v02.01.25 Geliştirme Notları
Ra`d Sûresi
252
Cuz 13
29﴿ O kimseler ki (inanılması gereken her şeye) îmân etmiştirler ve (namaz, oruç, hac, zekât gibi) sâlih ameller işlemiştirler; müjde(ler) de, güzelliğin ta kendisi olan (cennet gibi) bir dönüş yeri de onlara âittir.
30﴿ (Habîbim!) İşte sana! (Senden önceki peygamberleri gönderdiğimiz gibi) böylece seni de kendisinden evvel gerçekten birçok ümmetler geçmiş olan bir toplum içerisinde rasûl gönderdik, tâ ki sana vahyetmiş olduğumuz şeyi onlara art arda okuyasın. Hâlbuki onlar (kendilerine son derece acıdığı için Kur’ân’ı indiren) O Rahmân’ı inkâr etmektedirler. De ki: “Ancak O (Rahmân Te‘âlâ) benim Rabbimdir ki; Kendisinden başka hiçbir ilâh yoktur. Ben (tüm işlerimde özellikle de size karşı desteklenmem husûsunda) ancak O’na tevekkül (ve îtimâd) ettim. (Ölümümün ardından diriltildiğimde) dönüşüm de ancak O’n(un hesap yurdun)a (olacak)dır.”
31﴿ (Habîbim! Sana: “Eğer îmân etmemizi istiyorsan, okuduğun Kur’ân ile Mekke’den dağları kaldır da, sâhip olacağımız geniş sahalarda bostanlar edinelim, rüzgârı da emrimize ver ki, ona binip Şâm’a giderek ticâret yapıp geri dönelim, ölmüş atalarımızı da dirilt ki, senin hakkında onlarla istişâre edelim” diyen o müşriklere de ki:) Eğer okunan herhangi bir şey; gerçekten onun (okunması) sebebiyle dağlar yürütülseydi, ya da onun (tilâveti) sebebiyle yer(yüzü) parça parça edilseydi /ya da onun (okunması) sebebiyle toprak iyice yarıl(ıp kendisinden gözeler ve nehirler akıtıl)saydı/ yâhut onun (tilâveti) sebebiyle (uzak bir) yer(e ulaşım mesâfesi) çabucak kat edilseydi/ veyâ onun (kırâati) sebebi ile ölüler (diriltilerek) konuşturulsaydı (elbette o kitap yine bu Kur’ân olurdu)! Doğrusu bütün işler hep birlikte ancak Allâh’a âittir. (Dolayısıyla O, onların istedikleri bu mûcizeleri yaratmaya elbette Kādir’dir. Velâkin Allâh-u Te‘âlâ sayılan mûcizeleri bu Kur’ân ile gerçekleştirmemiş, bilakis üstün hikmetlerinin gerektirdiği şekilde dilediğini yapmıştır.) O îmân etmiş olan kimseler hâlâ bilmedi mi ki; Allâh (hiçbir mûcize göstermeden de kullarını yola almayı) murâd etseydi, elbette bütün insanları hepsi (hak üzere) bir araya gelici olduğu hâlde (onları) hidâyete erdirirdi. (Fakat Allâh-u Te‘âlâ, herkesin kendisine verilen irâde ve kudreti, doğru yolu bulup ona uyma yönünde sarf etmeyeceğini bildiğinden, hidâyeti ancak bu yönde irâde kullananlara tahsis etti.) Ama (kendilerinin ölümü ya da kıyâmetin kopması hakkında) Allâh’ın vaadi (meydana) gelinceye kadar o kâfir olmuş kimseler, şiddetle çarpan bir felâketin, yaptıkları (kötü) şeyler sebebiyle kendilerine isâbet edeceği (endişesi)nden ya da onun, yurtlarına pek yakın bir yere konacağı (korkusu)ndan /veyâ senin (Hudeybiye gibi) onların diyârına çok yakın bir mekânda konakla(yarak kendilerine harp aç)mandan/ ayrı kalamayacaktır! Şüphesiz ki Allâh (herhangi bir konuda verdiği) sözü bozmaz.
32﴿ Andolsun ki; elbette senden önce de pek değerli nice rasüllerle gerçekten alay edilmişti (ve gösterdikleri mûcizelere îtibâr edilmeyip inadına başkaları istenmişti). Ama Ben o kâfir olmuş kimselere bir süre mühlet vermiştim, sonra da onları (çetin azâbımla) yakalamıştım. Artık Benim azâbım nasıl olmuştu?!
