v02.01.25 Geliştirme Notları
Ra`d Sûresi
253
Cuz 13
35﴿ (Kâfirlikten ve günahlardan sakınan) o müttakî kimselere vaad edilmiş olan o cennetin (tanıtılmaya değer) görülmemiş sıfatı (şöyledir) ki; (köşklerinin ve ağaçlarının) altlarından nehirler akmaktadır. Yemişleri de süreklidir, gölgeleri de! (Oranın hiçbir nîmeti kesintiye uğramayacaktır.) İşte sana! (Şirkten ve mâsiyetten hakkıyla sakınarak) takvâ sâhibi olan kimselerin (övülmeye değer) âkıbeti budur. Kâfirlerin âkıbeti ise ancak o (sonsuz cehennem) ateş(i)dir.
36﴿ O kimseler ki kendilerine o (Tevrât ve İncîl) kitapları(nı) vermişizdir, onlar da o (kendi kitaplarında) sana indiril(eceği müjdelen)miş olan (Kur’ân) ile sevinç duyarlar. O (sana karşı ittifak kuran düşman) hızipler(in)-den ise, onun (açıkladığı hükümlerden) bir kısmını inkâr eden kimseler vardır. (Habîbim! Sen onların bu inkârlarına hiç aldırış etmeksizin suratlarına hakkı haykırarak) de ki: “Ben ancak Allâh’a ibâdet etmemle ve Kendisine hiçbir şeyi ortak koşmamamla emrolundum. (İnsanları) ancak O’n(un dînine ve kitâbın)a dâvet etmekteyim, (diriltilmemin ardından) dönüşüm de ancak O’n(un hesap yurdun)a (olacak)dır. Bu âyet-i celîlede Ehl-i Kitap kâfirlerinin Kur’ân’ın tümünü değil de bâzı hükümlerini inkâr ettikleri açıklanmıştır, zîrâ onlar kendi kitaplarının hükümlerini nesheden ya da yeni hüküm getiren âyetleri reddederler, ama kitaplarına uyan meseleleri sevinçle karşılamasalar da inkâra kalkışmazlardı. Yine burada, Yahûdî ulemâsından Abdullâh ibnü Selâm gibi Müslümanlar, bir de Necrân, Yemen ve Habeşistan ruhbânından İslâm’ı kabûl eden meşhur seksen kişi methedilmekte, buna mukābil Kâ‘b ibnü Eşref ve arkadaşları zemmedilmektedir.
37﴿ (Habîbim!) İşte sana! (Diğer peygamberlere kendi lügatlarıyla kitap indirdiğimiz gibi) böylece Biz (sana da Kur’ân’ı inzâl ettik ve) onu Arapça (dille ifâde edilen) bir hüküm (kaynağı ve helâllerle haramların açıkça beyân edildiği bir kitap) olarak indirdik ama andolsun ki; sana gelmiş olan (bunca değerli) ilimden sonra onların kötü arzularına uy(up da, kıblenin Kâ‘be’ye döndürülmesinin ardından Mescid-i Aksâ’ya doğru namaz kılmaya kalkarsan ve İslâm’a dâveti bırak)acak olursan, senin için Allâh’tan (gelecek azâba karşı) hiçbir yakın dost (faydalı) olamaz, hiçbir koruyucu da (kurtarıcı) olamaz.
38﴿ (Habîbim!) Andolsun ki; muhakkak Biz senden önce de birçok rasülleri elçi olarak göndermiş, onlara da birçok eşler ve çocuklar vermiştik. Ayrıca Allâh’ın izni olmadıkça hiçbir rasûl için (ümmetinin istediği) herhangi bir âyet (ve mûcizey)i getirmek (diye bir şey) olamaz. (İlâhî hikmet gereği) her bir (şeyin) ecel(i ve bitiş süresini belirlemek) için (her bir kul hakkında belirlenmiş bir hüküm ve) kesinleşmiş bir yazı vardır. Âyet-i kerîme, istedikleri mûcizelerin gelmeyişine îtirâz eden ve Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in birkaç eşle evlenmesine tepki göstererek: “Gerçek bir peygamber olsaydı, vazîfesinin önemi çok eşliliğine engel olurdu” gibi gerçek dışı sözler sarf eden bâzı müşriklere cevap mâhiyetinde nâzil olmuştur.
