v02.01.25 Geliştirme Notları
İbrâhîm Sûresi
259
Cuz 13
34﴿ Yine O (Allâh-u Te‘âlâ), kendisini istemiş olduğunuz şeylerin hepsinden birçoğunu ve önemli bir kısmını size vermiştir (ki onlar, hikmet ve menfaatleri gözeten yüce irâdesiyle size verilmesini uygun gördüğü şeylerdir). Zâten siz Allâh’ın (size lütfetmiş olduğu tüm) nîmetlerini saymaya başlasanız, onları (tek tek saymak bir yana, türlerini bile) say(ıp bitirme imkânı bul)amazsınız. Gerçekten de insan elbette (nîmetlerin şükrünü ihmâl eden ve onları isyâna kullanarak kendisini mahrûmiyete namzet kılan) çok büyük bir zâlimdir, (dara düştüğünde feryâd eden, bollukta ise hakları engelleyen) çok büyük bir nankördür.
35﴿ (Habîbim! Anlat) bir zamânı ki; İbrâhîm (Bana duâ ederken şöyle) demişti: “Ey Rabbim! İşte bu (Mekke) şehri(ni) güvenli (bir yer) yap. Beni de, oğullarımı da putlara tapmamızdan uzak tut(maya devâm et).
36﴿ Ey Rabbim! Şüphesiz ki onlar insanlardan birçoğunu saptır(ma sebebi kılın)dılar. Artık her kim (dâvet etmiş olduğum tevhîd ve İslâm dînine girerek) bana tâbi olursa, muhakkak ki o benden (ayrılmaz) bir parçadır. Ama her kim (dînime uymayarak) bana isyân ederse, gerçekten Sen (çokça bağışlama gücüne sâhip bir) Ğafûr’sun, (dilediğine ziyâde acıyabilen bir) Rahîm’sin. Şirkin bağışlanması hiçbir şerîatta câiz değilken, İbrâhîm (Aleyhisselâm)ın bu duâsının nasıl yönlendirileceği hakkında ulemâdan birkaç görüş nakledilmiştir:
a) Buradaki “İsyan”; şirk dışındaki günahlarla kayıtlanmış olabilir.
b) Buradaki “Mağfiret ve rahmet”; “Îmânsızları İslâm’a hidâyet”le tefsir edilebilir.
c) Allâh-u Te‘âlâ’nın şirki bağışlamayacağı İbrâhîm (Aleyhisselâm)a vahyedilmeden önce böyle bir niyazda bulunmuş olabilir. Nitekim babası hakkındaki istiğfârı da böyle îzâh edilmiştir. (el-Beyzâvî, en-Nesefî, Ebu’s-Su‘ûd, el-Âlûsî)
37﴿ Ey Rabbimiz! Şüphesiz ki ben zürriyetimin bir kısmını, ekin (yetiştirme kābiliyetin)e sâhip bulunmayan bir vâdîde, o (kendisine de sâkinlerine de saldırı ve hakāretin) yasaklı kılınmış (olduğu) Beyti’nin yanında, (sırf) namazları hakkıyla kılsınlar diye yerleştirdim. Ey Rabbimiz! Artık Sen bâzı insanlardan birtakım gönülleri o (Mekke’ye yerleştirdiğim âileme ve onlardan doğacak ola)nlara doğru (can atarak) arzu ve sevgiyle koşar yap ve kendilerini (civar memleketlerde yetişen ve uzak diyardan sevk edilen türlü türlü) ürünlerden rızıklandır. Tâ ki onlar (namazları hakkıyla kılarak vesâir kulluk vazîfelerini icrâ ederek Senin bu nîmetlerine) şükretsinler.
38﴿ Ey Rabbimiz! Şüphesiz ki Sen (isteklerimiz adına) gizlemekte olduğumuz şeyleri de, açıklamakta bulunduğumuz şeyleri de bilmektesin. Zâten yerde de hiçbir şey Allâh’a gizli olmaz, gökte de (hiçbir şey O’na gizli) olmaz. (Zîrâ O’nun bilgisi vâsıtalarla olmayıp Kendi Zâtına âit olduğu için kulların ilmi gibi, farklı konulara göre değişikliğe mâruz kalmaz.)
