v02.01.25 Geliştirme Notları
Yûnus Sûresi
213
Cuz 11
43﴿ Onlardan kimi de sana bak(ıp, peygamberliğine delâlet eden açık delilleri gördüğü hâlde inanma)maktadır. Yoksa sen mi o (kalp gözü) kör (olan kimse)leri hidâyete erdireceksin?! Hele bir de onlar görmez olmuşsalar! Müfessirlerin beyânı vechile; basîret sâhibi olan körler, bâzı kere gözü gören ahmakların anlayamayacağı şeyleri dahî hissedebilirler. Fakat idrâki olmayan körlere kimse yol gösteremeyeceği gibi, anlayış güçlerini iptâl etmiş olan bu müşriklere de Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in bile yol gösteremeyeceği bu âyet-i kerîmeyle bildirilmiştir.
44﴿ Şüphesiz ki Allâh insanlara (dünyâ ve âhiret menfaatlerini kazanmaları için gereken şeylerden) hiçbir şey(i eksik vermek veyâ yapmadıkları suçu yüklemek sûreti) ile zulmetmez. Velâkin insanlar (kendilerine verilen hisleri ve uzuvları, yaratılış gâyesinin dışında kullanıp, hakkı kabulden yüz çevirerek, peygamberleri inkâr ederek ve deliller hakkında düşünmeyi terk ederek) ancak kendi nefislerine zulmediyorlar.
45﴿ (İnsanlar dünyâda ve kabirde binlerce yıl kalmışlarken) sanki gündüzden ancak bir saat durmuşlar gibi (bir his içinde bulundukları hâlde Allâh-u Te‘âlâ) onları (kabirlerinden çıkarıp mahşere sevkederek) toplayacağı günü de (onlara anlat)! Onlar (binlerce yıl birbirlerinden uzak kaldıkları için aslında birbirlerini tanımayacakları düşünülse de bunun aksine çok az ayrı kalmışlar gibi) aralarında (evvelce) tanış(tıklarını açıklay)acaklardır (ve görüşmedikleri uzun süre onların birbirini tanımasını engellemeyecektir. Zîrâ Allâh-u Te‘âlâ kudretiyle onları binlerce yıl önceki sûretleri üzere diriltmiştir. Ama sonra kıyâmet günü uzayıp iş zorlaşınca, bu tanışma tamâmen kaybolacak ve kimse kimseyi tanımaz hâle gelecektir). Allâh’a kavuşmayı yalanlamış olan o kimseler gerçekten de (îmâna karşılık kâfirliği satın aldıklarından, âhiret ticâreti husûsunda büyük bir zarar ve) hüsrâna uğramıştır ve onlar (kendilerine yararlı olacak şeylerin ne olduğu husûsunda) hidâyet sâhibi kimseler olmamıştır.
46﴿ (Habîbim!) Ya gerçekten Biz onlara vaad eder olduğumuz (azaplarla ilgili) şeyin bir kısmını (sağlığında) sana gösterirsek, (zâten senin de beklentin bu yöndedir) ya da muhakkak seni (bundan önce) vefât ettirirsek, zâten onların dönüşü ancak Biz(im hesap yurdumuz olan mahşer)edir. (Dolayısıyla o müşriklerin başına gelecek belâyı dünyâda görsen de görmesen de âhirette mutlaka göreceksin.) Sonra Allâh onların (dünyâda) yapmakta olduğu şeylere (hakkıyla şâhit olup, mahşere çıktıklarında onların bütün uzuvlarını konuşturmak sûretiyle de bu şâhitliği aleyhlerine icrâ ettirecek ve cezâlarını verecek bir) Şehîd’dir.
47﴿ Her bir ümmet için de (dünyâda kendilerini hakka dâvet etmek, âhirette de haklarında şâhitlik yapmak üzere tâyin edilen) bir rasûl (elçi ve peygamber) vardır. Artık onların rasûlü (kendilerine) geldiği(nde bir kısmı îmân edip diğerleri inkâr ettiği) zaman, aralarında adâlet(li bir karar) ile hüküm verilir (ve böylece îmân edenler kurtulur, inkârcılar ise helâk edilir), zâten onlar (suçsuz yere azâba dûçâr kılınarak veyâ tebliğ ulaşmaksızın sorumlu tutularak haksızlığa ve) zulme uğratılmazlar.
