v02.01.25 Geliştirme Notları
Bakara Sûresi
23
Cuz 2
154﴿ Allâh(ın dînini yüceltme) yolunda öldürülen (şehit) kimseler için: “(Bunlar) ölüler(dir)” demeyin. Doğrusu, (onlar) dirilerdir velâkin (yaşantıları cismânî olmadığından) siz (onların hayatlarını hissetmek bir yana, vahye dayanmayan şu yetersiz akıllarınızla, onların ne mânâda diri olduklarını bile) anlayamazsınız.
155﴿ Andolsun ki; elbette sizi (koruduğumuz bunca belâya nazaran) çok az bir şeyle; korkuyla ve açlıkla, bir de mallardan, canlardan ve mahsüllerden biraz eksiltmeyle mutlaka imtihan (edenin muâmelesine tâbi) edeceğiz. (Habîbim! Belâlara) sabreden o kişileri (cennetle) müjdele.
156﴿ O (sabırlı) kimseler ki; kendilerine bir musîbet ulaştığında: “Şüphesiz biz Allâh’a âit (kul ve köleler)iz ve kesinlikle biz ancak O’na dönücü kimseleriz” derler.
157﴿ İşte sana! Onlar (var ya); Rablerinden (art arda gelen) mağfiretler ve büyük bir rahmet sâdece onlar üzerine (inmekte)dir. Yine işte sana! Ancak onlar, (başlarına gelen belâlara karşı teslîmiyet ve rızâ göstermeleri hasebiyle) hidâyet bulan (ve dosdoğru yola kavuşan) kimselerdir.
158﴿ Şüphesiz (Mekke’de bulunan) Safâ ve Merve (tepeleri), Allâh’ın (dîninin hac ve umre ibâdetlerine mahal olmaları hasebiyle İslâm) nişanlarındandır. Artık her kim o Beyt’i hacceder veyâ umre yaparsa, (Safâ ve Merve arasında sa‘y ederek) o ikisini iyice tavâf etmesinde kendisi üzerine hiçbir günah yoktur. Ama her kim (mecbur olmadığı hâlde) istekli olarak bir hayır yaparsa, şüphesiz ki Allâh Şâkir’dir (yapılan az bir amele çok mükâfat verendir), Alîm’dir (küçük-büyük her yapılanı hakkıyla bilendir).
159﴿ Şüphesiz o kimseler ki (Muhammed (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in doğruluğu ve ona inanılması gerektiği, evli olduğu hâlde zinâ edenin taşlanarak öldürülmesi ve kıblenin Kâ‘be’ye döndürülmesi gibi konularda) indirmiş olduğumuz o açık delilleri ve hidâyet (edici âyetler)i, Biz onu o (Tevrât) kitab(ın)-da insanlara açıkladıktan sonra gizlemektedirler; (Habîbim!) işte sana! Onlar (öyle kötü kimselerdir) ki, şüphesiz Allâh da onlara lânet etmektedir, tüm lânet edebilenler de onları lânetlemektedir.
160﴿ Lâkin o kimseler ki (yaptıkları gizleme işinden ve dönülmesi gereken bütün yanlışlardan) tevbe etmişlerdir, (yaptıkları bozgunculuğu) düzeltmişlerdir ve (kâfirlik damgasını üzerlerinden tamâmen silip, iyilikte örnek olmak için, hatâlarından tevbe ettiklerini insanlara) açıklamışlardır, artık işte sana! Onlar (öyle bahtiyar kimselerdir) ki, Ben onların tevbelerini kabûl ederim. Zâten ancak Ben (tevbeleri son derece kabûl eden bir) Tevvâb’ım, (kullarına bolca rahmet akıtan bir) Rahîm’im. Bu âyet-i kerîmeden anlaşıldığına göre; vaaz ve fetvâlarıyla insanları yanlışa sevk eden âlimlerin tevbesinin kabûlü için sâdece pişmanlık yeterli olmayıp birkaç şart gereklidir. Tabî ki yine de ilk şart pişmanlıksa da, burada “Islâh” ve “Tebyîn” yâni yaptıkları yanlışı düzeltme ve bu düzeltmeyi herkese açıklama şartı ilâve edilmiştir. Zîrâ onların günahı, Allâh ile aralarında kalmayıp insanları ifsâda sürüklemiştir.