39﴿ Bütün hamdler O Allâh’a mahsustur ki, (yaşımın) büyüklüğ(üne ve çocuktan ümit kesmem)e rağmen bana İsmâ‘îl’i ve İshâk’ı bahşetmiştir. Gerçekten benim Rabbim elbette duâyı hakkıyla işit(ip kabûl ed)icidir.
40﴿ Ey Rabbim! Beni namazları hakkıyla kılan bir kimse yap, zürriyetimin bir kısmını da (namaz ehlinden kıl)! Ey Rabbimiz! Duâ(ları)(zı) kabûl eyle.
41﴿ Ey Rabbimiz! (Kulların) hesap(ları görülerek, haklarında hüküm) sâbit olacağı gün, beni de, babamı ve annemi de, tüm müminleri de mağfiret eyle.” İbrâhîm (Aleyhisselâm)ın annesinin îmânlı olduğu rivâyetine göre; onun için istiğfâr etmesi îzâha muhtaç değildir. Kâfir olan babasına yaptığı istiğfârından özür beyânı ise, Tevbe Sûresi’nin 114. âyet-i kerîmesinde açıklanmıştır ki, buna göre o, Allâh’ın düşmanı olduğu kendisine bildirilmeden önce babası için mağfiret talebinde bulunmuş, bunu anladıktan sonra ise ondan uzaklaşmıştır. Gerçi bâzı müfessirlere göre; anne-babasıyla; Âdem ile Havvâ (Aleyhimesselâm)ı kastetmiştir. (el-Beyzâvî, en-Nesefî, Ebu’s-Su‘ûd, el-Âlûsî) Diğer bir kavle göre ise burada gerçek babası olan Târah için istiğfarda bulunmuştur. Nitekim İbrâhîm (Aleyhisselâm)ın babasının adının Âzer olduğu görüşü ulemânın bir kısmı tarafından kabûl görmüşse de Süyûtî, Kastallânî ve İbnü Hacer el-Heytemî (Rahimehümullâh) gibi diğer birçok ulemâ Âzer’in, İbrâhîm (Aleyhisselâm)ın babası değil de amcası olduğunu söylemişlerdir ki onların da güçlü delilleri vardır. Bu delillerin en büyüğü ise bu âyet-i kerîmedir. Zîrâ burada İbrâhîm (Aleyhisselâm)ın, âhir ömründe, Kâ‘be’yi binâ ettikten sonra hattâ İshâk (Aleyhisselâm) doğduktan sonra anne-babası için istiğfarda bulunduğu zikredilmiştir ki bu durum Âzer’in, İbrâhîm (Aleyhisselâm)ın babası değil de amcası olduğu, istiğfâr ettiği Müslüman babasının isminin ise Târah olduğu görüşünün doğruluğuna delâlet etmektedir. Zâten Arapça’da amca anlamında da kullanılan “Eb” tâbiri Âzer hakkında kullanılmışken, istiğfâr hakkında ise “Doğuran baba” anlamından başka mânâya ihtimâli bulunmayan “Vâlid” tâbirinin kullanılmış olması da bu görüşü kuvvetlendirmektedir. (İbnü Ebî Hâtim, rakam:7495, 4/1325; er-Râzî, et-Tefsîru’l-kebîr, 13/33,38; es-Süyûtî, el-Hâvî, 2/374; el-Âlûsî, Rûhu’l-me‘ânî, 8/251-252)
42﴿ (Habîbim!) Sakın ha sen, o zâlimlerin yapmakta oldukları şeylerden Allâh’ı gâfil (ve habersiz) sanma. O onları(n hak ettikleri azâbı) ancak öyle büyük bir gün(de gerçekleştirmek) için geciktirmektedir ki, o (zama)nda (yaşadıkları dehşetten dolayı) gözler (yuvalarından fırlayıp) çıkacaktır /gözler açık kal(ıp kapanamay)acaktır/. Âyet-i celîledeki muhâtabın tâyini hakkında iki görüş vardır:
a) Bu hitap, zâlim kâfirlerin, yaptıklarına karşı cezâlandırılmadıklarını görüp de, Allâh-u Te‘âlâ’nın onların amellerinden gâfil olduğunu sanan câhillere âittir.
