v02.01.25 Geliştirme Notları
Yûsuf Sûresi
243
Cuz 13
70﴿ Sonra o (Yûsuf (Aleyhisselâm)) onları(n geldikleri gâyeyi yerine getirmek üzere, yüklerini bağlayıp) hazırlanacak (erzakla alâkalı) şeylerle (kendilerini) donatınca, (kardeşi Bünyâmîn’i yanında tutmak için hükümdara âit bir) su kabını kardeşinin yükünün içine koy(dur)du. (Kervan yola çıktıktan) sonra bir seslenici: “Ey kāfile! Şüphesiz siz elbette çalmış kimselersiniz” diye seslendi. Yûsuf (Aleyhisselâm) burada onların kendisini babalarından hâinlik yaparak aldıkları için hırsız durumuna düştüklerini kastederek tevriye (kinâye) yolu ile bu îlânı yaptırdı. Zîrâ onlar hükümdârın kabını çalmamışlardı. (el-Âlûsî, el-Kirmânî)
71﴿ Onlar o (hükümdârın kabını arayan) kişilere yöneldiler de: “Hangi şeyi kaybettiniz de arıyorsunuz?” dediler.
72﴿ Onlar dediler ki: “Biz hükümdârın su (içtiği altın) ölçeğini kaybettik de arıyoruz. Onu getirene ise (mükâfât olarak) bir deve yükü (erzak) vardır. (Dellâl dedi ki: Bu yüzden ben töhmet altında kaldım ama) bu(la)na (vaad edilen ödülün verileceğine) özellikle ben de kefîlim.”
73﴿ Onlar: “Allâh’a yemîn olsun; elbette siz bildiniz ki biz bu toprakta aslâ fesat (ve karışıklık) çıkaralım diye (buralara) gelmedik ve biz çalan kimseler olmadık” dediler.
74﴿ (Yûsuf (Aleyhisselâm)ın memurları:) “Peki eğer siz yalancı kimseler olduysanız, onun (çalınmasının sizin şerîatınızdaki) cezâsı nedir?” dediler.
75﴿ Onlar da: “Onu (çalmanı)n cezâsı; o (çalınan mal) kimin yükünde bulunduysa, işte ancak o kişinin kendisi(nin köle edilmesi) onun cezâsıdır. (Ey soran kişi!) İşte sana! Biz (hırsızlık yaparak) zulüm işleyen o kimseleri böyle (fecî bir cezâ ile) cezâlandırmaktayız” dediler.
76﴿ Derken (teftişle görevli kişi o kabı kendilerinin koyduğu şüphesini uyandırmamak için Yûsuf (Aleyhisselâm)ın ana-baba bir) kardeşi (olan Bünyâmî)nin kaplarından evvel onların kaplarıyla (teftişe) başladı da sonra onu kardeşinin kapları içerisinden (bulup) çıkardı. (Habîbim!) İşte sana! (Kardeşini yanında alıkoyabilmesi için) Biz Yûsuf’a böyle (acâyip) bir çâre öğrettik.Allâh’ın (aynı hükmü hükümdara verdirmeyi) dilemesi hâriç o (Yûsuf), melikin (hırsızlara uyguladığı kānun) hükmünde kardeşini aslâ (yanında) alıkoyabilecek değildi. Biz (Yûsuf (Aleyhisselâm) hakkında olduğu gibi) dilediğimiz kimseleri (ilim husûsunda) üstün derecelere yükseltiriz. Zâten her ilim sâhibinin üstünde daha iyi bilen biri vardır. /Her ilim sâhibinin fevkınde (her şeyi hakkıyla bilen) bir Alîm (olan Allâh-u Te‘âlâ) vardır./
