v02.01.25 Geliştirme Notları
Yûsuf Sûresi
241
Cuz 13
53﴿ (Peygamberlerin Allâh tarafından korunma nîmeti bir yana) yine de ben nefsimi (yaratılışı gereği kötülüklere meyletme vasfından) temize çıkarmıyorum. Gerçekten de (insana verilen) nefis elbette (Allâh-u Te‘âlâ’nın koruması olmasa, şehvetlere meyletmek gibi) kötü şeyleri çokça emredicidir. Lâkin Rabbimin acıması müstesnâ (çünkü bu rahmet onu kötü meyillerinden kurtarır)! Şüphesiz benim Rabbim (nefsine uyup da kötü işler yapanların tevbelerini çokça kabûl ederek günahlarını bağışlayan bir) Ğafûr’dur, (kullarına çok acıdığından, kimini günaha meyilden koruyarak, kimini de tevbeye muvaffak ederek rahmetine mazhar kılan bir) Rahîm’dir.”
54﴿ O (zaman) hükümdar da: “Kendisini bana getirin de onu kendi (istişâreleri)m için özel bir kimse yapayım” dedi. (Kralın bu fermânı üzerine Yûsuf (Aleyhisselâm) çabucak huzûra getirildi.) O (Yûsuf (Aleyhisselâm)) onunla konuşu(p ona rüyâsının tâbirini şifâhen anlatı)nca (onun doğru düzgün konuşmasına ve güzel cemâline hayran kalan kral): “Gerçekten de sen bugün bizim yanımızda büyük bir mertebe sâhibisin ve (her hususta güvenimize mazhar olan ve korktuğu her şeyden kurtulmuş) emin bir kişisin” dedi.
55﴿ O: “Beni bu (memleketin) toprağın(ın) hazîneleri üzerine (memur) tâyin et. Şüphesiz ki ben (hak etmeyenlerden onları) çok iyi koruyabilen ve (harcama yöntemlerini, ayrıca mevsimlerin neler getireceği gibi iktisat konularında) çok bilgili bir kimseyim” dedi.
56﴿ (Habîbim!) İşte sana! Biz Yûsuf’a o toprakta böylece (eşi benzeri görülmemiş bir) imkân (ve iktidar) verdik ki, o oradan dilediği mekânda yerleşebiliyordu. Biz (saltanat ve zenginlik gibi tüm nîmet ve) rahmet(ler)imizi (üstün hikmetimiz gereği) dilediğimize (dünyâda da) eriştiririz. Zâten Biz (îmân ve takvâda sebât ederek güzel davranışta bulunan) o muhsin kulların ecrini zâyi etmeyiz. (Bilakis dünyâda da, âhirette de mükâfatlarını tastamam veririz.)
57﴿ Âhiretin ecri (ve mükâfâtı) ise o kimseler için elbette (dünyâ mükâfâtına nispetle) çok hayırlıdır ki onlar îmân etmiştirler ve (şirkten de tüm günahlardan da hakkıyla sakınarak) takvâ sâhibi olmaktadırlar.
58﴿ (Ken‘ân ilinde büyük bir kuraklığa mâruz kalan) Yûsuf’un kardeşleri (babalarının teşvîki üzerine yola çıkarak Mısır’a) geldi(ler) de hemen onun yanına girdiler. (Kuvvetli zekâsıyla) o hemen onları tanıdı, hâlbuki onlar (aradan geçen uzun müddetin verdiği unutkanlıkla) onu tanımayan kimselerdi.
59﴿ O onları(n geldikleri gâyeyi yerine getirmek üzere, yüklerini bağlayıp) hazırlanacak (erzakla alâkalı) şeylerle (kendilerini) teçhiz edince dedi ki: “(Siz) babanızdan (bir) olan kardeşiniz (bulunduğunu söyleyerek onun için de bir hisse istiyorsunuz. Öyleyse kendisin)i bana getirin. Görmüyor musunuz ki şüphesiz ben ölçül(üp veril)en şey(ler)i (her bir kardeşinize ayrı ayrı) tam veriyorum ve ancak ben misâfir ağırlayanların en iyisiyim.
60﴿ Ama eğer onu bana getirmezseniz artık benim yanımda sizin için ölçül(üp rızık olarak size veril)ecek hiçbir şey yoktur. (Bu durumda benden ikram beklemeyin) hattâ bana yaklaşmayın.”
