v02.01.25 Geliştirme Notları
Yûsuf Sûresi
244
Cuz 13
79﴿ O(nları dinleyen Yûsuf (Aleyhisselâm)): “Eşyâmızı yanında bulduğumuz kimseden başkasını alıkoymamızdan Allâh’a sığınmakla (sığınırız)! O takdirde gerçekten biz (sizin babanızın şerîatına göre) elbette zâlim kimseleriz” dedi.
80﴿ Nihâyet onlar (Yûsuf (Aleyhisselâm)ın kendi isteklerine icâbet etmeyeceğini anlayarak) ondan iyice ümit kestikleri zaman, (babalarına ne cevap verecekleri husûsunda) fısıldaşarak istişâre edenler hâlinde (insanlardan) ayrıldılar. (İstişâreden Bünyâmîn’i bırakıp topluca dönme karârı çıkınca) büyükleri dedi ki: “Siz gerçekten bilmediniz mi ki; muhakkak babanız size karşı Allâh (tarafın)dan (sizi bağlayacak) kuvvetli bir söz almıştı, daha önce de Yûsuf(u korumanız) hakkında (sizden aldığı sözü gözetme konusunda) ne kadar kusur işlemiştiniz?! Artık (verdiğim söz gereği) babam (bu konuyu duyup da kendisine dönmem için) bana izin verinceye ya da Allâh (kardeşimi kurtararak) benim (bu sözü bozmadan buradan ayrılmam) için hüküm verinceye dek ben bu yerden aslâ ayrılmayacağım. Zâten ancak O, hüküm verenlerin hayırlısıdır. (Zîrâ O, ancak hak ve adâletle hükmeder.)
81﴿ (Büyük kardeşleri sözlerine şöyle devâm etti:) Babanıza dönün de deyin ki: ‘Ey babamız! Gerçekten senin oğlun (hükümdârın kabını) çaldı. Ama biz (çalınan kabın onun yükünden çıktığını görerek) bilmemizden başka bir sûretle (onun bunu çalmasına gözümüzle) şâhit olmadık. Zâten biz (gerçekten çalıp çalmadığı ya da sana söz verirken onun hırsızlık yapacağı gibi) gayb(a âit konular)ı koruy(up kollay)an kimseler olmadık.
82﴿ (İstersen) kendisinde bulunduğumuz o şehr(in ahâlîsin)e de, aralarında (buraya doğru) yöneldiğimiz o kāfileye de sor(abilirsin). Gerçekten de biz elbette doğru (sözlü) kimseleriz.’ (İşte böylece ağabeyleri onlara bir yol gösterdi. Fakat kendisi orada kaldı.)
83﴿ O(nlardan bu haberi alan Ya‘kûb (Aleyhisselâm)): “Doğrusu nefisleriniz sizin için görülmedik bir işi süslemiş. (Yoksa o hükümdar, çaldığına karşılık hırsızın esir edilme hükmünü nereden bilecek?!) Artık (bana düşen iş, kadere îtirâz içermeyen ve rızâ ifâde eden) çok güzel bir sabırdır! Umulur ki Allâh bana onları hep birlikte getirir. Şüphesiz ki O; ancak O, (hem benim, hem de onların ne durumda olduğunu hakkıyla bilen bir) Alîm’dir, (üstün hikmeti gereği, bâzen belâ, bâzen nîmet veren bir) Hakîm’dir” dedi.
