v02.01.25 Geliştirme Notları
İbrâhîm Sûresi
256
Cuz 13
11﴿ Rasülleri onlara demişti ki: “(Evet, öyledir.) Biz ancak sizin gibi bir beşeriz velâkin Allâh kullarından dilediği kimselere (peygamberlik vererek) lütufta bulunur. Zâten Allâh’ın izni (ve yaratması) ile olmadıkça size (kendiliğimizden) güçlü bir delil (ve mûcize) getirmemiz bizim için (düşünülecek bir şey) olmamıştır. Artık (düşmanlara karşı direnme husûsunda) müminler ancak Allâh’a (güvenip) tevekkül etsin.
12﴿ Zâten (yüce Rabbimizin kudretini bilmemize rağmen hâlâ) Allâh’a tevekkül etmememiz husûsunda bizim için ne şey (ve hangi mâzeret) olabilir?! Hâlbuki gerçekten O bizi(m her birimizi, din husûsunda uymamız gereken dosdoğru) yollarımıza hidâyet etmiştir. Bir de andolsun ki; bize yaptığınız eziyetlere karşı elbette sabr(a devâm) edeceğiz. Öyleyse (îmânları gereği) tevekkül edenler de ancak Allâh’a tevekkül(de sebât) etsin.”
13﴿ O kâfir olmuş kimseler(in inatçıları) kendi rasüllerine: “Andolsun ki; mutlaka sizi toprağımızdan çıkar(ıp sürgüne yollay)acağız ya da yemîn olsun kesinlikle siz bizim dînimize geçeceksiniz” dedi. Bunun üzerine Rableri de onlara vahyetti ki: “Kasem olsun ki; elbette Biz o zâlimleri helâk edeceğiz.
14﴿ Yine andolsun ki; elbette onların (helâk edilmesinin) ardından o(nların) toprağ(ın)a mutlaka sizi yerleştireceğiz. (Ey peygamberim!) İşte sana! Bu (şekilde kâfirleri helâk edip, müminleri onların diyârına vâris kılma müjdesi), Benim makāmım(ın ululuğun)dan korkmuş ve (isyankârlara yapmış olduğum azap) tehdîdimden endişe etmiş (de ona göre dînimin emirlerini yerine getirmiş) kimselere âittir.”
15﴿ Böylece onlar (kâfir ümmetlerine karşı Allâh-u Te‘âlâ’dan yardım ve) fetih /(düşmanlarıyla aralarını ayıracak adâletli bir) hüküm/ istediler de, (Allâh-u Te‘âlâ’nın ibâdetinden kibirlenen) çokça zorba ve (hakkı kabûl etmemek için direnen) ziyâde inatçı her bir kişi helâke uğradı. Burada yardım talep edenlerin kim oldukları hakkında iki görüş bulunmaktadır:
a) İmâm-ı Mücâhid ve Katâde (Radıyallâhu Ânhümâ)dan nakledildiğine göre; peygamberler ümmetlerinin îmânından ümit kestikleri zaman onlara karşı Allâh’tan yardım talep etmişler ve onların azâba çarptırılmaları için bedduâ etmişlerdir.
b) İbnü Abbâs (Radıyallâhu Ânhümâ)dan rivâyet edildiğine göre ise; inkârcı ümmetler: “Ey Allâh! Eğer bu peygamberler doğru kimselerse bize azap et de anlayalım” demişlerdir.
Gerçi bâzı âlimler iki fırkanın da haklının yardıma mazhar olması, bâtıl yolda olanlarınsa helâke uğraması için talepte bulunduklarını söylemişlerdir. (el-Hâzin)
16﴿ (Helâk edilen kâfirin dünyâdaki hüsrânının ardından) önünde ise (kendisini bekleyen) cehennem vardır. Ayrıca (cehennem ehlinin yanan cesetlerinden akan) irinin ta kendisi olan özel bir sudan ona içirilecektir.
