v02.01.25 Geliştirme Notları
Bakara Sûresi
26
Cuz 2
177﴿ (Ey hükmü kaldırılan meseleleri önemseyip, iyiliğin tümünü onlardan ibâret sayarak Kudüs’ün doğu tarafını kıble edinen Hristiyanlar ve yine aynı mülâhazalarla batı cihetine yönelen Yahûdîler!) O birr(-u takvâ, Allâh’a yaklaştıran tâat ve iyilikler); yüzlerinizi (ibâdet esnâsında) o (Kudüs’ün) doğu ve batı yönüne döndürmeniz değildir. (Çünkü son şerîatın gelmesiyle sizin kıblenizin meşrûiyyeti neshedilmiştir.) Velâkin (kendisine önem verilmesi gereken) birr(-u tâat); Allâh’a, o (dünyâ günlerinin) son(unda gelecek mahşer) gün(ün)e, tüm meleklere, bütün kitaplara ve peygamberlerin hepsine îmân etmiş olan, (fakirlik korkusu ve yaşama ümîdi yüzünden) onun (mal ve mülk) sevgisine rağmen /O (Allâh-u Sübhânehû)nun sevgisi üzere bulunduğu hâlde/onun (sâhip olduğu malı cân-ı gönülden verme) sevgisi üzere bulunduğu hâlde/ akrabâlık sâhiplerine, yetimlere, yoksullara, yolda (mağdur) kalmışa, dilenenlere ve (kölelerin) boyunlar(ını kurtarıp, onları hürriyete kavuşturma) uğrunda mal vermiş bulunan (kimselerin tâatıdır), ayrıca o (farz) namazları dosdoğru kılmış ve zekâtı vermiş olan (kimselerin takvâsıdır), bir de (Allâh-u Te‘âlâ ile yâhut insanlarla herhangi bir konuda) antlaştıklarında sözlerini yerine getiren kimseler(in yaptığı sâlih ameller)dir. Hele (fakirlik gibi maddî) sıkıntıda, (hastalık gibi bedenlere isâbet eden) zorlukta ve şiddetli savaş zamânında sabredenleri (özellikle methederim). (Habîbim!) İşte sana! Ancak onlar (din husûsunda hakka uyup, iyilik ve hayır arayışında) sadâkat göstermiş olan kimselerdir. Yine işte sana! Ancak onlar (kâfirlikten ve bütün kötülüklerden hakkıyla sakınan) takvâ sâhiplerinin ta kendileridir.
178﴿ Ey îmân etmiş olan kimseler! (Hak sâhiplerinin talebi durumunda) öldürülenler(in katledilmiş olması) sebebiyle (misilleme ve eşitlik gözeterek) kısas (yapmanız farz olarak) üzerinize yazılmıştır. Hür (bir kimse öldürdüğü) hürr (kişiy)e mukābil (ölürülecek)dir, köle köleye karşılık (ölümle cezâlandırılacak)tır, dişi de dişiye karşılık (kısas olunmalı)dır. (Yoksa câhiliyet ehlinin uygulaması gibi, kadının kātili kadın iken ona karşılık erkek, kātil köle iken ona karşılık hür, bir kişiye karşılık da çok kişiler öldürülmemelidir.) Ama (kan sâhibi olan din) kardeş(ler)inden (birinin bile kısas cezâsını afv etmesiyle) her kimin lehine bir şey bağışlanırsa, artık (öldürülenin velîsine düşen şey; yüksek fiyat isteyip diyet talebinde zorluk çıkartmamak, karşı taraf ödeme güçlüğü çekiyorsa süre tanımak ve böylece aklen ve dînen iyi bilinen usûle ve) mârûfa hakkıyla uymaktır ve (kātile düşen ise; ödemesi gereken borcunu) o (maktûlün yakınları)na (hiç geciktirmeden ve başa kakmadan, güzel bir yaklaşımla ve) ihsân ile ödeme yapmaktır. (Ey mümin!) İşte sana! (Afv ve diyet gibi konularda bahsi geçen) bu (hükümler), (çok büyük kolaylık ve faydalar sağlaması hasebiyle size) Rabbinizden (gelen) büyük bir hafifletme ve ziyâde bir merhamet (eseri)dir. İşte sana! Artık bu (diyet alma ve bağışlama konusu)nun ardından her kim (kātilden başkasını öldürerek veyâ diyet aldığı hâlde tekrar kısas isteyerek) haddi aşarsa bu sebeple (dünyâ ve âhirette) çok acı verici büyük bir azap ona âittir.