84﴿ Derken o onlar(la tartışmak)dan yüz çevirdi ve: “Ey Yûsuf’a karşı olan şiddetli üzüntüm (şimdi tam senin zamânın, neredesin gel)!” dedi ve üzüntüden dolayı (çok ağladığı için) iki gözüne ak düştü (de hiçbir şey göremez oldu). Artık o (Ya‘kûb (Aleyhisselâm) çocuklarına karşı) öfke dolu biriydi /(kederini) tamâmen yut(up içine at)an biriydi/. Bâzı câhiller Ya‘kûb (Aleyhisselâm)ın oğluna karşı bu kadar düşkünlüğünü ve gözlerini kaybedecek derecede ağlamasını peygamberlik makāmına yakıştıramamışlarsa da iş, bu câhillerin anladığı gibi değildir. Zîrâ bir kulun başına gelen bir musîbeti Rabbine şikâyet etmesinden daha anlaşılabilir bir şey olamaz. Ama sâir insanlar bu şikâyeti birbirlerine de yapabilirler, peygamberler ise sâdece Rablerine arz edebilirler. Bir peygamberin de sâir insanlar gibi üzülmeye ve ağlamaya hakkı vardır. Nitekim Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) oğlu İbrâhîm’in vefâtı nedeniyle ağlamış ve: “Şüphesiz göz yaşarır, kalp de üzülür ama biz Rabbimizin râzı olmayacağı şeyleri söylemeyiz. Ey İbrâhîm! Biz senden ayrıldığımız için elbette üzgün kimseleriz” buyurmuştur. (el-Buhârî, el-Cenâiz:42, rakam:1241, 1/439) Yasak olan ve kınanan ise feryâd-u figân etmek, ağıt yakmak, yüzleri ve göğüsleri tokatlamak ve elbiseleri parçalamaktır. Ya‘kûb (Aleyhisselâm)ın bu ağlayışı evlat acısından ziyâde onun hangi din üzere bulunduğu endişesine kapılmasındandır. Nitekim rivâyete göre; kavuştukları vakit Yûsuf (Aleyhisselâm) ona: “Babacığım! Kıyâmet günü buluşacağımızı bildiğin hâlde neden gözlerini kaybedecek kadar ağladın?!” diye sorunca Ya‘kûb (Aleyhisselâm): “Bilmez olur muyum, lâkin sen İslâm’dan ayrılırsın da âhirette de buluşamayız diye endişemden ağladım” diye cevap vermiştir. (el-Hâzin, en-Nesefî, el-Beyzâvî) Hasen (Radıyallâhu Anh) şöyle anlatmıştır: “Yûsuf (Aleyhisselâm)ın, babasının koynundan ayrılışıyla, tekrar buluştukları güne kadar geçen seksen senelik zaman zarfında Ya‘kûb (Aleyhisselâm)-ın gözlerinin yaşı dinmemiştir. Oysa o gün Allâh nezdinde Ya‘kûb (Aleyhisselâm)dan daha değerli bir kul yeryüzünde bulunmuyordu.” (et-Taberî, rakam:19739, 7/284)
85﴿ Onlar (babalarının devamlı Yûsuf’u sayıkladığını görünce): “Allâh’a yemîn olsun ki; sen Yûsuf’u anmaya devâm ediyorsun. Netîcede ya kendini eritecek derecede hasta biri olacaksın ya da (ölerek) helâk olanlardan olacaksın” dediler.
86﴿ O dedi ki: “(Ben derdimi ne size, ne de başkalarına anlatmıyorum ki beni tesellîye kalkışıyorsunuz.) Ben (dayanılamayacak derecede ağır olduğu için) dağıtıl(arak paylaşıl)ması gereken kederimi ve üzüntümü ancak Allâh’a şikâyet ediyorum. Zâten ben Allâh (tarafın)dan öyle şeyler biliyorum ki siz (onları) bilmiyorsunuz. (Zîrâ Allâh-u Te‘âlâ bana; Yûsuf’un hayatta olduğunu ve beni onunla buluşturacağını bildirdiği için ben dâimâ o ümitle yaşıyorum, şüphesiz O benim bu ümîdimi boşa çıkarmayacaktır.)