161﴿ Şüphesiz o kimseler ki (gerçekleri gizlemekten tevbekâr olmayıp da) kâfir(likte ısrarcı) olmuşlardır ve onlar kâfirler olarak ölmüşlerdir; (Habîbim!) işte sana! Onlar (öyle bedbaht kimselerdir) ki, Allâh’ın, meleklerin ve hep birlikte olan bütün insanların lâneti ancak onlar üzerine (inmekte)dir.
162﴿ O (lânet sahası)nda ebedî kalıcı kimseler olarak (aslâ cehennemden çıkamayacaklardır). Kendilerinden azap (hiçbir şekilde aslâ) hafifletilmeyecek (bilakis azap üzerine azap ilâve edilecek)tir, onlar (tevbe etmeleri için) mühlet verilecek (kimseler) de değildirler /kendileri (özür dilemeleri) beklenecek (kimseler) de değildirler /onlar (rahmet nazarıyla suratlarına) bakılacak (şahıslar) da değildirler/.
163﴿ (Ey Habîbime gelip: “Bize Rabbini târif et” diyen insanlar!) Sizin İlâhınız, ancak bir tek İlâh’tır. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur, (çünkü O, esaslarıyla ve ayrıntılarıyla tüm nîmetlerin sâhibi olan bir) Rahmân’dır, (yarattıklarına çok acıyan bir) Rahîm’dir. (O’nun dışındaki her şey ise, ya nîmetin kendisidir veyâ nîmete mazhar durumdadır. Artık nîmetleri de, nîmete mazhar kılınanları da yaratandan başka hiçbir şeyin ibâdet olunmayı hak etmediği âşikârdır.)
سُورَةُ الْبَقَرَةِ
الجزء ٢
٢٣
وَلَا تَقُولُوا لِمَنْ يُقْتَلُ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ اَمْوَاتٌۜ بَلْ اَحْيَٓاءٌ وَلٰكِنْ لَا تَشْعُرُونَ ﴿١٥٤
وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَيْءٍ مِنَ الْخَوْفِ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِنَ الْاَمْوَالِ وَالْاَنْفُسِ وَالثَّمَرَاتِۜ وَبَشِّرِ الصَّابِر۪ينَۙ ﴿١٥٥
اَلَّذ۪ينَ اِذَٓا اَصَابَتْهُمْ مُص۪يبَةٌۙ قَالُٓوا اِنَّا لِلّٰهِ وَاِنَّٓا اِلَيْهِ رَاجِعُونَۜ ﴿١٥٦
اُو۬لٰٓئِكَ عَلَيْهِمْ صَلَوَاتٌ مِنْ رَبِّهِمْ وَرَحْمَةٌ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُهْتَدُونَ ﴿١٥٧
اِنَّ الصَّفَا وَالْمَرْوَةَ مِنْ شَعَٓائِرِ اللّٰهِۚ فَمَنْ حَجَّ الْبَيْتَ اَوِ اعْتَمَرَ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِ اَنْ يَطَّوَّفَ بِهِمَاۜ وَمَنْ تَطَوَّعَ خَيْرًاۙ فَاِنَّ اللّٰهَ شَاكِرٌ عَل۪يمٌ ﴿١٥٨
اِنَّ الَّذ۪ينَ يَكْتُمُونَ مَٓا اَنْزَلْنَا مِنَ الْبَيِّنَاتِ وَالْهُدٰى مِنْ بَعْدِ مَا بَيَّنَّاهُ لِلنَّاسِ فِي الْكِتَابِۙ اُو۬لٰٓئِكَ يَلْعَنُهُمُ اللّٰهُ وَيَلْعَنُهُمُ اللَّاعِنُونَۙ ﴿١٥٩
اِلَّا الَّذ۪ينَ تَابُوا وَاَصْلَحُوا وَبَيَّنُوا فَاُو۬لٰٓئِكَ اَتُوبُ عَلَيْهِمْۚ وَاَنَا التَّوَّابُ الرَّح۪يمُ ﴿١٦٠
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَمَاتُوا وَهُمْ كُفَّارٌ اُو۬لٰٓئِكَ عَلَيْهِمْ لَعْنَةُ اللّٰهِ وَالْمَلٰٓئِكَةِ وَالنَّاسِ اَجْمَع۪ينَۙ ﴿١٦١
خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۚ لَا يُخَفَّفُ عَنْهُمُ الْعَذَابُ وَلَا هُمْ يُنْظَرُونَ ﴿١٦٢
وَاِلٰهُكُمْ اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ الرَّحْمٰنُ الرَّح۪يمُ۟ ﴿١٦٣
Bakara Sûresi
23
Cuz 2
وَلَا تَقُولُوا لِمَنْ يُقْتَلُ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ اَمْوَاتٌۜ بَلْ اَحْيَٓاءٌ وَلٰكِنْ لَا تَشْعُرُونَ ﴿١٥٤
154﴿ Allâh(ın dînini yüceltme) yolunda öldürülen (şehit) kimseler için: “(Bunlar) ölüler(dir)” demeyin. Doğrusu, (onlar) dirilerdir velâkin (yaşantıları cismânî olmadığından) siz (onların hayatlarını hissetmek bir yana, vahye dayanmayan şu yetersiz akıllarınızla, onların ne mânâda diri olduklarını bile) anlayamazsınız.
وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَيْءٍ مِنَ الْخَوْفِ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِنَ الْاَمْوَالِ وَالْاَنْفُسِ وَالثَّمَرَاتِۜ وَبَشِّرِ الصَّابِر۪ينَۙ ﴿١٥٥
155﴿ Andolsun ki; elbette sizi (koruduğumuz bunca belâya nazaran) çok az bir şeyle; korkuyla ve açlıkla, bir de mallardan, canlardan ve mahsüllerden biraz eksiltmeyle mutlaka imtihan (edenin muâmelesine tâbi) edeceğiz. (Habîbim! Belâlara) sabreden o kişileri (cennetle) müjdele.
اَلَّذ۪ينَ اِذَٓا اَصَابَتْهُمْ مُص۪يبَةٌۙ قَالُٓوا اِنَّا لِلّٰهِ وَاِنَّٓا اِلَيْهِ رَاجِعُونَۜ ﴿١٥٦
156﴿ O (sabırlı) kimseler ki; kendilerine bir musîbet ulaştığında: “Şüphesiz biz Allâh’a âit (kul ve köleler)iz ve kesinlikle biz ancak O’na dönücü kimseleriz” derler.
اُو۬لٰٓئِكَ عَلَيْهِمْ صَلَوَاتٌ مِنْ رَبِّهِمْ وَرَحْمَةٌ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُهْتَدُونَ ﴿١٥٧
157﴿ İşte sana! Onlar (var ya); Rablerinden (art arda gelen) mağfiretler ve büyük bir rahmet sâdece onlar üzerine (inmekte)dir. Yine işte sana! Ancak onlar, (başlarına gelen belâlara karşı teslîmiyet ve rızâ göstermeleri hasebiyle) hidâyet bulan (ve dosdoğru yola kavuşan) kimselerdir.
اِنَّ الصَّفَا وَالْمَرْوَةَ مِنْ شَعَٓائِرِ اللّٰهِۚ فَمَنْ حَجَّ الْبَيْتَ اَوِ اعْتَمَرَ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِ اَنْ يَطَّوَّفَ بِهِمَاۜ وَمَنْ تَطَوَّعَ خَيْرًاۙ فَاِنَّ اللّٰهَ شَاكِرٌ عَل۪يمٌ ﴿١٥٨
158﴿ Şüphesiz (Mekke’de bulunan) Safâ ve Merve (tepeleri), Allâh’ın (dîninin hac ve umre ibâdetlerine mahal olmaları hasebiyle İslâm) nişanlarındandır. Artık her kim o Beyt’i hacceder veyâ umre yaparsa, (Safâ ve Merve arasında sa‘y ederek) o ikisini iyice tavâf etmesinde kendisi üzerine hiçbir günah yoktur. Ama her kim (mecbur olmadığı hâlde) istekli olarak bir hayır yaparsa, şüphesiz ki Allâh Şâkir’dir (yapılan az bir amele çok mükâfat verendir), Alîm’dir (küçük-büyük her yapılanı hakkıyla bilendir).
اِنَّ الَّذ۪ينَ يَكْتُمُونَ مَٓا اَنْزَلْنَا مِنَ الْبَيِّنَاتِ وَالْهُدٰى مِنْ بَعْدِ مَا بَيَّنَّاهُ لِلنَّاسِ فِي الْكِتَابِۙ اُو۬لٰٓئِكَ يَلْعَنُهُمُ اللّٰهُ وَيَلْعَنُهُمُ اللَّاعِنُونَۙ ﴿١٥٩
159﴿ Şüphesiz o kimseler ki (Muhammed (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in doğruluğu ve ona inanılması gerektiği, evli olduğu hâlde zinâ edenin taşlanarak öldürülmesi ve kıblenin Kâ‘be’ye döndürülmesi gibi konularda) indirmiş olduğumuz o açık delilleri ve hidâyet (edici âyetler)i, Biz onu o (Tevrât) kitab(ın)-da insanlara açıkladıktan sonra gizlemektedirler; (Habîbim!) işte sana! Onlar (öyle kötü kimselerdir) ki, şüphesiz Allâh da onlara lânet etmektedir, tüm lânet edebilenler de onları lânetlemektedir.