b) Hitab, birçok yerde olduğu gibi, burada da muhâtapların Efendisi olan Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e âit kabûl edilirse, iki îzâh şekli vardır:
1) Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in böyle bir düşünceden münezzeh olduğu herkesçe bilinen bir gerçek olduğuna göre, buradaki nehiyden maksad; Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)den, bulunduğu hâl üzere devâmını talep etmektir. Nitekim kendisine yöneltilen “Müşriklerden olmaması” (Yûnus Sûresi:105), “Gâfillerden olmaması” (el-A‘râf Sûresi:205) gibi birçok hitaplarda da bu husus esas alınmıştır. Yine böylece îmân edenlere: “Îmân edin” (en-Nisâ Sûresi:136) buyrulurken de, bu inançlarında sebât etmeleri emredilmiş olmaktadır.
2) Burada maksad; Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in bu tür düşüncelerden nehyedilmesi olmayıp “Allâh-u Te‘âlâ’nın, onun düşmanlarının yapmakta oldukları zulümlerden son derece haberdâr olduğu” bildirilerek, düşmanlarının çok yakında helâk edileceği müjdesinin, kesinlik ifâde eden bir yolla kendisine ulaştırılmasıdır. (el-Hâzin, el-Âlûsî)
سُورَةُ اِبْرٰه۪يمَ
الجزء ١٣
٢٥٩
وَاٰتٰيكُمْ مِنْ كُلِّ مَا سَاَلْتُمُوهُۜ وَاِنْ تَعُدُّوا نِعْمَتَ اللّٰهِ لَا تُحْصُوهَاۜ اِنَّ الْاِنْسَانَ لَظَلُومٌ كَفَّارٌ۟ ﴿٣٤
وَاِذْ قَالَ اِبْرٰه۪يمُ رَبِّ اجْعَلْ هٰذَا الْبَلَدَ اٰمِنًا وَاجْنُبْن۪ي وَبَنِيَّ اَنْ نَعْبُدَ الْاَصْنَامَۜ ﴿٣٥
رَبِّ اِنَّهُنَّ اَضْلَلْنَ كَث۪يرًا مِنَ النَّاسِۚ فَمَنْ تَبِعَن۪ي فَاِنَّهُ مِنّ۪يۚ وَمَنْ عَصَان۪ي فَاِنَّكَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ ﴿٣٦
رَبَّنَٓا اِنّ۪ٓي اَسْكَنْتُ مِنْ ذُرِّيَّت۪ي بِوَادٍ غَيْرِ ذ۪ي زَرْعٍ عِنْدَ بَيْتِكَ الْمُحَرَّمِۙ رَبَّنَا لِيُق۪يمُوا الصَّلٰوةَ فَاجْعَلْ اَفْـِٔدَةً مِنَ النَّاسِ تَهْو۪ٓي اِلَيْهِمْ وَارْزُقْهُمْ مِنَ الثَّمَرَاتِ لَعَلَّهُمْ يَشْكُرُونَ ﴿٣٧
رَبَّنَٓا اِنَّكَ تَعْلَمُ مَا نُخْف۪ي وَمَا نُعْلِنُۜ وَمَا يَخْفٰى عَلَى اللّٰهِ مِنْ شَيْءٍ فِي الْاَرْضِ وَلَا فِي السَّمَٓاءِ ﴿٣٨
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي وَهَبَ ل۪ي عَلَى الْكِبَرِ اِسْمٰع۪يلَ وَاِسْحٰقَۜ اِنَّ رَبّ۪ي لَسَم۪يعُ الدُّعَٓاءِ ﴿٣٩
رَبِّ اجْعَلْن۪ي مُق۪يمَ الصَّلٰوةِ وَمِنْ ذُرِّيَّت۪يۗ رَبَّنَا وَتَقَبَّلْ دُعَٓاءِ ﴿٤٠
