v02.01.25 Geliştirme Notları
Ra`d Sûresi
249
Cuz 13
6﴿ (Rasûlüm!) Bir de o (müşrik ola)nlar (alayvâri bir üslûpla: “Ey Allâh! Bu Kur’ân hak ise bize gökten taş yağdır” gibi sözler sarf ederek) o güzel olan (âfiyet ve kurtuluş arzusun)dan önce o kötü olan (azaplar)ı senden acele istiyorlar. Hâlbuki (inkârcı ümmetlerin) kök(lerini) kazıyan o azaplar gerçekten kendilerinden önce(ki kâfirleri yıkıp) geçmiştir. Muhakkak ki senin Rabbin, zulümlerine (ve günahlarına) rağmen o (mümin) insanlar için elbette çok büyük bir mağfiret sâhibidir. Yine şüphesiz ki senin Rabbin (kâfirlere karşı) elbette azâbı çok şiddetli olandır.
7﴿ O kâfir olmuş kimseler de (inatlarından dolayı): “(Îsâ ve Mûsâ’ya verildiği gibi) Rabbinden ona büyük bir âyet indirilseydi (de, o bizi îmâna mecbur bıraksaydı) ya” diyor(lar). (Habîbim! Hâlbuki) sen ancak korkutarak uyaran birisin! (Dolayısıyla kendilerini îmâna sevk edecek mûcizeleri göstermek senin görevin değildir.) Zâten her bir toplum için bir hidâyetçi vardır (ki onları hakka dâvet etmektedir ve zamânına yakışan bir mûcize göstererek ümmetini îmâna sevketmektedir).
8﴿ Allâh (insan veyâ hayvan) her dişinin (erkeklik-dişilik, tamamlık-noksanlık, güzellik-çirkinlik ve uzunluk-kısalık gibi vasıflardan) ne şeyleri taşımakta olduğunu, rahimlerin (barındırdığı şeylerle alâkalı cüsse, doğum süresi, hayız müddeti, düşük yapma ve sayı gibi hususlardan) neleri eksilteceğini de neleri artıracağını da bilmektedir. Zâten her şey O’nun nezdinde (ileri-geri olmayacak) tam bir ölçü iledir.
9﴿ (Allâh-u Te‘âlâ hislerin idrâk edemeyeceği) bütün gizlileri de, tüm görünenleri de (hakkıyla) bilendir, (Allâh-u Te‘âlâ’nın yüce şânı, Kendi büyüklüğüne nispetle her büyüğün küçük kaldığı bir) Kebîr’dir, (kudretiyle her şeye üstün gelen ve zaman-mekânla sınırlanmak gibi yaratılmışlara mahsus sıfatlardan çok yüce olan bir) Müte‘âlî’dir.
10﴿ (Ey insanlar!) Sizden, sözü (gönlünde) gizlemiş ol(up açıkça konuşmay)an da, onu açıklamış bulunan da, kendisi geceleyin iyice gizlenen de, gündüzleyin yoluna giden de (Allâh-u Te‘âlâ’nın ilminde) eşittir.
11﴿ (İnsan hangi hâl üzere bulunursa bulunsun, her hâlükârda) onun için, önünden ve ardından çokça tâkip edici (melek)ler vardır ki, (Allâh-u Te‘âlâ kuluna bir belâ takdir etmedikçe onun üzerine hücûm eden zarar ve ziyanlara karşı) Allâh’ın (koruma) emrinden dolayı kendisini sürekli muhâfaza etmektedirler. O (insa)nlar kendi nefislerinde bulunan (güzel) şeyleri (iyi vasıfları kötüleriyle) değiştirinceye kadar gerçekten de Allâh bir toplumda olan (iyi) şeyleri (nîmet, âfiyet vesâir lütuflarını belâ ve azapla) değiştirmez. Ama Allâh bir kavme herhangi (musîbet cinsinden) kötü bir şey (ulaştırmak) murâd ederse, artık onun için hiçbir geri çevrilme (söz konusu) olamaz. O (azâba çarptırılması takdir oluna)nlar için, O (Allâh-u Azîmüşşâ)ndan başka (işlerini yoluna koyacak) hiçbir sâhiplenici de yoktur.