اِلَّا الَّذ۪ينَ تَابُوا وَاَصْلَحُوا وَبَيَّنُوا فَاُو۬لٰٓئِكَ اَتُوبُ عَلَيْهِمْۚ وَاَنَا التَّوَّابُ الرَّح۪يمُ ﴿١٦٠
160﴿ Lâkin o kimseler ki (yaptıkları gizleme işinden ve dönülmesi gereken bütün yanlışlardan) tevbe etmişlerdir, (yaptıkları bozgunculuğu) düzeltmişlerdir ve (kâfirlik damgasını üzerlerinden tamâmen silip, iyilikte örnek olmak için, hatâlarından tevbe ettiklerini insanlara) açıklamışlardır, artık işte sana! Onlar (öyle bahtiyar kimselerdir) ki, Ben onların tevbelerini kabûl ederim. Zâten ancak Ben (tevbeleri son derece kabûl eden bir) Tevvâb’ım, (kullarına bolca rahmet akıtan bir) Rahîm’im. Bu âyet-i kerîmeden anlaşıldığına göre; vaaz ve fetvâlarıyla insanları yanlışa sevk eden âlimlerin tevbesinin kabûlü için sâdece pişmanlık yeterli olmayıp birkaç şart gereklidir. Tabî ki yine de ilk şart pişmanlıksa da, burada “Islâh” ve “Tebyîn” yâni yaptıkları yanlışı düzeltme ve bu düzeltmeyi herkese açıklama şartı ilâve edilmiştir. Zîrâ onların günahı, Allâh ile aralarında kalmayıp insanları ifsâda sürüklemiştir.
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَمَاتُوا وَهُمْ كُفَّارٌ اُو۬لٰٓئِكَ عَلَيْهِمْ لَعْنَةُ اللّٰهِ وَالْمَلٰٓئِكَةِ وَالنَّاسِ اَجْمَع۪ينَۙ ﴿١٦١
161﴿ Şüphesiz o kimseler ki (gerçekleri gizlemekten tevbekâr olmayıp da) kâfir(likte ısrarcı) olmuşlardır ve onlar kâfirler olarak ölmüşlerdir; (Habîbim!) işte sana! Onlar (öyle bedbaht kimselerdir) ki, Allâh’ın, meleklerin ve hep birlikte olan bütün insanların lâneti ancak onlar üzerine (inmekte)dir.
خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۚ لَا يُخَفَّفُ عَنْهُمُ الْعَذَابُ وَلَا هُمْ يُنْظَرُونَ ﴿١٦٢
162﴿ O (lânet sahası)nda ebedî kalıcı kimseler olarak (aslâ cehennemden çıkamayacaklardır). Kendilerinden azap (hiçbir şekilde aslâ) hafifletilmeyecek (bilakis azap üzerine azap ilâve edilecek)tir, onlar (tevbe etmeleri için) mühlet verilecek (kimseler) de değildirler /kendileri (özür dilemeleri) beklenecek (kimseler) de değildirler /onlar (rahmet nazarıyla suratlarına) bakılacak (şahıslar) da değildirler/.
وَاِلٰهُكُمْ اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ الرَّحْمٰنُ الرَّح۪يمُ۟ ﴿١٦٣
163﴿ (Ey Habîbime gelip: “Bize Rabbini târif et” diyen insanlar!) Sizin İlâhınız, ancak bir tek İlâh’tır. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur, (çünkü O, esaslarıyla ve ayrıntılarıyla tüm nîmetlerin sâhibi olan bir) Rahmân’dır, (yarattıklarına çok acıyan bir) Rahîm’dir. (O’nun dışındaki her şey ise, ya nîmetin kendisidir veyâ nîmete mazhar durumdadır. Artık nîmetleri de, nîmete mazhar kılınanları da yaratandan başka hiçbir şeyin ibâdet olunmayı hak etmediği âşikârdır.)