurmakta oldukları şeyler ise kendilerinden uzaklaşarak kaybolmuştur.
31﴿ (Habîbim! O müşriklere) de ki: “Gökten (yağdırarak) ve yerden (bitirerek) size rızık vermekte olan kimdir?! Ya da kulaklara ve gözlere (o en ufak bir şeyden etkilenecek derecede hassas olan uzuvların eşsiz bir şekilde yaratılmasına, çalıştırılmasına ve bunca âfetlerden muhâfaza edilmesi için gerekli güce) sâhip olan kimdir?! Yine (böylece canlılar gibi hareket edemeyen) ölü (bir menî)den (insan gibi bir) diriyi çıkaran, diriden de (menî gibi) ölüyü çıkaran kimdir?! Ayrıca (yaratılan âlemlerle ilgili) tüm işleri (eşsiz bir nizam ve aksamayan bir düzen üzere) yönetmekte olan kimdir?!” Şüphesiz derhal onlar (kendi bâtıl ilâhlarının bu işlere gücü yetmeyeceğini açıkça bildikleri için, tüm bu suallere cevâben:)(Bütün bunları yapan ancak) Allâh’dır” diyeceklerdir. Öyleyse sen de ki: “(Bu gerçekleri bildiğiniz hâlde hiçbir ilâhlık vasfına sâhip olmayan bâtıl şeyleri böyle bir Zâta ortak koşmanız netîcesinde karşılaşacağınız azaptan) hâlâ hiç sakınmayacak mısınız?!
32﴿ İşte size! Ancak bu (sıfatlara sâhip olan) Allâh, (hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak şekilde ilâhlığı sâbit ve) Hakk olan Rabbinizdir. Artık o hak (olan Allâh’a kulluğu bıraktık)tan sonra sapıklıktan başka ne şey vardır?! Hâlâ (bile bile doğrudan uzaklaştırılıp) nasıl (sapıklığa) çevriliyorsunuz?!”
33﴿ (Habîbim!) İşte sana! (Onlar bile bile hakka uymaktan imtinâ ettikleri gibi, kâfirlikte sınır tanımayıp zirveye ulaşan) o fâsık olmuş kimseler üzerine (de) böylece Rabbinin (karârını ifâde eden şu) sözü hak olmuştur ki: “Şüphesiz onlar (tüm mûcizeleri görseler de) îmân etmeyeceklerdir.”
سُورَةُ يُونُسَ
الجزء ١١
٢١١
لِلَّذ۪ينَ اَحْسَنُوا الْحُسْنٰى وَزِيَادَةٌۜ وَلَا يَرْهَقُ وُجُوهَهُمْ قَتَرٌ وَلَا ذِلَّةٌۜ اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَنَّةِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ ﴿٢٦
وَالَّذ۪ينَ كَسَبُوا السَّيِّـَٔاتِ جَزَٓاءُ سَيِّئَةٍ بِمِثْلِهَاۙ وَتَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌۜ مَا لَهُمْ مِنَ اللّٰهِ مِنْ عَاصِمٍۚ كَاَنَّمَٓا اُغْشِيَتْ وُجُوهُهُمْ قِطَعًا مِنَ الَّيْلِ مُظْلِمًاۜ اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ ﴿٢٧
وَيَوْمَ نَحْشُرُهُمْ جَم۪يعًا ثُمَّ نَقُولُ لِلَّذ۪ينَ اَشْرَكُوا مَكَانَكُمْ اَنْتُمْ وَشُرَكَٓاؤُ۬كُمْۚ فَزَيَّلْنَا بَيْنَهُمْ وَقَالَ شُرَكَٓاؤُ۬هُمْ مَا كُنْتُمْ اِيَّانَا تَعْبُدُونَ ﴿٢٨
فَكَفٰى بِاللّٰهِ شَه۪يدًا بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ اِنْ كُنَّا عَنْ عِبَادَتِكُمْ لَغَافِل۪ينَ ﴿٢٩
هُنَالِكَ تَبْلُوا كُلُّ نَفْسٍ مَٓا اَسْلَفَتْ وَرُدُّٓوا اِلَى اللّٰهِ مَوْلٰيهُمُ الْحَقِّ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ۟ ﴿٣٠
قُلْ مَنْ يَرْزُقُكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِ اَمَّنْ يَمْلِكُ السَّمْعَ وَالْاَبْصَارَ وَمَنْ يُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَيُخْرِجُ الْمَيِّتَ مِنَ الْحَيِّ وَمَنْ يُدَبِّرُ الْاَمْرَۜ فَسَيَقُولُونَ اللّٰهُۚ فَقُلْ اَفَلَا تَتَّقُونَ ﴿٣١
فَذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُمُ الْحَقُّۚ فَمَاذَا بَعْدَ الْحَقِّ اِلَّا الضَّلَالُۚ فَاَنّٰى تُصْرَفُونَ ﴿٣٢
كَذٰلِكَ حَقَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ عَلَى الَّذ۪ينَ فَسَقُٓوا اَنَّهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ ﴿٣٣
Yûnus Sûresi
211
Cuz 11
لِلَّذ۪ينَ اَحْسَنُوا الْحُسْنٰى وَزِيَادَةٌۜ وَلَا يَرْهَقُ وُجُوهَهُمْ قَتَرٌ وَلَا ذِلَّةٌۜ اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَنَّةِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ ﴿٢٦
26﴿ (Emirleri tutup yasaklardan kaçarak) güzel işler yapan o kimseler için, o en güzel şey (ve en rahat yer olan cennet), bir de ziyâdesi (olarak Allâh’ın cemâlini görmek) vardır. (Cehennem ehline ârız olan) kara bir toz onların yüzlerini bürümeyecektir, en ufak bir alçaklık (eseri olan üzüntü ve kötü görüntü gibi sıkıntılar) da (onlara ulaşacak) olmamıştır. İşte sana! Onlar ancak cennetin dâimî adamlarıdır. Kendileri orada (bitip tükenmek bilmeyen nîmetler içerisinde) ebedî kalıcı kimselerdir.
وَالَّذ۪ينَ كَسَبُوا السَّيِّـَٔاتِ جَزَٓاءُ سَيِّئَةٍ بِمِثْلِهَاۙ وَتَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌۜ مَا لَهُمْ مِنَ اللّٰهِ مِنْ عَاصِمٍۚ كَاَنَّمَٓا اُغْشِيَتْ وُجُوهُهُمْ قِطَعًا مِنَ الَّيْلِ مُظْلِمًاۜ اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ ﴿٢٧
27﴿ Ama o kimseler ki (kâfirlik, irtidâd ve münâfıklık gibi) kötü şeyler kazanmıştırlar; (İlâhî adâlet gereği) kötü bir şeyin cezâsı, misli ile (karşılık görecek)dir. Ayrıca büyük bir zillet (ve alçaklığın görünen izleri) de onları kaplayacaktır. Onlar için Allâh’dan (gelecek bir azâba karşı) hiçbir koruyucu yoktur. Yüzleri (son derece siyah ve karanlık olduğundan) sanki (zifiri) karanlık geceden birtakım parçalara büründürülmüştür. (Habîbim!) İşte sana! Onlar (ebediyyen yaşasalardı şirk üzere yaşamaya azmettiklerinden, cezâ ise amele göre değil, niyete göre verildiğinden) ancak o (cehennem) ateşin(in) ayrılmaz arkadaşlarıdır. Onlar orada (hiç çıkmamak üzere) ebediyyen kalıcı kimselerdir.
وَيَوْمَ نَحْشُرُهُمْ جَم۪يعًا ثُمَّ نَقُولُ لِلَّذ۪ينَ اَشْرَكُوا مَكَانَكُمْ اَنْتُمْ وَشُرَكَٓاؤُ۬كُمْۚ فَزَيَّلْنَا بَيْنَهُمْ وَقَالَ شُرَكَٓاؤُ۬هُمْ مَا كُنْتُمْ اِيَّانَا تَعْبُدُونَ ﴿٢٨
28﴿ (Habîbim! Kulları öyle) bir günden de (korkut) ki; o (mümin ve müşrik ola)nları hep birlikte (kabirlerinden diriltip mahşer yerine toplamak üzere) haşredeceğiz, sonra o şirk koşmuş olan kimselere: “Siz de, (Bize denk tuttuğunuz) ortaklarınız da (size yapılacak azapları beklemek üzere) yerinizde (durun)” buyuracağız, işte böylece (o tapanlarla taptıklarının) aralarında iyice ayrım yapmış olacağız. (O gün) ortakları da (kendilerini ilâh kabûl edenlerden son derece berî olduklarını beyân etmek üzere) dedi ki: “Siz aslâ bize ibâdet etmekte değildiniz.
