v02.01.25 Geliştirme Notları
Yûnus Sûresi
212
Cuz 11
34﴿ (Habîbim!) De ki: “Sizin (Allâh’a) ortak (koştuk)-larınızdan var mıdır öyle kimse ki; halkı ilk başta (yoktan) yaratmaktadır, (öldürdükten) sonra da onları (dirilterek sonsuz hayâta) geri döndürecektir?!” (Habîbim! Gerçeği bildikleri hâlde inatçılıkları yüzünden îtiraftan çekinen o müşriklere) de ki: “Allâh halkı ilk başta (yoktan) yaratmaktadır, (öldürdükten) sonra da onları (dirilterek âhirete) geri döndürecektir. (Bu hakîkati açıklayan bunca delillere rağmen) artık siz nasıl (haktan bâtıla) döndürülüyorsunuz?!”
35﴿ (Rasûlüm!) De ki: “Sizin ortak (koştuk)larınız içerisinden (size akıl nîmeti vererek ve peygamberler gönderip kitaplar indirerek) hakka hidâyet etmekte olan biri var mıdır?!” (Habîbim! Câhilliğinden yâhut inadından ötürü bu suâle doğru cevap vermeyen o kâfirlere) de ki: “Hakka Allâh hidâyet etmektedir. Artık hakka (ve doğruya) ulaştırmakta olan bir Zât mı, yoksa hidâyet edilmedikçe (kendi kendine) doğruyu bulamayan biri mi kendisine tâbi olunmaya daha lâyıktır?! Öyleyse sizin için ne (sâbit) oldu (ki bu âcizleri ortaklar ediniyorsunuz)?! Siz (peşine gidilmeyi hiç mi hiç hak etmeyen âciz varlıklara tapma gibi bâtıl bir konuda) nasıl karar veriyorsunuz?!”
36﴿ Ama o (insa)nların çoğu (inançları husûsunda, içi boş) bir zandan (ve bâzı tahminlerden) başka bir şeye tâbi olmuyorlar. (Hâlbuki) gerçekten zan (ve tahminler), hak (ve gerçek sayılabilecek ilim ve îtikat)tan hiçbir şeyin (yerine geçip de onun) yerinde duramaz. (Ya bir de yanlışlığı sâbit olan bir düşünce, ilim nâmına ne ifâde edebilir?!) Muhakkak ki Allâh onların (kat‘î deliller dururken bozuk zanlara uymak gibi) yaptıkları şeyleri (de, onların netîcelerini de hakkıyla bilen bir) Alîm’dir.
37﴿ İşte bu (tüm hidâyet yollarının îzâhını üstlenmiş bulunan ve beyân üslûbuyla herkesi âciz bırakan) Kur’ân uydurulmuş bir şey de olmamıştır, Allâh’tan başkası tarafından (düzenlenip yazılmış) da (değildir)! Velâkin (o Kur’ân) öncesinde bulunan (Tevrât ve İncîl gibi İlâhî kitap olma vasfına sâhip) şeylerin tasdîk(leyicis)i ve kendisinde hiçbir şüphe bulunmayan o (inanç ve fıkıh meseleleriyle ilgili) yazılmış şeylerin, âlemlerin Rabbi tarafından tafsîli (ve ayrıntılı bir açıklaması olmuştur).
38﴿ (Habîbim!) Yoksa (senin için:) “Onu o uydurdu” mu diyorlar?! Sen (onları rezil etmek ve bozuk sözlerini açıklamak üzere) de ki: “Öyleyse (belâğat, güzel irtibat ve üstün mânâya sâhip olma husûsunda) onun benzeri bir sûre (uydurup) getirin. (Zîrâ siz de benim gibi Arap kavmindensiniz ve fasîh kimselersiniz. Üstelik siz nesirde ve şiirde daha tecrübelisiniz. Öyleyse bu konuda size yardım etmeleri için) Allâh’tan başka (çağırmaya) güç yetirmiş olduğunuz kimseleri de çağırın (özellikle mühim işlerinizde size yardım edeceğine inandığınız ilâhlarınızı dâvet edin)! Eğer (benim bu Kur’ân’ı uydurduğuma dâir) doğru söyleyen kimseler olduysanız (bunu ispatlamanız gerekir).”
