v02.01.25 Geliştirme Notları
Yûnus Sûresi
219
Cuz 11
98﴿ (İnkârları yüzünden helâke mâruz kalan milletler içerisinde) Yûnus’un kavmi dışında, (azâbı gördükleri zaman) îmân edip de îmân etmeleri kendilerine fayda vermiş olan bir (tâne bile) karye (halkı) bulunsaydı ya! Onlar (azap emârelerini gördüklerinde) îmân ettikleri zaman, Biz kendilerinden o (dünyâdaki) en yakın hayatta rüsvaylık azâbını uzaklaştırıp açtık ve onları (Bizce mâlum ve mukadder olan) bir süreye kadar (dünyâ nîmetleriyle) faydalandırdık. Tefsirlerde zikredildiğine göre; Yûnus (Aleyhisselâm) Musul’un Nînevâ şehrinin müşrik olan halkına gönderilmişti. Onlar onu inkârda ısrâr edince o, onlara üç güne kadar helâk edileceklerini bildirdi. Kendisi de öfkeli bir şekilde onları terk edip gitti. Vaad edilen zaman yaklaştığında gökte şiddetli bir duman ve siyah bir bulut peydahlanarak şehirlerini kaplayacak şekilde üzerlerine çökünce onlar korkuya kapılıp Yûnus (Aleyhisselâm)ı aradılarsa da bulamadılar. Fakat onun verdiği haberlerin doğruluğunu yakînen anlayınca, eski elbiseler giyerek eşlerini, çocuklarını ve hayvanlarını yanlarına alıp yüksek bir düzlüğe çıktılar. Sonra annelerle yavrularını birbirinden ayırarak ağlattılar, kendileri de hâlisâne tevbe ederek îmânlarını izhâr ettiler ve birbirleriyle helâlleştiler. O derece ki; bir kişi başkasından gasp edip evinin temeline koyduğu bir taşı bile sökerek sâhibine iâde ediyordu. Böylece onlar: “Ey Allâh! Bizim günahlarımız gerçekten çok büyük olmuştur, ama Sen onlardan daha büyüksün. Sen bize Sana yakışanı yap, bizim hak ettiğimizi bize revâ görme” diye ağlayarak sesli sesli duâ edince, cumâ gününe denk gelen bir Âşûrâ gününde Allâh-u Te‘âlâ azaplarını kaldırdı ki, bu âyet-i kerîmede belirtildiği üzere; azâbın mukaddimesini gördükten sonra bunlardan başka kurtulan bir toplum olmamıştır. (el-Beyzâvî, Envâru’t-Tenzîl; en-Nesefî, Medârikü’t-Tenzîl; el-Hâzin, Lübâbü’t-te’vîl, -Mecmû‘atü’t-tefâsîr-, 3/290-291)
99﴿ (Yeryüzünde bulunan ins-ü cinnin tümü îmân etme yönünde irâde sarf edecek olsalardı, elbette) Rabbin (bunu böyle bildiği için irâde ederdi ve O) murâd etseydi yerde bulunan kimselerin hepsi de, elbette onlar(dan bir fert dahî ayrılmaksızın) birlikte oldukları hâlde îmân ederdi. (Lâkin Allâh-u Te‘âlâ her mükellefin, kendisine verilen hür irâdeyi îmân etme yönünde kullanmayacağını ezelde bildiğinden, irâdesi de ancak bu hatâsız bilgisi doğrultusunda tecellî ettiği için herkesin îmânını murâd etmemiştir.) Böyleyken sen mi îmânlı kimseler olsunlar diye insanları zorlayacaksın?!
100﴿ Zâten Allâh’ın izni (irâdesi) ile olmadıkça hiçbir kimse için, îmân etmesi (diye bir şey söz konusu) olmamıştır. Ama O (Allâh-u Te‘âlâ), murdar (olan kâfirliği ve sebebiyet vereceği) azâbı o (inatçı) kimseler üzerine bırakır ki onlar akıllarını (âyet ve delilleri düşünerek doğruyu bulma yönünde) kullanmazlar.
101﴿ (Habîbim!) De ki: “(İbret nazarıyla bir) bakın ki; göklerde ve yerde (Allâh-u Te‘âlâ’nın birliğine ve üstün kudretine delâlet eden) ne şeyler (ve türlü türlü nice eşsiz eserler) vardır.” Fakat ne (bunca) âyetler, ne de uyarılar /ne de uyarıcılar/ bir topluma ne fayda verebilir ki onlar (akıllarını doğruyu bulma yönünde kullanmamakta ısrâr ederek) îmân etmezler.
102﴿ Artık o (müşrik ola)nlar kendilerinden önce geçmiş bulunan (şirke bulaşmış) o kimselerin (yaşadıkları azap) günlerinin bir benzerinden başkasını beklemiyorlar. (Habîbim! Onları tehdit etmek için) de ki: “Öyleyse (belânızı) bekleyin (bakalım)! Gerçekten ben de sizinle birlikte (bunu) bekleyicilerdenim.”
