ONÜÇÜNCÜ SÛRE-İ CELİLE
el-Ra`d
SÛRE-İ CELîLESİ
Bu sûre-i celîlenin, Mekke’de mi Medîne’de mi nâzil olduğu konusu ihtilaflı olup, İbni Abbâs ve Ali ibni Ebî Talha (Radıyallâhu anhüm) gibi birçok zevât-ı kirâma göre Mekkî; İbni Cüreyc, Atâ ve Katâde (Rahimehumullâh) gibi zevâta göreyse; 31. âyet-i kerîmesi dışında, tümü Medenî’dir. 43 ayettir.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle!
الٓمٓرٰ۠ تِلْكَ اٰيَاتُ الْكِتَابِۜ وَالَّذ۪ٓي اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ الْحَقُّ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يُؤْمِنُونَ ﴿١﴾
﴾1﴿
Elif! Lâm! Mîm! Râ! Müfessirler bu gibi hurûf-u mukatta‘anın tefsîrinde şöyle demişlerdir: (اَللّٰهُ أَعْلَمُ بِمُرَادِهِ بِذٰلِكَ) “Bu harfler müteşâbih âyetlerden olduğu için bunlardan murâdının ne olduğunu ziyâdesiyle bilen ancak Allâh’tır.” (Habîbim!) İşte sana! Bu (sûrede buluna)nlar, o (eşsiz) Kitâb’ın âyetleridir. Ayrıca sana Rabbinden indirilmiş olan bu şey, (üzerine hiçbir ekleme gerekmeyecek derecede yeterli olan) hakkın ta kendisidir. Velâkin insanların ekseriyeti (doğru düşünce kābiliyetlerini kaybettiklerinden, onun Allâh-u Te‘âlâ tarafından gönderildiğine) îmân etmezler (de bu yüzden: “Onu Muhammed uydurdu” derler).
اَللّٰهُ الَّذ۪ي رَفَعَ السَّمٰوَاتِ بِغَيْرِ عَمَدٍ تَرَوْنَهَا ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَۜ كُلٌّ يَجْر۪ي لِاَجَلٍ مُسَمًّىۜ يُدَبِّرُ الْاَمْرَ يُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ لَعَلَّكُمْ بِلِقَٓاءِ رَبِّكُمْ تُوقِنُونَ ﴿٢﴾
﴾2﴿
Ancak Allâh O Zâttır ki; kendilerini görmekte olduğunuz gökleri direksiz olarak yüksek yapmıştır /gökleri sizin görebileceğiniz bir direk olmaksızın yüksek yapmıştır/. Sonra O (yüce Rabbinizin emir ve yasakları, nurları ve tecellîleri) Arş(a yönelmiş ve böylece Allâh-u Te‘âlâ’nın hükümranlığı en büyük cisim olan Arş dâhil tüm yaratılmışlar)ı istivâ (ve istîlâ) etmiş (hepsine de hükmünü kabûl ettirmiş)tir. Ayrıca güneşi ve ayı (kendilerinden istenen hizmete boyun eğerek emre âmâde olan) müsahhar (varlıklar) kılmıştır ki hepsi (de), adı konmuş bir süreye kadar (burçlarında ve yörüngelerinde) akıp gitmektedir. (Arş dâhil ulvî ve süflî tüm varlıklarla alâkalı) bütün işleri (hikmetinin gerektirdiği ve menfaatlerin gözetildiği en uygun bir düzen üzere yerli yerince) O yönetmektedir. (Vahyedilen) tüm âyetleri (ayrıntılı bir şekilde peyderpey indirerek, cihanda sergilenen âyetleri) de (birbiri ardınca sürekli îcâd ederek) O tafsîl etmektedir. Tâ ki siz (iyice düşünesiniz de bu anlatılanları yaratan Zâtın üstün gücünü ve sizi diriltmeye Kādir olduğunu anlayasınız ve bu sebeple) Rabbinize kavuşacağınızı yakînen bilesiniz.