17﴿ (Cehennemde yanan kişi harâret kendisini istilâ ettiğinden dolayı) onu zorla yudumlamaya çalışacak fakat onu boğazından geçirmeye bile yaklaşamayacaktır. (Ama aşırı susuzluktan dolayı azâbı uzayınca, nice zahmetlerden sonra onu içmeye mecbur kalacaktır.) Ayrıca ölüm (sebepleri) ona her bir yerden gelecek ama o aslâ ölü(p kurtulan) bir kimse (gibi rahata kavuşmuş) olamayacaktır. Bunun önünde de (kendisi için hazırlanmış) çok katı büyük bir azap vardır (ki böylece o, bir sonrası bir öncesinden çetin olan azaplara cehennemde ebediyyen mâruz kalacaktır). Ebû Ümâme (Radıyallâhu Anh) Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in bu âyet-i kerîmenin tefsîri hakkında şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir: “O irinli su, cehennemde yanan kişinin ağzına yaklaştırılacak ama o ondan hiç hoşlanmayacaktır. O su kendisine yaklaştırılınca yüzünü kebap edecek ve bu yüzden başının derisi düşecektir. Onu içtiğinde ise bağırsaklarını paramparça edecek ve nihâyet makatından çıkacaktır. Nitekim Allâh-u Te‘âlâ: ‘Onlara kaynar bir su içirildi de bağırsaklarını paramparça etti’ buyurmaktadır. Yine Allâh-u Te‘âlâ: ‘Onlar (orada aşırı susuzluktan dolayı) yardım talep edecek olsalar, zeytin tortusu gibi olan ve (aşırı harâretinden dolayı derileri düşürecek şekilde) yüzleri kavuran (katı) bir suyla imdâd edileceklerdir. (Bu) ne kötü bir içecek’ (Muhammed Sûresi:15, el-Kehf Sûresi:29) buyurmaktadır.” (et-Tirmizî, Sıfatü cehennem:4, rakam:2583, 4/705) İbrâhîm-i Teymî ve İbnü Cüreyc (Rahimehümellâh) gibi âlimlerin beyânına göre; cehennemde yanan kişi tüy dipleri ve parmak uçlarına varıncaya kadar cesedindeki her noktadan ölüm acısı çekecektir ve böylece canı boğazına gelecek ama çıkmadığı için ölemeyecek, içine geri dönmeyeceği için de hayattan bir fayda göremeyecektir. (el-Beyzâvî, el-Hâzin)
18﴿ Rablerini inkâr etmiş olan o kimselerin şaşılacak hâli (var ya); onların (fakirlere yardım, köle âzâdı, esirleri kurtarma, misâfirlere ikrâm ve akrabâyı gözetme gibi yapmış oldukları iyi) amelleri bir kül gibidir ki, fırtınalı bir günde o rüzgâr onu şiddetle savurmuştur. (İşte darmadağın olan o külün parçalarından hiçbir istifâde edilemeyeceği gibi, îmânsızlar da iyi amellerinin hayırlarını göremeyeceklerdir.) Onlar (iyilik nâmına) kazanmış oldukları şeylerden dolayı (sevap elde etmek ya da azaplarını hafifletmek gibi) hiçbir şeye (kıyâmet günü) güç yetiremeyeceklerdir. (Ey mümin!) İşte sana! Ancak bu (misâlin açıkça ortaya koyduğu durum), (doğru yoldan) çok uzak (düşmüş) olan (bir) sapıklığın ta kendisidir.