رَبَّنَا اغْفِرْ ل۪ي وَلِوَالِدَيَّ وَلِلْمُؤْمِن۪ينَ يَوْمَ يَقُومُ الْحِسَابُ۟ ﴿٤١
وَلَا تَحْسَبَنَّ اللّٰهَ غَافِلًا عَمَّا يَعْمَلُ الظَّالِمُونَۜ اِنَّمَا يُؤَخِّرُهُمْ لِيَوْمٍ تَشْخَصُ ف۪يهِ الْاَبْصَارُۙ ﴿٤٢
İbrâhîm Sûresi
259
Cuz 13
وَاٰتٰيكُمْ مِنْ كُلِّ مَا سَاَلْتُمُوهُۜ وَاِنْ تَعُدُّوا نِعْمَتَ اللّٰهِ لَا تُحْصُوهَاۜ اِنَّ الْاِنْسَانَ لَظَلُومٌ كَفَّارٌ۟ ﴿٣٤
34﴿ Yine O (Allâh-u Te‘âlâ), kendisini istemiş olduğunuz şeylerin hepsinden birçoğunu ve önemli bir kısmını size vermiştir (ki onlar, hikmet ve menfaatleri gözeten yüce irâdesiyle size verilmesini uygun gördüğü şeylerdir). Zâten siz Allâh’ın (size lütfetmiş olduğu tüm) nîmetlerini saymaya başlasanız, onları (tek tek saymak bir yana, türlerini bile) say(ıp bitirme imkânı bul)amazsınız. Gerçekten de insan elbette (nîmetlerin şükrünü ihmâl eden ve onları isyâna kullanarak kendisini mahrûmiyete namzet kılan) çok büyük bir zâlimdir, (dara düştüğünde feryâd eden, bollukta ise hakları engelleyen) çok büyük bir nankördür.
وَاِذْ قَالَ اِبْرٰه۪يمُ رَبِّ اجْعَلْ هٰذَا الْبَلَدَ اٰمِنًا وَاجْنُبْن۪ي وَبَنِيَّ اَنْ نَعْبُدَ الْاَصْنَامَۜ ﴿٣٥
35﴿ (Habîbim! Anlat) bir zamânı ki; İbrâhîm (Bana duâ ederken şöyle) demişti: “Ey Rabbim! İşte bu (Mekke) şehri(ni) güvenli (bir yer) yap. Beni de, oğullarımı da putlara tapmamızdan uzak tut(maya devâm et).
رَبِّ اِنَّهُنَّ اَضْلَلْنَ كَث۪يرًا مِنَ النَّاسِۚ فَمَنْ تَبِعَن۪ي فَاِنَّهُ مِنّ۪يۚ وَمَنْ عَصَان۪ي فَاِنَّكَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ ﴿٣٦
36﴿ Ey Rabbim! Şüphesiz ki onlar insanlardan birçoğunu saptır(ma sebebi kılın)dılar. Artık her kim (dâvet etmiş olduğum tevhîd ve İslâm dînine girerek) bana tâbi olursa, muhakkak ki o benden (ayrılmaz) bir parçadır. Ama her kim (dînime uymayarak) bana isyân ederse, gerçekten Sen (çokça bağışlama gücüne sâhip bir) Ğafûr’sun, (dilediğine ziyâde acıyabilen bir) Rahîm’sin. Şirkin bağışlanması hiçbir şerîatta câiz değilken, İbrâhîm (Aleyhisselâm)ın bu duâsının nasıl yönlendirileceği hakkında ulemâdan birkaç görüş nakledilmiştir:
a) Buradaki “İsyan”; şirk dışındaki günahlarla kayıtlanmış olabilir.
b) Buradaki “Mağfiret ve rahmet”; “Îmânsızları İslâm’a hidâyet”le tefsir edilebilir.