12﴿ Ancak O (Allâh-u Te‘âlâ), öyle (kudretli) bir Zâttır ki; (yıldırım düşme tehlikesiyle) korkutmak ve (yağmur beklentisiyle) ümitlendirmek için size şimşeği göstermektedir ve (yağmur yüklü) ağır ağır bulutları (bulundukları yerde) yoktan îcâd etmektedir.
13﴿ Bir de (bulutları sevk ile görevli olan) Ra‘d (isimli melek) ve (diğer) melekler O (Allâh-u Sübhânehû)nun korkusun(u taşıdıkların)dan dolayı O’na hamdetmekle birlikte (yüce Rablerinin Zâtının her türlü noksan sıfatlardan berî olduğunu ifâde etmek için tenzîh ve) tesbîhte bulunur(lar). Sonra O (Allâh-u Te‘âlâ), yıldırımları gönderir de kimi murâd ederse onları (ona) isâbet ettirir. Hâlbuki onlar (hâlâ o yüce) Allâh(ın Zâtının varlığı ve kudreti) hakkında mücâdele etmektedirler. Zâten ancak O (Allâh-u Te‘âlâ), tuzak kuranlara karşılık vermeye ziyâde kudretli olandır. İbnü Abbâs (Radıyallâhu Anhümâ)dan sahîh olarak nakledilen bir hadîs-i şerîfte zikredildiğine göre; Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) kendisine gelen Yahûdî heyetinin bu âyet-i kerîmede geçen Ra‘d’in ve işitilen sesin ne olduğu sorusuna cevâben: “Allâh-u Te‘âlâ’nın meleklerinden bir melek olup bulutlarla görevlendirilmiştir, iki elinde bulunan ateşten bir kılıçla bulutlar(a vurarak onlar)ı Allâh-u Te‘âlâ’nın emrettiği yerlere sevketmektedir. (Akabinde işitilen gök gürültüsü de) onun sesidir” buyurmuştur. (Ahmed ibnü Hanbel, el-Müsned, rakam:2483, 4/285; et-Tirmizî, rakam:3117; en-Nesâî, el-Kübrâ, rakam:9072; İbnü Ebî Hâtim, rakam:185, 3816-3818; Ebu’ş-Şeyh, el-Azame, rakam:769, ez-Zıyâ, el-Muhtâra, rakam:61; es-Süyûtî, ed-Dürru’l-mensûr, 8/399-400) İmâm-ı Mücâhid (Rahimehullâh)tan gelen rivâyete göre; bu âyet-i celîle Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ile Allâh-u Te‘âlâ hakkında münâzara yaparken yıldırım düşerek kafatasını yakan bir Yahûdî’den bahsetmektedir. Diğer bir rivâyete göre ise; Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) zorba bir kişiyi İslâm’a dâvet için ona bir elçi yollamış, o kişi: “Muhammed’in İlâhı’nın mâhiyetini bana bildirin bakalım. O, inciden midir yâhut altından mı, yoksa kurşundan mı?” dediği sırada üzerine bir yıldırım düşerek onu helâk etmiştir. Âyet-i celîlenin son kısmının iniş sebebi olarak nakledilen bu rivâyetler âyet-i kerîmenin mânâsının daha iyi anlaşılmasına yardımcı olmaktadır. (el-Vâhidî, Esbâbü’n-nüzûl, sh:275-277; el-Âlûsî, 13/121)
سُورَةُ الرَّعْدِ
الجزء ١٣
٢٤٩
وَيَسْتَعْجِلُونَكَ بِالسَّيِّئَةِ قَبْلَ الْحَسَنَةِ وَقَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهِمُ الْمَثُلَاتُۜ وَاِنَّ رَبَّكَ لَذُو مَغْفِرَةٍ لِلنَّاسِ عَلٰى ظُلْمِهِمْۚ وَاِنَّ رَبَّكَ لَشَد۪يدُ الْعِقَابِ ﴿٦
وَيَقُولُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْهِ اٰيَةٌ مِنْ رَبِّه۪ۜ اِنَّمَٓا اَنْتَ مُنْذِرٌ وَلِكُلِّ قَوْمٍ هَادٍ۟ ﴿٧
اَللّٰهُ يَعْلَمُ مَا تَحْمِلُ كُلُّ اُنْثٰى وَمَا تَغ۪يضُ الْاَرْحَامُ وَمَا تَزْدَادُۜ وَكُلُّ شَيْءٍ عِنْدَهُ بِمِقْدَارٍ ﴿٨
عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ الْكَب۪يرُ الْمُتَعَالِ ﴿٩
سَوَٓاءٌ مِنْكُمْ مَنْ اَسَرَّ الْقَوْلَ وَمَنْ جَهَرَ بِه۪ وَمَنْ هُوَ مُسْتَخْفٍ بِالَّيْلِ وَسَارِبٌ بِالنَّهَارِ ﴿١٠
لَهُ مُعَقِّبَاتٌ مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِه۪ يَحْفَظُونَهُ مِنْ اَمْرِ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُغَيِّرُ مَا بِقَوْمٍ حَتّٰى يُغَيِّرُوا مَا بِاَنْفُسِهِمْۜ وَاِذَٓا اَرَادَ اللّٰهُ بِقَوْمٍ سُٓوءًا فَلَا مَرَدَّ لَهُۚ وَمَا لَهُمْ مِنْ دُونِه۪ مِنْ وَالٍ ﴿١١
هُوَ الَّذ۪ي يُر۪يكُمُ الْبَرْقَ خَوْفًا وَطَمَعًا وَيُنْشِئُ السَّحَابَ الثِّقَالَۚ ﴿١٢
وَيُسَبِّحُ الرَّعْدُ بِحَمْدِه۪ وَالْمَلٰٓئِكَةُ مِنْ خ۪يفَتِه۪ۚ وَيُرْسِلُ الصَّوَاعِقَ فَيُص۪يبُ بِهَا مَنْ يَشَٓاءُ وَهُمْ يُجَادِلُونَ فِي اللّٰهِۚ وَهُوَ شَد۪يدُ الْمِحَالِۜ ﴿١٣
Ra`d Sûresi
249
Cuz 13
وَيَسْتَعْجِلُونَكَ بِالسَّيِّئَةِ قَبْلَ الْحَسَنَةِ وَقَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهِمُ الْمَثُلَاتُۜ وَاِنَّ رَبَّكَ لَذُو مَغْفِرَةٍ لِلنَّاسِ عَلٰى ظُلْمِهِمْۚ وَاِنَّ رَبَّكَ لَشَد۪يدُ الْعِقَابِ ﴿٦
6﴿ (Rasûlüm!) Bir de o (müşrik ola)nlar (alayvâri bir üslûpla: “Ey Allâh! Bu Kur’ân hak ise bize gökten taş yağdır” gibi sözler sarf ederek) o güzel olan (âfiyet ve kurtuluş arzusun)dan önce o kötü olan (azaplar)ı senden acele istiyorlar. Hâlbuki (inkârcı ümmetlerin) kök(lerini) kazıyan o azaplar gerçekten kendilerinden önce(ki kâfirleri yıkıp) geçmiştir. Muhakkak ki senin Rabbin, zulümlerine (ve günahlarına) rağmen o (mümin) insanlar için elbette çok büyük bir mağfiret sâhibidir. Yine şüphesiz ki senin Rabbin (kâfirlere karşı) elbette azâbı çok şiddetli olandır.
وَيَقُولُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْهِ اٰيَةٌ مِنْ رَبِّه۪ۜ اِنَّمَٓا اَنْتَ مُنْذِرٌ وَلِكُلِّ قَوْمٍ هَادٍ۟ ﴿٧
7﴿ O kâfir olmuş kimseler de (inatlarından dolayı): “(Îsâ ve Mûsâ’ya verildiği gibi) Rabbinden ona büyük bir âyet indirilseydi (de, o bizi îmâna mecbur bıraksaydı) ya” diyor(lar). (Habîbim! Hâlbuki) sen ancak korkutarak uyaran birisin! (Dolayısıyla kendilerini îmâna sevk edecek mûcizeleri göstermek senin görevin değildir.) Zâten her bir toplum için bir hidâyetçi vardır (ki onları hakka dâvet etmektedir ve zamânına yakışan bir mûcize göstererek ümmetini îmâna sevketmektedir).