فَكَفٰى بِاللّٰهِ شَه۪يدًا بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ اِنْ كُنَّا عَنْ عِبَادَتِكُمْ لَغَافِل۪ينَ ﴿٢٩
29﴿ Artık (bize tapmanıza rızâ göstermediğimize dâir) bizim aramızla sizin aranızda hakîkî bir şâhit olarak Allâh yeterli olmuştur. Gerçekten de Biz sizin (bize olan) ibâdetinizden elbette (hoşnut olmayan hattâ habersiz olan) gâfil kimselerdik.”
هُنَالِكَ تَبْلُوا كُلُّ نَفْسٍ مَٓا اَسْلَفَتْ وَرُدُّٓوا اِلَى اللّٰهِ مَوْلٰيهُمُ الْحَقِّ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ۟ ﴿٣٠
30﴿ (Habîbim!) İşte sana! Ancak orada (o zor makamda ve dehşetli mekânda, mümin olsun kâfir olsun) her nefis geçmişte yapmış olduğu şeyleri(n gerçek mâhiyetini tamâmen karşısında bularak onların faydalı mı zararlı mı, güzel mi çirkin mi olduğunu yaşadığı) imtihan(lar)la (öğrenip) bilecektir. Böylece o (şirk koşa)nlar O Allâh(ın hesap yurdun)a; (kendi edindikleri bâtıl rablere değil de, Rabliğinde sâdık ve) Hakk olan Mevlâ’ların(ın mükâfat ve cezâsını bulacakları yüce makām)a döndürülmüştürler. (Allâh’a ortak olarak) sürekli uydurmakta oldukları şeyler ise kendilerinden uzaklaşarak kaybolmuştur.
قُلْ مَنْ يَرْزُقُكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِ اَمَّنْ يَمْلِكُ السَّمْعَ وَالْاَبْصَارَ وَمَنْ يُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَيُخْرِجُ الْمَيِّتَ مِنَ الْحَيِّ وَمَنْ يُدَبِّرُ الْاَمْرَۜ فَسَيَقُولُونَ اللّٰهُۚ فَقُلْ اَفَلَا تَتَّقُونَ ﴿٣١
31﴿ (Habîbim! O müşriklere) de ki: “Gökten (yağdırarak) ve yerden (bitirerek) size rızık vermekte olan kimdir?! Ya da kulaklara ve gözlere (o en ufak bir şeyden etkilenecek derecede hassas olan uzuvların eşsiz bir şekilde yaratılmasına, çalıştırılmasına ve bunca âfetlerden muhâfaza edilmesi için gerekli güce) sâhip olan kimdir?! Yine (böylece canlılar gibi hareket edemeyen) ölü (bir menî)den (insan gibi bir) diriyi çıkaran, diriden de (menî gibi) ölüyü çıkaran kimdir?! Ayrıca (yaratılan âlemlerle ilgili) tüm işleri (eşsiz bir nizam ve aksamayan bir düzen üzere) yönetmekte olan kimdir?!” Şüphesiz derhal onlar (kendi bâtıl ilâhlarının bu işlere gücü yetmeyeceğini açıkça bildikleri için, tüm bu suallere cevâben:)(Bütün bunları yapan ancak) Allâh’dır” diyeceklerdir. Öyleyse sen de ki: “(Bu gerçekleri bildiğiniz hâlde hiçbir ilâhlık vasfına sâhip olmayan bâtıl şeyleri böyle bir Zâta ortak koşmanız netîcesinde karşılaşacağınız azaptan) hâlâ hiç sakınmayacak mısınız?!
فَذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُمُ الْحَقُّۚ فَمَاذَا بَعْدَ الْحَقِّ اِلَّا الضَّلَالُۚ فَاَنّٰى تُصْرَفُونَ ﴿٣٢
32﴿ İşte size! Ancak bu (sıfatlara sâhip olan) Allâh, (hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak şekilde ilâhlığı sâbit ve) Hakk olan Rabbinizdir. Artık o hak (olan Allâh’a kulluğu bıraktık)tan sonra sapıklıktan başka ne şey vardır?! Hâlâ (bile bile doğrudan uzaklaştırılıp) nasıl (sapıklığa) çevriliyorsunuz?!”
كَذٰلِكَ حَقَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ عَلَى الَّذ۪ينَ فَسَقُٓوا اَنَّهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ ﴿٣٣
33﴿ (Habîbim!) İşte sana! (Onlar bile bile hakka uymaktan imtinâ ettikleri gibi, kâfirlikte sınır tanımayıp zirveye ulaşan) o fâsık olmuş kimseler üzerine (de) böylece Rabbinin (karârını ifâde eden şu) sözü hak olmuştur ki: “Şüphesiz onlar (tüm mûcizeleri görseler de) îmân etmeyeceklerdir.”