v02.01.25 Geliştirme Notları
İbrâhîm Sûresi
258
Cuz 13
25﴿ Onlar Rablerinin izniyle (o ağaç, meyve vermesi için tâyin edilen) her bir zamanda yemişlerini vermektedir(ler). Böylece Allâh insanlar için (görünmeyen mânâları, görünen sûretlerle tasvîr ederek, üstün anlayış kazandırmakta olan) bu misalleri açıklamaktadır. Tâ ki onlar iyice düşünsünler (de îmâna gelsinler). Müfessirler, îmân kelimesinin hurma ağacına benzetilmesi hakkında şu açıklamayı yapmışlardır: Hurma ağacının boyunun uzunluğu nispetinde köklerinin yerin diplerine nüfûzu ve meyvesinin diğer meyvelerden farklı olarak gece-gündüz, yaz-kış, ilk çıktığı anda da, kurusunun da yaşının da, hamının da olgununun da yenmesi cihetinden farklı özellikleri bulunmaktadır. İşte îmân kelimesi de, müminin kalbinde iyice kök salmakta ve müminlerin amellerini kabûl mahalli olan semâya doğru yükseltmektedir. Hurma ağacı her sene meyve verdiği gibi, îmânlı bir kimse de dâimâ sâlih ameller üretmektedir.
26﴿ (Allâh-u Te‘âlâ’nın râzı olmadığı sözler, özellikle sâhibini kâfir edecek laflar ve yalanlar gibi) çok kötü (ve pis) olan bir kelimenin misâli ise; (kökleri derin olmadığı için) toprağın üstünden (tek bir seferde) tümüyle cüssesi koparılmış olan ve kendisi için (toprakta) hiçbir istikrâr (ve yerinde durabilme kābiliyeti) bulunmayan çok kötü (ve zararlı) bir ağaç (olan Ebû Cehil karpuzu) gibidir. (İşte böylece; kâfirin kendinde de, îtikādında da hiçbir hayır bulunmadığı gibi, kendisinden ne hoş bir söz, ne de sâlih bir amel aslâ yükselmez. Zâten onun inancının hiçbir temeli ve esâsı bulunmamaktadır.)
27﴿ Allâh îmân etmiş olan kimseleri (içinde yaşadıkları) o en yakın (dünyâ) hayât(ın)da da, âhiret (konaklarının başlangıcı olan kabirde de, mahşer)de de o (kalplerinde iyice) sâbit(leşmiş olan kelime-i tevhîd) söz(üy)le (İslâm dâiresinde) sâbit kılar. (Böylece onları o inançtan ayırmak için üzerlerine hücûm edecek tüm düşmanlara uymaktan korur. Bu yüzden onlar kendilerine îtikatlarının sorulacağı kabir başta olmak üzere her bir noktada, hiç şaşırmaksızın hemen doğru cevâbı vermeye muvaffak kılınırlar.) Ama Allâh (hür irâdeleriyle kâfirliği seçen ve yaratılışlarında sâhip oldukları İslâm fıtratını değiştiren) o zâlimleri saptırır. (Bu yüzden onlar hiçbir yerde doğru cevap veremezler.) Zâten Allâh (muvaffak kılmak, mahrum bırakmak, hidâyete erdirmek, saptırmak, sebât vermek ve kaydırmak gibi tüm konularda) ne şeyleri murâd ettiyse (hiçbir engel tanımaksızın onları) yapar. (Hiçbir fiilinde Kendisine aslâ îtirâz edilemez. Zîrâ Allâh-u Te‘âlâ her şeyi dosdoğru bilir ve üstün hikmetlerine tâbi olan irâdesi gereği yaptığını yerli yerinde yapar.)
28﴿ (Habîbim!) Görmedin mi o (şirk koşan) kimseleri ki, Allâh’ın (şükür gerektiren bunca) nîmetlerini büyük bir nankörlükle değiştirdiler ve toplumlarını (peşlerinde sürükleyerek) o helâk yurduna yerleştirdiler?!
29﴿ (O) cehenneme ki; onlar oraya (mutlaka) gireceklerdir. O(rada ebedî kalmaları) ise ne kötü bir yerleşim olmuştur. /O(rası) ise ne kötü bir yerleşim yeri olmuştur./
30﴿ Bir de o (müşrik ola)nlar O’nun yolundan (insanları uzaklaştırıp) saptırsınlar diye (eşten ve ortaktan münezzeh olan) Allâh’a birtakım (putları) ortaklar koştular. (Habîbim!) De ki: “(Sâhip olduğunuz imkânlarınızla) çokça faydalanın (zevk-ü sefâ içinde sayılı birkaç gün daha eğlenip durun bakalım). Ama (bu hâl üzere devâm ederseniz) gerçekten varışınız (ancak) o (cehennem) ateş(in)edir.”
