v02.01.25 Geliştirme Notları
Yûsuf Sûresi
246
Cuz 13
96﴿ İşte o (gömleği getiren) müjdeci geldiği zaman onu (Ya‘kûb (Aleyhisselâm)ın) yüzünün üzerine bıraktı da, o hemen çok iyi gören bir kimseye dönüverdi. O (zaman yanında bulunanlara) dedi ki: “Ben size: ‘Şüphesiz ben Allâh(-u Te‘âlâ’nın Yûsuf’a kavuşacağıma dâir ümîdimi boşa çıkarmayacağı gibi konularda O’nun tarafın)dan (bana vahyedilen) öyle şeyler biliyorum ki siz (onları) bilmiyorsunuz’ dememiş miydim?!”
97﴿ Onlar: “Ey babamız! (Allâh-u Te‘âlâ’dan) bizim için günahlarımızın mağfiretini iste. Gerçekten de biz kasten günah işleyen kimseler olduk” dediler.
98﴿ O da (afv edilmeleri için yapacağı duâyı kabûl saati olan cumâ gecesinin seher vaktine tehir ettiğini bildirmek üzere): “Yakında sizin için Rabbimden mağfiret talep edeceğim. Şüphesiz ki O; ancak O (pişman olanı çokça bağışlayan) Ğafûr’dur, (tevbe edene hakkıyla merhamet eden) Rahîm’dir” dedi.
99﴿ Nihâyet (Ya‘kûb (Aleyhisselâm) eşiyle birlikte tüm âilesini alıp yola çıktı, böylece onlar kendilerini şehir dışında karşılamaya çıkan) Yûsuf’un yanına girdikleri zaman o, babasıyla annesini kendisine kat(ıp kucakla)dı ve: “İnşâallâh (kıtlıktan ve istenmedik tüm şeylerden güvende ve) emniyette olan kişiler olarak Mısır’a girin” dedi.
100﴿ Sonra (şehre girdiklerinde) babasıyla annesini o (kendisine özel çok değerli) taht üzerine yükseltti ve onlar (oğullarıyla birlikte selâmlamada bulunmak üzere) sâdece ona secde edici kimseler olarak (yere) kapandılar. (O zaman Yûsuf (Aleyhisselâm)) dedi ki: “Ey benim babam! İşte bu, benim daha önceki rüyâmın te’vîl (ve tâbîr)idir. Muhakkak Rabbim onu (gerçeğe uygun olarak tecellî eden) bir hak (ve sâdık rüyâ) yapmıştır. Zâten O (Rabbim) beni hapishâneden çıkardığında da, şeytan benimle kardeşlerimin arasında bozgunculuk (ve kışkırtma) yaptıktan sonra (hep birlikte) sizi çölden getirdiği (bugü)n(ümüz)de de gerçekten bana (çok büyük) iyilik yapmıştır. Şüphesiz benim Rabbim (kullarca gizli kapalı olan tüm konuları hakkıyla bilendir ve yaratılmışlara göre ne kadar zor gözükse de) murâd ettiği şeyler için ziyâde lütuf sâhibidir (ki, böylece hiçbir engelle karşılaşmaksızın irâdesi doğrultusunda isteklerini gerçekleştirir ve irâdesini her şeye nüfûz ettirerek lütfunu tecellî ettirir). Muhakkak ki O; ancak O (Rabbim, yaratma ve yönetmeyle alâkalı tüm menfaatleri hakkıyla bilen) Alîm’dir, (her şeyi vakti vaktinde ve yerli yerinde yapan) Hakîm’dir. Müfessirler Yûsuf (Aleyhisselâm)ın rüyâsıyla te’vîlinin çıkması arasında geçen müddetin ne kadar olduğu hakkında birkaç görüş üzere ihtilâf etmişlerse