61﴿ Dediler ki: “Muhakkak biz gide gele (döne dolaşa) bir çâreye başvurarak onu babasından isteyeceğiz ve (inanıyoruz ki) şüphesiz biz elbette (bunu) yapabilecek (güce sâhip) kimseleriz.”
62﴿ (Yûsuf (Aleyhisselâm) ölçü ve tartıyla görevli) genç hizmetçilerine dedi ki: “(Bunların erzak almak için verdikleri) sermâyelerini (onlardan habersizce) yüklerinin içerisine yerleştirin, ola ki onlar âilelerine döndüklerinde (eşyâlarını açınca) bunu (gördükleri zaman bu iyiliğimizi) anlarlar da belki onlar (kardeşlerini alıp bize geri) dönerler.”
63﴿ Onlar babalarına döndükleri zaman: “Ey babamız! (Kardeşimiz Bünyâmin’i hükümdâra götürmezsek bugünden sonra) ölçüyle verilecek şey bizden engellen(eceğine dâir karar veril)di. Öyleyse (bir dahaki sefer) bizimle birlikte kardeşimizi gönder de (onun sâyesinde bolca) ölçek alalım. Gerçekten de biz elbette onu îtinâ ile koruyabilecek kimseleriz” dediler.
سُورَةُ يُوسُفَ
الجزء ١٣
٢٤١
وَمَٓا اُبَرِّئُ نَفْس۪يۚ اِنَّ النَّفْسَ لَاَمَّارَةٌ بِالسُّٓوءِ اِلَّا مَا رَحِمَ رَبّ۪يۜ اِنَّ رَبّ۪ي غَفُورٌ رَح۪يمٌ ﴿٥٣
وَقَالَ الْمَلِكُ ائْتُون۪ي بِه۪ٓ اَسْتَخْلِصْهُ لِنَفْس۪يۚ فَلَمَّا كَلَّمَهُ قَالَ اِنَّكَ الْيَوْمَ لَدَيْنَا مَك۪ينٌ اَم۪ينٌ ﴿٥٤
قَالَ اجْعَلْن۪ي عَلٰى خَزَٓائِنِ الْاَرْضِۚ اِنّ۪ي حَف۪يظٌ عَل۪يمٌ ﴿٥٥
وَكَذٰلِكَ مَكَّنَّا لِيُوسُفَ فِي الْاَرْضِۚ يَتَبَوَّاُ مِنْهَا حَيْثُ يَشَٓاءُۜ نُص۪يبُ بِرَحْمَتِنَا مَنْ نَشَٓاءُ وَلَا نُض۪يعُ اَجْرَ الْمُحْسِن۪ينَ ﴿٥٦
وَلَاَجْرُ الْاٰخِرَةِ خَيْرٌ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَكَانُوا يَتَّقُونَ۟ ﴿٥٧
وَجَٓاءَ اِخْوَةُ يُوسُفَ فَدَخَلُوا عَلَيْهِ فَعَرَفَهُمْ وَهُمْ لَهُ مُنْكِرُونَ ﴿٥٨
وَلَمَّا جَهَّزَهُمْ بِجَهَازِهِمْ قَالَ ائْتُون۪ي بِاَخٍ لَكُمْ مِنْ اَب۪يكُمْۚ اَلَا تَرَوْنَ اَنّ۪ٓي اُو۫فِي الْكَيْلَ وَاَنَا۬ خَيْرُ الْمُنْزِل۪ينَ ﴿٥٩
فَاِنْ لَمْ تَأْتُون۪ي بِه۪ فَلَا كَيْلَ لَكُمْ عِنْد۪ي وَلَا تَقْرَبُونِ ﴿٦٠
قَالُوا سَنُرَاوِدُ عَنْهُ اَبَاهُ وَاِنَّا لَفَاعِلُونَ ﴿٦١
وَقَالَ لِفِتْيَانِهِ اجْعَلُوا بِضَاعَتَهُمْ ف۪ي رِحَالِهِمْ لَعَلَّهُمْ يَعْرِفُونَهَٓا اِذَا انْقَلَبُٓوا اِلٰٓى اَهْلِهِمْ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ ﴿٦٢
فَلَمَّا رَجَعُٓوا اِلٰٓى اَب۪يهِمْ قَالُوا يَٓا اَبَانَا مُنِعَ مِنَّا الْكَيْلُ فَاَرْسِلْ مَعَنَٓا اَخَانَا نَكْتَلْ وَاِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ ﴿٦٣
Yûsuf Sûresi
241
Cuz 13
وَمَٓا اُبَرِّئُ نَفْس۪يۚ اِنَّ النَّفْسَ لَاَمَّارَةٌ بِالسُّٓوءِ اِلَّا مَا رَحِمَ رَبّ۪يۜ اِنَّ رَبّ۪ي غَفُورٌ رَح۪يمٌ ﴿٥٣