اَللّٰهُ يَعْلَمُ مَا تَحْمِلُ كُلُّ اُنْثٰى وَمَا تَغ۪يضُ الْاَرْحَامُ وَمَا تَزْدَادُۜ وَكُلُّ شَيْءٍ عِنْدَهُ بِمِقْدَارٍ ﴿٨
8﴿ Allâh (insan veyâ hayvan) her dişinin (erkeklik-dişilik, tamamlık-noksanlık, güzellik-çirkinlik ve uzunluk-kısalık gibi vasıflardan) ne şeyleri taşımakta olduğunu, rahimlerin (barındırdığı şeylerle alâkalı cüsse, doğum süresi, hayız müddeti, düşük yapma ve sayı gibi hususlardan) neleri eksilteceğini de neleri artıracağını da bilmektedir. Zâten her şey O’nun nezdinde (ileri-geri olmayacak) tam bir ölçü iledir.
عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ الْكَب۪يرُ الْمُتَعَالِ ﴿٩
9﴿ (Allâh-u Te‘âlâ hislerin idrâk edemeyeceği) bütün gizlileri de, tüm görünenleri de (hakkıyla) bilendir, (Allâh-u Te‘âlâ’nın yüce şânı, Kendi büyüklüğüne nispetle her büyüğün küçük kaldığı bir) Kebîr’dir, (kudretiyle her şeye üstün gelen ve zaman-mekânla sınırlanmak gibi yaratılmışlara mahsus sıfatlardan çok yüce olan bir) Müte‘âlî’dir.
سَوَٓاءٌ مِنْكُمْ مَنْ اَسَرَّ الْقَوْلَ وَمَنْ جَهَرَ بِه۪ وَمَنْ هُوَ مُسْتَخْفٍ بِالَّيْلِ وَسَارِبٌ بِالنَّهَارِ ﴿١٠
10﴿ (Ey insanlar!) Sizden, sözü (gönlünde) gizlemiş ol(up açıkça konuşmay)an da, onu açıklamış bulunan da, kendisi geceleyin iyice gizlenen de, gündüzleyin yoluna giden de (Allâh-u Te‘âlâ’nın ilminde) eşittir.
لَهُ مُعَقِّبَاتٌ مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِه۪ يَحْفَظُونَهُ مِنْ اَمْرِ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُغَيِّرُ مَا بِقَوْمٍ حَتّٰى يُغَيِّرُوا مَا بِاَنْفُسِهِمْۜ وَاِذَٓا اَرَادَ اللّٰهُ بِقَوْمٍ سُٓوءًا فَلَا مَرَدَّ لَهُۚ وَمَا لَهُمْ مِنْ دُونِه۪ مِنْ وَالٍ ﴿١١
11﴿ (İnsan hangi hâl üzere bulunursa bulunsun, her hâlükârda) onun için, önünden ve ardından çokça tâkip edici (melek)ler vardır ki, (Allâh-u Te‘âlâ kuluna bir belâ takdir etmedikçe onun üzerine hücûm eden zarar ve ziyanlara karşı) Allâh’ın (koruma) emrinden dolayı kendisini sürekli muhâfaza etmektedirler. O (insa)nlar kendi nefislerinde bulunan (güzel) şeyleri (iyi vasıfları kötüleriyle) değiştirinceye kadar gerçekten de Allâh bir toplumda olan (iyi) şeyleri (nîmet, âfiyet vesâir lütuflarını belâ ve azapla) değiştirmez. Ama Allâh bir kavme herhangi (musîbet cinsinden) kötü bir şey (ulaştırmak) murâd ederse, artık onun için hiçbir geri çevrilme (söz konusu) olamaz. O (azâba çarptırılması takdir oluna)nlar için, O (Allâh-u Azîmüşşâ)ndan başka (işlerini yoluna koyacak) hiçbir sâhiplenici de yoktur.
