سُورَةُيُونُسَ | ٢١٣ | الجزء ١١ |
وَمِنْهُمْ مَنْ يَنْظُرُ اِلَيْكَۜ اَفَاَنْتَ تَهْدِي الْعُمْيَ وَلَوْ كَانُوا لَا يُبْصِرُونَ ﴿ ٤٣ ﴾ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَظْلِمُ النَّاسَ شَيْـًٔا وَلٰكِنَّ النَّاسَ اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ ﴿ ٤٤ ﴾ وَيَوْمَ يَحْشُرُهُمْ كَاَنْ لَمْ يَلْبَثُٓوا اِلَّا سَاعَةً مِنَ النَّهَارِ يَتَعَارَفُونَ بَيْنَهُمْۜ قَدْ خَسِرَ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِلِقَٓاءِ اللّٰهِ وَمَا كَانُوا مُهْتَد۪ينَ ﴿ ٤٥ ﴾ وَاِمَّا نُرِيَنَّكَ بَعْضَ الَّذ۪ي نَعِدُهُمْ اَوْ نَتَوَفَّيَنَّكَ فَاِلَيْنَا مَرْجِعُهُمْ ثُمَّ اللّٰهُ شَه۪يدٌ عَلٰى مَا يَفْعَلُونَ ﴿ ٤٦ ﴾ وَلِكُلِّ اُمَّةٍ رَسُولٌۚ فَاِذَا جَٓاءَ رَسُولُهُمْ قُضِيَ بَيْنَهُمْ بِالْقِسْطِ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ ﴿ ٤٧ ﴾ وَيَقُولُونَ مَتٰى هٰذَا الْوَعْدُ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ ﴿ ٤٨ ﴾ قُلْ لَٓا اَمْلِكُ لِنَفْس۪ي ضَرًّا وَلَا نَفْعًا اِلَّا مَا شَٓاءَ اللّٰهُۜ لِكُلِّ اُمَّةٍ اَجَلٌۜ اِذَا جَٓاءَ اَجَلُهُمْ فَلَا يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً وَلَا يَسْتَقْدِمُونَ ﴿ ٤٩ ﴾ قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ اَتٰيكُمْ عَذَابُهُ بَيَاتًا اَوْ نَهَارًا مَاذَا يَسْتَعْجِلُ مِنْهُ الْمُجْرِمُونَ ﴿ ٥٠ ﴾ اَثُمَّ اِذَا مَا وَقَعَ اٰمَنْتُمْ بِه۪ۜ آٰلْـٰٔنَ وَقَدْ كُنْتُمْ بِه۪ تَسْتَعْجِلُونَ ﴿ ٥١ ﴾ ثُمَّ ق۪يلَ لِلَّذ۪ينَ ظَلَمُوا ذُوقُوا عَذَابَ الْخُلْدِۚ هَلْ تُجْزَوْنَ اِلَّا بِمَا كُنْتُمْ تَكْسِبُونَ ﴿ ٥٢ ﴾ وَيَسْتَنْبِؤُ۫نَكَ اَحَقٌّ هُوَۜ قُلْ ا۪ي وَرَبّ۪ٓي اِنَّهُ لَحَقٌّ وَمَٓا اَنْتُمْ بِمُعْجِز۪ينَ۟ ﴿ ٥٣ ﴾
سُورَةُيُونُسَ | ٢١٣ | الجزء ١١ |
Yûnus Sûresi | 213 | Cüz 11 |
43 Onlardan kimi de sana bak(ıp, peygamberliğine delâlet eden açık delilleri gördüğü halde inanma) maktadır. Yoksa o körleri sen mi hidâyete erdireceksin? Hele bir de görmez olmuşsalar!
Basîret sahibi olan körler, bazı kere gözü gören ahmakların anlayamayacağı şeyleri dahi hissedebilirler. Fakat idrâki olmayan körlere kimse yol gösteremeyeceği gibi, anlayış güçlerini iptal etmiş olan bu müşriklere Rasûlûllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)`in bile yol gösteremeyeceği bu âyet-i kerîmeyle bildirilmiştir.
44 Şüphesiz ki Allâh insanlara (dünya ve âhiret menfaatlerini kazanmaları için gereken şeylerden) hiçbir şey(i eksik vermek sûreti) ile zulmetmez. Lâkin insanlar (kendilerine verilen duyuları ve uzuvları, yaratılış gayesinin dışındakullanıp, hakkı kabulden yüz çevirerek, peygamberleri inkâr ederek ve deliller hakkında düşünmeyi terk ederek) ancak kendi nefislerine zulüm yapıyorlar.