53﴿ (Peygamberlerin Allâh tarafından korunma nîmeti bir yana) yine de ben nefsimi (yaratılışı gereği kötülüklere meyletme vasfından) temize çıkarmıyorum. Gerçekten de (insana verilen) nefis elbette (Allâh-u Te‘âlâ’nın koruması olmasa, şehvetlere meyletmek gibi) kötü şeyleri çokça emredicidir. Lâkin Rabbimin acıması müstesnâ (çünkü bu rahmet onu kötü meyillerinden kurtarır)! Şüphesiz benim Rabbim (nefsine uyup da kötü işler yapanların tevbelerini çokça kabûl ederek günahlarını bağışlayan bir) Ğafûr’dur, (kullarına çok acıdığından, kimini günaha meyilden koruyarak, kimini de tevbeye muvaffak ederek rahmetine mazhar kılan bir) Rahîm’dir.”
وَقَالَ الْمَلِكُ ائْتُون۪ي بِه۪ٓ اَسْتَخْلِصْهُ لِنَفْس۪يۚ فَلَمَّا كَلَّمَهُ قَالَ اِنَّكَ الْيَوْمَ لَدَيْنَا مَك۪ينٌ اَم۪ينٌ ﴿٥٤
54﴿ O (zaman) hükümdar da: “Kendisini bana getirin de onu kendi (istişâreleri)m için özel bir kimse yapayım” dedi. (Kralın bu fermânı üzerine Yûsuf (Aleyhisselâm) çabucak huzûra getirildi.) O (Yûsuf (Aleyhisselâm)) onunla konuşu(p ona rüyâsının tâbirini şifâhen anlatı)nca (onun doğru düzgün konuşmasına ve güzel cemâline hayran kalan kral): “Gerçekten de sen bugün bizim yanımızda büyük bir mertebe sâhibisin ve (her hususta güvenimize mazhar olan ve korktuğu her şeyden kurtulmuş) emin bir kişisin” dedi.
قَالَ اجْعَلْن۪ي عَلٰى خَزَٓائِنِ الْاَرْضِۚ اِنّ۪ي حَف۪يظٌ عَل۪يمٌ ﴿٥٥
55﴿ O: “Beni bu (memleketin) toprağın(ın) hazîneleri üzerine (memur) tâyin et. Şüphesiz ki ben (hak etmeyenlerden onları) çok iyi koruyabilen ve (harcama yöntemlerini, ayrıca mevsimlerin neler getireceği gibi iktisat konularında) çok bilgili bir kimseyim” dedi.
وَكَذٰلِكَ مَكَّنَّا لِيُوسُفَ فِي الْاَرْضِۚ يَتَبَوَّاُ مِنْهَا حَيْثُ يَشَٓاءُۜ نُص۪يبُ بِرَحْمَتِنَا مَنْ نَشَٓاءُ وَلَا نُض۪يعُ اَجْرَ الْمُحْسِن۪ينَ ﴿٥٦
56﴿ (Habîbim!) İşte sana! Biz Yûsuf’a o toprakta böylece (eşi benzeri görülmemiş bir) imkân (ve iktidar) verdik ki, o oradan dilediği mekânda yerleşebiliyordu. Biz (saltanat ve zenginlik gibi tüm nîmet ve) rahmet(ler)imizi (üstün hikmetimiz gereği) dilediğimize (dünyâda da) eriştiririz. Zâten Biz (îmân ve takvâda sebât ederek güzel davranışta bulunan) o muhsin kulların ecrini zâyi etmeyiz. (Bilakis dünyâda da, âhirette de mükâfatlarını tastamam veririz.)
وَلَاَجْرُ الْاٰخِرَةِ خَيْرٌ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَكَانُوا يَتَّقُونَ۟ ﴿٥٧
57﴿ Âhiretin ecri (ve mükâfâtı) ise o kimseler için elbette (dünyâ mükâfâtına nispetle) çok hayırlıdır ki onlar îmân etmiştirler ve (şirkten de tüm günahlardan da hakkıyla sakınarak) takvâ sâhibi olmaktadırlar.