103﴿ Sonra Biz(im yüce âdetimiz şudur ki; dâimâ inkârcı ümmetleri helâk edip) rasüllerimizi ve (onlara) îmân etmiş olan kimseleri kurtarırız. İşte sana (Habîbim)! Üzerimize (alarak söz verdiğimiz) bir hak olarak, (sana) îmân edenleri (de) böylece kurtarırız.
104﴿ (Rasûlüm! Senin dîninin doğruluğu hakkında şüphede olan herkese) de ki: “Ey insanlar! Eğer siz benim dînimden bir şüphe içinde iseniz, işte (size dînimi anlatayım da, akılcı bir yaklaşımla onun vasfını dinleyip insaflıca düşünün de anlayın ki) ben (hiçbir zaman) sizin Allâh(ı bırakıp da O’n)dan başka tapmakta olduğunuz kimselere tapmam. Fakat O Allâh’a ibâdet ederim ki; sizi O vefât ettirecek (sonra da çeşitli azaplara arz edecek)tir. Zâten ben (aklın gösterdiği ve vahyin açıkladığı şeylere inanan) müminlerden olmamla emrolundum.
105﴿ Bir de: “(Bâtıl dinlerin görüşlerinden tamâmen uzak olup hakkı temsil eden) o hanîf (İslâm) dîn(i) için yüzünü doğrult /(tüm asılsız inançları terk edip hakka yönelen) bir hanîf olarak yüzünü o dîne yönelt/ ve sakın ha (ne inanç ne de amel bakımından) müşriklerden olma” diye (emrolundum).
106﴿ Bir de sen Allâh(a ibâdet yapmay)ı bırakarak, sana fayda sağlayamayacak, sana zarar da veremeyecek şeylere (hiçbir sûretle) tapma. (Farz-ı muhâl) şâyet (bunu) yaparsan, işte o takdirde muhakkak sen (yanlış ve yersiz bir iş yapmış olacağın için kendine yazık eden) zâlimlerdensin.”
سُورَةُ يُونُسَ
الجزء ١١
٢١٩
فَلَوْلَا كَانَتْ قَرْيَةٌ اٰمَنَتْ فَنَفَعَهَٓا ا۪يمَانُهَٓا اِلَّا قَوْمَ يُونُسَۜ لَمَّٓا اٰمَنُوا كَشَفْنَا عَنْهُمْ عَذَابَ الْخِزْيِ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَمَتَّعْنَاهُمْ اِلٰى ح۪ينٍ ﴿٩٨
وَلَوْ شَٓاءَ رَبُّكَ لَاٰمَنَ مَنْ فِي الْاَرْضِ كُلُّهُمْ جَم۪يعًاۜ اَفَاَنْتَ تُكْرِهُ النَّاسَ حَتّٰى يَكُونُوا مُؤْمِن۪ينَ ﴿٩٩
وَمَا كَانَ لِنَفْسٍ اَنْ تُؤْمِنَ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِۜ وَيَجْعَلُ الرِّجْسَ عَلَى الَّذ۪ينَ لَا يَعْقِلُونَ ﴿١٠٠
قُلِ انْظُرُوا مَاذَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَمَا تُغْنِي الْاٰيَاتُ وَالنُّذُرُ عَنْ قَوْمٍ لَا يُؤْمِنُونَ ﴿١٠١
فَهَلْ يَنْتَظِرُونَ اِلَّا مِثْلَ اَيَّامِ الَّذ۪ينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلِهِمْۜ قُلْ فَانْتَظِرُٓوا اِنّ۪ي مَعَكُمْ مِنَ الْمُنْتَظِر۪ينَ ﴿١٠٢
ثُمَّ نُنَجّ۪ي رُسُلَنَا وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كَذٰلِكَۚ حَقًّا عَلَيْنَا نُنْجِ الْمُؤْمِن۪ينَ۟ ﴿١٠٣
قُلْ يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنْ كُنْتُمْ ف۪ي شَكٍّ مِنْ د۪ين۪ي فَلَٓا اَعْبُدُ الَّذ۪ينَ تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلٰكِنْ اَعْبُدُ اللّٰهَ الَّذ۪ي يَتَوَفّٰيكُمْۚ وَاُمِرْتُ اَنْ اَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَۙ ﴿١٠٤
وَاَنْ اَقِمْ وَجْهَكَ لِلدّ۪ينِ حَن۪يفًاۚ وَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ ﴿١٠٥
وَلَا تَدْعُ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَنْفَعُكَ وَلَا يَضُرُّكَۚ فَاِنْ فَعَلْتَ فَاِنَّكَ اِذًا مِنَ الظَّالِم۪ينَ ﴿١٠٦
Yûnus Sûresi
219
Cuz 11
فَلَوْلَا كَانَتْ قَرْيَةٌ اٰمَنَتْ فَنَفَعَهَٓا ا۪يمَانُهَٓا اِلَّا قَوْمَ يُونُسَۜ لَمَّٓا اٰمَنُوا كَشَفْنَا عَنْهُمْ عَذَابَ الْخِزْيِ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَمَتَّعْنَاهُمْ اِلٰى ح۪ينٍ ﴿٩٨
