سُورَةُاِبْرٰه۪يمَ | ٢٥٥ | الجزء ١٣ |
وَاِذْ قَالَ مُوسٰى لِقَوْمِهِ اذْكُرُوا نِعْمَةَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ اِذْ اَنْجٰيكُمْ مِنْ اٰلِ فِرْعَوْنَ يَسُومُونَكُمْ سُٓوءَ الْعَذَابِ وَيُذَبِّحُونَ اَبْنَٓاءَكُمْ وَيَسْتَحْيُونَ نِسَٓاءَكُمْۜ وَف۪ي ذٰلِكُمْ بَلَٓاءٌ مِنْ رَبِّكُمْ عَظ۪يمٌ۟ ﴿ ٦ ﴾ وَاِذْ تَاَذَّنَ رَبُّكُمْ لَئِنْ شَكَرْتُمْ لَاَز۪يدَنَّكُمْ وَلَئِنْ كَفَرْتُمْ اِنَّ عَذَاب۪ي لَشَد۪يدٌ ﴿ ٧ ﴾ وَقَالَ مُوسٰٓى اِنْ تَكْفُرُٓوا اَنْتُمْ وَمَنْ فِي الْاَرْضِ جَم۪يعًاۙ فَاِنَّ اللّٰهَ لَغَنِيٌّ حَم۪يدٌ ﴿ ٨ ﴾ اَلَمْ يَأْتِكُمْ نَبَؤُ۬ا الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ قَوْمِ نُوحٍ وَعَادٍ وَثَمُودَۜۛ وَالَّذ۪ينَ مِنْ بَعْدِهِمْۜۛ لَا يَعْلَمُهُمْ اِلَّا اللّٰهُۜ جَٓاءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَرَدُّٓوا اَيْدِيَهُمْ ف۪ٓي اَفْوَاهِهِمْ وَقَالُٓوا اِنَّا كَفَرْنَا بِمَٓا اُرْسِلْتُمْ بِه۪ وَاِنَّا لَف۪ي شَكٍّ مِمَّا تَدْعُونَنَٓا اِلَيْهِ مُر۪يبٍ ﴿ ٩ ﴾ قَالَتْ رُسُلُهُمْ اَفِي اللّٰهِ شَكٌّ فَاطِرِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ يَدْعُوكُمْ لِيَغْفِرَ لَكُمْ مِنْ ذُنُوبِكُمْ وَيُؤَخِّرَكُمْ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّىۜ قَالُٓوا اِنْ اَنْتُمْ اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَاۜ تُر۪يدُونَ اَنْ تَصُدُّونَا عَمَّا كَانَ يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬نَا فَأْتُونَا بِسُلْطَانٍ مُب۪ينٍ ﴿ ١٠ ﴾
سُورَةُاِبْرٰه۪يمَ | ٢٥٥ | الجزء ١٣ |
İbrâhîm Sûresi | 255 | Cüz 13 |
6 Vaktâ ki Mûsâ kavmine demişti ki: “Allâh’ın, üzerinizde bulunan nimetini hatırlayın! Hani O sizi Firavun hânedânından kurtarmıştı; öyle ki onlar siz(in dedeleriniz)e en kötü azâbı (uygulama yolu) arıyorlar (da onları en zor işlerde çalıştırıyorlar)dı, (Mûsâ (Aleyhisselâm)ın dünyaya gelmesine mâni olmak için, yeni doğan) oğullarınızı çokça boğazlıyorlar ve kadınlarınızı (hizmetçi yapmak üzere) sağ bırakıyorlardı. İşte size! Bu (şekilde Firavun’u başınıza musallat kılıp, sonra Mûsâ (Aley hisselâm)ı göndererek sizi kur tarması)nda, Rabbinizden pek büyük bir belâ (ve sıkıntının ardından nimetle imtihan sırrı) vardı./ İşte size! (Onların sizi) bu (kadar acı azaplara uğratmala rı)nda büyük bir (sıkıntı ve) mihnet vardı./
7 Hani Rabbiniz: ‘Andolsun ki; eğer (iman edip sâlih amel işleyerek, Benim sizi düşmanlarınızdan kur tarma nimetime) şükrederseniz, elbette mutlaka size (nimet bakımından) artırma yapacağım! Ama yemin olsun bir de (dinimi inkâr ederek bunca nimetlerime karşı) nankörlük ederseniz, ger çek ten de Benim azâbım elbette pek şiddetlidir! (Böylece dünyada nimetlerinizi elinizden alırım, âhi rette ise bitmez tükenmez azaplara maruz bırakırım)’ diye (hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak şekilde) kesin bir bildiride bulunmuştu.”