وَجَٓاءَ اِخْوَةُ يُوسُفَ فَدَخَلُوا عَلَيْهِ فَعَرَفَهُمْ وَهُمْ لَهُ مُنْكِرُونَ ﴿٥٨
58﴿ (Ken‘ân ilinde büyük bir kuraklığa mâruz kalan) Yûsuf’un kardeşleri (babalarının teşvîki üzerine yola çıkarak Mısır’a) geldi(ler) de hemen onun yanına girdiler. (Kuvvetli zekâsıyla) o hemen onları tanıdı, hâlbuki onlar (aradan geçen uzun müddetin verdiği unutkanlıkla) onu tanımayan kimselerdi.
وَلَمَّا جَهَّزَهُمْ بِجَهَازِهِمْ قَالَ ائْتُون۪ي بِاَخٍ لَكُمْ مِنْ اَب۪يكُمْۚ اَلَا تَرَوْنَ اَنّ۪ٓي اُو۫فِي الْكَيْلَ وَاَنَا۬ خَيْرُ الْمُنْزِل۪ينَ ﴿٥٩
59﴿ O onları(n geldikleri gâyeyi yerine getirmek üzere, yüklerini bağlayıp) hazırlanacak (erzakla alâkalı) şeylerle (kendilerini) teçhiz edince dedi ki: “(Siz) babanızdan (bir) olan kardeşiniz (bulunduğunu söyleyerek onun için de bir hisse istiyorsunuz. Öyleyse kendisin)i bana getirin. Görmüyor musunuz ki şüphesiz ben ölçül(üp veril)en şey(ler)i (her bir kardeşinize ayrı ayrı) tam veriyorum ve ancak ben misâfir ağırlayanların en iyisiyim.
فَاِنْ لَمْ تَأْتُون۪ي بِه۪ فَلَا كَيْلَ لَكُمْ عِنْد۪ي وَلَا تَقْرَبُونِ ﴿٦٠
60﴿ Ama eğer onu bana getirmezseniz artık benim yanımda sizin için ölçül(üp rızık olarak size veril)ecek hiçbir şey yoktur. (Bu durumda benden ikram beklemeyin) hattâ bana yaklaşmayın.”
قَالُوا سَنُرَاوِدُ عَنْهُ اَبَاهُ وَاِنَّا لَفَاعِلُونَ ﴿٦١
61﴿ Dediler ki: “Muhakkak biz gide gele (döne dolaşa) bir çâreye başvurarak onu babasından isteyeceğiz ve (inanıyoruz ki) şüphesiz biz elbette (bunu) yapabilecek (güce sâhip) kimseleriz.”
وَقَالَ لِفِتْيَانِهِ اجْعَلُوا بِضَاعَتَهُمْ ف۪ي رِحَالِهِمْ لَعَلَّهُمْ يَعْرِفُونَهَٓا اِذَا انْقَلَبُٓوا اِلٰٓى اَهْلِهِمْ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ ﴿٦٢
62﴿ (Yûsuf (Aleyhisselâm) ölçü ve tartıyla görevli) genç hizmetçilerine dedi ki: “(Bunların erzak almak için verdikleri) sermâyelerini (onlardan habersizce) yüklerinin içerisine yerleştirin, ola ki onlar âilelerine döndüklerinde (eşyâlarını açınca) bunu (gördükleri zaman bu iyiliğimizi) anlarlar da belki onlar (kardeşlerini alıp bize geri) dönerler.”
فَلَمَّا رَجَعُٓوا اِلٰٓى اَب۪يهِمْ قَالُوا يَٓا اَبَانَا مُنِعَ مِنَّا الْكَيْلُ فَاَرْسِلْ مَعَنَٓا اَخَانَا نَكْتَلْ وَاِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ ﴿٦٣
63﴿ Onlar babalarına döndükleri zaman: “Ey babamız! (Kardeşimiz Bünyâmin’i hükümdâra götürmezsek bugünden sonra) ölçüyle verilecek şey bizden engellen(eceğine dâir karar veril)di. Öyleyse (bir dahaki sefer) bizimle birlikte kardeşimizi gönder de (onun sâyesinde bolca) ölçek alalım. Gerçekten de biz elbette onu îtinâ ile koruyabilecek kimseleriz” dediler.