39﴿ Allâh (kulları hakkında yazmış olduğu hükümlerden, rızıklardan, ecellerden ve günahlardan) murâd ettiği şeyleri (meleklere teslim ettiği nüshalardan) siler(ek, rızık darlığını bolluğa, kısa ömrü uzun hayâta ve günahları sevaplara dönüştürür) ve (bunlardan irâde buyurduğu şeyleri de hiç değiştirmeyerek) sâbit kılar. (Tüm yazıların aslını teşkil eden ve hiç değişmeyen ezelî ilmi temsil eden) kitapların aslı (ve tüm yazılanların ilk kaynağı olan) ise sâdece O’nun nezdinde (sâbit olup hiç değişmeyecek)dir.
40﴿ (Habîbim!) Ya Biz sana, kendilerine vaad etmekte olduğumuz (azapla ilgili) şeylerin bir kısmını gerçekten gösterirsek veyâ (daha önce) seni vefât ettirirsek, (hiçbir şey değişmez. Zîrâ her hâlükârda sen onların yıkımına şâhit olacaksın. O hâlde sen onların inkârından etkilenmeyip vazîfene devâm et. Zîrâ) senin üzerinde (vazîfe) olan ancak (vahyi) tebliğ etmektir. (Onların) hesap(larını) görmek ise ancak Bize âittir.
41﴿ Ayrıca o (müşrik ola)nlar (tehditlerimizin gerçekleşeceğini inkâr edip dururlarken hiç) görmediler mi ki; gerçekten (emrimizle hareket eden ordularımız vâsıtasıyla) Biz o(nlara âit) toprağa gelmekteyiz de orayı kenarlarından (azar azar Müslümanlara fethettirerek İslâm diyârına katmak sûretiyle) eksiltmekteyiz?! Bir de Allâh (istediği şey hakkında dilediği şekilde karar ve) hüküm verir ki (bu hükümlerinden biri olarak sana tâbi olanlar hakkında izzet, düşmanlarına ise zillet karârı vermiştir), O’nun hükmü(nü bozmak) için aslâ hiçbir tâkipçi yoktur. Zâten ancak O, hesap görmesi çok çabuk olandır.
42﴿ Onlardan önceki (kâfir) kimseler de gerçekten (peygamberlerine ve müminlere karşı bunlar gibi) hîle yapmıştı. Ama bütün hîlelere (en güçlü şekilde) karşılık vermek tamâmıyla ancak Allâh’a âittir. (Zîrâ hîle; başkasına bilmediği taraftan bir zarar ulaştırmaktır. Onların tüm yaptıkları ise Allâh-u Te‘âlâ’nın ilim ve kudreti dâhilindedir, çünkü) O herkesin (hayırdan ve şerden) ne kazanmakta olduğunu (çok iyi) bilmektedir. Ama o kâfirler (şimdilik bilmiyorlarsa da) o (dünyâ) yurd(un)un (güzel) âkıbetinin (o pek değerli cennetin) kime âit olduğunu çok yakında (azâba çarpıldıkları zaman) bilecektir.