31﴿ (Rasûlüm!) O îmân etmiş olan kullarıma de ki: “O (farz olan) namazları hakkıyla kılsınlar ve kendisinde hiçbir alışveriş bulunmayan, hiçbir dostluk da (faydalı) olmayan büyük bir gün gelmeden önce, onlara rızık olarak vermiş olduğumuz şeylerden (nâfile bağışlarda) gizlice ve (farzlarda) açıkça infakta bulunsunlar.
32﴿ Ancak O (Allâh-u Te‘âlâ), öyle (sonsuz hayır ve bereketlerin sâhibi olan) bir Zâttır ki; gökleri ve yeri (yoktan) yaratmıştır, sonra gökten (çok bereketli) bir çeşit su indirmiş ve onun sebebiyle sizin (yaşamınızı devâm ettirmeniz) için bir rızık olarak (topraktan türlü türlü) ürünler çıkarmıştır. Yine O (Rabbiniz), Kendi emri (ve dilemesi) ile denizlerde akıp gitsinler diye gemileri (yapma sanatını size ilhâm ederek, onları sevk eden rüzgârlar îcâd ederek ve suya onları kaldırma gücü vererek) sizin (menfaatinizi temin) için emre âmâde kılmış, nehirleri de sizin (hem içerek, hem de kanallarla ekinlerinizi ve bostanlarınızı sulayarak istifâde etmeniz) için müsahhar kılmıştır.
33﴿ Yine O (Allâh-u Te‘âlâ), ikisi de (dünyânın ömrü son buluncaya kadar hiç durmadan sürdürdükleri seyr-ü hareketlerinde, dünyâyı aydınlatmalarında, topraklara, insanlara ve bitkilere yararlı olmalarında) süreklilik vasfına sâhip olan güneş ve ayı sizin (faydalanmanız) için müsahhar kılmış, geceyi ve gündüzü de sizin (istirahatiniz ve geçim temininiz) için (birbirini tâkip eder şekilde ve dâimâ gelip gider bir hâlde yaratarak) emre âmâde kılmıştır.
سُورَةُ اِبْرٰه۪يمَ
الجزء ١٣
٢٥٨
تُؤْت۪ٓي اُكُلَهَا كُلَّ ح۪ينٍ بِاِذْنِ رَبِّهَاۜ وَيَضْرِبُ اللّٰهُ الْاَمْثَالَ لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ ﴿٢٥
وَمَثَلُ كَلِمَةٍ خَب۪يثَةٍ كَشَجَرَةٍ خَب۪يثَةٍۨ اجْتُثَّتْ مِنْ فَوْقِ الْاَرْضِ مَا لَهَا مِنْ قَرَارٍ ﴿٢٦
يُثَبِّتُ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِالْقَوْلِ الثَّابِتِ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَفِي الْاٰخِرَةِۚ وَيُضِلُّ اللّٰهُ الظَّالِم۪ينَ وَيَفْعَلُ اللّٰهُ مَا يَشَٓاءُ۟ ﴿٢٧
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ بَدَّلُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ كُفْرًا وَاَحَلُّوا قَوْمَهُمْ دَارَ الْبَوَارِۙ ﴿٢٨
جَهَنَّمَۚ يَصْلَوْنَهَاۜ وَبِئْسَ الْقَرَارُ ﴿٢٩
وَجَعَلُوا لِلّٰهِ اَنْدَادًا لِيُضِلُّوا عَنْ سَب۪يلِه۪ۜ قُلْ تَمَتَّعُوا فَاِنَّ مَص۪يرَكُمْ اِلَى النَّارِ ﴿٣٠
قُلْ لِعِبَادِيَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا يُق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَيُنْفِقُوا مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِرًّا وَعَلَانِيَةً مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَ يَوْمٌ لَا بَيْعٌ ف۪يهِ وَلَا خِلَالٌ ﴿٣١
اَللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَاَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَاَخْرَجَ بِه۪ مِنَ الثَّمَرَاتِ رِزْقًا لَكُمْۚ وَسَخَّرَ لَكُمُ الْفُلْكَ لِتَجْرِيَ فِي الْبَحْرِ بِاَمْرِه۪ۚ وَسَخَّرَ لَكُمُ الْاَنْهَارَۚ ﴿٣٢
وَسَخَّرَ لَكُمُ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ دَٓائِبَيْنِۚ وَسَخَّرَ لَكُمُ الَّيْلَ وَالنَّهَارَۚ ﴿٣٣
İbrâhîm Sûresi
258
Cuz 13