48﴿ O (müşrik ola)nlar ise (alaylı bir üslûpla size): “İşte bu (azap) söz(ü) ne zaman (vukû bulacak)dır?! Eğer (kâfirliğimiz yüzünden azap olunacağımıza dâir bize yaptığınız tehditlerde) doğru söyleyen kimseler olduysanız (azâbı getirin de görelim)” derler.
49﴿ (Habîbim! O inkârcılara ve alaycılara) de ki: “Ben Allâh’ın murâd etmiş olduğu şeyler dışında kendi nefsim için (bile) bir zarar(ı savuşturmay)a mâlik olamam, bir fayday(ı kazanmay)a da (mâlik olmam vâki) olamaz! (Hâl böyleyken, size azâbın ne zaman ve ne şekil geleceğini nereden bilebilirim?!) Ayrıca (peygamberlerini inkârda ısrarcı olan) her bir ümmet(in helâk edilmesi) için (belirlenmiş) bir ecel (ve müddet) vardır. Onların (hayatlarının sona ermesi için tâyin edilen) eceli geldiği zaman, artık bir an (bile) geri kalamazlar, öne de geçemezler /bir an geri kalma talebinde dahî bulunamazlar, öne geçmek de isteyemezler/.”
50﴿ (Rasûlüm! Allâh-u Te‘âlâ’nın geçmiş inkârcı ümmetlere yaptıklarını naklettikten sonra senden acele azap isteyen o kişilere) de ki: “Gördünüz mü? (Söyleyin bakayım!) O’nun (acele istediğiniz) azâbı size gecele(yin uyu)rken ya da gündüz (işlerinizle meşgulken) gelecek olsa, (ikisi de istenmeyecek şekilde zor ve tehlikeliyken) o mücrimler (ve suçlu kimseler) on(lar)dan hangisini acele istiyor?! (Söylesinler de ona göre gönderelim!)
51﴿ (Onlar azâbı görüp îmân edince onlara:) O (azap) gerçekleştikten sonra mı o (Allâh’ın azâbı)na îmân ettiniz?! Şimdi (belâya uğrayınca îmân ettiniz değil) mi?! Oysa gerçekten siz sürekli bunu (inkâr ettiğiniz için) acele istemekte idiniz (denilecektir).
52﴿ Sonra kendileri (dünyâdayken şirkten ibâret büyük bir) zulüm işlemiş o kimselere: “O sonsuzluk azâbını tadın (bakalım)! (Şimdi) siz ancak (evvelce) sürekli kazanmakta olduğunuz (kötü) şeyler sebebiyle cezâlandırılıyorsunuz” denilecektir.
53﴿ Onlar: “O (azap) bir gerçek midir?” diye senden haber soruyorlar. De ki: “Evet, Rabbime andolsun ki; muhakkak ki o elbette (eninde sonunda gerçekleşecek) bir haktır. Sizler ise aslâ (o azâbı size uygulayacak Allâh-u Te‘âlâ’yı bu murâdını gerçekleştirmekten) âciz bırakabilecek kimseler olamazsınız /sizler ise aslâ (üzerinize inen azâbı size yetişmekten âciz bırakıp ondan) kaçabilecek kimseler olamazsınız/.”