سُورَةُ الرَّعْدِ
الجزء ١٣
٢٥٣
مَثَلُ الْجَنَّةِ الَّت۪ي وُعِدَ الْمُتَّقُونَۜ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۜ اُكُلُهَا دَٓائِمٌ وَظِلُّهَاۜ تِلْكَ عُقْبَى الَّذ۪ينَ اتَّقَوْاۗ وَعُقْبَى الْكَافِر۪ينَ النَّارُ ﴿٣٥
وَالَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَفْرَحُونَ بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ وَمِنَ الْاَحْزَابِ مَنْ يُنْكِرُ بَعْضَهُۜ قُلْ اِنَّمَٓا اُمِرْتُ اَنْ اَعْبُدَ اللّٰهَ وَلَٓا اُشْرِكَ بِه۪ۜ اِلَيْهِ اَدْعُوا وَاِلَيْهِ مَاٰبِ ﴿٣٦
وَكَذٰلِكَ اَنْزَلْنَاهُ حُكْمًا عَرَبِيًّاۜ وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ اَهْوَٓاءَهُمْ بَعْدَ مَا جَٓاءَكَ مِنَ الْعِلْمِۙ مَا لَكَ مِنَ اللّٰهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا وَاقٍ۟ ﴿٣٧
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا رُسُلًا مِنْ قَبْلِكَ وَجَعَلْنَا لَهُمْ اَزْوَاجًا وَذُرِّيَّةًۜ وَمَا كَانَ لِرَسُولٍ اَنْ يَأْتِيَ بِاٰيَةٍ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِۜ لِكُلِّ اَجَلٍ كِتَابٌ ﴿٣٨
يَمْحُوا اللّٰهُ مَا يَشَٓاءُ وَيُثْبِتُۚ وَعِنْدَهُٓ اُمُّ الْكِتَابِ ﴿٣٩
وَاِنْ مَا نُرِيَنَّكَ بَعْضَ الَّذ۪ي نَعِدُهُمْ اَوْ نَتَوَفَّيَنَّكَ فَاِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلَاغُ وَعَلَيْنَا الْحِسَابُ ﴿٤٠
اَوَلَمْ يَرَوْا اَنَّا نَأْتِي الْاَرْضَ نَنْقُصُهَا مِنْ اَطْرَافِهَاۜ وَاللّٰهُ يَحْكُمُ لَا مُعَقِّبَ لِحُكْمِه۪ۜ وَهُوَ سَر۪يعُ الْحِسَابِ ﴿٤١
وَقَدْ مَكَرَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَلِلّٰهِ الْمَكْرُ جَم۪يعًاۜ يَعْلَمُ مَا تَكْسِبُ كُلُّ نَفْسٍۜ وَسَيَعْلَمُ الْكُفَّارُ لِمَنْ عُقْبَى الدَّارِ ﴿٤٢
Ra`d Sûresi
253
Cuz 13
مَثَلُ الْجَنَّةِ الَّت۪ي وُعِدَ الْمُتَّقُونَۜ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۜ اُكُلُهَا دَٓائِمٌ وَظِلُّهَاۜ تِلْكَ عُقْبَى الَّذ۪ينَ اتَّقَوْاۗ وَعُقْبَى الْكَافِر۪ينَ النَّارُ ﴿٣٥
35﴿ (Kâfirlikten ve günahlardan sakınan) o müttakî kimselere vaad edilmiş olan o cennetin (tanıtılmaya değer) görülmemiş sıfatı (şöyledir) ki; (köşklerinin ve ağaçlarının) altlarından nehirler akmaktadır. Yemişleri de süreklidir, gölgeleri de! (Oranın hiçbir nîmeti kesintiye uğramayacaktır.) İşte sana! (Şirkten ve mâsiyetten hakkıyla sakınarak) takvâ sâhibi olan kimselerin (övülmeye değer) âkıbeti budur. Kâfirlerin âkıbeti ise ancak o (sonsuz cehennem) ateş(i)dir.
وَالَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَفْرَحُونَ بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ وَمِنَ الْاَحْزَابِ مَنْ يُنْكِرُ بَعْضَهُۜ قُلْ اِنَّمَٓا اُمِرْتُ اَنْ اَعْبُدَ اللّٰهَ وَلَٓا اُشْرِكَ بِه۪ۜ اِلَيْهِ اَدْعُوا وَاِلَيْهِ مَاٰبِ ﴿٣٦
36﴿ O kimseler ki kendilerine o (Tevrât ve İncîl) kitapları(nı) vermişizdir, onlar da o (kendi kitaplarında) sana indiril(eceği müjdelen)miş olan (Kur’ân) ile sevinç duyarlar. O (sana karşı ittifak kuran düşman) hızipler(in)-den ise, onun (açıkladığı hükümlerden) bir kısmını inkâr eden kimseler vardır. (Habîbim! Sen onların bu inkârlarına hiç aldırış etmeksizin suratlarına hakkı haykırarak) de ki: “Ben ancak Allâh’a ibâdet etmemle ve Kendisine hiçbir şeyi ortak koşmamamla emrolundum. (İnsanları) ancak O’n(un dînine ve kitâbın)a dâvet etmekteyim, (diriltilmemin ardından) dönüşüm de ancak O’n(un hesap yurdun)a (olacak)dır. Bu âyet-i celîlede Ehl-i Kitap kâfirlerinin Kur’ân’ın tümünü değil de bâzı hükümlerini inkâr ettikleri açıklanmıştır, zîrâ onlar kendi kitaplarının hükümlerini nesheden ya da yeni hüküm getiren âyetleri reddederler, ama kitaplarına uyan meseleleri sevinçle karşılamasalar da inkâra kalkışmazlardı. Yine burada, Yahûdî ulemâsından Abdullâh ibnü Selâm gibi Müslümanlar, bir de Necrân, Yemen ve Habeşistan ruhbânından İslâm’ı kabûl eden meşhur seksen kişi methedilmekte, buna mukābil Kâ‘b ibnü Eşref ve arkadaşları zemmedilmektedir.
وَكَذٰلِكَ اَنْزَلْنَاهُ حُكْمًا عَرَبِيًّاۜ وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ اَهْوَٓاءَهُمْ بَعْدَ مَا جَٓاءَكَ مِنَ الْعِلْمِۙ مَا لَكَ مِنَ اللّٰهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا وَاقٍ۟ ﴿٣٧
37﴿ (Habîbim!) İşte sana! (Diğer peygamberlere kendi lügatlarıyla kitap indirdiğimiz gibi) böylece Biz (sana da Kur’ân’ı inzâl ettik ve) onu Arapça (dille ifâde edilen) bir hüküm (kaynağı ve helâllerle haramların açıkça beyân edildiği bir kitap) olarak indirdik ama andolsun ki; sana gelmiş olan (bunca değerli) ilimden sonra onların kötü arzularına uy(up da, kıblenin Kâ‘be’ye döndürülmesinin ardından Mescid-i Aksâ’ya doğru namaz kılmaya kalkarsan ve İslâm’a dâveti bırak)acak olursan, senin için Allâh’tan (gelecek azâba karşı) hiçbir yakın dost (faydalı) olamaz, hiçbir koruyucu da (kurtarıcı) olamaz.
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا رُسُلًا مِنْ قَبْلِكَ وَجَعَلْنَا لَهُمْ اَزْوَاجًا وَذُرِّيَّةًۜ وَمَا كَانَ لِرَسُولٍ اَنْ يَأْتِيَ بِاٰيَةٍ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِۜ لِكُلِّ اَجَلٍ كِتَابٌ ﴿٣٨
38﴿ (Habîbim!) Andolsun ki; muhakkak Biz senden önce de birçok rasülleri elçi olarak göndermiş, onlara da birçok eşler ve çocuklar vermiştik. Ayrıca Allâh’ın izni olmadıkça hiçbir rasûl için (ümmetinin istediği) herhangi bir âyet (ve mûcizey)i getirmek (diye bir şey) olamaz. (İlâhî hikmet gereği) her bir (şeyin) ecel(i ve bitiş süresini belirlemek) için (her bir kul hakkında belirlenmiş bir hüküm ve) kesinleşmiş bir yazı vardır. Âyet-i kerîme, istedikleri mûcizelerin gelmeyişine îtirâz eden ve Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in birkaç eşle evlenmesine tepki göstererek: “Gerçek bir peygamber olsaydı, vazîfesinin önemi çok eşliliğine engel olurdu” gibi gerçek dışı sözler sarf eden bâzı müşriklere cevap mâhiyetinde nâzil olmuştur.