de, Hasen (Radıyallâhu Anh)dan rivâyet edildiğine göre; Yûsuf (Aleyhisselâm) on yedi yaşındayken kuyuya atılmış, köle olarak kaldığı, hapiste bulunduğu ve saltanat sürdüğü süre seksen seneyi bulmuş, daha sonra anne-babası ve kardeşleriyle buluşmasının ardından da yirmi üç sene yaşamış ve nihâyet yüz yirmi yaşında vefât etmiştir. Rivâyete göre; Ya‘kûb (Aleyhisselâm) ve zürriyeti Mısır’a girerken kadınlı erkekli yetmiş iki kişiydiler. Mûsâ (Aleyhisselâm) ile birlikte Mısır’dan çıktıklarında ise sâdece eli silah tutan erkekleri altı yüz bin küsûr kişi idi. O gün İsrâîloğullarının tamâmı ise bir milyon yüz bine ulaşmıştı. Anne-babasının kendisine secde etmesinin şekli hakkında birkaç görüş varsa da, zâhir olan görüş, alın üzere yapılan secdedir ki bu, meleklerin Âdem (Aleyhisselâm)a yaptıkları secde gibi bir selâmlama mâhiyeti taşımaktaydı, yoksa tapınma mânâsında bir secde değildi. Bizim şerîatımızda bu tür selâmlama câiz değilse de o zamanki şerîatta bu amel, bizde yaygın olan ayağa kalkma, musâfaha ve el öpme gibi câiz olan âdetler kabîlindendi. Yûsuf (Aleyhisselâm)ın bu kadar uzun zaman geçmesine rağmen babasına ulaşamamasının hikmetini beyân eden birçok âlim, kader yerini buluncaya kadar Yûsuf (Aleyhisselâm)ın bu işi babasından gizlemesine dâir vahiy aldığını söylemişlerdir. Ya‘kûb (Aleyhisselâm)ın yakın bir mesâfede olduğu hâlde ondan haberdâr olmaması ise hârikulâde olaylardan biri olarak değerlendirilmiştir. (en-Nesefî; el-Hâzin; el-Beyzâvî; el-Âlûsî)
101﴿ Ey Rabbim! Gerçekten sen bana (saltanat ve) mülkten büyük bir hisse verdin ve bana (İlâhî kitapların sırları, geçmiş peygamberlerin sünnetlerinin incelikleri ve rüyâlarda görülen) o önemli hâdiselerin (tâbîr ve) te’vîlinden büyük bir nasip öğrettin. Ey göklerin ve yerin yoktan yaratıcısı! Dünyâda da, âhirette de ancak Sen benim (tüm işlerimin kefîli ve mütevellîsi olan) Velî(yy-i nîmeti)msin. Sen Beni Müslüman bir kimse olarak vefât ettir ve beni (benden önce geçmiş) sâlih kimseler (olan peygamberler zümresin)e kat.”
102﴿ (Habîbim!) İşte sana! Bu (sûrede anlatılanlar), (kimsenin kendiliğinden bilemeyeceği bir kısım) gayb haberlerindendir ki onları sana Biz vahyetmekteyiz. Hâlbuki onlar (Yûsuf (Aleyhisselâm)a karşı) hîle kurarlarken (onu kuyuya atma) işlerine azmettikleri zaman sen onların yanında bulunmadın (ki bu kıssayı tüm teferruatıyla bilesin de şimdi insanlara bildiresin).
103﴿ (Habîbim!) Ama (şunu bil ki) sen (kulların îmân etmesine) ne kadar aşırı istekli olsan da, insanların çoğu (kâfirlikte kalmaya kararlı olduklarından) aslâ îmân edecek kimseler değillerdir.
