v02.01.25 Geliştirme Notları
İbrâhîm Sûresi
255
Cuz 13
6﴿ (Habîbim! Yahûdîlere anlat) bir zamânı ki Mûsâ kavmine (şöyle) demişti: “Allâh’ın sizin üzerinizde bulunan nîmetini hatırlayın. Hani O sizi Firavun hânedânın(ın azapların)-dan kurtarmıştı; (çünkü) onlar siz(in dedeleriniz)e o kötü azâbı (uygulama yolu) arıyorlar (da onları en zor işlerde çalıştırıyorlar)dı, (Mûsâ (Aleyhisselâm)-ın dünyâya gelmesine mâni olmak için, yeni doğan) oğullarınızı çokça boğazlıyorlar ve kadınlarınızı (hizmetçi yapmak üzere) sağ bırakıyorlardı. (Ey İsrâîloğulları!) İşte size! Bu (şekilde Firavun’u başınıza musallat kılıp, sonra beni göndererek sizi kurtarması)nda, Rabbinizden (gelen) çok büyük bir belâ (ve sıkıntının ardından nîmetle imtihan sırrı) vardı. /İşte size! (Onların sizi) bu (kadar acı azaplara uğratmaları)nda büyük bir (sıkıntı ve) mihnet vardı./
7﴿ (Mûsâ (Aleyhisselâm) sözlerini şöyle sürdürdü:) Bir zamânı da (yâd edin) ki Rabbiniz: ‘Andolsun ki; eğer (îmân edip sâlih amel işleyerek, Benim sizi düşmanlarınızdan kurtarma nîmetime) şükrederseniz, yemîn olsun elbette size (nîmet bakımından) artış yapacağım. Ama yemîn olsun ki; (dînimi inkâr ederek bunca nîmetlerime karşı) nankörlük ederseniz, gerçekten Benim azâbım elbette çok şiddetlidir. (Böylece dünyâda nîmetlerinizi elinizden alırım, âhirette ise bitmez tükenmez azaplara mâruz bırakırım)’ diye (hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak şekilde) kesinlikle bildirmişti.”
8﴿ Mûsâ dedi ki: “(Ey İsrâîloğulları!) Siz ve yer(yüzün)de bulunanlar(ın hepsi) bir araya gelerek (Allâh’ın nîmetlerine karşı) nankörlük yaparsanız (Allâh’a hiçbir zarar veremezsiniz. Zîrâ) gerçekten Allâh elbette (kimsenin şükrüne muhtaç olmayacak kadar) Ğaniyy’dir, (kimse hamdetmese de, Zâtı îtibârıyla tüm hamd ve övgülere lâyık olan bir) Hamîd’dir.”
9﴿ (Ey Rasûlümü inkâr eden müşrikler!) Sizden önceki o kimselerin; Nûh kavminin, Âd’ın, Semûd’un ve onlardan sonraki o (kâfir) kişilerin önemli haberi size gelmedi mi ki (çokluklarından dolayı) onları(n sayısını) Allâh’tan başkası bilmemekteydi?! Rasülleri onlara çok açık mûcizeler getirmişti, ama onlar (şaşkınlıklarından dolayı) ellerini kendi ağızlarının üzerine /o (kendilerine vaaz yapa)nların ağızlarının üzerine/ çevirmiştiler ve: “Şüphesiz ki biz sizin kendisiyle gönderilmiş olduğunuz o (îmân ve tevhîdi emreden) şeyi inkâr ettik. Gerçekten de biz, sizin bizi kendisine dâvet etmekte olduğunuz o şey(in gerçekliğin)den, elbette (huzûrumuzu bozacak derecede) ziyâde endişelendirici çok büyük bir şüphe içerisindeyiz” demiştiler. Âyet-i celilede geçen: “Ellerini ağızlarına çevirdiler” kavl-i şerîfi birkaç şekilde tefsir edilmiştir:
a) “Peygamberlerin getirdiği dîne karşı öfkelerinden ellerini ısırdılar.”
b) “Şaşkınlık ya da alay gâyesiyle ellerini ağızlarının üzerine kapattılar.”
c) “Biz kâfirlikte ısrar niyetindeyiz. Dolayısıyla çok konuşmanız bir şey sağlamayacaktır. Artık susun” dercesine parmaklarıyla ağızlarına işâret ettiler.