تُؤْت۪ٓي اُكُلَهَا كُلَّ ح۪ينٍ بِاِذْنِ رَبِّهَاۜ وَيَضْرِبُ اللّٰهُ الْاَمْثَالَ لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ ﴿٢٥
25﴿ Onlar Rablerinin izniyle (o ağaç, meyve vermesi için tâyin edilen) her bir zamanda yemişlerini vermektedir(ler). Böylece Allâh insanlar için (görünmeyen mânâları, görünen sûretlerle tasvîr ederek, üstün anlayış kazandırmakta olan) bu misalleri açıklamaktadır. Tâ ki onlar iyice düşünsünler (de îmâna gelsinler). Müfessirler, îmân kelimesinin hurma ağacına benzetilmesi hakkında şu açıklamayı yapmışlardır: Hurma ağacının boyunun uzunluğu nispetinde köklerinin yerin diplerine nüfûzu ve meyvesinin diğer meyvelerden farklı olarak gece-gündüz, yaz-kış, ilk çıktığı anda da, kurusunun da yaşının da, hamının da olgununun da yenmesi cihetinden farklı özellikleri bulunmaktadır. İşte îmân kelimesi de, müminin kalbinde iyice kök salmakta ve müminlerin amellerini kabûl mahalli olan semâya doğru yükseltmektedir. Hurma ağacı her sene meyve verdiği gibi, îmânlı bir kimse de dâimâ sâlih ameller üretmektedir.
وَمَثَلُ كَلِمَةٍ خَب۪يثَةٍ كَشَجَرَةٍ خَب۪يثَةٍۨ اجْتُثَّتْ مِنْ فَوْقِ الْاَرْضِ مَا لَهَا مِنْ قَرَارٍ ﴿٢٦
26﴿ (Allâh-u Te‘âlâ’nın râzı olmadığı sözler, özellikle sâhibini kâfir edecek laflar ve yalanlar gibi) çok kötü (ve pis) olan bir kelimenin misâli ise; (kökleri derin olmadığı için) toprağın üstünden (tek bir seferde) tümüyle cüssesi koparılmış olan ve kendisi için (toprakta) hiçbir istikrâr (ve yerinde durabilme kābiliyeti) bulunmayan çok kötü (ve zararlı) bir ağaç (olan Ebû Cehil karpuzu) gibidir. (İşte böylece; kâfirin kendinde de, îtikādında da hiçbir hayır bulunmadığı gibi, kendisinden ne hoş bir söz, ne de sâlih bir amel aslâ yükselmez. Zâten onun inancının hiçbir temeli ve esâsı bulunmamaktadır.)
يُثَبِّتُ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِالْقَوْلِ الثَّابِتِ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَفِي الْاٰخِرَةِۚ وَيُضِلُّ اللّٰهُ الظَّالِم۪ينَ وَيَفْعَلُ اللّٰهُ مَا يَشَٓاءُ۟ ﴿٢٧
27﴿ Allâh îmân etmiş olan kimseleri (içinde yaşadıkları) o en yakın (dünyâ) hayât(ın)da da, âhiret (konaklarının başlangıcı olan kabirde de, mahşer)de de o (kalplerinde iyice) sâbit(leşmiş olan kelime-i tevhîd) söz(üy)le (İslâm dâiresinde) sâbit kılar. (Böylece onları o inançtan ayırmak için üzerlerine hücûm edecek tüm düşmanlara uymaktan korur. Bu yüzden onlar kendilerine îtikatlarının sorulacağı kabir başta olmak üzere her bir noktada, hiç şaşırmaksızın hemen doğru cevâbı vermeye muvaffak kılınırlar.) Ama Allâh (hür irâdeleriyle kâfirliği seçen ve yaratılışlarında sâhip oldukları İslâm fıtratını değiştiren) o zâlimleri saptırır. (Bu yüzden onlar hiçbir yerde doğru cevap veremezler.) Zâten Allâh (muvaffak kılmak, mahrum bırakmak, hidâyete erdirmek, saptırmak, sebât vermek ve kaydırmak gibi tüm konularda) ne şeyleri murâd ettiyse (hiçbir engel tanımaksızın onları) yapar. (Hiçbir fiilinde Kendisine aslâ îtirâz edilemez. Zîrâ Allâh-u Te‘âlâ her şeyi dosdoğru bilir ve üstün hikmetlerine tâbi olan irâdesi gereği yaptığını yerli yerinde yapar.)