سُورَةُ يُوسُفَ
الجزء ١٣
٢٤٦
فَلَمَّٓا اَنْ جَٓاءَ الْبَش۪يرُ اَلْقٰيهُ عَلٰى وَجْهِه۪ فَارْتَدَّ بَص۪يرًاۚ قَالَ اَلَمْ اَقُلْ لَكُمْ اِنّ۪ٓي اَعْلَمُ مِنَ اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ ﴿٩٦
قَالُوا يَٓا اَبَانَا اسْتَغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَٓا اِنَّا كُنَّا خَاطِـ۪ٔينَ ﴿٩٧
قَالَ سَوْفَ اَسْتَغْفِرُ لَكُمْ رَبّ۪يۜ اِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ ﴿٩٨
فَلَمَّا دَخَلُوا عَلٰى يُوسُفَ اٰوٰٓى اِلَيْهِ اَبَوَيْهِ وَقَالَ ادْخُلُوا مِصْرَ اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ اٰمِن۪ينَۜ ﴿٩٩
وَرَفَعَ اَبَوَيْهِ عَلَى الْعَرْشِ وَخَرُّوا لَهُ سُجَّدًاۚ وَقَالَ يَٓا اَبَتِ هٰذَا تَأْو۪يلُ رُءْيَايَ مِنْ قَبْلُۘ قَدْ جَعَلَهَا رَبّ۪ي حَقًّاۜ وَقَدْ اَحْسَنَ ب۪ٓي اِذْ اَخْرَجَن۪ي مِنَ السِّجْنِ وَجَٓاءَ بِكُمْ مِنَ الْبَدْوِ مِنْ بَعْدِ اَنْ نَزَغَ الشَّيْطَانُ بَيْن۪ي وَبَيْنَ اِخْوَت۪يۜ اِنَّ رَبّ۪ي لَط۪يفٌ لِمَا يَشَٓاءُۜ اِنَّهُ هُوَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ ﴿١٠٠
رَبِّ قَدْ اٰتَيْتَن۪ي مِنَ الْمُلْكِ وَعَلَّمْتَن۪ي مِنْ تَأْو۪يلِ الْاَحَاد۪يثِۚ فَاطِرَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ اَنْتَ وَلِيّ۪ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۚ تَوَفَّن۪ي مُسْلِمًا وَاَلْحِقْن۪ي بِالصَّالِح۪ينَ ﴿١٠١
ذٰلِكَ مِنْ اَنْبَٓاءِ الْغَيْبِ نُوح۪يهِ اِلَيْكَۚ وَمَا كُنْتَ لَدَيْهِمْ اِذْ اَجْمَعُٓوا اَمْرَهُمْ وَهُمْ يَمْكُرُونَ ﴿١٠٢
وَمَٓا اَكْثَرُ النَّاسِ وَلَوْ حَرَصْتَ بِمُؤْمِن۪ينَ ﴿١٠٣
Yûsuf Sûresi
246
Cuz 13
فَلَمَّٓا اَنْ جَٓاءَ الْبَش۪يرُ اَلْقٰيهُ عَلٰى وَجْهِه۪ فَارْتَدَّ بَص۪يرًاۚ قَالَ اَلَمْ اَقُلْ لَكُمْ اِنّ۪ٓي اَعْلَمُ مِنَ اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ ﴿٩٦
96﴿ İşte o (gömleği getiren) müjdeci geldiği zaman onu (Ya‘kûb (Aleyhisselâm)ın) yüzünün üzerine bıraktı da, o hemen çok iyi gören bir kimseye dönüverdi. O (zaman yanında bulunanlara) dedi ki: “Ben size: ‘Şüphesiz ben Allâh(-u Te‘âlâ’nın Yûsuf’a kavuşacağıma dâir ümîdimi boşa çıkarmayacağı gibi konularda O’nun tarafın)dan (bana vahyedilen) öyle şeyler biliyorum ki siz (onları) bilmiyorsunuz’ dememiş miydim?!”
قَالُوا يَٓا اَبَانَا اسْتَغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَٓا اِنَّا كُنَّا خَاطِـ۪ٔينَ ﴿٩٧
97﴿ Onlar: “Ey babamız! (Allâh-u Te‘âlâ’dan) bizim için günahlarımızın mağfiretini iste. Gerçekten de biz kasten günah işleyen kimseler olduk” dediler.
قَالَ سَوْفَ اَسْتَغْفِرُ لَكُمْ رَبّ۪يۜ اِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ ﴿٩٨
98﴿ O da (afv edilmeleri için yapacağı duâyı kabûl saati olan cumâ gecesinin seher vaktine tehir ettiğini bildirmek üzere): “Yakında sizin için Rabbimden mağfiret talep edeceğim. Şüphesiz ki O; ancak O (pişman olanı çokça bağışlayan) Ğafûr’dur, (tevbe edene hakkıyla merhamet eden) Rahîm’dir” dedi.