d) “Ellerini peygamberlerin ağızlarına kapatarak onları susturmaya çalıştılar.” (el-Beyzâvî, en-Nesefî, Ebu’s-Su‘ûd, el-Âlûsî)
10﴿ Rasülleri demişti ki: “Göklerin ve yerin yoktan yaratıcısı olan Allâh(ın birliği) hakkında en ufak bir şüphe mi vardır?! (Ey inkârcılar! Sizin dediğiniz gibi, biz sizi kendi kafamızdan uydurduğumuz bir yola çağırmakta değiliz. Ancak bizim aracılığımızla) O (Rabbiniz), sizin için (tüm) günahlarınızı /(kul haklarına taalluk etmeyen) bâzı günahlarınızı/ bağışlasın ve sizi (Allâh tarafından) adı konmuş bir süreye kadar geciktirsin (de, kökünüzü kazıyacak ânî bir azapla hepinizi birden helâk etmesin ve içinizden îmân edenleri zevk-ü sefâ içerisinde ecellerine kadar yaşatsın) diye sizi (îmâna) dâvet etmektedir.” Onlar (ise cevâben): “Siz (bize karşı hiçbir üstünlüğü olmayan) ancak bizim gibi bir beşersiniz, babalarımızın sürekli tapmakta olduğu şeyden bizi engellemek istiyorsunuz. (Eğer durum bizim dediğimiz gibi değil de, sizin iddiâ etmekte olduğunuz gibiyse) o hâlde bize (peygamberlik makāmını hak etmenize sebep olan meziyetlerinize dâir) pek açık ve çok güçlü bir delil getirin” demişlerdi.
سُورَةُ اِبْرٰه۪يمَ
الجزء ١٣
٢٥٥
وَاِذْ قَالَ مُوسٰى لِقَوْمِهِ اذْكُرُوا نِعْمَةَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ اِذْ اَنْجٰيكُمْ مِنْ اٰلِ فِرْعَوْنَ يَسُومُونَكُمْ سُٓوءَ الْعَذَابِ وَيُذَبِّحُونَ اَبْنَٓاءَكُمْ وَيَسْتَحْيُونَ نِسَٓاءَكُمْۜ وَف۪ي ذٰلِكُمْ بَلَٓاءٌ مِنْ رَبِّكُمْ عَظ۪يمٌ۟ ﴿٦
وَاِذْ تَاَذَّنَ رَبُّكُمْ لَئِنْ شَكَرْتُمْ لَاَز۪يدَنَّكُمْ وَلَئِنْ كَفَرْتُمْ اِنَّ عَذَاب۪ي لَشَد۪يدٌ ﴿٧
وَقَالَ مُوسٰٓى اِنْ تَكْفُرُٓوا اَنْتُمْ وَمَنْ فِي الْاَرْضِ جَم۪يعًاۙ فَاِنَّ اللّٰهَ لَغَنِيٌّ حَم۪يدٌ ﴿٨
اَلَمْ يَأْتِكُمْ نَبَؤُ۬ا الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ قَوْمِ نُوحٍ وَعَادٍ وَثَمُودَۜۛ وَالَّذ۪ينَ مِنْ بَعْدِهِمْۜۛ لَا يَعْلَمُهُمْ اِلَّا اللّٰهُۜ جَٓاءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَرَدُّٓوا اَيْدِيَهُمْ ف۪ٓي اَفْوَاهِهِمْ وَقَالُٓوا اِنَّا كَفَرْنَا بِمَٓا اُرْسِلْتُمْ بِه۪ وَاِنَّا لَف۪ي شَكٍّ مِمَّا تَدْعُونَنَٓا اِلَيْهِ مُر۪يبٍ ﴿٩
قَالَتْ رُسُلُهُمْ اَفِي اللّٰهِ شَكٌّ فَاطِرِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ يَدْعُوكُمْ لِيَغْفِرَ لَكُمْ مِنْ ذُنُوبِكُمْ وَيُؤَخِّرَكُمْ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّىۜ قَالُٓوا اِنْ اَنْتُمْ اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَاۜ تُر۪يدُونَ اَنْ تَصُدُّونَا عَمَّا كَانَ يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬نَا فَأْتُونَا بِسُلْطَانٍ مُب۪ينٍ ﴿١٠