39﴿ Hayır! (Kur’ân onların dediği gibi uydurulmuş değildir, aslında) onlar ilmini (ve barındırdığı bilgileri tüm yönleriyle) kavramadıkları bir şey (olan Kur’ân-ı Kerîm)i (hiç düşünmeden ve inceleme gereği bile hissetmeden duyar duymaz) yalanladılar. Ama onun te’vîli (gerçek mânâsı ve geleceğe dâir verdiği haberlerin âkıbeti) kendilerine henüz gelmemiştir. (Habîbim!) İşte sana! Onlardan öncekiler de (kendi peygamberlerinin getirdikleri kitapları hiç düşünmeksizin) böylece (körü körüne) yalanlamıştı. Şimdi bak ki; o zâlimlerin (fecî) âkıbeti nice olmuştu!
40﴿ (O inkârcıların) içlerinden o (peygamberin ve Kur’ân’ın hak olduğu)na (kalben) îmân eden (fakat inadına bunu açıklamayıp, kâfirlikte ısrarcı olan) kimse de vardır, yine onlardan (aşırı düşüncesizliği ve kıt kafalılığı yüzünden kalben) ona îmân etmeyen kimse de vardır /onlardan (yakında kâfirlikten tevbe edip) ona îmân edecek olan kimse de vardır, yine onlardan (gelecekte de) ona îmân etmeyecek (ve kâfir olarak ölecek) kimse de vardır/. Senin Rabbin ise (İslâm’ın doğruluğunu bildiği hâlde inadına inanmayan ve kâfirlikte ısrâr edecek olan) o bozguncuları çok iyi bilendir.
41﴿ (Habîbim!) Ama onlar (bu kadar delillerle susturuldukları hâlde hâlâ) seni yalanla(makta ısrarcı olu)rlarsa artık (sen onlardan uzak olduğunu ifâde etmek üzere) de ki: “Benim amelim(in karşılığı) bana âittir, sizin amelleriniz(in vebâli) de size mahsustur. Siz benim yapmakta (ve yapacak) olduğum şeyler(in mesûliyetin)den uzak kimselersiniz. Ben de sizin (şirk ve mâsiyetlerden) yapmakta (ve yapacak) olduğunuz şeyler(in vebâlin)den berî (ve çok uzak biri)yim.”
42﴿ O (müşrik ola)nlardan kimi de (Kur’ân okuduğun zaman) sana kulak vermektedirler. Yoksa sen mi o (kalp kulağı) sağır (olan)lara duyuracaksın?! Hele bir de onlar (akılsız olup, hiçbir şey) anlamaz olmuşsalar! Müfessirlerin beyânı vechile; aklı olan sağır, işâretlerle ve ferâsetiyle bir şeyler anlayabilir. Fakat akılsıza kimse bir şey anlatamaz. İşte bu müşrikler de hisleri ve akılları tamâmen iptâl olmuş kimseler hükmünde oldukları için, onların Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)den dinlemiş oldukları Kur’ân’dan aslâ faydalanamayacakları bu âyet-i kerîme ile bildirilmiştir.