77﴿ Onlar (Bünyâmîn’in hırsızlıkla ithâmı karşısında şaşıp kalınca, ana-baba bir kardeşi olan Yûsuf (Aleyhisselâm)ın da evvelce böyle bir suça bulaştığını îmâ etmek üzere): “Eğer o (Bünyâmîn bir şey) çaldıysa, gerçekten daha önce onun bir kardeşi de çalmıştı. (Dolayısıyla bunun da hırsızlık yapması yadırganmaz)” dediler. Yûsuf o (ifâdeden duyduğu şiddetli huzursuzluğu)nu içerisinde gizledi de, onu kendilerine (ne sözüyle, ne de davranışıyla) açıklamadı ve (kendi kendine): “(Hırsızlık suçlamasında) konum olarak siz daha kötüsünüz. (Babanızdan kardeşinizi çaldınız, sonra da suçu başkalarına attınız.) Zâten ancak Allâh sizin (bizim hakkımızda) niteleyip anlatmakta olduğunuz şeyleri(n böyle olmadığını) hakkıyla bilendir” dedi. Ulemâ, kardeşlerinin Yûsuf (Aleyhisselâm)a nispet ettikleri hırsızlığın ne olduğu hakkında ihtilâf etmişlerdir. İmâm-ı Mücâhid (Rahimehullâh) şöyle anlatmıştır: “Bana ulaşan nakle göre; Yûsuf (Aleyhisselâm)ın başına gelen ilk belâ halası tarafından olmuştu ki o halası, İshâk (Aleyhisselâm)ın en büyük çocuğuydu, bu îtibarla babasının kemeri ona intikāl etmişti, çünkü nübüvvet hânesi o kemere yaş büyüklüğüne göre vâris oluyorlardı. Yûsuf (Aleyhisselâm)ı büyüten halası, Yûsuf (Aleyhisselâm)ı sevdiği kadar hiç kimseyi sevmiyordu. Yûsuf (Aleyhisselâm) büyüyünce babası Ya‘kûb (Aleyhisselâm) onu çok özledi ve kardeşine gelerek Yûsuf’u kendisine teslim etmesini istediyse de o, birkaç gün daha yanında kalmasını teklif etti. Ya‘kûb (Aleyhisselâm) yanından ayrılır ayrılmaz hemen halası o kemeri alıp elbiselerinin içerisinden Yûsuf (Aleyhisselâm)ın beline bağladı ve sonra: “Babam İshâk’ın kemerini kaybettim” diyerek herkesin aranmasını istedi. Kemer Yûsuf (Aleyhisselâm)ın belinde çıkınca, o zamanki kānun gereği Yûsuf (Aleyhisselâm) onun yanında bırakıldı. Böylece halası vefât edinceye kadar Ya‘kûb (Aleyhisselâm) çocuğu hakkında hiçbir tasarrufta bulunamadı. Süfyân ibnü Uyeyne (Radıyallâhu Anh)dan gelen bir rivâyete göreyse; evde bulunan bir tavuğu alıp fakire vermişti. Vehb (Radıyallâhu Anh)dan nakledildiğine göre; sofrada bulunan yemeklerin bir kısmını fakirler için saklardı. (et-Taberî, rakam:19607, 19610, 7/265) İbnü’l-Enbârî (Rahimehullâh)ın beyânı vechile; bu rivâyetlerde anlatılanların hiçbirinde hırsızlıkla ithâmı mûcip bir durum söz konusu değilse de, görünüş îtibârıyla hırsızlığa benzediğinden kızgınlık ânında kardeşleri onu böylece ayıpladılar. (el-Beyzâvî; en-Nesefî; el-Hâzin; el-Âlûsî)
78﴿ (Bunun üzerine) onlar (Yûsuf (Aleyhisselâm)ı merhamete sevk etmek üzere): “Ey Azîz! Gerçekten onun, (kendisinden ayrılığa dayanamayacak derecede) çok ihtiyar ve (îtibârı) çok büyük bir babası var. O hâlde sen onun yerine bizim birimizi (esir olarak) al.Gerçekten biz seni (bize karşı) iyilik sâhibi kimselerden görmekteyiz. (Artık üzerimize iyiliğini tamamla)” dediler.