98﴿ (İnkârları yüzünden helâke mâruz kalan milletler içerisinde) Yûnus’un kavmi dışında, (azâbı gördükleri zaman) îmân edip de îmân etmeleri kendilerine fayda vermiş olan bir (tâne bile) karye (halkı) bulunsaydı ya! Onlar (azap emârelerini gördüklerinde) îmân ettikleri zaman, Biz kendilerinden o (dünyâdaki) en yakın hayatta rüsvaylık azâbını uzaklaştırıp açtık ve onları (Bizce mâlum ve mukadder olan) bir süreye kadar (dünyâ nîmetleriyle) faydalandırdık. Tefsirlerde zikredildiğine göre; Yûnus (Aleyhisselâm) Musul’un Nînevâ şehrinin müşrik olan halkına gönderilmişti. Onlar onu inkârda ısrâr edince o, onlara üç güne kadar helâk edileceklerini bildirdi. Kendisi de öfkeli bir şekilde onları terk edip gitti. Vaad edilen zaman yaklaştığında gökte şiddetli bir duman ve siyah bir bulut peydahlanarak şehirlerini kaplayacak şekilde üzerlerine çökünce onlar korkuya kapılıp Yûnus (Aleyhisselâm)ı aradılarsa da bulamadılar. Fakat onun verdiği haberlerin doğruluğunu yakînen anlayınca, eski elbiseler giyerek eşlerini, çocuklarını ve hayvanlarını yanlarına alıp yüksek bir düzlüğe çıktılar. Sonra annelerle yavrularını birbirinden ayırarak ağlattılar, kendileri de hâlisâne tevbe ederek îmânlarını izhâr ettiler ve birbirleriyle helâlleştiler. O derece ki; bir kişi başkasından gasp edip evinin temeline koyduğu bir taşı bile sökerek sâhibine iâde ediyordu. Böylece onlar: “Ey Allâh! Bizim günahlarımız gerçekten çok büyük olmuştur, ama Sen onlardan daha büyüksün. Sen bize Sana yakışanı yap, bizim hak ettiğimizi bize revâ görme” diye ağlayarak sesli sesli duâ edince, cumâ gününe denk gelen bir Âşûrâ gününde Allâh-u Te‘âlâ azaplarını kaldırdı ki, bu âyet-i kerîmede belirtildiği üzere; azâbın mukaddimesini gördükten sonra bunlardan başka kurtulan bir toplum olmamıştır. (el-Beyzâvî, Envâru’t-Tenzîl; en-Nesefî, Medârikü’t-Tenzîl; el-Hâzin, Lübâbü’t-te’vîl, -Mecmû‘atü’t-tefâsîr-, 3/290-291)
وَلَوْ شَٓاءَ رَبُّكَ لَاٰمَنَ مَنْ فِي الْاَرْضِ كُلُّهُمْ جَم۪يعًاۜ اَفَاَنْتَ تُكْرِهُ النَّاسَ حَتّٰى يَكُونُوا مُؤْمِن۪ينَ ﴿٩٩
99﴿ (Yeryüzünde bulunan ins-ü cinnin tümü îmân etme yönünde irâde sarf edecek olsalardı, elbette) Rabbin (bunu böyle bildiği için irâde ederdi ve O) murâd etseydi yerde bulunan kimselerin hepsi de, elbette onlar(dan bir fert dahî ayrılmaksızın) birlikte oldukları hâlde îmân ederdi. (Lâkin Allâh-u Te‘âlâ her mükellefin, kendisine verilen hür irâdeyi îmân etme yönünde kullanmayacağını ezelde bildiğinden, irâdesi de ancak bu hatâsız bilgisi doğrultusunda tecellî ettiği için herkesin îmânını murâd etmemiştir.) Böyleyken sen mi îmânlı kimseler olsunlar diye insanları zorlayacaksın?!
وَمَا كَانَ لِنَفْسٍ اَنْ تُؤْمِنَ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِۜ وَيَجْعَلُ الرِّجْسَ عَلَى الَّذ۪ينَ لَا يَعْقِلُونَ ﴿١٠٠
100﴿ Zâten Allâh’ın izni (irâdesi) ile olmadıkça hiçbir kimse için, îmân etmesi (diye bir şey söz konusu) olmamıştır. Ama O (Allâh-u Te‘âlâ), murdar (olan kâfirliği ve sebebiyet vereceği) azâbı o (inatçı) kimseler üzerine bırakır ki onlar akıllarını (âyet ve delilleri düşünerek doğruyu bulma yönünde) kullanmazlar.