سُورَةُ يُونُسَ
الجزء ١١
٢١٣
وَمِنْهُمْ مَنْ يَنْظُرُ اِلَيْكَۜ اَفَاَنْتَ تَهْدِي الْعُمْيَ وَلَوْ كَانُوا لَا يُبْصِرُونَ ﴿٤٣
اِنَّ اللّٰهَ لَا يَظْلِمُ النَّاسَ شَيْـًٔا وَلٰكِنَّ النَّاسَ اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ ﴿٤٤
وَيَوْمَ يَحْشُرُهُمْ كَاَنْ لَمْ يَلْبَثُٓوا اِلَّا سَاعَةً مِنَ النَّهَارِ يَتَعَارَفُونَ بَيْنَهُمْۜ قَدْ خَسِرَ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِلِقَٓاءِ اللّٰهِ وَمَا كَانُوا مُهْتَد۪ينَ ﴿٤٥
وَاِمَّا نُرِيَنَّكَ بَعْضَ الَّذ۪ي نَعِدُهُمْ اَوْ نَتَوَفَّيَنَّكَ فَاِلَيْنَا مَرْجِعُهُمْ ثُمَّ اللّٰهُ شَه۪يدٌ عَلٰى مَا يَفْعَلُونَ ﴿٤٦
وَلِكُلِّ اُمَّةٍ رَسُولٌۚ فَاِذَا جَٓاءَ رَسُولُهُمْ قُضِيَ بَيْنَهُمْ بِالْقِسْطِ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ ﴿٤٧
وَيَقُولُونَ مَتٰى هٰذَا الْوَعْدُ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ ﴿٤٨
قُلْ لَٓا اَمْلِكُ لِنَفْس۪ي ضَرًّا وَلَا نَفْعًا اِلَّا مَا شَٓاءَ اللّٰهُۜ لِكُلِّ اُمَّةٍ اَجَلٌۜ اِذَا جَٓاءَ اَجَلُهُمْ فَلَا يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً وَلَا يَسْتَقْدِمُونَ ﴿٤٩
قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ اَتٰيكُمْ عَذَابُهُ بَيَاتًا اَوْ نَهَارًا مَاذَا يَسْتَعْجِلُ مِنْهُ الْمُجْرِمُونَ ﴿٥٠
اَثُمَّ اِذَا مَا وَقَعَ اٰمَنْتُمْ بِه۪ۜ آٰلْـٰٔنَ وَقَدْ كُنْتُمْ بِه۪ تَسْتَعْجِلُونَ ﴿٥١
ثُمَّ ق۪يلَ لِلَّذ۪ينَ ظَلَمُوا ذُوقُوا عَذَابَ الْخُلْدِۚ هَلْ تُجْزَوْنَ اِلَّا بِمَا كُنْتُمْ تَكْسِبُونَ ﴿٥٢
وَيَسْتَنْبِؤُ۫نَكَ اَحَقٌّ هُوَۜ قُلْ ا۪ي وَرَبّ۪ٓي اِنَّهُ لَحَقٌّ وَمَٓا اَنْتُمْ بِمُعْجِز۪ينَ۟ ﴿٥٣
Yûnus Sûresi
213
Cuz 11
وَمِنْهُمْ مَنْ يَنْظُرُ اِلَيْكَۜ اَفَاَنْتَ تَهْدِي الْعُمْيَ وَلَوْ كَانُوا لَا يُبْصِرُونَ ﴿٤٣
43﴿ Onlardan kimi de sana bak(ıp, peygamberliğine delâlet eden açık delilleri gördüğü hâlde inanma)maktadır. Yoksa sen mi o (kalp gözü) kör (olan kimse)leri hidâyete erdireceksin?! Hele bir de onlar görmez olmuşsalar! Müfessirlerin beyânı vechile; basîret sâhibi olan körler, bâzı kere gözü gören ahmakların anlayamayacağı şeyleri dahî hissedebilirler. Fakat idrâki olmayan körlere kimse yol gösteremeyeceği gibi, anlayış güçlerini iptâl etmiş olan bu müşriklere de Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in bile yol gösteremeyeceği bu âyet-i kerîmeyle bildirilmiştir.
اِنَّ اللّٰهَ لَا يَظْلِمُ النَّاسَ شَيْـًٔا وَلٰكِنَّ النَّاسَ اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ ﴿٤٤
44﴿ Şüphesiz ki Allâh insanlara (dünyâ ve âhiret menfaatlerini kazanmaları için gereken şeylerden) hiçbir şey(i eksik vermek veyâ yapmadıkları suçu yüklemek sûreti) ile zulmetmez. Velâkin insanlar (kendilerine verilen hisleri ve uzuvları, yaratılış gâyesinin dışında kullanıp, hakkı kabulden yüz çevirerek, peygamberleri inkâr ederek ve deliller hakkında düşünmeyi terk ederek) ancak kendi nefislerine zulmediyorlar.