33﴿ Artık (hiçbir şeye gücü yetmeyen âciz putlarla) O (her şeye kādir olan) Zât (bir sayılır) mı ki; (O Allâh-u Te‘âlâ) her bir nefs(in şahsı) üzerinde (de), onun kazanmış olduğu (iyi veyâ kötü) şeylerle birlikte (onun yapmış olduğu bütün amellerini gözeten, hesâba çekecek olan ve bütün işlerini yöneten yegâne) Kāim’dir?! Hâlbuki (buna rağmen) onlar Allâh’a birtakım ortaklar tanıdılar. (Habîbim!) De ki: “Onlara (da “Yaratan” ve “Rızık veren” gibi) isimler takın (bakalım, bu sıfatlar onlarda var mı söyleyin?)! /Onları niteleyin (de Allâh-u Te‘âlâ’ya ortak olma hakkına sâhip olup olmadıklarını görelim)./ Yoksa siz O (her şeyi bilen Allâh-u Azîmüşşâ)na, (putlar gibi hiçbir şey hakkında) bilgisi olmayan yerdeki (âciz) şeyleri(n Kendisine ortak oldukları bilgisini) mi haber veriyorsunuz?! Ya da zâhir(de bir lafmış gibi görünen fakat hiçbir anlam ifâde etmeyen) bir sözle mi (onlara ‘Ortaklar’ ismi takıyorsunuz)?!” Doğrusu o kâfir olmuş kimseler için (İslâm’a karşı kurdukları) tuzakları (ve kendi yaldızladıkları bâtıl inançları şeytan tarafından) çokça hoş gösterildi de (zamanla onları hak sanmıştırlar ve) böylece onlar (şeytanın azdırmasına uymayı tercih ettikleri için) o (hak) yol (olan İslâm)dan engellenmiştirler. Zâten Allâh her kimi(n sapıklığı seçtiğini bilir de onu) saptırırsa, artık onun için hiçbir hidâyet edici yoktur.
34﴿ O en yakın (dünyâ) hayât(ın)da (öldürülmek, esir alınmak gibi ağır cezâlar ve) büyük azap(lar) o (kâfir ola)nlar içindir. Âhiretin azâbı ise (şiddet ve süreklilik açısından) elbette daha meşakkatlidir. Onlar için Allâh’tan (gelecek azâba karşı) hiçbir koruyucu da yoktur.
سُورَةُ الرَّعْدِ
الجزء ١٣
٢٥٢
اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ طُوبٰى لَهُمْ وَحُسْنُ مَاٰبٍ ﴿٢٩
كَذٰلِكَ اَرْسَلْنَاكَ ف۪ٓي اُمَّةٍ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهَٓا اُمَمٌ لِتَتْلُوَ۬ا عَلَيْهِمُ الَّذ۪ٓي اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ وَهُمْ يَكْفُرُونَ بِالرَّحْمٰنِۜ قُلْ هُوَ رَبّ۪ي لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَاِلَيْهِ مَتَابِ ﴿٣٠
وَلَوْ اَنَّ قُرْاٰنًا سُيِّرَتْ بِهِ الْجِبَالُ اَوْ قُطِّعَتْ بِهِ الْاَرْضُ اَوْ كُلِّمَ بِهِ الْمَوْتٰىۜ بَلْ لِلّٰهِ الْاَمْرُ جَم۪يعًاۜ اَفَلَمْ يَا۬يْـَٔسِ الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَنْ لَوْ يَشَٓاءُ اللّٰهُ لَهَدَى النَّاسَ جَم۪يعًاۜ وَلَا يَزَالُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا تُص۪يبُهُمْ بِمَا صَنَعُوا قَارِعَةٌ اَوْ تَحُلُّ قَر۪يبًا مِنْ دَارِهِمْ حَتّٰى يَأْتِيَ وَعْدُ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُخْلِفُ الْم۪يعَادَ۟ ﴿٣١
وَلَقَدِ اسْتُهْزِئَ بِرُسُلٍ مِنْ قَبْلِكَ فَاَمْلَيْتُ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا ثُمَّ اَخَذْتُهُمْ۠ فَكَيْفَ كَانَ عِقَابِ ﴿٣٢
اَفَمَنْ هُوَ قَٓائِمٌ عَلٰى كُلِّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْۚ وَجَعَلُوا لِلّٰهِ شُرَكَٓاءَۜ قُلْ سَمُّوهُمْۜ اَمْ تُنَبِّؤُ۫نَهُ بِمَا لَا يَعْلَمُ فِي الْاَرْضِ اَمْ بِظَاهِرٍ مِنَ الْقَوْلِۜ بَلْ زُيِّنَ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا مَكْرُهُمْ وَصُدُّوا عَنِ السَّب۪يلِۜ وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ ﴿٣٣
لَهُمْ عَذَابٌ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَلَعَذَابُ الْاٰخِرَةِ اَشَقُّۚ وَمَا لَهُمْ مِنَ اللّٰهِ مِنْ وَاقٍ ﴿٣٤
Ra`d Sûresi
252
Cuz 13
اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ طُوبٰى لَهُمْ وَحُسْنُ مَاٰبٍ ﴿٢٩
29﴿ O kimseler ki (inanılması gereken her şeye) îmân etmiştirler ve (namaz, oruç, hac, zekât gibi) sâlih ameller işlemiştirler; müjde(ler) de, güzelliğin ta kendisi olan (cennet gibi) bir dönüş yeri de onlara âittir.