قُلِ انْظُرُوا مَاذَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَمَا تُغْنِي الْاٰيَاتُ وَالنُّذُرُ عَنْ قَوْمٍ لَا يُؤْمِنُونَ ﴿١٠١
101﴿ (Habîbim!) De ki: “(İbret nazarıyla bir) bakın ki; göklerde ve yerde (Allâh-u Te‘âlâ’nın birliğine ve üstün kudretine delâlet eden) ne şeyler (ve türlü türlü nice eşsiz eserler) vardır.” Fakat ne (bunca) âyetler, ne de uyarılar /ne de uyarıcılar/ bir topluma ne fayda verebilir ki onlar (akıllarını doğruyu bulma yönünde kullanmamakta ısrâr ederek) îmân etmezler.
فَهَلْ يَنْتَظِرُونَ اِلَّا مِثْلَ اَيَّامِ الَّذ۪ينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلِهِمْۜ قُلْ فَانْتَظِرُٓوا اِنّ۪ي مَعَكُمْ مِنَ الْمُنْتَظِر۪ينَ ﴿١٠٢
102﴿ Artık o (müşrik ola)nlar kendilerinden önce geçmiş bulunan (şirke bulaşmış) o kimselerin (yaşadıkları azap) günlerinin bir benzerinden başkasını beklemiyorlar. (Habîbim! Onları tehdit etmek için) de ki: “Öyleyse (belânızı) bekleyin (bakalım)! Gerçekten ben de sizinle birlikte (bunu) bekleyicilerdenim.”
ثُمَّ نُنَجّ۪ي رُسُلَنَا وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كَذٰلِكَۚ حَقًّا عَلَيْنَا نُنْجِ الْمُؤْمِن۪ينَ۟ ﴿١٠٣
103﴿ Sonra Biz(im yüce âdetimiz şudur ki; dâimâ inkârcı ümmetleri helâk edip) rasüllerimizi ve (onlara) îmân etmiş olan kimseleri kurtarırız. İşte sana (Habîbim)! Üzerimize (alarak söz verdiğimiz) bir hak olarak, (sana) îmân edenleri (de) böylece kurtarırız.
قُلْ يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنْ كُنْتُمْ ف۪ي شَكٍّ مِنْ د۪ين۪ي فَلَٓا اَعْبُدُ الَّذ۪ينَ تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلٰكِنْ اَعْبُدُ اللّٰهَ الَّذ۪ي يَتَوَفّٰيكُمْۚ وَاُمِرْتُ اَنْ اَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَۙ ﴿١٠٤
104﴿ (Rasûlüm! Senin dîninin doğruluğu hakkında şüphede olan herkese) de ki: “Ey insanlar! Eğer siz benim dînimden bir şüphe içinde iseniz, işte (size dînimi anlatayım da, akılcı bir yaklaşımla onun vasfını dinleyip insaflıca düşünün de anlayın ki) ben (hiçbir zaman) sizin Allâh(ı bırakıp da O’n)dan başka tapmakta olduğunuz kimselere tapmam. Fakat O Allâh’a ibâdet ederim ki; sizi O vefât ettirecek (sonra da çeşitli azaplara arz edecek)tir. Zâten ben (aklın gösterdiği ve vahyin açıkladığı şeylere inanan) müminlerden olmamla emrolundum.
وَاَنْ اَقِمْ وَجْهَكَ لِلدّ۪ينِ حَن۪يفًاۚ وَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ ﴿١٠٥
105﴿ Bir de: “(Bâtıl dinlerin görüşlerinden tamâmen uzak olup hakkı temsil eden) o hanîf (İslâm) dîn(i) için yüzünü doğrult /(tüm asılsız inançları terk edip hakka yönelen) bir hanîf olarak yüzünü o dîne yönelt/ ve sakın ha (ne inanç ne de amel bakımından) müşriklerden olma” diye (emrolundum).
وَلَا تَدْعُ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَنْفَعُكَ وَلَا يَضُرُّكَۚ فَاِنْ فَعَلْتَ فَاِنَّكَ اِذًا مِنَ الظَّالِم۪ينَ ﴿١٠٦
106﴿ Bir de sen Allâh(a ibâdet yapmay)ı bırakarak, sana fayda sağlayamayacak, sana zarar da veremeyecek şeylere (hiçbir sûretle) tapma. (Farz-ı muhâl) şâyet (bunu) yaparsan, işte o takdirde muhakkak sen (yanlış ve yersiz bir iş yapmış olacağın için kendine yazık eden) zâlimlerdensin.”