8 Mûsâ dedi ki: “(Ey İsrâiloğulları!) Siz ve yer- (yü zün)de bulunanlar top luca (Allâh’ın nimetlerine ve dini ne karşı nankörlük ve) inkârda bulunsanız da, (Allâh’a hiçbir zarar ve remezsiniz. Zira) gerçekten Allâh elbette (kimsenin şükrüne muhtaç olmayacak kadar) Ğaniyy’dir; (kimse hamdetmese de, Zât’ı itiba rıyla tüm hamd ve övgülere lâyık olan bir) Hamîd’dir.”
9 Sizden önceki o kimselerin; Nûh kavminin, Âd’ın, Semûd’un ve onlardan sonraki o (kâfir) kişile rin önemli haberi size gelmedi mi ki (çoklukların dan dolayı) onları(n sayısını) Allâh’tan başkası bil memekteydi? Rasûlleri onlara pek açık mucizeler getirmiş, onlarsa ellerini kendi ağızlarına/ o (kendilerine vaaz yapa)nların ağızlarına/ çevirmişler de: “Şüphesiz ki biz sizin kendisiyle gönderilmiş ol duğunuz o (iman ve tevhîdi emreden) şeyi inkâr ettik! Gerçekten de biz, sizin bizi kendisine davet etmekte olduğunuz o şey(in gerçekliğin)den, elbette (hu zuru muzu bozacak derecede) en dişelendirici pek büyük bir şüphe içerisindeyiz!”demişlerdi.
Âyet-i celîlede geçen: “Ellerini ağızlarına çevirdiler.” kavl-i şerîfi birkaç şekilde tefsir edilmiştir:
a) “Peygamberlerin getirdiği dine karşı öfkelerinden ellerini ısırdılar."
b) "Şaşkınlık ya da alay gayesiyle ellerini ağızlarının üzerine kapattılar"
c) "Biz kâfirlikte ısrar niyetindeyiz Dolayısıyla çok konuşmanız birşey sağlamayacaktır. Artık susun!" dercesine parmaklarıyla ağızlarına işaret ettiler.
d) "Ellerini peygamberlerin ağızlarına kapatarak onları susturmaya çalıştılar." (Beyzâvî, Nesefî, Ebussu'ûd, Âlûsî)
10 Rasûlleri dedi ki: “Göklerin ve yerin yoktan yaratıcısı olan Allâh(ın birliği) hakkında en ufak bir şüphe mi vardır? (Ey inkârcılar! Sizindediğiniz gibi, biz sizi kendi kafamızdan bir yola çağırmakta değiliz! Ancak bizim aracılığımızla) O (Rabbiniz) sizi (imana) davet etmektedir ki, sizin için (tüm) günahlarınızı / (kul haklarına tealluk etmeyen) bazı günahlarınızı/bağışlasın ve sizi adı konmuş bir süreye kadar geciktirsin (de, kökünüzü kazıyacak ânî bir azapla hepinizi birden helâk etmesin)!” Dediler ki: “Siz (bizekarşı hiçbir üstünlüğü olmayan) ancak bizim gibi bir beşersiniz, istiyorsunuz ki, babalarımızın tapmakta bulunmuş olduğu şeyden bizi engelleyesiniz. (Eğer durum bizim dediğimiz gibi değil de, sizin iddia etmek te olduğunuz gibiyse,) o halde bize (peygamberlik makamını hak etmenize sebep olan meziyetlerinize dair) pek açık ve çok güçlü bir delil getirin!”
Âyet-i kerîmede geçen “Adı konmuş bir süre” ifadesi, insanların ölümü için takdir edilen eceli konu etmektedir. Ancak iman etmeleri şartıyla ümmetlere vaad edilen geciktirme iki türlü anlaşılabilir:
a) Ecelleri gelinceye kadar dünyada lezzetler içerisinde zevk ü sefâ ile yaşatılmaları,
b) İman etmeleri takdirinde ömürlerinin son noktası olarak belirlenen süreye kadar geciktirilip, köklerini koparacak ânî bir azapla karşılaştırılmamalarıdır. Nitekim onların iman edip etmeyecekleri ve buna göre ne kadar yaşayacakları, kesinleştirilmiş yazı olan kazâ-i mübremde belliyse de, askıda bırakılmış yazı anlamına gelen kazâ-i muallâkta, onların iman etmeleri hâlinde belirli bir süreye kadar yaşatılacakları, inkârda ısrar etmeleri durumundaysa, o süreye kavuşamadan ânî bir azapla helâk edilecekleri konu edilmiştir. İşte burada peygamberleri onlara: “İman edin ki, Allâh sizi toplu bir helâke maruz bırakmayıp ecellerinizin son müddetine kadar ulaştırsın!” demek istemişlerdir.
İbrâhîm Sûresi | 255 | Cüz 13 |