سُورَةُ يُونُسَ
الجزء ١١
٢١٢
قُلْ هَلْ مِنْ شُرَكَٓائِكُمْ مَنْ يَبْدَؤُا الْخَلْقَ ثُمَّ يُع۪يدُهُۜ قُلِ اللّٰهُ يَبْدَؤُا الْخَلْقَ ثُمَّ يُع۪يدُهُ فَاَنّٰى تُؤْفَكُونَ ﴿٣٤
قُلْ هَلْ مِنْ شُرَكَٓائِكُمْ مَنْ يَهْد۪ٓي اِلَى الْحَقِّۜ قُلِ اللّٰهُ يَهْد۪ي لِلْحَقِّۜ اَفَمَنْ يَهْد۪ٓي اِلَى الْحَقِّ اَحَقُّ اَنْ يُتَّبَعَ اَمَّنْ لَا يَهِدّ۪ٓي اِلَّٓا اَنْ يُهْدٰىۚ فَمَا لَكُمْ۠ كَيْفَ تَحْكُمُونَ ﴿٣٥
وَمَا يَتَّبِعُ اَكْثَرُهُمْ اِلَّا ظَنًّاۜ اِنَّ الظَّنَّ لَا يُغْن۪ي مِنَ الْحَقِّ شَيْـًٔاۜ اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِمَا يَفْعَلُونَ ﴿٣٦
وَمَا كَانَ هٰذَا الْقُرْاٰنُ اَنْ يُفْتَرٰى مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلٰكِنْ تَصْد۪يقَ الَّذ۪ي بَيْنَ يَدَيْهِ وَتَفْص۪يلَ الْكِتَابِ لَا رَيْبَ ف۪يهِ مِنْ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ۠ ﴿٣٧
اَمْ يَقُولُونَ افْتَرٰيهُۜ قُلْ فَأْتُوا بِسُورَةٍ مِثْلِه۪ وَادْعُوا مَنِ اسْتَطَعْتُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ ﴿٣٨
بَلْ كَذَّبُوا بِمَا لَمْ يُح۪يطُوا بِعِلْمِه۪ وَلَمَّا يَأْتِهِمْ تَأْو۪يلُهُۜ كَذٰلِكَ كَذَّبَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الظَّالِم۪ينَ ﴿٣٩
وَمِنْهُمْ مَنْ يُؤْمِنُ بِه۪ وَمِنْهُمْ مَنْ لَا يُؤْمِنُ بِه۪ۜ وَرَبُّكَ اَعْلَمُ بِالْمُفْسِد۪ينَ۟ ﴿٤٠
وَاِنْ كَذَّبُوكَ فَقُلْ ل۪ي عَمَل۪ي وَلَكُمْ عَمَلُكُمْۚ اَنْتُمْ بَر۪ٓيؤُ۫نَ مِمَّٓا اَعْمَلُ وَاَنَا۬ بَر۪ٓيءٌ مِمَّا تَعْمَلُونَ ﴿٤١
وَمِنْهُمْ مَنْ يَسْتَمِعُونَ اِلَيْكَۜ اَفَاَنْتَ تُسْمِعُ الصُّمَّ وَلَوْ كَانُوا لَا يَعْقِلُونَ ﴿٤٢
Yûnus Sûresi
212
Cuz 11
قُلْ هَلْ مِنْ شُرَكَٓائِكُمْ مَنْ يَبْدَؤُا الْخَلْقَ ثُمَّ يُع۪يدُهُۜ قُلِ اللّٰهُ يَبْدَؤُا الْخَلْقَ ثُمَّ يُع۪يدُهُ فَاَنّٰى تُؤْفَكُونَ ﴿٣٤
34﴿ (Habîbim!) De ki: “Sizin (Allâh’a) ortak (koştuk)-larınızdan var mıdır öyle kimse ki; halkı ilk başta (yoktan) yaratmaktadır, (öldürdükten) sonra da onları (dirilterek sonsuz hayâta) geri döndürecektir?!” (Habîbim! Gerçeği bildikleri hâlde inatçılıkları yüzünden îtiraftan çekinen o müşriklere) de ki: “Allâh halkı ilk başta (yoktan) yaratmaktadır, (öldürdükten) sonra da onları (dirilterek âhirete) geri döndürecektir. (Bu hakîkati açıklayan bunca delillere rağmen) artık siz nasıl (haktan bâtıla) döndürülüyorsunuz?!”
قُلْ هَلْ مِنْ شُرَكَٓائِكُمْ مَنْ يَهْد۪ٓي اِلَى الْحَقِّۜ قُلِ اللّٰهُ يَهْد۪ي لِلْحَقِّۜ اَفَمَنْ يَهْد۪ٓي اِلَى الْحَقِّ اَحَقُّ اَنْ يُتَّبَعَ اَمَّنْ لَا يَهِدّ۪ٓي اِلَّٓا اَنْ يُهْدٰىۚ فَمَا لَكُمْ۠ كَيْفَ تَحْكُمُونَ ﴿٣٥
35﴿ (Rasûlüm!) De ki: “Sizin ortak (koştuk)larınız içerisinden (size akıl nîmeti vererek ve peygamberler gönderip kitaplar indirerek) hakka hidâyet etmekte olan biri var mıdır?!” (Habîbim! Câhilliğinden yâhut inadından ötürü bu suâle doğru cevap vermeyen o kâfirlere) de ki: “Hakka Allâh hidâyet etmektedir. Artık hakka (ve doğruya) ulaştırmakta olan bir Zât mı, yoksa hidâyet edilmedikçe (kendi kendine) doğruyu bulamayan biri mi kendisine tâbi olunmaya daha lâyıktır?! Öyleyse sizin için ne (sâbit) oldu (ki bu âcizleri ortaklar ediniyorsunuz)?! Siz (peşine gidilmeyi hiç mi hiç hak etmeyen âciz varlıklara tapma gibi bâtıl bir konuda) nasıl karar veriyorsunuz?!”