سُورَةُ يُوسُفَ
الجزء ١٣
٢٤٣
فَلَمَّا جَهَّزَهُمْ بِجَهَازِهِمْ جَعَلَ السِّقَايَةَ ف۪ي رَحْلِ اَخ۪يهِ ثُمَّ اَذَّنَ مُؤَذِّنٌ اَيَّتُهَا الْع۪يرُ اِنَّكُمْ لَسَارِقُونَ ﴿٧٠
قَالُٓوا وَاَقْبَلُوا عَلَيْهِمْ مَاذَا تَفْقِدُونَ ﴿٧١
قَالُوا نَفْقِدُ صُوَاعَ الْمَلِكِ وَلِمَنْ جَٓاءَ بِه۪ حِمْلُ بَع۪يرٍ وَاَنَا۬ بِه۪ زَع۪يمٌ ﴿٧٢
قَالُوا تَاللّٰهِ لَقَدْ عَلِمْتُمْ مَا جِئْنَا لِنُفْسِدَ فِي الْاَرْضِ وَمَا كُنَّا سَارِق۪ينَ ﴿٧٣
قَالُوا فَمَا جَزَٓاؤُ۬هُٓ اِنْ كُنْتُمْ كَاذِب۪ينَ ﴿٧٤
قَالُوا جَزَٓاؤُ۬هُ مَنْ وُجِدَ ف۪ي رَحْلِه۪ فَهُوَ جَزَٓاؤُ۬هُۜ كَذٰلِكَ نَجْزِي الظَّالِم۪ينَ ﴿٧٥
فَبَدَاَ بِاَوْعِيَتِهِمْ قَبْلَ وِعَٓاءِ اَخ۪يهِ ثُمَّ اسْتَخْرَجَهَا مِنْ وِعَٓاءِ اَخ۪يهِۜ كَذٰلِكَ كِدْنَا لِيُوسُفَۜ مَا كَانَ لِيَأْخُذَ اَخَاهُ ف۪ي د۪ينِ الْمَلِكِ اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُۜ نَرْفَعُ دَرَجَاتٍ مَنْ نَشَٓاءُۜ وَفَوْقَ كُلِّ ذ۪ي عِلْمٍ عَل۪يمٌ ﴿٧٦
قَالُٓوا اِنْ يَسْرِقْ فَقَدْ سَرَقَ اَخٌ لَهُ مِنْ قَبْلُۚ فَاَسَرَّهَا يُوسُفُ ف۪ي نَفْسِه۪ وَلَمْ يُبْدِهَا لَهُمْ قَالَ اَنْتُمْ شَرٌّ مَكَانًاۚ وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا تَصِفُونَ ﴿٧٧
قَالُوا يَٓا اَيُّهَا الْعَز۪يزُ اِنَّ لَهُٓ اَبًا شَيْخًا كَب۪يرًا فَخُذْ اَحَدَنَا مَكَانَهُۚ اِنَّا نَرٰيكَ مِنَ الْمُحْسِن۪ينَ ﴿٧٨
Yûsuf Sûresi
243
Cuz 13
فَلَمَّا جَهَّزَهُمْ بِجَهَازِهِمْ جَعَلَ السِّقَايَةَ ف۪ي رَحْلِ اَخ۪يهِ ثُمَّ اَذَّنَ مُؤَذِّنٌ اَيَّتُهَا الْع۪يرُ اِنَّكُمْ لَسَارِقُونَ ﴿٧٠
70﴿ Sonra o (Yûsuf (Aleyhisselâm)) onları(n geldikleri gâyeyi yerine getirmek üzere, yüklerini bağlayıp) hazırlanacak (erzakla alâkalı) şeylerle (kendilerini) donatınca, (kardeşi Bünyâmîn’i yanında tutmak için hükümdara âit bir) su kabını kardeşinin yükünün içine koy(dur)du. (Kervan yola çıktıktan) sonra bir seslenici: “Ey kāfile! Şüphesiz siz elbette çalmış kimselersiniz” diye seslendi. Yûsuf (Aleyhisselâm) burada onların kendisini babalarından hâinlik yaparak aldıkları için hırsız durumuna düştüklerini kastederek tevriye (kinâye) yolu ile bu îlânı yaptırdı. Zîrâ onlar hükümdârın kabını çalmamışlardı. (el-Âlûsî, el-Kirmânî)
قَالُٓوا وَاَقْبَلُوا عَلَيْهِمْ مَاذَا تَفْقِدُونَ ﴿٧١
71﴿ Onlar o (hükümdârın kabını arayan) kişilere yöneldiler de: “Hangi şeyi kaybettiniz de arıyorsunuz?” dediler.
قَالُوا نَفْقِدُ صُوَاعَ الْمَلِكِ وَلِمَنْ جَٓاءَ بِه۪ حِمْلُ بَع۪يرٍ وَاَنَا۬ بِه۪ زَع۪يمٌ ﴿٧٢
72﴿ Onlar dediler ki: “Biz hükümdârın su (içtiği altın) ölçeğini kaybettik de arıyoruz. Onu getirene ise (mükâfât olarak) bir deve yükü (erzak) vardır. (Dellâl dedi ki: Bu yüzden ben töhmet altında kaldım ama) bu(la)na (vaad edilen ödülün verileceğine) özellikle ben de kefîlim.”