İbrâhîm Sûresi
255
Cuz 13
وَاِذْ قَالَ مُوسٰى لِقَوْمِهِ اذْكُرُوا نِعْمَةَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ اِذْ اَنْجٰيكُمْ مِنْ اٰلِ فِرْعَوْنَ يَسُومُونَكُمْ سُٓوءَ الْعَذَابِ وَيُذَبِّحُونَ اَبْنَٓاءَكُمْ وَيَسْتَحْيُونَ نِسَٓاءَكُمْۜ وَف۪ي ذٰلِكُمْ بَلَٓاءٌ مِنْ رَبِّكُمْ عَظ۪يمٌ۟ ﴿٦
6﴿ (Habîbim! Yahûdîlere anlat) bir zamânı ki Mûsâ kavmine (şöyle) demişti: “Allâh’ın sizin üzerinizde bulunan nîmetini hatırlayın. Hani O sizi Firavun hânedânın(ın azapların)-dan kurtarmıştı; (çünkü) onlar siz(in dedeleriniz)e o kötü azâbı (uygulama yolu) arıyorlar (da onları en zor işlerde çalıştırıyorlar)dı, (Mûsâ (Aleyhisselâm)-ın dünyâya gelmesine mâni olmak için, yeni doğan) oğullarınızı çokça boğazlıyorlar ve kadınlarınızı (hizmetçi yapmak üzere) sağ bırakıyorlardı. (Ey İsrâîloğulları!) İşte size! Bu (şekilde Firavun’u başınıza musallat kılıp, sonra beni göndererek sizi kurtarması)nda, Rabbinizden (gelen) çok büyük bir belâ (ve sıkıntının ardından nîmetle imtihan sırrı) vardı. /İşte size! (Onların sizi) bu (kadar acı azaplara uğratmaları)nda büyük bir (sıkıntı ve) mihnet vardı./
وَاِذْ تَاَذَّنَ رَبُّكُمْ لَئِنْ شَكَرْتُمْ لَاَز۪يدَنَّكُمْ وَلَئِنْ كَفَرْتُمْ اِنَّ عَذَاب۪ي لَشَد۪يدٌ ﴿٧
7﴿ (Mûsâ (Aleyhisselâm) sözlerini şöyle sürdürdü:) Bir zamânı da (yâd edin) ki Rabbiniz: ‘Andolsun ki; eğer (îmân edip sâlih amel işleyerek, Benim sizi düşmanlarınızdan kurtarma nîmetime) şükrederseniz, yemîn olsun elbette size (nîmet bakımından) artış yapacağım. Ama yemîn olsun ki; (dînimi inkâr ederek bunca nîmetlerime karşı) nankörlük ederseniz, gerçekten Benim azâbım elbette çok şiddetlidir. (Böylece dünyâda nîmetlerinizi elinizden alırım, âhirette ise bitmez tükenmez azaplara mâruz bırakırım)’ diye (hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak şekilde) kesinlikle bildirmişti.”
وَقَالَ مُوسٰٓى اِنْ تَكْفُرُٓوا اَنْتُمْ وَمَنْ فِي الْاَرْضِ جَم۪يعًاۙ فَاِنَّ اللّٰهَ لَغَنِيٌّ حَم۪يدٌ ﴿٨
8﴿ Mûsâ dedi ki: “(Ey İsrâîloğulları!) Siz ve yer(yüzün)de bulunanlar(ın hepsi) bir araya gelerek (Allâh’ın nîmetlerine karşı) nankörlük yaparsanız (Allâh’a hiçbir zarar veremezsiniz. Zîrâ) gerçekten Allâh elbette (kimsenin şükrüne muhtaç olmayacak kadar) Ğaniyy’dir, (kimse hamdetmese de, Zâtı îtibârıyla tüm hamd ve övgülere lâyık olan bir) Hamîd’dir.”
