v02.01.25 Geliştirme Notları
Bakara Sûresi
24
Cuz 2
164﴿ (Habîbim! Eğer Allâh-u Te‘âlâ’nın birliği husûsundaki beyanlarının doğruluğuna dâir senden bir âyet istiyorlarsa, işte onlara nice âyetler beyân edelim:) Şüphesiz göklerin ve yerin (eşsiz bir sanat eseri olarak yedi kat hâlinde ve her türlü zevâlden korunmuş bir şekilde) yaratılışında, gece ve gündüzün birbiri peşine gelişinde/gece ile gündüzün (renklerinin karanlık ve aydınlık olarak farklılık arz etmesinde, sürelerinin de mevsimlere göre bâzen artıp bâzen eksilerek) ihtilaf edişinde/; insanlara fayda veren (yiyecek-giyecek ve yakıt gibi) şeylerle (yüklü olarak) denizde akıp giden o gemilerde, bir de Allâh’ın gökten indirdiği ve ölümünden sonra yeri kendisiyle diriltmiş olup, hareket edebilen her tür (canlı) şeyi (kendisi sebebiyle) orada yaymış bulunduğu suda /hareket edebilen her (canlı) şeyi de orada yaymasında/, ayrıca rüzgârların (yönden yöne, şekilden şekle) evrilip çevrilmesinde ve yerle gök arasında (Allâh’ın dilediği yere yağmurları yağdırma emrine) itâatkâr kılınan bulutlarda bir kavim için elbette (Allâh-u Te‘âlâ’nın yenilmez gücünü, üstün hikmetini ve engin rahmetini açıkça ortaya koyan) nice çok büyük âyetler (ve deliller) vardır ki onlar (akıl gözleriyle bakıp iyice düşünerek gerçekleri) anlayabilmektedirler.
165﴿ (Bunca âyetleri gördükten sonra hâlâ) insanlardan öylesi de vardır ki, Allâh’ı bırakıp (ilâhlıkta O’na) birtakım eşler (ve ortaklar) edinir de Allâh’ı sever gibi onları severler. O îmân etmiş olan kimseler ise, (müşriklerin, ilâhlarını sevmesine nispeten) Allâh’a karşı sevgi bakımından daha güçlüdür(ler). (Allâh’a eşler koşarak) o zulmetmiş olan kimseler, (âhiretteki) o (sonsuz) azâbı görecekleri zaman (putlarının onları kurtaramayacağını şimdiden bir) bilseydi(ler, şunu çok iyi anlardılar) ki, şüphesiz (güç ve) kuvvet tümüyle Allâh’a âittir ve Allâh gerçekten azâbı çok şiddetli olan bir Zat’tır. (el-Beyzâvî, el-Âlûsî)
166﴿ O (sapık önderler ve kendilerine uya)nlar (hep birlikte) o azâbı görmüşlerken, (şirk ve inkârda) kendilerine uyulmuş olan o kimseler, (dünyâdayken kendilerine) tâbi olmuş bulunan o kişilerden tamâmen uzaklaştığında ve (kurtuluş sebebi olarak gördükleri akrabâlık, yoldaşlık ve samîmî dostluk gibi irtibat) bağlar(ı) onlar(ın inkârı) yüzünden tümüyle koptuğu zaman (işte o vakit bâtıl ilâhlarının kendilerine fayda vermeyeceğini keşke şimdiden anlayabilseydiler de, onlarla tüm ilişkilerini daha dünyâdayken kesebilseydiler).
167﴿ (Şu hakîkat şimdiden olmuş bitmiş gibi kesin olarak bilinmelidir ki; müşrik önderlere) tâbi olmuş bulunan o kimseler (âhirette azâbı gördüklerinde): “Keşke bizim için gerçekten bir (daha dünyâya geri) dönüş (imkânı) olsaydı da, (bugün) onlar bizden uzaklaştıkları gibi (o gün) biz de onlardan uzaklaşabilseydik” demiştir. (Habîbim!) İşte sana! Allâh onların (şirk içerikli) amellerini, üzerlerine çöken hasretler (ve pişmanlıklar) hâlinde (pişmanlığın hiçbir faydası olmayacağı anda) kendilerine böylece gösterecektir. Ama (şirk üzere öldükleri için) onlar o (cehennem) ateş(in)den aslâ çıkacak kimseler değildirler. (Zerre kadar îmânla ölenler ise, muvakkat bir zaman için azap içerisinde kalsalar da, sonunda mutlaka çıkacaklardır.)