هُوَ الَّذ۪ي يُر۪يكُمُ الْبَرْقَ خَوْفًا وَطَمَعًا وَيُنْشِئُ السَّحَابَ الثِّقَالَۚ ﴿١٢
12﴿ Ancak O (Allâh-u Te‘âlâ), öyle (kudretli) bir Zâttır ki; (yıldırım düşme tehlikesiyle) korkutmak ve (yağmur beklentisiyle) ümitlendirmek için size şimşeği göstermektedir ve (yağmur yüklü) ağır ağır bulutları (bulundukları yerde) yoktan îcâd etmektedir.
وَيُسَبِّحُ الرَّعْدُ بِحَمْدِه۪ وَالْمَلٰٓئِكَةُ مِنْ خ۪يفَتِه۪ۚ وَيُرْسِلُ الصَّوَاعِقَ فَيُص۪يبُ بِهَا مَنْ يَشَٓاءُ وَهُمْ يُجَادِلُونَ فِي اللّٰهِۚ وَهُوَ شَد۪يدُ الْمِحَالِۜ ﴿١٣
13﴿ Bir de (bulutları sevk ile görevli olan) Ra‘d (isimli melek) ve (diğer) melekler O (Allâh-u Sübhânehû)nun korkusun(u taşıdıkların)dan dolayı O’na hamdetmekle birlikte (yüce Rablerinin Zâtının her türlü noksan sıfatlardan berî olduğunu ifâde etmek için tenzîh ve) tesbîhte bulunur(lar). Sonra O (Allâh-u Te‘âlâ), yıldırımları gönderir de kimi murâd ederse onları (ona) isâbet ettirir. Hâlbuki onlar (hâlâ o yüce) Allâh(ın Zâtının varlığı ve kudreti) hakkında mücâdele etmektedirler. Zâten ancak O (Allâh-u Te‘âlâ), tuzak kuranlara karşılık vermeye ziyâde kudretli olandır. İbnü Abbâs (Radıyallâhu Anhümâ)dan sahîh olarak nakledilen bir hadîs-i şerîfte zikredildiğine göre; Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) kendisine gelen Yahûdî heyetinin bu âyet-i kerîmede geçen Ra‘d’in ve işitilen sesin ne olduğu sorusuna cevâben: “Allâh-u Te‘âlâ’nın meleklerinden bir melek olup bulutlarla görevlendirilmiştir, iki elinde bulunan ateşten bir kılıçla bulutlar(a vurarak onlar)ı Allâh-u Te‘âlâ’nın emrettiği yerlere sevketmektedir. (Akabinde işitilen gök gürültüsü de) onun sesidir” buyurmuştur. (Ahmed ibnü Hanbel, el-Müsned, rakam:2483, 4/285; et-Tirmizî, rakam:3117; en-Nesâî, el-Kübrâ, rakam:9072; İbnü Ebî Hâtim, rakam:185, 3816-3818; Ebu’ş-Şeyh, el-Azame, rakam:769, ez-Zıyâ, el-Muhtâra, rakam:61; es-Süyûtî, ed-Dürru’l-mensûr, 8/399-400) İmâm-ı Mücâhid (Rahimehullâh)tan gelen rivâyete göre; bu âyet-i celîle Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ile Allâh-u Te‘âlâ hakkında münâzara yaparken yıldırım düşerek kafatasını yakan bir Yahûdî’den bahsetmektedir. Diğer bir rivâyete göre ise; Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) zorba bir kişiyi İslâm’a dâvet için ona bir elçi yollamış, o kişi: “Muhammed’in İlâhı’nın mâhiyetini bana bildirin bakalım. O, inciden midir yâhut altından mı, yoksa kurşundan mı?” dediği sırada üzerine bir yıldırım düşerek onu helâk etmiştir. Âyet-i celîlenin son kısmının iniş sebebi olarak nakledilen bu rivâyetler âyet-i kerîmenin mânâsının daha iyi anlaşılmasına yardımcı olmaktadır. (el-Vâhidî, Esbâbü’n-nüzûl, sh:275-277; el-Âlûsî, 13/121)