اَلَمْ يَأْتِكُمْ نَبَؤُ۬ا الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ قَوْمِ نُوحٍ وَعَادٍ وَثَمُودَۜۛ وَالَّذ۪ينَ مِنْ بَعْدِهِمْۜۛ لَا يَعْلَمُهُمْ اِلَّا اللّٰهُۜ جَٓاءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَرَدُّٓوا اَيْدِيَهُمْ ف۪ٓي اَفْوَاهِهِمْ وَقَالُٓوا اِنَّا كَفَرْنَا بِمَٓا اُرْسِلْتُمْ بِه۪ وَاِنَّا لَف۪ي شَكٍّ مِمَّا تَدْعُونَنَٓا اِلَيْهِ مُر۪يبٍ ﴿٩
9﴿ (Ey Rasûlümü inkâr eden müşrikler!) Sizden önceki o kimselerin; Nûh kavminin, Âd’ın, Semûd’un ve onlardan sonraki o (kâfir) kişilerin önemli haberi size gelmedi mi ki (çokluklarından dolayı) onları(n sayısını) Allâh’tan başkası bilmemekteydi?! Rasülleri onlara çok açık mûcizeler getirmişti, ama onlar (şaşkınlıklarından dolayı) ellerini kendi ağızlarının üzerine /o (kendilerine vaaz yapa)nların ağızlarının üzerine/ çevirmiştiler ve: “Şüphesiz ki biz sizin kendisiyle gönderilmiş olduğunuz o (îmân ve tevhîdi emreden) şeyi inkâr ettik. Gerçekten de biz, sizin bizi kendisine dâvet etmekte olduğunuz o şey(in gerçekliğin)den, elbette (huzûrumuzu bozacak derecede) ziyâde endişelendirici çok büyük bir şüphe içerisindeyiz” demiştiler. Âyet-i celilede geçen: “Ellerini ağızlarına çevirdiler” kavl-i şerîfi birkaç şekilde tefsir edilmiştir:
a) “Peygamberlerin getirdiği dîne karşı öfkelerinden ellerini ısırdılar.”
b) “Şaşkınlık ya da alay gâyesiyle ellerini ağızlarının üzerine kapattılar.”
c) “Biz kâfirlikte ısrar niyetindeyiz. Dolayısıyla çok konuşmanız bir şey sağlamayacaktır. Artık susun” dercesine parmaklarıyla ağızlarına işâret ettiler.
d) “Ellerini peygamberlerin ağızlarına kapatarak onları susturmaya çalıştılar.” (el-Beyzâvî, en-Nesefî, Ebu’s-Su‘ûd, el-Âlûsî)

قَالَتْ رُسُلُهُمْ اَفِي اللّٰهِ شَكٌّ فَاطِرِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ يَدْعُوكُمْ لِيَغْفِرَ لَكُمْ مِنْ ذُنُوبِكُمْ وَيُؤَخِّرَكُمْ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّىۜ قَالُٓوا اِنْ اَنْتُمْ اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَاۜ تُر۪يدُونَ اَنْ تَصُدُّونَا عَمَّا كَانَ يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬نَا فَأْتُونَا بِسُلْطَانٍ مُب۪ينٍ ﴿١٠
10﴿ Rasülleri demişti ki: “Göklerin ve yerin yoktan yaratıcısı olan Allâh(ın birliği) hakkında en ufak bir şüphe mi vardır?! (Ey inkârcılar! Sizin dediğiniz gibi, biz sizi kendi kafamızdan uydurduğumuz bir yola çağırmakta değiliz. Ancak bizim aracılığımızla) O (Rabbiniz), sizin için (tüm) günahlarınızı /(kul haklarına taalluk etmeyen) bâzı günahlarınızı/ bağışlasın ve sizi (Allâh tarafından) adı konmuş bir süreye kadar geciktirsin (de, kökünüzü kazıyacak ânî bir azapla hepinizi birden helâk etmesin ve içinizden îmân edenleri zevk-ü sefâ içerisinde ecellerine kadar yaşatsın) diye sizi (îmâna) dâvet etmektedir.” Onlar (ise cevâben): “Siz (bize karşı hiçbir üstünlüğü olmayan) ancak bizim gibi bir beşersiniz, babalarımızın sürekli tapmakta olduğu şeyden bizi engellemek istiyorsunuz. (Eğer durum bizim dediğimiz gibi değil de, sizin iddiâ etmekte olduğunuz gibiyse) o hâlde bize (peygamberlik makāmını hak etmenize sebep olan meziyetlerinize dâir) pek açık ve çok güçlü bir delil getirin” demişlerdi.