وَيَوْمَ يَحْشُرُهُمْ كَاَنْ لَمْ يَلْبَثُٓوا اِلَّا سَاعَةً مِنَ النَّهَارِ يَتَعَارَفُونَ بَيْنَهُمْۜ قَدْ خَسِرَ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِلِقَٓاءِ اللّٰهِ وَمَا كَانُوا مُهْتَد۪ينَ ﴿٤٥
45﴿ (İnsanlar dünyâda ve kabirde binlerce yıl kalmışlarken) sanki gündüzden ancak bir saat durmuşlar gibi (bir his içinde bulundukları hâlde Allâh-u Te‘âlâ) onları (kabirlerinden çıkarıp mahşere sevkederek) toplayacağı günü de (onlara anlat)! Onlar (binlerce yıl birbirlerinden uzak kaldıkları için aslında birbirlerini tanımayacakları düşünülse de bunun aksine çok az ayrı kalmışlar gibi) aralarında (evvelce) tanış(tıklarını açıklay)acaklardır (ve görüşmedikleri uzun süre onların birbirini tanımasını engellemeyecektir. Zîrâ Allâh-u Te‘âlâ kudretiyle onları binlerce yıl önceki sûretleri üzere diriltmiştir. Ama sonra kıyâmet günü uzayıp iş zorlaşınca, bu tanışma tamâmen kaybolacak ve kimse kimseyi tanımaz hâle gelecektir). Allâh’a kavuşmayı yalanlamış olan o kimseler gerçekten de (îmâna karşılık kâfirliği satın aldıklarından, âhiret ticâreti husûsunda büyük bir zarar ve) hüsrâna uğramıştır ve onlar (kendilerine yararlı olacak şeylerin ne olduğu husûsunda) hidâyet sâhibi kimseler olmamıştır.
وَاِمَّا نُرِيَنَّكَ بَعْضَ الَّذ۪ي نَعِدُهُمْ اَوْ نَتَوَفَّيَنَّكَ فَاِلَيْنَا مَرْجِعُهُمْ ثُمَّ اللّٰهُ شَه۪يدٌ عَلٰى مَا يَفْعَلُونَ ﴿٤٦
46﴿ (Habîbim!) Ya gerçekten Biz onlara vaad eder olduğumuz (azaplarla ilgili) şeyin bir kısmını (sağlığında) sana gösterirsek, (zâten senin de beklentin bu yöndedir) ya da muhakkak seni (bundan önce) vefât ettirirsek, zâten onların dönüşü ancak Biz(im hesap yurdumuz olan mahşer)edir. (Dolayısıyla o müşriklerin başına gelecek belâyı dünyâda görsen de görmesen de âhirette mutlaka göreceksin.) Sonra Allâh onların (dünyâda) yapmakta olduğu şeylere (hakkıyla şâhit olup, mahşere çıktıklarında onların bütün uzuvlarını konuşturmak sûretiyle de bu şâhitliği aleyhlerine icrâ ettirecek ve cezâlarını verecek bir) Şehîd’dir.
وَلِكُلِّ اُمَّةٍ رَسُولٌۚ فَاِذَا جَٓاءَ رَسُولُهُمْ قُضِيَ بَيْنَهُمْ بِالْقِسْطِ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ ﴿٤٧
47﴿ Her bir ümmet için de (dünyâda kendilerini hakka dâvet etmek, âhirette de haklarında şâhitlik yapmak üzere tâyin edilen) bir rasûl (elçi ve peygamber) vardır. Artık onların rasûlü (kendilerine) geldiği(nde bir kısmı îmân edip diğerleri inkâr ettiği) zaman, aralarında adâlet(li bir karar) ile hüküm verilir (ve böylece îmân edenler kurtulur, inkârcılar ise helâk edilir), zâten onlar (suçsuz yere azâba dûçâr kılınarak veyâ tebliğ ulaşmaksızın sorumlu tutularak haksızlığa ve) zulme uğratılmazlar.
وَيَقُولُونَ مَتٰى هٰذَا الْوَعْدُ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ ﴿٤٨
48﴿ O (müşrik ola)nlar ise (alaylı bir üslûpla size): “İşte bu (azap) söz(ü) ne zaman (vukû bulacak)dır?! Eğer (kâfirliğimiz yüzünden azap olunacağımıza dâir bize yaptığınız tehditlerde) doğru söyleyen kimseler olduysanız (azâbı getirin de görelim)” derler.