فَلَمَّا دَخَلُوا عَلٰى يُوسُفَ اٰوٰٓى اِلَيْهِ اَبَوَيْهِ وَقَالَ ادْخُلُوا مِصْرَ اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ اٰمِن۪ينَۜ ﴿٩٩
99﴿ Nihâyet (Ya‘kûb (Aleyhisselâm) eşiyle birlikte tüm âilesini alıp yola çıktı, böylece onlar kendilerini şehir dışında karşılamaya çıkan) Yûsuf’un yanına girdikleri zaman o, babasıyla annesini kendisine kat(ıp kucakla)dı ve: “İnşâallâh (kıtlıktan ve istenmedik tüm şeylerden güvende ve) emniyette olan kişiler olarak Mısır’a girin” dedi.
وَرَفَعَ اَبَوَيْهِ عَلَى الْعَرْشِ وَخَرُّوا لَهُ سُجَّدًاۚ وَقَالَ يَٓا اَبَتِ هٰذَا تَأْو۪يلُ رُءْيَايَ مِنْ قَبْلُۘ قَدْ جَعَلَهَا رَبّ۪ي حَقًّاۜ وَقَدْ اَحْسَنَ ب۪ٓي اِذْ اَخْرَجَن۪ي مِنَ السِّجْنِ وَجَٓاءَ بِكُمْ مِنَ الْبَدْوِ مِنْ بَعْدِ اَنْ نَزَغَ الشَّيْطَانُ بَيْن۪ي وَبَيْنَ اِخْوَت۪يۜ اِنَّ رَبّ۪ي لَط۪يفٌ لِمَا يَشَٓاءُۜ اِنَّهُ هُوَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ ﴿١٠٠
100﴿ Sonra (şehre girdiklerinde) babasıyla annesini o (kendisine özel çok değerli) taht üzerine yükseltti ve onlar (oğullarıyla birlikte selâmlamada bulunmak üzere) sâdece ona secde edici kimseler olarak (yere) kapandılar. (O zaman Yûsuf (Aleyhisselâm)) dedi ki: “Ey benim babam! İşte bu, benim daha önceki rüyâmın te’vîl (ve tâbîr)idir. Muhakkak Rabbim onu (gerçeğe uygun olarak tecellî eden) bir hak (ve sâdık rüyâ) yapmıştır. Zâten O (Rabbim) beni hapishâneden çıkardığında da, şeytan benimle kardeşlerimin arasında bozgunculuk (ve kışkırtma) yaptıktan sonra (hep birlikte) sizi çölden getirdiği (bugü)n(ümüz)de de gerçekten bana (çok büyük) iyilik yapmıştır. Şüphesiz benim Rabbim (kullarca gizli kapalı olan tüm konuları hakkıyla bilendir ve yaratılmışlara göre ne kadar zor gözükse de) murâd ettiği şeyler için ziyâde lütuf sâhibidir (ki, böylece hiçbir engelle karşılaşmaksızın irâdesi doğrultusunda isteklerini gerçekleştirir ve irâdesini her şeye nüfûz ettirerek lütfunu tecellî ettirir). Muhakkak ki O; ancak O (Rabbim, yaratma ve yönetmeyle alâkalı tüm menfaatleri hakkıyla bilen) Alîm’dir, (her şeyi vakti vaktinde ve yerli yerinde yapan) Hakîm’dir. Müfessirler Yûsuf (Aleyhisselâm)ın rüyâsıyla te’vîlinin çıkması arasında geçen müddetin ne kadar olduğu hakkında birkaç görüş üzere ihtilâf etmişlerse de, Hasen (Radıyallâhu Anh)dan rivâyet edildiğine göre; Yûsuf (Aleyhisselâm) on yedi yaşındayken kuyuya atılmış, köle olarak kaldığı, hapiste bulunduğu ve saltanat sürdüğü süre seksen seneyi bulmuş, daha sonra anne-babası ve kardeşleriyle buluşmasının ardından da yirmi üç sene yaşamış ve nihâyet yüz yirmi yaşında vefât etmiştir. Rivâyete göre; Ya‘kûb (Aleyhisselâm) ve zürriyeti Mısır’a girerken kadınlı