45 Kendilerini (huzurumuza) haşredeceğimiz gün (mezarlarından yeni çıkmışlarken, sanki birbirle rinden çok az ayrı kalmışlarcasına) aralarında tanışa caklardır. Sanki onlar (dünyada ve kabirde) gündüzden an cak bir saat kalmışlardır. (Sonra kıyâmet günü uza yıp iş zorlaşınca, bu tanışma tamamen kaybolacak ve kimse kimseyi tanımaz hale gelecektir.) Allâh’a kavuş mayı yalanlamış olan o kimseler gerçekten de (ima na karşılık kâfirliği satın aldıklarından, âhiret ticareti hususunda büyük bir zarar ve) hüsrâna uğramıştır ve onlar (kendilerine yararlı olacak şeylere) hidâyet bulan kimseler olamamıştırlar.
46 Ya gerçekten Biz sana onlara vaad etmekte olduğumuz (azaplarla ilgili) şeyin bir kısmını (sağlı ğında) gösterecek olursak (, nitekim senin de beklen tin bu yöndedir), ya da seni (bundan önce) vefat etti rirsek, artık dönüşleri ancak Bizedir. (Dolayısıyla başlarına gelecek belayı dünyada görsen de görmesen de âhirette mutlaka göreceksin.) Sonra Allâh onların yap makta olduklarına (hakkıyla şâhit olup, kendi uzuv larını dile getirmek sûretiyle de bu şâhitliği aleyhlerine icrâ ettirecek ve cezalarını verecek bir) Şehîd’dir.
47 Her bir ümmet için (dünyada kendilerini hakka davet etmek, âhirette de haklarında şâhitlik yapmak üzere tayin edilen) bir rasûl vardır. Artık rasûlleri (kendilerine) gel diği(nde, bir kısmı inanıp diğerleri inkâr ettiği) zaman, aralarında adâlet(li bir karar) ile hüküm verilir (ve böylece inananlar kurtulur, in kârcılar ise helâk olur), ama onlar (suçsuz yere azâba dûçâr kılınarak ve tebliğ ulaşmaksızın sorumlu tutu larak) zulme (ve haksızlığa) uğratılmazlar.
48 O (müşrik ola)nlar (alaylı bir üslûpla size): “İşte bu söz ne zaman (gerçekleşecek)? Eğer (kâfirliğimiz yüzünden azap olunacağımıza dâir tehdidinizde) doğru kimseler olduysanız (, azâbı getirin de görelim)!” derler.
49 (Habîbim! O inkârcılara ve alaycılara) de ki: “Ben Allâh’ın dilemiş olduğu şeyler dışında kendim için (bile) ne bir zarar(ı savuşturmay) a ne de bir fayda ya (ulaşma imkânına) sahip değil(ken, size azâbın ne zaman ve ne şekil geleceğini nereden bilebilir)im! (Peygamberlerini inkârda ısrarcı olan) her bir üm met(in helâk edilmesi) için (belirlenmiş) bir süre vardır. Onların (yaşamlarının sona ermesi için tayin edilen) ecelleri geldiği zaman, artık bir an (bile) sona da kalamazlar, öne de geçemezler/ bir an geri kalma talebinde dahi bulunamazlar, öne gitmek de iste yemezler/.”
50 (Rasûlüm! Allâh-u Te`â lâ’nın, geçmiş inkârcı ümmetlere yaptıklarını naklettikten son ra onlara) de ki: “Gördünüz mü? (Söyleyin bakayım!) O’nun (acele istediğiniz) azâbı size gece (uyurken) ya da gündüz (işlerinizle meşgulken) gelecek olsa, (ikisi de isten meyecek şekilde zor ve tehlikeliyken) o suçlular onun hangisini acele isteyebilir? (Söylesinler de ona göre gönderelim!)
51 O (azap) gerçekleştikten sonra mı O (Allâh’a ve azabı)na inanmış olacaksınız?” (Ama o zaman size:) “Şimdi (belaya uğrayınca inandınız değil) mi? Oysa gerçekten siz bunu (inkâr ettiğiniz için) acele istemekte bulunmuştunuz!” (denilecektir.)
52 Sonra (şirk gibi büyük bir) zulüm işlemiş o kimselere: “Tadın o sonsuzluk azabını! (Bugün) siz (dünyadayken ) kazanmakta bulunmuş olduğunuz (kötü) şeylerden başkasıyla ceza lan dırılmayacak sınız!” denilecektir.
53 Onlar: “O (azap) bir gerçek midir?” diye sen den haber soruyorlar. De ki: “Evet! Rabbime andol sun ki; gerçekten de o, elbette (önünde sonunda ger çekleşecek) bir haktır. Sizler ise asla (o azaptan) kur tulabilecek kimseler değilsiniz/sizler ise asla (o azâbı size uygulayacak Allâh-u Te`âlâ’yı bu muradını gerçekleştirmekten güçsüz ve) âciz bırakabilecek kimseler değilsiniz/.”
Yûnus Sûresi | 213 | Cüz 11 |