قَالُوا تَاللّٰهِ لَقَدْ عَلِمْتُمْ مَا جِئْنَا لِنُفْسِدَ فِي الْاَرْضِ وَمَا كُنَّا سَارِق۪ينَ ﴿٧٣
73﴿ Onlar: “Allâh’a yemîn olsun; elbette siz bildiniz ki biz bu toprakta aslâ fesat (ve karışıklık) çıkaralım diye (buralara) gelmedik ve biz çalan kimseler olmadık” dediler.
قَالُوا فَمَا جَزَٓاؤُ۬هُٓ اِنْ كُنْتُمْ كَاذِب۪ينَ ﴿٧٤
74﴿ (Yûsuf (Aleyhisselâm)ın memurları:) “Peki eğer siz yalancı kimseler olduysanız, onun (çalınmasının sizin şerîatınızdaki) cezâsı nedir?” dediler.
قَالُوا جَزَٓاؤُ۬هُ مَنْ وُجِدَ ف۪ي رَحْلِه۪ فَهُوَ جَزَٓاؤُ۬هُۜ كَذٰلِكَ نَجْزِي الظَّالِم۪ينَ ﴿٧٥
75﴿ Onlar da: “Onu (çalmanı)n cezâsı; o (çalınan mal) kimin yükünde bulunduysa, işte ancak o kişinin kendisi(nin köle edilmesi) onun cezâsıdır. (Ey soran kişi!) İşte sana! Biz (hırsızlık yaparak) zulüm işleyen o kimseleri böyle (fecî bir cezâ ile) cezâlandırmaktayız” dediler.
فَبَدَاَ بِاَوْعِيَتِهِمْ قَبْلَ وِعَٓاءِ اَخ۪يهِ ثُمَّ اسْتَخْرَجَهَا مِنْ وِعَٓاءِ اَخ۪يهِۜ كَذٰلِكَ كِدْنَا لِيُوسُفَۜ مَا كَانَ لِيَأْخُذَ اَخَاهُ ف۪ي د۪ينِ الْمَلِكِ اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُۜ نَرْفَعُ دَرَجَاتٍ مَنْ نَشَٓاءُۜ وَفَوْقَ كُلِّ ذ۪ي عِلْمٍ عَل۪يمٌ ﴿٧٦
76﴿ Derken (teftişle görevli kişi o kabı kendilerinin koyduğu şüphesini uyandırmamak için Yûsuf (Aleyhisselâm)ın ana-baba bir) kardeşi (olan Bünyâmî)nin kaplarından evvel onların kaplarıyla (teftişe) başladı da sonra onu kardeşinin kapları içerisinden (bulup) çıkardı. (Habîbim!) İşte sana! (Kardeşini yanında alıkoyabilmesi için) Biz Yûsuf’a böyle (acâyip) bir çâre öğrettik.Allâh’ın (aynı hükmü hükümdara verdirmeyi) dilemesi hâriç o (Yûsuf), melikin (hırsızlara uyguladığı kānun) hükmünde kardeşini aslâ (yanında) alıkoyabilecek değildi. Biz (Yûsuf (Aleyhisselâm) hakkında olduğu gibi) dilediğimiz kimseleri (ilim husûsunda) üstün derecelere yükseltiriz. Zâten her ilim sâhibinin üstünde daha iyi bilen biri vardır. /Her ilim sâhibinin fevkınde (her şeyi hakkıyla bilen) bir Alîm (olan Allâh-u Te‘âlâ) vardır./
قَالُٓوا اِنْ يَسْرِقْ فَقَدْ سَرَقَ اَخٌ لَهُ مِنْ قَبْلُۚ فَاَسَرَّهَا يُوسُفُ ف۪ي نَفْسِه۪ وَلَمْ يُبْدِهَا لَهُمْ قَالَ اَنْتُمْ شَرٌّ مَكَانًاۚ وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا تَصِفُونَ ﴿٧٧