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ بَدَّلُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ كُفْرًا وَاَحَلُّوا قَوْمَهُمْ دَارَ الْبَوَارِۙ ﴿٢٨
28﴿ (Habîbim!) Görmedin mi o (şirk koşan) kimseleri ki, Allâh’ın (şükür gerektiren bunca) nîmetlerini büyük bir nankörlükle değiştirdiler ve toplumlarını (peşlerinde sürükleyerek) o helâk yurduna yerleştirdiler?!
جَهَنَّمَۚ يَصْلَوْنَهَاۜ وَبِئْسَ الْقَرَارُ ﴿٢٩
29﴿ (O) cehenneme ki; onlar oraya (mutlaka) gireceklerdir. O(rada ebedî kalmaları) ise ne kötü bir yerleşim olmuştur. /O(rası) ise ne kötü bir yerleşim yeri olmuştur./
وَجَعَلُوا لِلّٰهِ اَنْدَادًا لِيُضِلُّوا عَنْ سَب۪يلِه۪ۜ قُلْ تَمَتَّعُوا فَاِنَّ مَص۪يرَكُمْ اِلَى النَّارِ ﴿٣٠
30﴿ Bir de o (müşrik ola)nlar O’nun yolundan (insanları uzaklaştırıp) saptırsınlar diye (eşten ve ortaktan münezzeh olan) Allâh’a birtakım (putları) ortaklar koştular. (Habîbim!) De ki: “(Sâhip olduğunuz imkânlarınızla) çokça faydalanın (zevk-ü sefâ içinde sayılı birkaç gün daha eğlenip durun bakalım). Ama (bu hâl üzere devâm ederseniz) gerçekten varışınız (ancak) o (cehennem) ateş(in)edir.”
قُلْ لِعِبَادِيَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا يُق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَيُنْفِقُوا مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِرًّا وَعَلَانِيَةً مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَ يَوْمٌ لَا بَيْعٌ ف۪يهِ وَلَا خِلَالٌ ﴿٣١
31﴿ (Rasûlüm!) O îmân etmiş olan kullarıma de ki: “O (farz olan) namazları hakkıyla kılsınlar ve kendisinde hiçbir alışveriş bulunmayan, hiçbir dostluk da (faydalı) olmayan büyük bir gün gelmeden önce, onlara rızık olarak vermiş olduğumuz şeylerden (nâfile bağışlarda) gizlice ve (farzlarda) açıkça infakta bulunsunlar.
اَللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَاَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَاَخْرَجَ بِه۪ مِنَ الثَّمَرَاتِ رِزْقًا لَكُمْۚ وَسَخَّرَ لَكُمُ الْفُلْكَ لِتَجْرِيَ فِي الْبَحْرِ بِاَمْرِه۪ۚ وَسَخَّرَ لَكُمُ الْاَنْهَارَۚ ﴿٣٢
32﴿ Ancak O (Allâh-u Te‘âlâ), öyle (sonsuz hayır ve bereketlerin sâhibi olan) bir Zâttır ki; gökleri ve yeri (yoktan) yaratmıştır, sonra gökten (çok bereketli) bir çeşit su indirmiş ve onun sebebiyle sizin (yaşamınızı devâm ettirmeniz) için bir rızık olarak (topraktan türlü türlü) ürünler çıkarmıştır. Yine O (Rabbiniz), Kendi emri (ve dilemesi) ile denizlerde akıp gitsinler diye gemileri (yapma sanatını size ilhâm ederek, onları sevk eden rüzgârlar îcâd ederek ve suya onları kaldırma gücü vererek) sizin (menfaatinizi temin) için emre âmâde kılmış, nehirleri de sizin (hem içerek, hem de kanallarla ekinlerinizi ve bostanlarınızı sulayarak istifâde etmeniz) için müsahhar kılmıştır.
وَسَخَّرَ لَكُمُ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ دَٓائِبَيْنِۚ وَسَخَّرَ لَكُمُ الَّيْلَ وَالنَّهَارَۚ ﴿٣٣
33﴿ Yine O (Allâh-u Te‘âlâ), ikisi de (dünyânın ömrü son buluncaya kadar hiç durmadan sürdürdükleri seyr-ü hareketlerinde, dünyâyı aydınlatmalarında, topraklara, insanlara ve bitkilere yararlı olmalarında) süreklilik vasfına sâhip olan güneş ve ayı sizin (faydalanmanız) için müsahhar kılmış, geceyi ve gündüzü de sizin (istirahatiniz ve geçim temininiz) için (birbirini tâkip eder şekilde ve dâimâ gelip gider bir hâlde yaratarak) emre âmâde kılmıştır.