c) Allâh-u Te‘âlâ’nın şirki bağışlamayacağı İbrâhîm (Aleyhisselâm)a vahyedilmeden önce böyle bir niyazda bulunmuş olabilir. Nitekim babası hakkındaki istiğfârı da böyle îzâh edilmiştir. (el-Beyzâvî, en-Nesefî, Ebu’s-Su‘ûd, el-Âlûsî)

رَبَّنَٓا اِنّ۪ٓي اَسْكَنْتُ مِنْ ذُرِّيَّت۪ي بِوَادٍ غَيْرِ ذ۪ي زَرْعٍ عِنْدَ بَيْتِكَ الْمُحَرَّمِۙ رَبَّنَا لِيُق۪يمُوا الصَّلٰوةَ فَاجْعَلْ اَفْـِٔدَةً مِنَ النَّاسِ تَهْو۪ٓي اِلَيْهِمْ وَارْزُقْهُمْ مِنَ الثَّمَرَاتِ لَعَلَّهُمْ يَشْكُرُونَ ﴿٣٧
37﴿ Ey Rabbimiz! Şüphesiz ki ben zürriyetimin bir kısmını, ekin (yetiştirme kābiliyetin)e sâhip bulunmayan bir vâdîde, o (kendisine de sâkinlerine de saldırı ve hakāretin) yasaklı kılınmış (olduğu) Beyti’nin yanında, (sırf) namazları hakkıyla kılsınlar diye yerleştirdim. Ey Rabbimiz! Artık Sen bâzı insanlardan birtakım gönülleri o (Mekke’ye yerleştirdiğim âileme ve onlardan doğacak ola)nlara doğru (can atarak) arzu ve sevgiyle koşar yap ve kendilerini (civar memleketlerde yetişen ve uzak diyardan sevk edilen türlü türlü) ürünlerden rızıklandır. Tâ ki onlar (namazları hakkıyla kılarak vesâir kulluk vazîfelerini icrâ ederek Senin bu nîmetlerine) şükretsinler.
رَبَّنَٓا اِنَّكَ تَعْلَمُ مَا نُخْف۪ي وَمَا نُعْلِنُۜ وَمَا يَخْفٰى عَلَى اللّٰهِ مِنْ شَيْءٍ فِي الْاَرْضِ وَلَا فِي السَّمَٓاءِ ﴿٣٨
38﴿ Ey Rabbimiz! Şüphesiz ki Sen (isteklerimiz adına) gizlemekte olduğumuz şeyleri de, açıklamakta bulunduğumuz şeyleri de bilmektesin. Zâten yerde de hiçbir şey Allâh’a gizli olmaz, gökte de (hiçbir şey O’na gizli) olmaz. (Zîrâ O’nun bilgisi vâsıtalarla olmayıp Kendi Zâtına âit olduğu için kulların ilmi gibi, farklı konulara göre değişikliğe mâruz kalmaz.)
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي وَهَبَ ل۪ي عَلَى الْكِبَرِ اِسْمٰع۪يلَ وَاِسْحٰقَۜ اِنَّ رَبّ۪ي لَسَم۪يعُ الدُّعَٓاءِ ﴿٣٩
39﴿ Bütün hamdler O Allâh’a mahsustur ki, (yaşımın) büyüklüğ(üne ve çocuktan ümit kesmem)e rağmen bana İsmâ‘îl’i ve İshâk’ı bahşetmiştir. Gerçekten benim Rabbim elbette duâyı hakkıyla işit(ip kabûl ed)icidir.
رَبِّ اجْعَلْن۪ي مُق۪يمَ الصَّلٰوةِ وَمِنْ ذُرِّيَّت۪يۗ رَبَّنَا وَتَقَبَّلْ دُعَٓاءِ ﴿٤٠
40﴿ Ey Rabbim! Beni namazları hakkıyla kılan bir kimse yap, zürriyetimin bir kısmını da (namaz ehlinden kıl)! Ey Rabbimiz! Duâ(ları)(zı) kabûl eyle.