سُورَةُ اِبْرٰه۪يمَ
الجزء ١٣
٢٥٦
قَالَتْ لَهُمْ رُسُلُهُمْ اِنْ نَحْنُ اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُكُمْ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يَمُنُّ عَلٰى مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ۜ وَمَا كَانَ لَنَٓا اَنْ نَأْتِيَكُمْ بِسُلْطَانٍ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِۜ وَعَلَى اللّٰهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ ﴿١١
وَمَا لَنَٓا اَلَّا نَتَوَكَّلَ عَلَى اللّٰهِ وَقَدْ هَدٰينَا سُبُلَنَاۜ وَلَنَصْبِرَنَّ عَلٰى مَٓا اٰذَيْتُمُونَاۜ وَعَلَى اللّٰهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُتَوَكِّلُونَ۟ ﴿١٢
وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِرُسُلِهِمْ لَنُخْرِجَنَّكُمْ مِنْ اَرْضِنَٓا اَوْ لَتَعُودُنَّ ف۪ي مِلَّتِنَاۜ فَاَوْحٰٓى اِلَيْهِمْ رَبُّهُمْ لَنُهْلِكَنَّ الظَّالِم۪ينَۙ ﴿١٣
وَلَنُسْكِنَنَّكُمُ الْاَرْضَ مِنْ بَعْدِهِمْۜ ذٰلِكَ لِمَنْ خَافَ مَقَام۪ي وَخَافَ وَع۪يدِ ﴿١٤
وَاسْتَفْتَحُوا وَخَابَ كُلُّ جَبَّارٍ عَن۪يدٍۙ ﴿١٥
مِنْ وَرَٓائِه۪ جَهَنَّمُ وَيُسْقٰى مِنْ مَٓاءٍ صَد۪يدٍۙ ﴿١٦
يَتَجَرَّعُهُ وَلَا يَكَادُ يُس۪يغُهُ وَيَأْت۪يهِ الْمَوْتُ مِنْ كُلِّ مَكَانٍ وَمَا هُوَ بِمَيِّتٍۜ وَمِنْ وَرَٓائِه۪ عَذَابٌ غَل۪يظٌ ﴿١٧
مَثَلُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْ اَعْمَالُهُمْ كَرَمَادٍۨ اشْتَدَّتْ بِهِ الرّ۪يحُ ف۪ي يَوْمٍ عَاصِفٍۜ لَا يَقْدِرُونَ مِمَّا كَسَبُوا عَلٰى شَيْءٍۜ ذٰلِكَ هُوَ الضَّلَالُ الْبَع۪يدُ ﴿١٨
İbrâhîm Sûresi
256
Cuz 13
قَالَتْ لَهُمْ رُسُلُهُمْ اِنْ نَحْنُ اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُكُمْ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يَمُنُّ عَلٰى مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ۜ وَمَا كَانَ لَنَٓا اَنْ نَأْتِيَكُمْ بِسُلْطَانٍ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِۜ وَعَلَى اللّٰهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ ﴿١١
11﴿ Rasülleri onlara demişti ki: “(Evet, öyledir.) Biz ancak sizin gibi bir beşeriz velâkin Allâh kullarından dilediği kimselere (peygamberlik vererek) lütufta bulunur. Zâten Allâh’ın izni (ve yaratması) ile olmadıkça size (kendiliğimizden) güçlü bir delil (ve mûcize) getirmemiz bizim için (düşünülecek bir şey) olmamıştır. Artık (düşmanlara karşı direnme husûsunda) müminler ancak Allâh’a (güvenip) tevekkül etsin.
وَمَا لَنَٓا اَلَّا نَتَوَكَّلَ عَلَى اللّٰهِ وَقَدْ هَدٰينَا سُبُلَنَاۜ وَلَنَصْبِرَنَّ عَلٰى مَٓا اٰذَيْتُمُونَاۜ وَعَلَى اللّٰهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُتَوَكِّلُونَ۟ ﴿١٢
12﴿ Zâten (yüce Rabbimizin kudretini bilmemize rağmen hâlâ) Allâh’a tevekkül etmememiz husûsunda bizim için ne şey (ve hangi mâzeret) olabilir?! Hâlbuki gerçekten O bizi(m her birimizi, din husûsunda uymamız gereken dosdoğru) yollarımıza hidâyet etmiştir. Bir de andolsun ki; bize yaptığınız eziyetlere karşı elbette sabr(a devâm) edeceğiz. Öyleyse (îmânları gereği) tevekkül edenler de ancak Allâh’a tevekkül(de sebât) etsin.”
وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِرُسُلِهِمْ لَنُخْرِجَنَّكُمْ مِنْ اَرْضِنَٓا اَوْ لَتَعُودُنَّ ف۪ي مِلَّتِنَاۜ فَاَوْحٰٓى اِلَيْهِمْ رَبُّهُمْ لَنُهْلِكَنَّ الظَّالِم۪ينَۙ ﴿١٣
13﴿ O kâfir olmuş kimseler(in inatçıları) kendi rasüllerine: “Andolsun ki; mutlaka sizi toprağımızdan çıkar(ıp sürgüne yollay)acağız ya da yemîn olsun kesinlikle siz bizim dînimize geçeceksiniz” dedi. Bunun üzerine Rableri de onlara vahyetti ki: “Kasem olsun ki; elbette Biz o zâlimleri helâk edeceğiz.
وَلَنُسْكِنَنَّكُمُ الْاَرْضَ مِنْ بَعْدِهِمْۜ ذٰلِكَ لِمَنْ خَافَ مَقَام۪ي وَخَافَ وَع۪يدِ ﴿١٤
14﴿ Yine andolsun ki; elbette onların (helâk edilmesinin) ardından o(nların) toprağ(ın)a mutlaka sizi yerleştireceğiz. (Ey peygamberim!) İşte sana! Bu (şekilde kâfirleri helâk edip, müminleri onların diyârına vâris kılma müjdesi), Benim makāmım(ın ululuğun)dan korkmuş ve (isyankârlara yapmış olduğum azap) tehdîdimden endişe etmiş (de ona göre dînimin emirlerini yerine getirmiş) kimselere âittir.”
وَاسْتَفْتَحُوا وَخَابَ كُلُّ جَبَّارٍ عَن۪يدٍۙ ﴿١٥
15﴿ Böylece onlar (kâfir ümmetlerine karşı Allâh-u Te‘âlâ’dan yardım ve) fetih /(düşmanlarıyla aralarını ayıracak adâletli bir) hüküm/ istediler de, (Allâh-u Te‘âlâ’nın ibâdetinden kibirlenen) çokça zorba ve (hakkı kabûl etmemek için direnen) ziyâde inatçı her bir kişi helâke uğradı. Burada yardım talep edenlerin kim oldukları hakkında iki görüş bulunmaktadır:
a) İmâm-ı Mücâhid ve Katâde (Radıyallâhu Ânhümâ)dan nakledildiğine göre; peygamberler ümmetlerinin îmânından ümit kestikleri zaman onlara karşı Allâh’tan yardım talep etmişler ve onların azâba çarptırılmaları için bedduâ etmişlerdir.
b) İbnü Abbâs (Radıyallâhu Ânhümâ)dan rivâyet edildiğine göre ise; inkârcı ümmetler: “Ey Allâh! Eğer bu peygamberler doğru kimselerse bize azap et de anlayalım” demişlerdir.
Gerçi bâzı âlimler iki fırkanın da haklının yardıma mazhar olması, bâtıl yolda olanlarınsa helâke uğraması için talepte bulunduklarını söylemişlerdir. (el-Hâzin)

مِنْ وَرَٓائِه۪ جَهَنَّمُ وَيُسْقٰى مِنْ مَٓاءٍ صَد۪يدٍۙ ﴿١٦
16﴿ (Helâk edilen kâfirin dünyâdaki hüsrânının ardından) önünde ise (kendisini bekleyen) cehennem vardır. Ayrıca (cehennem ehlinin yanan cesetlerinden akan) irinin ta kendisi olan özel bir sudan ona içirilecektir.