77﴿ Onlar (Bünyâmîn’in hırsızlıkla ithâmı karşısında şaşıp kalınca, ana-baba bir kardeşi olan Yûsuf (Aleyhisselâm)ın da evvelce böyle bir suça bulaştığını îmâ etmek üzere): “Eğer o (Bünyâmîn bir şey) çaldıysa, gerçekten daha önce onun bir kardeşi de çalmıştı. (Dolayısıyla bunun da hırsızlık yapması yadırganmaz)” dediler. Yûsuf o (ifâdeden duyduğu şiddetli huzursuzluğu)nu içerisinde gizledi de, onu kendilerine (ne sözüyle, ne de davranışıyla) açıklamadı ve (kendi kendine): “(Hırsızlık suçlamasında) konum olarak siz daha kötüsünüz. (Babanızdan kardeşinizi çaldınız, sonra da suçu başkalarına attınız.) Zâten ancak Allâh sizin (bizim hakkımızda) niteleyip anlatmakta olduğunuz şeyleri(n böyle olmadığını) hakkıyla bilendir” dedi. Ulemâ, kardeşlerinin Yûsuf (Aleyhisselâm)a nispet ettikleri hırsızlığın ne olduğu hakkında ihtilâf etmişlerdir. İmâm-ı Mücâhid (Rahimehullâh) şöyle anlatmıştır: “Bana ulaşan nakle göre; Yûsuf (Aleyhisselâm)ın başına gelen ilk belâ halası tarafından olmuştu ki o halası, İshâk (Aleyhisselâm)ın en büyük çocuğuydu, bu îtibarla babasının kemeri ona intikāl etmişti, çünkü nübüvvet hânesi o kemere yaş büyüklüğüne göre vâris oluyorlardı. Yûsuf (Aleyhisselâm)ı büyüten halası, Yûsuf (Aleyhisselâm)ı sevdiği kadar hiç kimseyi sevmiyordu. Yûsuf (Aleyhisselâm) büyüyünce babası Ya‘kûb (Aleyhisselâm) onu çok özledi ve kardeşine gelerek Yûsuf’u kendisine teslim etmesini istediyse de o, birkaç gün daha yanında kalmasını teklif etti. Ya‘kûb (Aleyhisselâm) yanından ayrılır ayrılmaz hemen halası o kemeri alıp elbiselerinin içerisinden Yûsuf (Aleyhisselâm)ın beline bağladı ve sonra: “Babam İshâk’ın kemerini kaybettim” diyerek herkesin aranmasını istedi. Kemer Yûsuf (Aleyhisselâm)ın belinde çıkınca, o zamanki kānun gereği Yûsuf (Aleyhisselâm) onun yanında bırakıldı. Böylece halası vefât edinceye kadar Ya‘kûb (Aleyhisselâm) çocuğu hakkında hiçbir tasarrufta bulunamadı. Süfyân ibnü Uyeyne (Radıyallâhu Anh)dan gelen bir rivâyete göreyse; evde bulunan bir tavuğu alıp fakire vermişti. Vehb (Radıyallâhu Anh)dan nakledildiğine göre; sofrada bulunan yemeklerin bir kısmını fakirler için saklardı. (et-Taberî, rakam:19607, 19610, 7/265) İbnü’l-Enbârî (Rahimehullâh)ın beyânı vechile; bu rivâyetlerde anlatılanların hiçbirinde hırsızlıkla ithâmı mûcip bir durum söz konusu değilse de, görünüş îtibârıyla hırsızlığa benzediğinden kızgınlık ânında kardeşleri onu böylece ayıpladılar. (el-Beyzâvî; en-Nesefî; el-Hâzin; el-Âlûsî)
قَالُوا يَٓا اَيُّهَا الْعَز۪يزُ اِنَّ لَهُٓ اَبًا شَيْخًا كَب۪يرًا فَخُذْ اَحَدَنَا مَكَانَهُۚ اِنَّا نَرٰيكَ مِنَ الْمُحْسِن۪ينَ ﴿٧٨
78﴿ (Bunun üzerine) onlar (Yûsuf (Aleyhisselâm)ı merhamete sevk etmek üzere): “Ey Azîz! Gerçekten onun, (kendisinden ayrılığa dayanamayacak derecede) çok ihtiyar ve (îtibârı) çok büyük bir babası var. O hâlde sen onun yerine bizim birimizi (esir olarak) al.Gerçekten biz seni (bize karşı) iyilik sâhibi kimselerden görmekteyiz. (Artık üzerimize iyiliğini tamamla)” dediler.