وَمَا يَتَّبِعُ اَكْثَرُهُمْ اِلَّا ظَنًّاۜ اِنَّ الظَّنَّ لَا يُغْن۪ي مِنَ الْحَقِّ شَيْـًٔاۜ اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِمَا يَفْعَلُونَ ﴿٣٦
36﴿ Ama o (insa)nların çoğu (inançları husûsunda, içi boş) bir zandan (ve bâzı tahminlerden) başka bir şeye tâbi olmuyorlar. (Hâlbuki) gerçekten zan (ve tahminler), hak (ve gerçek sayılabilecek ilim ve îtikat)tan hiçbir şeyin (yerine geçip de onun) yerinde duramaz. (Ya bir de yanlışlığı sâbit olan bir düşünce, ilim nâmına ne ifâde edebilir?!) Muhakkak ki Allâh onların (kat‘î deliller dururken bozuk zanlara uymak gibi) yaptıkları şeyleri (de, onların netîcelerini de hakkıyla bilen bir) Alîm’dir.
وَمَا كَانَ هٰذَا الْقُرْاٰنُ اَنْ يُفْتَرٰى مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلٰكِنْ تَصْد۪يقَ الَّذ۪ي بَيْنَ يَدَيْهِ وَتَفْص۪يلَ الْكِتَابِ لَا رَيْبَ ف۪يهِ مِنْ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ۠ ﴿٣٧
37﴿ İşte bu (tüm hidâyet yollarının îzâhını üstlenmiş bulunan ve beyân üslûbuyla herkesi âciz bırakan) Kur’ân uydurulmuş bir şey de olmamıştır, Allâh’tan başkası tarafından (düzenlenip yazılmış) da (değildir)! Velâkin (o Kur’ân) öncesinde bulunan (Tevrât ve İncîl gibi İlâhî kitap olma vasfına sâhip) şeylerin tasdîk(leyicis)i ve kendisinde hiçbir şüphe bulunmayan o (inanç ve fıkıh meseleleriyle ilgili) yazılmış şeylerin, âlemlerin Rabbi tarafından tafsîli (ve ayrıntılı bir açıklaması olmuştur).
اَمْ يَقُولُونَ افْتَرٰيهُۜ قُلْ فَأْتُوا بِسُورَةٍ مِثْلِه۪ وَادْعُوا مَنِ اسْتَطَعْتُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ ﴿٣٨
38﴿ (Habîbim!) Yoksa (senin için:) “Onu o uydurdu” mu diyorlar?! Sen (onları rezil etmek ve bozuk sözlerini açıklamak üzere) de ki: “Öyleyse (belâğat, güzel irtibat ve üstün mânâya sâhip olma husûsunda) onun benzeri bir sûre (uydurup) getirin. (Zîrâ siz de benim gibi Arap kavmindensiniz ve fasîh kimselersiniz. Üstelik siz nesirde ve şiirde daha tecrübelisiniz. Öyleyse bu konuda size yardım etmeleri için) Allâh’tan başka (çağırmaya) güç yetirmiş olduğunuz kimseleri de çağırın (özellikle mühim işlerinizde size yardım edeceğine inandığınız ilâhlarınızı dâvet edin)! Eğer (benim bu Kur’ân’ı uydurduğuma dâir) doğru söyleyen kimseler olduysanız (bunu ispatlamanız gerekir).”