168﴿ Ey insanlar! Yer(yüzün)de bulunan (rızık)-lardan helâl, (bütün şüphelerden tertemiz ve) lezzetli olan(lar)ı yiyin. Ama şeytanın izlerine uymayın. Çünkü gerçekten o (şeytan) sizin için (zâhiren dost görünen) apaçık bir düşmandır. Bu âyet-i kerîmede geçen: “Şeytanın izlerine uymayın” cümle-i celîlesini müfessirler: “Şeytana uyup da eşlerinizi boşamaya dâir şart ve yemîn etmeyin, günah olan şeylerin meydana gelmesi için adak yapmayın, Allâh’tan başkasının adına ant içmeyin ve helâlleri haram, haramları helâl saymayın” şeklinde tefsîr etmişledir.
169﴿ O (şeytan) size ancak (yalan söylemek ve kumar oynamak gibi) kötülük(ler ve günahlar) yapmayı ve (içki içmek, iftirâ etmek ve zinâ yapmak gibi) haddi aşan çirkin işleri (yapmanızı) ve (Allâh’a iftirâda bulunarak kendi kafanızdan: “Şu helâldir, bu haramdır” gibi laflar etmek sûretiyle doğruluğunu) bilmediğiniz şeyleri Allâh’a karşı (O’nun adına) söylemenizi emretmektedir.
سُورَةُ الْبَقَرَةِ
الجزء ٢
٢٤
اِنَّ ف۪ي خَلْقِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاخْتِلَافِ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَالْفُلْكِ الَّت۪ي تَجْر۪ي فِي الْبَحْرِ بِمَا يَنْفَعُ النَّاسَ وَمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ مِنَ السَّمَٓاءِ مِنْ مَٓاءٍ فَاَحْيَا بِهِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا وَبَثَّ ف۪يهَا مِنْ كُلِّ دَٓابَّةٍۖ وَتَصْر۪يفِ الرِّيَاحِ وَالسَّحَابِ الْمُسَخَّرِ بَيْنَ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ ﴿١٦٤
وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَتَّخِذُ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اَنْدَادًا يُحِبُّونَهُمْ كَحُبِّ اللّٰهِۜ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَشَدُّ حُبًّا لِلّٰهِۜ وَلَوْ يَرَى الَّذ۪ينَ ظَلَمُٓوا اِذْ يَرَوْنَ الْعَذَابَۙ اَنَّ الْقُوَّةَ لِلّٰهِ جَم۪يعًاۙ وَاَنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعَذَابِ ﴿١٦٥
اِذْ تَبَرَّاَ الَّذ۪ينَ اتُّبِعُوا مِنَ الَّذ۪ينَ اتَّبَعُوا وَرَاَوُا الْعَذَابَ وَتَقَطَّعَتْ بِهِمُ الْاَسْبَابُ ﴿١٦٦
وَقَالَ الَّذ۪ينَ اتَّبَعُوا لَوْ اَنَّ لَنَا كَرَّةً فَنَتَبَرَّاَ مِنْهُمْ كَمَا تَبَرَّؤُ۫ا مِنَّاۜ كَذٰلِكَ يُر۪يهِمُ اللّٰهُ اَعْمَالَهُمْ حَسَرَاتٍ عَلَيْهِمْۜ وَمَا هُمْ بِخَارِج۪ينَ مِنَ النَّارِ۟ ﴿١٦٧
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ كُلُوا مِمَّا فِي الْاَرْضِ حَلَالًا طَيِّبًاۘ وَلَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِۜ اِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُب۪ينٌ ﴿١٦٨
اِنَّمَا يَأْمُرُكُمْ بِالسُّٓوءِ وَالْفَحْشَٓاءِ وَاَنْ تَقُولُوا عَلَى اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ ﴿١٦٩
Bakara Sûresi
24
Cuz 2
اِنَّ ف۪ي خَلْقِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاخْتِلَافِ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَالْفُلْكِ الَّت۪ي تَجْر۪ي فِي الْبَحْرِ بِمَا يَنْفَعُ النَّاسَ وَمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ مِنَ السَّمَٓاءِ مِنْ مَٓاءٍ فَاَحْيَا بِهِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا وَبَثَّ ف۪يهَا مِنْ كُلِّ دَٓابَّةٍۖ وَتَصْر۪يفِ الرِّيَاحِ وَالسَّحَابِ الْمُسَخَّرِ بَيْنَ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ ﴿١٦٤