erkekli yetmiş iki kişiydiler. Mûsâ (Aleyhisselâm) ile birlikte Mısır’dan çıktıklarında ise sâdece eli silah tutan erkekleri altı yüz bin küsûr kişi idi. O gün İsrâîloğullarının tamâmı ise bir milyon yüz bine ulaşmıştı. Anne-babasının kendisine secde etmesinin şekli hakkında birkaç görüş varsa da, zâhir olan görüş, alın üzere yapılan secdedir ki bu, meleklerin Âdem (Aleyhisselâm)a yaptıkları secde gibi bir selâmlama mâhiyeti taşımaktaydı, yoksa tapınma mânâsında bir secde değildi. Bizim şerîatımızda bu tür selâmlama câiz değilse de o zamanki şerîatta bu amel, bizde yaygın olan ayağa kalkma, musâfaha ve el öpme gibi câiz olan âdetler kabîlindendi. Yûsuf (Aleyhisselâm)ın bu kadar uzun zaman geçmesine rağmen babasına ulaşamamasının hikmetini beyân eden birçok âlim, kader yerini buluncaya kadar Yûsuf (Aleyhisselâm)ın bu işi babasından gizlemesine dâir vahiy aldığını söylemişlerdir. Ya‘kûb (Aleyhisselâm)ın yakın bir mesâfede olduğu hâlde ondan haberdâr olmaması ise hârikulâde olaylardan biri olarak değerlendirilmiştir. (en-Nesefî; el-Hâzin; el-Beyzâvî; el-Âlûsî)
رَبِّ قَدْ اٰتَيْتَن۪ي مِنَ الْمُلْكِ وَعَلَّمْتَن۪ي مِنْ تَأْو۪يلِ الْاَحَاد۪يثِۚ فَاطِرَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ اَنْتَ وَلِيّ۪ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۚ تَوَفَّن۪ي مُسْلِمًا وَاَلْحِقْن۪ي بِالصَّالِح۪ينَ ﴿١٠١
101﴿ Ey Rabbim! Gerçekten sen bana (saltanat ve) mülkten büyük bir hisse verdin ve bana (İlâhî kitapların sırları, geçmiş peygamberlerin sünnetlerinin incelikleri ve rüyâlarda görülen) o önemli hâdiselerin (tâbîr ve) te’vîlinden büyük bir nasip öğrettin. Ey göklerin ve yerin yoktan yaratıcısı! Dünyâda da, âhirette de ancak Sen benim (tüm işlerimin kefîli ve mütevellîsi olan) Velî(yy-i nîmeti)msin. Sen Beni Müslüman bir kimse olarak vefât ettir ve beni (benden önce geçmiş) sâlih kimseler (olan peygamberler zümresin)e kat.”
ذٰلِكَ مِنْ اَنْبَٓاءِ الْغَيْبِ نُوح۪يهِ اِلَيْكَۚ وَمَا كُنْتَ لَدَيْهِمْ اِذْ اَجْمَعُٓوا اَمْرَهُمْ وَهُمْ يَمْكُرُونَ ﴿١٠٢
102﴿ (Habîbim!) İşte sana! Bu (sûrede anlatılanlar), (kimsenin kendiliğinden bilemeyeceği bir kısım) gayb haberlerindendir ki onları sana Biz vahyetmekteyiz. Hâlbuki onlar (Yûsuf (Aleyhisselâm)a karşı) hîle kurarlarken (onu kuyuya atma) işlerine azmettikleri zaman sen onların yanında bulunmadın (ki bu kıssayı tüm teferruatıyla bilesin de şimdi insanlara bildiresin).
وَمَٓا اَكْثَرُ النَّاسِ وَلَوْ حَرَصْتَ بِمُؤْمِن۪ينَ ﴿١٠٣
103﴿ (Habîbim!) Ama (şunu bil ki) sen (kulların îmân etmesine) ne kadar aşırı istekli olsan da, insanların çoğu (kâfirlikte kalmaya kararlı olduklarından) aslâ îmân edecek kimseler değillerdir.