كَذٰلِكَ اَرْسَلْنَاكَ ف۪ٓي اُمَّةٍ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهَٓا اُمَمٌ لِتَتْلُوَ۬ا عَلَيْهِمُ الَّذ۪ٓي اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ وَهُمْ يَكْفُرُونَ بِالرَّحْمٰنِۜ قُلْ هُوَ رَبّ۪ي لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَاِلَيْهِ مَتَابِ ﴿٣٠
30﴿ (Habîbim!) İşte sana! (Senden önceki peygamberleri gönderdiğimiz gibi) böylece seni de kendisinden evvel gerçekten birçok ümmetler geçmiş olan bir toplum içerisinde rasûl gönderdik, tâ ki sana vahyetmiş olduğumuz şeyi onlara art arda okuyasın. Hâlbuki onlar (kendilerine son derece acıdığı için Kur’ân’ı indiren) O Rahmân’ı inkâr etmektedirler. De ki: “Ancak O (Rahmân Te‘âlâ) benim Rabbimdir ki; Kendisinden başka hiçbir ilâh yoktur. Ben (tüm işlerimde özellikle de size karşı desteklenmem husûsunda) ancak O’na tevekkül (ve îtimâd) ettim. (Ölümümün ardından diriltildiğimde) dönüşüm de ancak O’n(un hesap yurdun)a (olacak)dır.”
وَلَوْ اَنَّ قُرْاٰنًا سُيِّرَتْ بِهِ الْجِبَالُ اَوْ قُطِّعَتْ بِهِ الْاَرْضُ اَوْ كُلِّمَ بِهِ الْمَوْتٰىۜ بَلْ لِلّٰهِ الْاَمْرُ جَم۪يعًاۜ اَفَلَمْ يَا۬يْـَٔسِ الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَنْ لَوْ يَشَٓاءُ اللّٰهُ لَهَدَى النَّاسَ جَم۪يعًاۜ وَلَا يَزَالُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا تُص۪يبُهُمْ بِمَا صَنَعُوا قَارِعَةٌ اَوْ تَحُلُّ قَر۪يبًا مِنْ دَارِهِمْ حَتّٰى يَأْتِيَ وَعْدُ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُخْلِفُ الْم۪يعَادَ۟ ﴿٣١
31﴿ (Habîbim! Sana: “Eğer îmân etmemizi istiyorsan, okuduğun Kur’ân ile Mekke’den dağları kaldır da, sâhip olacağımız geniş sahalarda bostanlar edinelim, rüzgârı da emrimize ver ki, ona binip Şâm’a giderek ticâret yapıp geri dönelim, ölmüş atalarımızı da dirilt ki, senin hakkında onlarla istişâre edelim” diyen o müşriklere de ki:) Eğer okunan herhangi bir şey; gerçekten onun (okunması) sebebiyle dağlar yürütülseydi, ya da onun (tilâveti) sebebiyle yer(yüzü) parça parça edilseydi /ya da onun (okunması) sebebiyle toprak iyice yarıl(ıp kendisinden gözeler ve nehirler akıtıl)saydı/ yâhut onun (tilâveti) sebebiyle (uzak bir) yer(e ulaşım mesâfesi) çabucak kat edilseydi/ veyâ onun (kırâati) sebebi ile ölüler (diriltilerek) konuşturulsaydı (elbette o kitap yine bu Kur’ân olurdu)! Doğrusu bütün işler hep birlikte ancak Allâh’a âittir. (Dolayısıyla O, onların istedikleri bu mûcizeleri yaratmaya elbette Kādir’dir. Velâkin Allâh-u Te‘âlâ sayılan mûcizeleri bu Kur’ân ile gerçekleştirmemiş, bilakis üstün hikmetlerinin gerektirdiği şekilde dilediğini yapmıştır.) O îmân etmiş olan kimseler hâlâ bilmedi mi ki; Allâh (hiçbir mûcize göstermeden de kullarını yola almayı) murâd etseydi, elbette bütün insanları hepsi (hak üzere) bir araya gelici olduğu hâlde (onları) hidâyete erdirirdi. (Fakat Allâh-u Te‘âlâ, herkesin kendisine verilen irâde ve kudreti, doğru yolu bulup ona uyma yönünde sarf etmeyeceğini bildiğinden, hidâyeti ancak bu yönde irâde kullananlara tahsis etti.) Ama (kendilerinin ölümü ya da kıyâmetin kopması hakkında) Allâh’ın vaadi (meydana) gelinceye kadar o kâfir olmuş kimseler, şiddetle çarpan bir felâketin, yaptıkları (kötü) şeyler sebebiyle kendilerine isâbet edeceği (endişesi)nden ya da onun, yurtlarına pek yakın bir yere konacağı (korkusu)ndan /veyâ senin (Hudeybiye gibi) onların diyârına çok yakın bir mekânda konakla(yarak kendilerine harp aç)mandan/ ayrı kalamayacaktır! Şüphesiz ki Allâh (herhangi bir konuda verdiği) sözü bozmaz.