164﴿ (Habîbim! Eğer Allâh-u Te‘âlâ’nın birliği husûsundaki beyanlarının doğruluğuna dâir senden bir âyet istiyorlarsa, işte onlara nice âyetler beyân edelim:) Şüphesiz göklerin ve yerin (eşsiz bir sanat eseri olarak yedi kat hâlinde ve her türlü zevâlden korunmuş bir şekilde) yaratılışında, gece ve gündüzün birbiri peşine gelişinde/gece ile gündüzün (renklerinin karanlık ve aydınlık olarak farklılık arz etmesinde, sürelerinin de mevsimlere göre bâzen artıp bâzen eksilerek) ihtilaf edişinde/; insanlara fayda veren (yiyecek-giyecek ve yakıt gibi) şeylerle (yüklü olarak) denizde akıp giden o gemilerde, bir de Allâh’ın gökten indirdiği ve ölümünden sonra yeri kendisiyle diriltmiş olup, hareket edebilen her tür (canlı) şeyi (kendisi sebebiyle) orada yaymış bulunduğu suda /hareket edebilen her (canlı) şeyi de orada yaymasında/, ayrıca rüzgârların (yönden yöne, şekilden şekle) evrilip çevrilmesinde ve yerle gök arasında (Allâh’ın dilediği yere yağmurları yağdırma emrine) itâatkâr kılınan bulutlarda bir kavim için elbette (Allâh-u Te‘âlâ’nın yenilmez gücünü, üstün hikmetini ve engin rahmetini açıkça ortaya koyan) nice çok büyük âyetler (ve deliller) vardır ki onlar (akıl gözleriyle bakıp iyice düşünerek gerçekleri) anlayabilmektedirler.
وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَتَّخِذُ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اَنْدَادًا يُحِبُّونَهُمْ كَحُبِّ اللّٰهِۜ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَشَدُّ حُبًّا لِلّٰهِۜ وَلَوْ يَرَى الَّذ۪ينَ ظَلَمُٓوا اِذْ يَرَوْنَ الْعَذَابَۙ اَنَّ الْقُوَّةَ لِلّٰهِ جَم۪يعًاۙ وَاَنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعَذَابِ ﴿١٦٥
165﴿ (Bunca âyetleri gördükten sonra hâlâ) insanlardan öylesi de vardır ki, Allâh’ı bırakıp (ilâhlıkta O’na) birtakım eşler (ve ortaklar) edinir de Allâh’ı sever gibi onları severler. O îmân etmiş olan kimseler ise, (müşriklerin, ilâhlarını sevmesine nispeten) Allâh’a karşı sevgi bakımından daha güçlüdür(ler). (Allâh’a eşler koşarak) o zulmetmiş olan kimseler, (âhiretteki) o (sonsuz) azâbı görecekleri zaman (putlarının onları kurtaramayacağını şimdiden bir) bilseydi(ler, şunu çok iyi anlardılar) ki, şüphesiz (güç ve) kuvvet tümüyle Allâh’a âittir ve Allâh gerçekten azâbı çok şiddetli olan bir Zat’tır. (el-Beyzâvî, el-Âlûsî)
اِذْ تَبَرَّاَ الَّذ۪ينَ اتُّبِعُوا مِنَ الَّذ۪ينَ اتَّبَعُوا وَرَاَوُا الْعَذَابَ وَتَقَطَّعَتْ بِهِمُ الْاَسْبَابُ ﴿١٦٦
166﴿ O (sapık önderler ve kendilerine uya)nlar (hep birlikte) o azâbı görmüşlerken, (şirk ve inkârda) kendilerine uyulmuş olan o kimseler, (dünyâdayken kendilerine) tâbi olmuş bulunan o kişilerden tamâmen uzaklaştığında ve (kurtuluş sebebi olarak gördükleri akrabâlık, yoldaşlık ve samîmî dostluk gibi irtibat) bağlar(ı) onlar(ın inkârı) yüzünden tümüyle koptuğu zaman (işte o vakit bâtıl ilâhlarının kendilerine fayda vermeyeceğini keşke şimdiden anlayabilseydiler de, onlarla tüm ilişkilerini daha dünyâdayken kesebilseydiler).