يَتَجَرَّعُهُ وَلَا يَكَادُ يُس۪يغُهُ وَيَأْت۪يهِ الْمَوْتُ مِنْ كُلِّ مَكَانٍ وَمَا هُوَ بِمَيِّتٍۜ وَمِنْ وَرَٓائِه۪ عَذَابٌ غَل۪يظٌ ﴿١٧
17﴿ (Cehennemde yanan kişi harâret kendisini istilâ ettiğinden dolayı) onu zorla yudumlamaya çalışacak fakat onu boğazından geçirmeye bile yaklaşamayacaktır. (Ama aşırı susuzluktan dolayı azâbı uzayınca, nice zahmetlerden sonra onu içmeye mecbur kalacaktır.) Ayrıca ölüm (sebepleri) ona her bir yerden gelecek ama o aslâ ölü(p kurtulan) bir kimse (gibi rahata kavuşmuş) olamayacaktır. Bunun önünde de (kendisi için hazırlanmış) çok katı büyük bir azap vardır (ki böylece o, bir sonrası bir öncesinden çetin olan azaplara cehennemde ebediyyen mâruz kalacaktır). Ebû Ümâme (Radıyallâhu Anh) Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in bu âyet-i kerîmenin tefsîri hakkında şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir: “O irinli su, cehennemde yanan kişinin ağzına yaklaştırılacak ama o ondan hiç hoşlanmayacaktır. O su kendisine yaklaştırılınca yüzünü kebap edecek ve bu yüzden başının derisi düşecektir. Onu içtiğinde ise bağırsaklarını paramparça edecek ve nihâyet makatından çıkacaktır. Nitekim Allâh-u Te‘âlâ: ‘Onlara kaynar bir su içirildi de bağırsaklarını paramparça etti’ buyurmaktadır. Yine Allâh-u Te‘âlâ: ‘Onlar (orada aşırı susuzluktan dolayı) yardım talep edecek olsalar, zeytin tortusu gibi olan ve (aşırı harâretinden dolayı derileri düşürecek şekilde) yüzleri kavuran (katı) bir suyla imdâd edileceklerdir. (Bu) ne kötü bir içecek’ (Muhammed Sûresi:15, el-Kehf Sûresi:29) buyurmaktadır.” (et-Tirmizî, Sıfatü cehennem:4, rakam:2583, 4/705) İbrâhîm-i Teymî ve İbnü Cüreyc (Rahimehümellâh) gibi âlimlerin beyânına göre; cehennemde yanan kişi tüy dipleri ve parmak uçlarına varıncaya kadar cesedindeki her noktadan ölüm acısı çekecektir ve böylece canı boğazına gelecek ama çıkmadığı için ölemeyecek, içine geri dönmeyeceği için de hayattan bir fayda göremeyecektir. (el-Beyzâvî, el-Hâzin)
مَثَلُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْ اَعْمَالُهُمْ كَرَمَادٍۨ اشْتَدَّتْ بِهِ الرّ۪يحُ ف۪ي يَوْمٍ عَاصِفٍۜ لَا يَقْدِرُونَ مِمَّا كَسَبُوا عَلٰى شَيْءٍۜ ذٰلِكَ هُوَ الضَّلَالُ الْبَع۪يدُ ﴿١٨
18﴿ Rablerini inkâr etmiş olan o kimselerin şaşılacak hâli (var ya); onların (fakirlere yardım, köle âzâdı, esirleri kurtarma, misâfirlere ikrâm ve akrabâyı gözetme gibi yapmış oldukları iyi) amelleri bir kül gibidir ki, fırtınalı bir günde o rüzgâr onu şiddetle savurmuştur. (İşte darmadağın olan o külün parçalarından hiçbir istifâde edilemeyeceği gibi, îmânsızlar da iyi amellerinin hayırlarını göremeyeceklerdir.) Onlar (iyilik nâmına) kazanmış oldukları şeylerden dolayı (sevap elde etmek ya da azaplarını hafifletmek gibi) hiçbir şeye (kıyâmet günü) güç yetiremeyeceklerdir. (Ey mümin!) İşte sana! Ancak bu (misâlin açıkça ortaya koyduğu durum), (doğru yoldan) çok uzak (düşmüş) olan (bir) sapıklığın ta kendisidir.