سُورَةُ يُوسُفَ
الجزء ١٣
٢٤٤
قَالَ مَعَاذَ اللّٰهِ اَنْ نَأْخُذَ اِلَّا مَنْ وَجَدْنَا مَتَاعَنَا عِنْدَهُٓۙ اِنَّٓا اِذًا لَظَالِمُونَ۟ ﴿٧٩
فَلَمَّا اسْتَيْـَٔسُوا مِنْهُ خَلَصُوا نَجِيًّاۜ قَالَ كَب۪يرُهُمْ اَلَمْ تَعْلَمُٓوا اَنَّ اَبَاكُمْ قَدْ اَخَذَ عَلَيْكُمْ مَوْثِقًا مِنَ اللّٰهِ وَمِنْ قَبْلُ مَا فَرَّطْتُمْ ف۪ي يُوسُفَۚ فَلَنْ اَبْرَحَ الْاَرْضَ حَتّٰى يَأْذَنَ ل۪ٓي اَب۪ٓي اَوْ يَحْكُمَ اللّٰهُ ل۪يۚ وَهُوَ خَيْرُ الْحَاكِم۪ينَ ﴿٨٠
اِرْجِعُٓوا اِلٰٓى اَب۪يكُمْ فَقُولُوا يَٓا اَبَانَٓا اِنَّ ابْنَكَ سَرَقَۚ وَمَا شَهِدْنَٓا اِلَّا بِمَا عَلِمْنَا وَمَا كُنَّا لِلْغَيْبِ حَافِظ۪ينَ ﴿٨١
وَسْـَٔلِ الْقَرْيَةَ الَّت۪ي كُنَّا ف۪يهَا وَالْع۪يرَ الَّت۪ٓي اَقْبَلْنَا ف۪يهَاۜ وَاِنَّا لَصَادِقُونَ ﴿٨٢
قَالَ بَلْ سَوَّلَتْ لَكُمْ اَنْفُسُكُمْ اَمْرًاۜ فَصَبْرٌ جَم۪يلٌۜ عَسَى اللّٰهُ اَنْ يَأْتِيَن۪ي بِهِمْ جَم۪يعًاۜ اِنَّهُ هُوَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ ﴿٨٣
وَتَوَلّٰى عَنْهُمْ وَقَالَ يَٓا اَسَفٰى عَلٰى يُوسُفَ وَابْيَضَّتْ عَيْنَاهُ مِنَ الْحُزْنِ فَهُوَ كَظ۪يمٌ ﴿٨٤
قَالُوا تَاللّٰهِ تَفْتَؤُ۬ا تَذْكُرُ يُوسُفَ حَتّٰى تَكُونَ حَرَضًا اَوْ تَكُونَ مِنَ الْهَالِك۪ينَ ﴿٨٥
قَالَ اِنَّمَٓا اَشْكُوا بَثّ۪ي وَحُزْن۪ٓي اِلَى اللّٰهِ وَاَعْلَمُ مِنَ اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ ﴿٨٦
Yûsuf Sûresi
244
Cuz 13
قَالَ مَعَاذَ اللّٰهِ اَنْ نَأْخُذَ اِلَّا مَنْ وَجَدْنَا مَتَاعَنَا عِنْدَهُٓۙ اِنَّٓا اِذًا لَظَالِمُونَ۟ ﴿٧٩
79﴿ O(nları dinleyen Yûsuf (Aleyhisselâm)): “Eşyâmızı yanında bulduğumuz kimseden başkasını alıkoymamızdan Allâh’a sığınmakla (sığınırız)! O takdirde gerçekten biz (sizin babanızın şerîatına göre) elbette zâlim kimseleriz” dedi.
فَلَمَّا اسْتَيْـَٔسُوا مِنْهُ خَلَصُوا نَجِيًّاۜ قَالَ كَب۪يرُهُمْ اَلَمْ تَعْلَمُٓوا اَنَّ اَبَاكُمْ قَدْ اَخَذَ عَلَيْكُمْ مَوْثِقًا مِنَ اللّٰهِ وَمِنْ قَبْلُ مَا فَرَّطْتُمْ ف۪ي يُوسُفَۚ فَلَنْ اَبْرَحَ الْاَرْضَ حَتّٰى يَأْذَنَ ل۪ٓي اَب۪ٓي اَوْ يَحْكُمَ اللّٰهُ ل۪يۚ وَهُوَ خَيْرُ الْحَاكِم۪ينَ ﴿٨٠
80﴿ Nihâyet onlar (Yûsuf (Aleyhisselâm)ın kendi isteklerine icâbet etmeyeceğini anlayarak) ondan iyice ümit kestikleri zaman, (babalarına ne cevap verecekleri husûsunda) fısıldaşarak istişâre edenler hâlinde (insanlardan) ayrıldılar. (İstişâreden Bünyâmîn’i bırakıp topluca dönme karârı çıkınca) büyükleri dedi ki: “Siz gerçekten bilmediniz mi ki; muhakkak babanız size karşı Allâh (tarafın)dan (sizi bağlayacak) kuvvetli bir söz almıştı, daha önce de Yûsuf(u korumanız) hakkında (sizden aldığı sözü gözetme konusunda) ne kadar kusur işlemiştiniz?! Artık (verdiğim söz gereği) babam (bu konuyu duyup da kendisine dönmem için) bana izin verinceye ya da Allâh (kardeşimi kurtararak) benim (bu sözü bozmadan buradan ayrılmam) için hüküm verinceye dek ben bu yerden aslâ ayrılmayacağım. Zâten ancak O, hüküm verenlerin hayırlısıdır. (Zîrâ O, ancak hak ve adâletle hükmeder.)