يَمْحُوا اللّٰهُ مَا يَشَٓاءُ وَيُثْبِتُۚ وَعِنْدَهُٓ اُمُّ الْكِتَابِ ﴿٣٩
39﴿ Allâh (kulları hakkında yazmış olduğu hükümlerden, rızıklardan, ecellerden ve günahlardan) murâd ettiği şeyleri (meleklere teslim ettiği nüshalardan) siler(ek, rızık darlığını bolluğa, kısa ömrü uzun hayâta ve günahları sevaplara dönüştürür) ve (bunlardan irâde buyurduğu şeyleri de hiç değiştirmeyerek) sâbit kılar. (Tüm yazıların aslını teşkil eden ve hiç değişmeyen ezelî ilmi temsil eden) kitapların aslı (ve tüm yazılanların ilk kaynağı olan) ise sâdece O’nun nezdinde (sâbit olup hiç değişmeyecek)dir.
وَاِنْ مَا نُرِيَنَّكَ بَعْضَ الَّذ۪ي نَعِدُهُمْ اَوْ نَتَوَفَّيَنَّكَ فَاِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلَاغُ وَعَلَيْنَا الْحِسَابُ ﴿٤٠
40﴿ (Habîbim!) Ya Biz sana, kendilerine vaad etmekte olduğumuz (azapla ilgili) şeylerin bir kısmını gerçekten gösterirsek veyâ (daha önce) seni vefât ettirirsek, (hiçbir şey değişmez. Zîrâ her hâlükârda sen onların yıkımına şâhit olacaksın. O hâlde sen onların inkârından etkilenmeyip vazîfene devâm et. Zîrâ) senin üzerinde (vazîfe) olan ancak (vahyi) tebliğ etmektir. (Onların) hesap(larını) görmek ise ancak Bize âittir.
اَوَلَمْ يَرَوْا اَنَّا نَأْتِي الْاَرْضَ نَنْقُصُهَا مِنْ اَطْرَافِهَاۜ وَاللّٰهُ يَحْكُمُ لَا مُعَقِّبَ لِحُكْمِه۪ۜ وَهُوَ سَر۪يعُ الْحِسَابِ ﴿٤١
41﴿ Ayrıca o (müşrik ola)nlar (tehditlerimizin gerçekleşeceğini inkâr edip dururlarken hiç) görmediler mi ki; gerçekten (emrimizle hareket eden ordularımız vâsıtasıyla) Biz o(nlara âit) toprağa gelmekteyiz de orayı kenarlarından (azar azar Müslümanlara fethettirerek İslâm diyârına katmak sûretiyle) eksiltmekteyiz?! Bir de Allâh (istediği şey hakkında dilediği şekilde karar ve) hüküm verir ki (bu hükümlerinden biri olarak sana tâbi olanlar hakkında izzet, düşmanlarına ise zillet karârı vermiştir), O’nun hükmü(nü bozmak) için aslâ hiçbir tâkipçi yoktur. Zâten ancak O, hesap görmesi çok çabuk olandır.
وَقَدْ مَكَرَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَلِلّٰهِ الْمَكْرُ جَم۪يعًاۜ يَعْلَمُ مَا تَكْسِبُ كُلُّ نَفْسٍۜ وَسَيَعْلَمُ الْكُفَّارُ لِمَنْ عُقْبَى الدَّارِ ﴿٤٢
42﴿ Onlardan önceki (kâfir) kimseler de gerçekten (peygamberlerine ve müminlere karşı bunlar gibi) hîle yapmıştı. Ama bütün hîlelere (en güçlü şekilde) karşılık vermek tamâmıyla ancak Allâh’a âittir. (Zîrâ hîle; başkasına bilmediği taraftan bir zarar ulaştırmaktır. Onların tüm yaptıkları ise Allâh-u Te‘âlâ’nın ilim ve kudreti dâhilindedir, çünkü) O herkesin (hayırdan ve şerden) ne kazanmakta olduğunu (çok iyi) bilmektedir. Ama o kâfirler (şimdilik bilmiyorlarsa da) o (dünyâ) yurd(un)un (güzel) âkıbetinin (o pek değerli cennetin) kime âit olduğunu çok yakında (azâba çarpıldıkları zaman) bilecektir.