بَلْ كَذَّبُوا بِمَا لَمْ يُح۪يطُوا بِعِلْمِه۪ وَلَمَّا يَأْتِهِمْ تَأْو۪يلُهُۜ كَذٰلِكَ كَذَّبَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الظَّالِم۪ينَ ﴿٣٩
39﴿ Hayır! (Kur’ân onların dediği gibi uydurulmuş değildir, aslında) onlar ilmini (ve barındırdığı bilgileri tüm yönleriyle) kavramadıkları bir şey (olan Kur’ân-ı Kerîm)i (hiç düşünmeden ve inceleme gereği bile hissetmeden duyar duymaz) yalanladılar. Ama onun te’vîli (gerçek mânâsı ve geleceğe dâir verdiği haberlerin âkıbeti) kendilerine henüz gelmemiştir. (Habîbim!) İşte sana! Onlardan öncekiler de (kendi peygamberlerinin getirdikleri kitapları hiç düşünmeksizin) böylece (körü körüne) yalanlamıştı. Şimdi bak ki; o zâlimlerin (fecî) âkıbeti nice olmuştu!
وَمِنْهُمْ مَنْ يُؤْمِنُ بِه۪ وَمِنْهُمْ مَنْ لَا يُؤْمِنُ بِه۪ۜ وَرَبُّكَ اَعْلَمُ بِالْمُفْسِد۪ينَ۟ ﴿٤٠
40﴿ (O inkârcıların) içlerinden o (peygamberin ve Kur’ân’ın hak olduğu)na (kalben) îmân eden (fakat inadına bunu açıklamayıp, kâfirlikte ısrarcı olan) kimse de vardır, yine onlardan (aşırı düşüncesizliği ve kıt kafalılığı yüzünden kalben) ona îmân etmeyen kimse de vardır /onlardan (yakında kâfirlikten tevbe edip) ona îmân edecek olan kimse de vardır, yine onlardan (gelecekte de) ona îmân etmeyecek (ve kâfir olarak ölecek) kimse de vardır/. Senin Rabbin ise (İslâm’ın doğruluğunu bildiği hâlde inadına inanmayan ve kâfirlikte ısrâr edecek olan) o bozguncuları çok iyi bilendir.
وَاِنْ كَذَّبُوكَ فَقُلْ ل۪ي عَمَل۪ي وَلَكُمْ عَمَلُكُمْۚ اَنْتُمْ بَر۪ٓيؤُ۫نَ مِمَّٓا اَعْمَلُ وَاَنَا۬ بَر۪ٓيءٌ مِمَّا تَعْمَلُونَ ﴿٤١
41﴿ (Habîbim!) Ama onlar (bu kadar delillerle susturuldukları hâlde hâlâ) seni yalanla(makta ısrarcı olu)rlarsa artık (sen onlardan uzak olduğunu ifâde etmek üzere) de ki: “Benim amelim(in karşılığı) bana âittir, sizin amelleriniz(in vebâli) de size mahsustur. Siz benim yapmakta (ve yapacak) olduğum şeyler(in mesûliyetin)den uzak kimselersiniz. Ben de sizin (şirk ve mâsiyetlerden) yapmakta (ve yapacak) olduğunuz şeyler(in vebâlin)den berî (ve çok uzak biri)yim.”
وَمِنْهُمْ مَنْ يَسْتَمِعُونَ اِلَيْكَۜ اَفَاَنْتَ تُسْمِعُ الصُّمَّ وَلَوْ كَانُوا لَا يَعْقِلُونَ ﴿٤٢
42﴿ O (müşrik ola)nlardan kimi de (Kur’ân okuduğun zaman) sana kulak vermektedirler. Yoksa sen mi o (kalp kulağı) sağır (olan)lara duyuracaksın?! Hele bir de onlar (akılsız olup, hiçbir şey) anlamaz olmuşsalar! Müfessirlerin beyânı vechile; aklı olan sağır, işâretlerle ve ferâsetiyle bir şeyler anlayabilir. Fakat akılsıza kimse bir şey anlatamaz. İşte bu müşrikler de hisleri ve akılları tamâmen iptâl olmuş kimseler hükmünde oldukları için, onların Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)den dinlemiş oldukları Kur’ân’dan aslâ faydalanamayacakları bu âyet-i kerîme ile bildirilmiştir.