179﴿ Ey (nefsânî arzuların karışımından arınmış) hâlis akıllara sâhip olanlar! Ayrıca (öldüreni öldürerek tatbik edeceğiniz) kısas (cezâsın)da sizin için büyük bir hayat vardır. Tâ ki siz (kısastan korkarak cana kıymaktan) iyice sakınasınız (diye size bu hükmü farz kıldık)! İslâm hükümleri içinde en çok îtirâz konusu olan ve inkâr edenlerin dinden çıkmasına sebebiyet veren “Kısas” mevzûunun hüküm ve hikmetlerinin geniş tafsîlâtı ve kaynakları için bakınız: Rûhu’l-Furkān Tefsîri, 2/236-249
180﴿ Sizin birinize ölüm (belirtileri) geldiği zaman, eğer bir mal bırakacaksa, (malının üçte birini geçmeyecek ve adâlete uygun düşecek şekilde meşrû ve) mârûf (bir yol) ile ana-baba ve en yakınlar için vasiyette bulunmak sizin üzerinize (farz olarak) yazılmıştır. (İşte bu, şirkten hakkıyla sakınan) takvâ sâhipleri üzerine bir hak olarak (farz kılınmıştır)! İslâm’ın bidâyetinde “Mîras”la ilgili hükümler arasında; müminlerin, servetlerinden bir kısmını ana-baba ve yakınlarına vasiyet etmeleri farz kılınmışken daha sonra nâzil olan Nisâ Sûresi’nin 11-12. âyet-i kerîmelerinde ise herkesin hakkı kesin olarak ayrılıp açıklandığı için bu farziyet neshedilmiş, artık yapılacak vasiyetler geçersiz kılınmıştır. Bu yüzden Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “Şüphesiz Allâh her hak sâhibine hakkını vermiştir. Artık hiçbir vârise vasiyet yoktur” buyurmuştur. (Ebû Dâvûd, el-Vesâyâ:6, rakam:2870, 2/127) Vasiyetle ilgili geniş mâlûmât ve ahkâm için bakınız: Rûhu’l-Furkān Tefsîri, 2/250-263
181﴿ Artık (vasîlerden ve şâhitlerden) her kim o (şerîata uygun olan vasiyet konusu)nu işittikten sonra onu değiştirirse, işte o (değiştirme suçu)nun günahı (vasiyet edene ve edilenlere âit olmayıp) ancak o kimseler üzerinedir ki onlar onu değiştirmektedirler. Şüphesiz ki Allâh (vasiyet edenin sözleri dâhil her şeyi hakkıyla işiten) bir Semî‘dir, (tüm haksızlıkları, özellikle de vasiyetleri değiştirenlerin günahlarını tam mânâsıyla bilen ve hak ettikleri cezâyı verecek olan) bir Alîm’dir.
سُورَةُ الْبَقَرَةِ
الجزء ٢
٢٦
لَيْسَ الْبِرَّ اَنْ تُوَلُّوا وُجُوهَكُمْ قِبَلَ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَلٰكِنَّ الْبِرَّ مَنْ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَالْمَلٰٓئِكَةِ وَالْكِتَابِ وَالنَّبِيّ۪نَۚ وَاٰتَى الْمَالَ عَلٰى حُبِّه۪ ذَوِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينَ وَابْنَ السَّب۪يلِ وَالسَّٓائِل۪ينَ وَفِي الرِّقَابِۚ وَاَقَامَ الصَّلٰوةَ وَاٰتَى الزَّكٰوةَۚ وَالْمُوفُونَ بِعَهْدِهِمْ اِذَا عَاهَدُواۚ وَالصَّابِر۪ينَ فِي الْبَأْسَٓاءِ وَالضَّرَّٓاءِ وَح۪ينَ الْبَأْسِۜ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ صَدَقُواۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُتَّقُونَ ﴿١٧٧
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِصَاصُ فِي الْقَتْلٰىۜ اَلْحُرُّ بِالْحُرِّ وَالْعَبْدُ بِالْعَبْدِ وَالْاُنْثٰى بِالْاُنْثٰىۜ فَمَنْ عُفِيَ لَهُ مِنْ اَخ۪يهِ شَيْءٌ فَاتِّبَاعٌ بِالْمَعْرُوفِ وَاَدَٓاءٌ اِلَيْهِ بِاِحْسَانٍۜ ذٰلِكَ تَخْف۪يفٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَرَحْمَةٌۜ فَمَنِ اعْتَدٰى بَعْدَ ذٰلِكَ فَلَهُ عَذَابٌ اَل۪يمٌ ﴿١٧٨
وَلَكُمْ فِي الْقِصَاصِ حَيٰوةٌ يَٓا اُو۬لِي الْاَلْبَابِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ ﴿١٧٩
كُتِبَ عَلَيْكُمْ اِذَا حَضَرَ اَحَدَكُمُ الْمَوْتُ اِنْ تَرَكَ خَيْرًاۚ اَلْوَصِيَّةُ لِلْوَالِدَيْنِ وَالْاَقْرَب۪ينَ بِالْمَعْرُوفِۚ حَقًّا عَلَى الْمُتَّق۪ينَۜ ﴿١٨٠
فَمَنْ بَدَّلَهُ بَعْدَ مَا سَمِعَهُ فَاِنَّمَٓا اِثْمُهُ عَلَى الَّذ۪ينَ يُبَدِّلُونَهُۜ اِنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌۜ ﴿١٨١
Bakara Sûresi
26
Cuz 2