وَهُوَ الَّذ۪ي مَدَّ الْاَرْضَ وَجَعَلَ ف۪يهَا رَوَاسِيَ وَاَنْهَارًاۜ وَمِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ جَعَلَ ف۪يهَا زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ يُغْشِي الَّيْلَ النَّهَارَۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ ﴿٣﴾
﴾3﴿
Ancak O (Rabbiniz), öyle (kudretli) bir Zâttır ki; (üzerinde ayaklar sebât edebilsin ve canlılar rahatça gezip dolaşabilsin diye) yeri (enine boyuna) yayıp uzatmıştır, ayrıca onda sâbit dağları ve (gürül gürül akan) nehirleri yaratmıştır, meyvelerin tümünden de orada (ekşi-tatlı, siyah-beyaz, büyük-küçük) ikişer sınıf yaratmıştır. O (Rabbiniz), geceyi gündüze (gündüzü de geceye) bürü(yüp örterek birini diğerinin yerine geçir)mektedir. (Ey insan!) İşte sana! Şüphesiz ki bu (anlatıla)n(lar)da bir toplum için elbette pek çok ve çok büyük âyetler vardır ki onlar (düşünme gücünü sâlim aklın doğru anlayışı istikāmetinde kullanarak) tefekkür etmektedirler. (Nitekim tüm yaratılmışların üstün bir nizam ve uygun bir düzen üzere var edilişi, onların, dilediğini yapan ve istediğine karar veren Hakîm bir Kadîr’in eseri olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.)
وَفِي الْاَرْضِ قِطَعٌ مُتَجَاوِرَاتٌ وَجَنَّاتٌ مِنْ اَعْنَابٍ وَزَرْعٌ وَنَخ۪يلٌ صِنْوَانٌ وَغَيْرُ صِنْوَانٍ يُسْقٰى بِمَٓاءٍ وَاحِدٍ۠ وَنُفَضِّلُ بَعْضَهَا عَلٰى بَعْضٍ فِي الْاُكُلِۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ ﴿٤﴾
﴾4﴿
Yine yer(yüzün)de (bâzısı münbit, bâzısı kurak, bâzısı ekip biçmeye, bâzısı da ağaç yetiştirmeye elverişli farklı farklı niteliklere sâhip) birbirlerine komşu olan birçok (toprak) parçalar(ı), ayrıca üzümlerden oluşan birçok bostanlar, bir de çok türlü ekinler, kökleri bir olan ve muhtelif köklere sâhip hurmalıklar da vardır ki, hepsi de (tabîatında hiçbir farklılık bulunmayan) tek bir su ile sulanmaktadır. Ama (her bakımdan aynı olmalarını gerektiren bunca sebep mevcutken) Biz (lütf-u keremimizle ve üstün kudretimizle) yemişleri(nin şekil, tat ve koku gibi özellikleri) husûsunda onların bazısını diğer bir kısma karşı üstün kılmaktayız. (Ey insan!) İşte sana! Elbette bir kavim için bun(lar)da pek çok ve çok büyük âyetler vardır ki onlar (yaratıcılarının üstün gücüne delâlet eden âyetleri anlamak için) akıllarını kullanmaktadırlar.
وَاِنْ تَعْجَبْ فَعَجَبٌ قَوْلُهُمْ ءَاِذَا كُنَّا تُرَابًا ءَاِنَّا لَف۪ي خَلْقٍ جَد۪يدٍۜ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْۚ وَاُو۬لٰٓئِكَ الْاَغْلَالُ ف۪ٓي اَعْنَاقِهِمْۚ وَاُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ ﴿٥﴾
﴾5﴿
(Habîbim!) Sen (onların dirilmeyi inkâr eden sözlerine) şaşırıyorsan, onların (Allâh-u Te‘âlâ’nın üstün kudretine delâlet eden bunca âyetler görmelerine rağmen diriltileceklerine akıl erdiremeyerek hâlâ): “Biz (un ufak hâle dönüşmüş) bir toprak olduğumuz zaman mı, gerçekten de biz mi elbette yepyeni bir yaratılış içinde olacak mışız?!” sözleri de (gerçekten) çok şaşılacak bir şeydir! İşte sana! Ancak onlar o kimselerdir ki Rablerini inkâr etmiştirler. Yine İşte sana! Onlar (o kimselerdir) ki; (kıyâmet günü tasmalar ve) bukağılar boyunlarında olacaktır. Bir de işte sana! Ancak onlar o (cehennem) ateşin(in ayrılmaz) arkadaşlarıdır. Onlar onun içerisinde ebedî kalıcı kimselerdir.