اِرْجِعُٓوا اِلٰٓى اَب۪يكُمْ فَقُولُوا يَٓا اَبَانَٓا اِنَّ ابْنَكَ سَرَقَۚ وَمَا شَهِدْنَٓا اِلَّا بِمَا عَلِمْنَا وَمَا كُنَّا لِلْغَيْبِ حَافِظ۪ينَ ﴿٨١
81﴿ (Büyük kardeşleri sözlerine şöyle devâm etti:) Babanıza dönün de deyin ki: ‘Ey babamız! Gerçekten senin oğlun (hükümdârın kabını) çaldı. Ama biz (çalınan kabın onun yükünden çıktığını görerek) bilmemizden başka bir sûretle (onun bunu çalmasına gözümüzle) şâhit olmadık. Zâten biz (gerçekten çalıp çalmadığı ya da sana söz verirken onun hırsızlık yapacağı gibi) gayb(a âit konular)ı koruy(up kollay)an kimseler olmadık.
وَسْـَٔلِ الْقَرْيَةَ الَّت۪ي كُنَّا ف۪يهَا وَالْع۪يرَ الَّت۪ٓي اَقْبَلْنَا ف۪يهَاۜ وَاِنَّا لَصَادِقُونَ ﴿٨٢
82﴿ (İstersen) kendisinde bulunduğumuz o şehr(in ahâlîsin)e de, aralarında (buraya doğru) yöneldiğimiz o kāfileye de sor(abilirsin). Gerçekten de biz elbette doğru (sözlü) kimseleriz.’ (İşte böylece ağabeyleri onlara bir yol gösterdi. Fakat kendisi orada kaldı.)
قَالَ بَلْ سَوَّلَتْ لَكُمْ اَنْفُسُكُمْ اَمْرًاۜ فَصَبْرٌ جَم۪يلٌۜ عَسَى اللّٰهُ اَنْ يَأْتِيَن۪ي بِهِمْ جَم۪يعًاۜ اِنَّهُ هُوَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ ﴿٨٣
83﴿ O(nlardan bu haberi alan Ya‘kûb (Aleyhisselâm)): “Doğrusu nefisleriniz sizin için görülmedik bir işi süslemiş. (Yoksa o hükümdar, çaldığına karşılık hırsızın esir edilme hükmünü nereden bilecek?!) Artık (bana düşen iş, kadere îtirâz içermeyen ve rızâ ifâde eden) çok güzel bir sabırdır! Umulur ki Allâh bana onları hep birlikte getirir. Şüphesiz ki O; ancak O, (hem benim, hem de onların ne durumda olduğunu hakkıyla bilen bir) Alîm’dir, (üstün hikmeti gereği, bâzen belâ, bâzen nîmet veren bir) Hakîm’dir” dedi.