وَقَالَ الَّذ۪ينَ اتَّبَعُوا لَوْ اَنَّ لَنَا كَرَّةً فَنَتَبَرَّاَ مِنْهُمْ كَمَا تَبَرَّؤُ۫ا مِنَّاۜ كَذٰلِكَ يُر۪يهِمُ اللّٰهُ اَعْمَالَهُمْ حَسَرَاتٍ عَلَيْهِمْۜ وَمَا هُمْ بِخَارِج۪ينَ مِنَ النَّارِ۟ ﴿١٦٧
167﴿ (Şu hakîkat şimdiden olmuş bitmiş gibi kesin olarak bilinmelidir ki; müşrik önderlere) tâbi olmuş bulunan o kimseler (âhirette azâbı gördüklerinde): “Keşke bizim için gerçekten bir (daha dünyâya geri) dönüş (imkânı) olsaydı da, (bugün) onlar bizden uzaklaştıkları gibi (o gün) biz de onlardan uzaklaşabilseydik” demiştir. (Habîbim!) İşte sana! Allâh onların (şirk içerikli) amellerini, üzerlerine çöken hasretler (ve pişmanlıklar) hâlinde (pişmanlığın hiçbir faydası olmayacağı anda) kendilerine böylece gösterecektir. Ama (şirk üzere öldükleri için) onlar o (cehennem) ateş(in)den aslâ çıkacak kimseler değildirler. (Zerre kadar îmânla ölenler ise, muvakkat bir zaman için azap içerisinde kalsalar da, sonunda mutlaka çıkacaklardır.)
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ كُلُوا مِمَّا فِي الْاَرْضِ حَلَالًا طَيِّبًاۘ وَلَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِۜ اِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُب۪ينٌ ﴿١٦٨
168﴿ Ey insanlar! Yer(yüzün)de bulunan (rızık)-lardan helâl, (bütün şüphelerden tertemiz ve) lezzetli olan(lar)ı yiyin. Ama şeytanın izlerine uymayın. Çünkü gerçekten o (şeytan) sizin için (zâhiren dost görünen) apaçık bir düşmandır. Bu âyet-i kerîmede geçen: “Şeytanın izlerine uymayın” cümle-i celîlesini müfessirler: “Şeytana uyup da eşlerinizi boşamaya dâir şart ve yemîn etmeyin, günah olan şeylerin meydana gelmesi için adak yapmayın, Allâh’tan başkasının adına ant içmeyin ve helâlleri haram, haramları helâl saymayın” şeklinde tefsîr etmişledir.
اِنَّمَا يَأْمُرُكُمْ بِالسُّٓوءِ وَالْفَحْشَٓاءِ وَاَنْ تَقُولُوا عَلَى اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ ﴿١٦٩
169﴿ O (şeytan) size ancak (yalan söylemek ve kumar oynamak gibi) kötülük(ler ve günahlar) yapmayı ve (içki içmek, iftirâ etmek ve zinâ yapmak gibi) haddi aşan çirkin işleri (yapmanızı) ve (Allâh’a iftirâda bulunarak kendi kafanızdan: “Şu helâldir, bu haramdır” gibi laflar etmek sûretiyle doğruluğunu) bilmediğiniz şeyleri Allâh’a karşı (O’nun adına) söylemenizi emretmektedir.