رَبَّنَا اغْفِرْ ل۪ي وَلِوَالِدَيَّ وَلِلْمُؤْمِن۪ينَ يَوْمَ يَقُومُ الْحِسَابُ۟ ﴿٤١
41﴿ Ey Rabbimiz! (Kulların) hesap(ları görülerek, haklarında hüküm) sâbit olacağı gün, beni de, babamı ve annemi de, tüm müminleri de mağfiret eyle.” İbrâhîm (Aleyhisselâm)ın annesinin îmânlı olduğu rivâyetine göre; onun için istiğfâr etmesi îzâha muhtaç değildir. Kâfir olan babasına yaptığı istiğfârından özür beyânı ise, Tevbe Sûresi’nin 114. âyet-i kerîmesinde açıklanmıştır ki, buna göre o, Allâh’ın düşmanı olduğu kendisine bildirilmeden önce babası için mağfiret talebinde bulunmuş, bunu anladıktan sonra ise ondan uzaklaşmıştır. Gerçi bâzı müfessirlere göre; anne-babasıyla; Âdem ile Havvâ (Aleyhimesselâm)ı kastetmiştir. (el-Beyzâvî, en-Nesefî, Ebu’s-Su‘ûd, el-Âlûsî) Diğer bir kavle göre ise burada gerçek babası olan Târah için istiğfarda bulunmuştur. Nitekim İbrâhîm (Aleyhisselâm)ın babasının adının Âzer olduğu görüşü ulemânın bir kısmı tarafından kabûl görmüşse de Süyûtî, Kastallânî ve İbnü Hacer el-Heytemî (Rahimehümullâh) gibi diğer birçok ulemâ Âzer’in, İbrâhîm (Aleyhisselâm)ın babası değil de amcası olduğunu söylemişlerdir ki onların da güçlü delilleri vardır. Bu delillerin en büyüğü ise bu âyet-i kerîmedir. Zîrâ burada İbrâhîm (Aleyhisselâm)ın, âhir ömründe, Kâ‘be’yi binâ ettikten sonra hattâ İshâk (Aleyhisselâm) doğduktan sonra anne-babası için istiğfarda bulunduğu zikredilmiştir ki bu durum Âzer’in, İbrâhîm (Aleyhisselâm)ın babası değil de amcası olduğu, istiğfâr ettiği Müslüman babasının isminin ise Târah olduğu görüşünün doğruluğuna delâlet etmektedir. Zâten Arapça’da amca anlamında da kullanılan “Eb” tâbiri Âzer hakkında kullanılmışken, istiğfâr hakkında ise “Doğuran baba” anlamından başka mânâya ihtimâli bulunmayan “Vâlid” tâbirinin kullanılmış olması da bu görüşü kuvvetlendirmektedir. (İbnü Ebî Hâtim, rakam:7495, 4/1325; er-Râzî, et-Tefsîru’l-kebîr, 13/33,38; es-Süyûtî, el-Hâvî, 2/374; el-Âlûsî, Rûhu’l-me‘ânî, 8/251-252)
وَلَا تَحْسَبَنَّ اللّٰهَ غَافِلًا عَمَّا يَعْمَلُ الظَّالِمُونَۜ اِنَّمَا يُؤَخِّرُهُمْ لِيَوْمٍ تَشْخَصُ ف۪يهِ الْاَبْصَارُۙ ﴿٤٢
42﴿ (Habîbim!) Sakın ha sen, o zâlimlerin yapmakta oldukları şeylerden Allâh’ı gâfil (ve habersiz) sanma. O onları(n hak ettikleri azâbı) ancak öyle büyük bir gün(de gerçekleştirmek) için geciktirmektedir ki, o (zama)nda (yaşadıkları dehşetten dolayı) gözler (yuvalarından fırlayıp) çıkacaktır /gözler açık kal(ıp kapanamay)acaktır/. Âyet-i celîledeki muhâtabın tâyini hakkında iki görüş vardır:
a) Bu hitap, zâlim kâfirlerin, yaptıklarına karşı cezâlandırılmadıklarını görüp de, Allâh-u Te‘âlâ’nın onların amellerinden gâfil olduğunu sanan câhillere âittir.
b) Hitab, birçok yerde olduğu gibi, burada da muhâtapların Efendisi olan Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e âit kabûl edilirse, iki îzâh şekli vardır:
1) Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in böyle bir düşünceden münezzeh olduğu herkesçe bilinen bir gerçek olduğuna göre, buradaki nehiyden maksad; Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)den, bulunduğu hâl üzere devâmını talep etmektir. Nitekim kendisine yöneltilen “Müşriklerden olmaması” (Yûnus Sûresi:105), “Gâfillerden olmaması” (el-A‘râf Sûresi:205) gibi birçok hitaplarda da bu husus esas alınmıştır. Yine böylece îmân edenlere: “Îmân edin” (en-Nisâ Sûresi:136) buyrulurken de, bu inançlarında sebât etmeleri emredilmiş olmaktadır.
2) Burada maksad; Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in bu tür düşüncelerden nehyedilmesi olmayıp “Allâh-u Te‘âlâ’nın, onun düşmanlarının yapmakta oldukları zulümlerden son derece haberdâr olduğu” bildirilerek, düşmanlarının çok yakında helâk edileceği müjdesinin, kesinlik ifâde eden bir yolla kendisine ulaştırılmasıdır. (el-Hâzin, el-Âlûsî)