قُلْ لَٓا اَمْلِكُ لِنَفْس۪ي ضَرًّا وَلَا نَفْعًا اِلَّا مَا شَٓاءَ اللّٰهُۜ لِكُلِّ اُمَّةٍ اَجَلٌۜ اِذَا جَٓاءَ اَجَلُهُمْ فَلَا يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً وَلَا يَسْتَقْدِمُونَ ﴿٤٩
49﴿ (Habîbim! O inkârcılara ve alaycılara) de ki: “Ben Allâh’ın murâd etmiş olduğu şeyler dışında kendi nefsim için (bile) bir zarar(ı savuşturmay)a mâlik olamam, bir fayday(ı kazanmay)a da (mâlik olmam vâki) olamaz! (Hâl böyleyken, size azâbın ne zaman ve ne şekil geleceğini nereden bilebilirim?!) Ayrıca (peygamberlerini inkârda ısrarcı olan) her bir ümmet(in helâk edilmesi) için (belirlenmiş) bir ecel (ve müddet) vardır. Onların (hayatlarının sona ermesi için tâyin edilen) eceli geldiği zaman, artık bir an (bile) geri kalamazlar, öne de geçemezler /bir an geri kalma talebinde dahî bulunamazlar, öne geçmek de isteyemezler/.”
قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ اَتٰيكُمْ عَذَابُهُ بَيَاتًا اَوْ نَهَارًا مَاذَا يَسْتَعْجِلُ مِنْهُ الْمُجْرِمُونَ ﴿٥٠
50﴿ (Rasûlüm! Allâh-u Te‘âlâ’nın geçmiş inkârcı ümmetlere yaptıklarını naklettikten sonra senden acele azap isteyen o kişilere) de ki: “Gördünüz mü? (Söyleyin bakayım!) O’nun (acele istediğiniz) azâbı size gecele(yin uyu)rken ya da gündüz (işlerinizle meşgulken) gelecek olsa, (ikisi de istenmeyecek şekilde zor ve tehlikeliyken) o mücrimler (ve suçlu kimseler) on(lar)dan hangisini acele istiyor?! (Söylesinler de ona göre gönderelim!)
اَثُمَّ اِذَا مَا وَقَعَ اٰمَنْتُمْ بِه۪ۜ آٰلْـٰٔنَ وَقَدْ كُنْتُمْ بِه۪ تَسْتَعْجِلُونَ ﴿٥١
51﴿ (Onlar azâbı görüp îmân edince onlara:) O (azap) gerçekleştikten sonra mı o (Allâh’ın azâbı)na îmân ettiniz?! Şimdi (belâya uğrayınca îmân ettiniz değil) mi?! Oysa gerçekten siz sürekli bunu (inkâr ettiğiniz için) acele istemekte idiniz (denilecektir).
ثُمَّ ق۪يلَ لِلَّذ۪ينَ ظَلَمُوا ذُوقُوا عَذَابَ الْخُلْدِۚ هَلْ تُجْزَوْنَ اِلَّا بِمَا كُنْتُمْ تَكْسِبُونَ ﴿٥٢
52﴿ Sonra kendileri (dünyâdayken şirkten ibâret büyük bir) zulüm işlemiş o kimselere: “O sonsuzluk azâbını tadın (bakalım)! (Şimdi) siz ancak (evvelce) sürekli kazanmakta olduğunuz (kötü) şeyler sebebiyle cezâlandırılıyorsunuz” denilecektir.
وَيَسْتَنْبِؤُ۫نَكَ اَحَقٌّ هُوَۜ قُلْ ا۪ي وَرَبّ۪ٓي اِنَّهُ لَحَقٌّ وَمَٓا اَنْتُمْ بِمُعْجِز۪ينَ۟ ﴿٥٣
53﴿ Onlar: “O (azap) bir gerçek midir?” diye senden haber soruyorlar. De ki: “Evet, Rabbime andolsun ki; muhakkak ki o elbette (eninde sonunda gerçekleşecek) bir haktır. Sizler ise aslâ (o azâbı size uygulayacak Allâh-u Te‘âlâ’yı bu murâdını gerçekleştirmekten) âciz bırakabilecek kimseler olamazsınız /sizler ise aslâ (üzerinize inen azâbı size yetişmekten âciz bırakıp ondan) kaçabilecek kimseler olamazsınız/.”