وَتَوَلّٰى عَنْهُمْ وَقَالَ يَٓا اَسَفٰى عَلٰى يُوسُفَ وَابْيَضَّتْ عَيْنَاهُ مِنَ الْحُزْنِ فَهُوَ كَظ۪يمٌ ﴿٨٤
84﴿ Derken o onlar(la tartışmak)dan yüz çevirdi ve: “Ey Yûsuf’a karşı olan şiddetli üzüntüm (şimdi tam senin zamânın, neredesin gel)!” dedi ve üzüntüden dolayı (çok ağladığı için) iki gözüne ak düştü (de hiçbir şey göremez oldu). Artık o (Ya‘kûb (Aleyhisselâm) çocuklarına karşı) öfke dolu biriydi /(kederini) tamâmen yut(up içine at)an biriydi/. Bâzı câhiller Ya‘kûb (Aleyhisselâm)ın oğluna karşı bu kadar düşkünlüğünü ve gözlerini kaybedecek derecede ağlamasını peygamberlik makāmına yakıştıramamışlarsa da iş, bu câhillerin anladığı gibi değildir. Zîrâ bir kulun başına gelen bir musîbeti Rabbine şikâyet etmesinden daha anlaşılabilir bir şey olamaz. Ama sâir insanlar bu şikâyeti birbirlerine de yapabilirler, peygamberler ise sâdece Rablerine arz edebilirler. Bir peygamberin de sâir insanlar gibi üzülmeye ve ağlamaya hakkı vardır. Nitekim Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) oğlu İbrâhîm’in vefâtı nedeniyle ağlamış ve: “Şüphesiz göz yaşarır, kalp de üzülür ama biz Rabbimizin râzı olmayacağı şeyleri söylemeyiz. Ey İbrâhîm! Biz senden ayrıldığımız için elbette üzgün kimseleriz” buyurmuştur. (el-Buhârî, el-Cenâiz:42, rakam:1241, 1/439) Yasak olan ve kınanan ise feryâd-u figân etmek, ağıt yakmak, yüzleri ve göğüsleri tokatlamak ve elbiseleri parçalamaktır. Ya‘kûb (Aleyhisselâm)ın bu ağlayışı evlat acısından ziyâde onun hangi din üzere bulunduğu endişesine kapılmasındandır. Nitekim rivâyete göre; kavuştukları vakit Yûsuf (Aleyhisselâm) ona: “Babacığım! Kıyâmet günü buluşacağımızı bildiğin hâlde neden gözlerini kaybedecek kadar ağladın?!” diye sorunca Ya‘kûb (Aleyhisselâm): “Bilmez olur muyum, lâkin sen İslâm’dan ayrılırsın da âhirette de buluşamayız diye endişemden ağladım” diye cevap vermiştir. (el-Hâzin, en-Nesefî, el-Beyzâvî) Hasen (Radıyallâhu Anh) şöyle anlatmıştır: “Yûsuf (Aleyhisselâm)ın, babasının koynundan ayrılışıyla, tekrar buluştukları güne kadar geçen seksen senelik zaman zarfında Ya‘kûb (Aleyhisselâm)-ın gözlerinin yaşı dinmemiştir. Oysa o gün Allâh nezdinde Ya‘kûb (Aleyhisselâm)dan daha değerli bir kul yeryüzünde bulunmuyordu.” (et-Taberî, rakam:19739, 7/284)
قَالُوا تَاللّٰهِ تَفْتَؤُ۬ا تَذْكُرُ يُوسُفَ حَتّٰى تَكُونَ حَرَضًا اَوْ تَكُونَ مِنَ الْهَالِك۪ينَ ﴿٨٥
85﴿ Onlar (babalarının devamlı Yûsuf’u sayıkladığını görünce): “Allâh’a yemîn olsun ki; sen Yûsuf’u anmaya devâm ediyorsun. Netîcede ya kendini eritecek derecede hasta biri olacaksın ya da (ölerek) helâk olanlardan olacaksın” dediler.
قَالَ اِنَّمَٓا اَشْكُوا بَثّ۪ي وَحُزْن۪ٓي اِلَى اللّٰهِ وَاَعْلَمُ مِنَ اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ ﴿٨٦
86﴿ O dedi ki: “(Ben derdimi ne size, ne de başkalarına anlatmıyorum ki beni tesellîye kalkışıyorsunuz.) Ben (dayanılamayacak derecede ağır olduğu için) dağıtıl(arak paylaşıl)ması gereken kederimi ve üzüntümü ancak Allâh’a şikâyet ediyorum. Zâten ben Allâh (tarafın)dan öyle şeyler biliyorum ki siz (onları) bilmiyorsunuz. (Zîrâ Allâh-u Te‘âlâ bana; Yûsuf’un hayatta olduğunu ve beni onunla buluşturacağını bildirdiği için ben dâimâ o ümitle yaşıyorum, şüphesiz O benim bu ümîdimi boşa çıkarmayacaktır.)