وَلَقَدِ اسْتُهْزِئَ بِرُسُلٍ مِنْ قَبْلِكَ فَاَمْلَيْتُ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا ثُمَّ اَخَذْتُهُمْ۠ فَكَيْفَ كَانَ عِقَابِ ﴿٣٢
32﴿ Andolsun ki; elbette senden önce de pek değerli nice rasüllerle gerçekten alay edilmişti (ve gösterdikleri mûcizelere îtibâr edilmeyip inadına başkaları istenmişti). Ama Ben o kâfir olmuş kimselere bir süre mühlet vermiştim, sonra da onları (çetin azâbımla) yakalamıştım. Artık Benim azâbım nasıl olmuştu?!
اَفَمَنْ هُوَ قَٓائِمٌ عَلٰى كُلِّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْۚ وَجَعَلُوا لِلّٰهِ شُرَكَٓاءَۜ قُلْ سَمُّوهُمْۜ اَمْ تُنَبِّؤُ۫نَهُ بِمَا لَا يَعْلَمُ فِي الْاَرْضِ اَمْ بِظَاهِرٍ مِنَ الْقَوْلِۜ بَلْ زُيِّنَ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا مَكْرُهُمْ وَصُدُّوا عَنِ السَّب۪يلِۜ وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ ﴿٣٣
33﴿ Artık (hiçbir şeye gücü yetmeyen âciz putlarla) O (her şeye kādir olan) Zât (bir sayılır) mı ki; (O Allâh-u Te‘âlâ) her bir nefs(in şahsı) üzerinde (de), onun kazanmış olduğu (iyi veyâ kötü) şeylerle birlikte (onun yapmış olduğu bütün amellerini gözeten, hesâba çekecek olan ve bütün işlerini yöneten yegâne) Kāim’dir?! Hâlbuki (buna rağmen) onlar Allâh’a birtakım ortaklar tanıdılar. (Habîbim!) De ki: “Onlara (da “Yaratan” ve “Rızık veren” gibi) isimler takın (bakalım, bu sıfatlar onlarda var mı söyleyin?)! /Onları niteleyin (de Allâh-u Te‘âlâ’ya ortak olma hakkına sâhip olup olmadıklarını görelim)./ Yoksa siz O (her şeyi bilen Allâh-u Azîmüşşâ)na, (putlar gibi hiçbir şey hakkında) bilgisi olmayan yerdeki (âciz) şeyleri(n Kendisine ortak oldukları bilgisini) mi haber veriyorsunuz?! Ya da zâhir(de bir lafmış gibi görünen fakat hiçbir anlam ifâde etmeyen) bir sözle mi (onlara ‘Ortaklar’ ismi takıyorsunuz)?!” Doğrusu o kâfir olmuş kimseler için (İslâm’a karşı kurdukları) tuzakları (ve kendi yaldızladıkları bâtıl inançları şeytan tarafından) çokça hoş gösterildi de (zamanla onları hak sanmıştırlar ve) böylece onlar (şeytanın azdırmasına uymayı tercih ettikleri için) o (hak) yol (olan İslâm)dan engellenmiştirler. Zâten Allâh her kimi(n sapıklığı seçtiğini bilir de onu) saptırırsa, artık onun için hiçbir hidâyet edici yoktur.
لَهُمْ عَذَابٌ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَلَعَذَابُ الْاٰخِرَةِ اَشَقُّۚ وَمَا لَهُمْ مِنَ اللّٰهِ مِنْ وَاقٍ ﴿٣٤
34﴿ O en yakın (dünyâ) hayât(ın)da (öldürülmek, esir alınmak gibi ağır cezâlar ve) büyük azap(lar) o (kâfir ola)nlar içindir. Âhiretin azâbı ise (şiddet ve süreklilik açısından) elbette daha meşakkatlidir. Onlar için Allâh’tan (gelecek azâba karşı) hiçbir koruyucu da yoktur.