لَيْسَ الْبِرَّ اَنْ تُوَلُّوا وُجُوهَكُمْ قِبَلَ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَلٰكِنَّ الْبِرَّ مَنْ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَالْمَلٰٓئِكَةِ وَالْكِتَابِ وَالنَّبِيّ۪نَۚ وَاٰتَى الْمَالَ عَلٰى حُبِّه۪ ذَوِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينَ وَابْنَ السَّب۪يلِ وَالسَّٓائِل۪ينَ وَفِي الرِّقَابِۚ وَاَقَامَ الصَّلٰوةَ وَاٰتَى الزَّكٰوةَۚ وَالْمُوفُونَ بِعَهْدِهِمْ اِذَا عَاهَدُواۚ وَالصَّابِر۪ينَ فِي الْبَأْسَٓاءِ وَالضَّرَّٓاءِ وَح۪ينَ الْبَأْسِۜ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ صَدَقُواۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُتَّقُونَ ﴿١٧٧
177﴿ (Ey hükmü kaldırılan meseleleri önemseyip, iyiliğin tümünü onlardan ibâret sayarak Kudüs’ün doğu tarafını kıble edinen Hristiyanlar ve yine aynı mülâhazalarla batı cihetine yönelen Yahûdîler!) O birr(-u takvâ, Allâh’a yaklaştıran tâat ve iyilikler); yüzlerinizi (ibâdet esnâsında) o (Kudüs’ün) doğu ve batı yönüne döndürmeniz değildir. (Çünkü son şerîatın gelmesiyle sizin kıblenizin meşrûiyyeti neshedilmiştir.) Velâkin (kendisine önem verilmesi gereken) birr(-u tâat); Allâh’a, o (dünyâ günlerinin) son(unda gelecek mahşer) gün(ün)e, tüm meleklere, bütün kitaplara ve peygamberlerin hepsine îmân etmiş olan, (fakirlik korkusu ve yaşama ümîdi yüzünden) onun (mal ve mülk) sevgisine rağmen /O (Allâh-u Sübhânehû)nun sevgisi üzere bulunduğu hâlde/onun (sâhip olduğu malı cân-ı gönülden verme) sevgisi üzere bulunduğu hâlde/ akrabâlık sâhiplerine, yetimlere, yoksullara, yolda (mağdur) kalmışa, dilenenlere ve (kölelerin) boyunlar(ını kurtarıp, onları hürriyete kavuşturma) uğrunda mal vermiş bulunan (kimselerin tâatıdır), ayrıca o (farz) namazları dosdoğru kılmış ve zekâtı vermiş olan (kimselerin takvâsıdır), bir de (Allâh-u Te‘âlâ ile yâhut insanlarla herhangi bir konuda) antlaştıklarında sözlerini yerine getiren kimseler(in yaptığı sâlih ameller)dir. Hele (fakirlik gibi maddî) sıkıntıda, (hastalık gibi bedenlere isâbet eden) zorlukta ve şiddetli savaş zamânında sabredenleri (özellikle methederim). (Habîbim!) İşte sana! Ancak onlar (din husûsunda hakka uyup, iyilik ve hayır arayışında) sadâkat göstermiş olan kimselerdir. Yine işte sana! Ancak onlar (kâfirlikten ve bütün kötülüklerden hakkıyla sakınan) takvâ sâhiplerinin ta kendileridir.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِصَاصُ فِي الْقَتْلٰىۜ اَلْحُرُّ بِالْحُرِّ وَالْعَبْدُ بِالْعَبْدِ وَالْاُنْثٰى بِالْاُنْثٰىۜ فَمَنْ عُفِيَ لَهُ مِنْ اَخ۪يهِ شَيْءٌ فَاتِّبَاعٌ بِالْمَعْرُوفِ وَاَدَٓاءٌ اِلَيْهِ بِاِحْسَانٍۜ ذٰلِكَ تَخْف۪يفٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَرَحْمَةٌۜ فَمَنِ اعْتَدٰى بَعْدَ ذٰلِكَ فَلَهُ عَذَابٌ اَل۪يمٌ ﴿١٧٨
178﴿ Ey îmân etmiş olan kimseler! (Hak sâhiplerinin talebi durumunda) öldürülenler(in katledilmiş olması) sebebiyle (misilleme ve eşitlik gözeterek) kısas (yapmanız farz olarak) üzerinize yazılmıştır. Hür (bir kimse öldürdüğü) hürr (kişiy)e mukābil (ölürülecek)dir, köle köleye karşılık (ölümle cezâlandırılacak)tır, dişi de dişiye karşılık (kısas olunmalı)dır. (Yoksa câhiliyet ehlinin uygulaması gibi, kadının kātili kadın iken ona karşılık erkek, kātil köle iken ona karşılık hür, bir kişiye karşılık da çok kişiler öldürülmemelidir.) Ama (kan sâhibi olan din) kardeş(ler)inden (birinin bile kısas cezâsını afv etmesiyle) her kimin lehine bir şey bağışlanırsa, artık (öldürülenin velîsine düşen şey; yüksek fiyat isteyip diyet talebinde zorluk çıkartmamak, karşı taraf ödeme güçlüğü çekiyorsa süre tanımak ve böylece aklen ve dînen iyi bilinen usûle ve) mârûfa hakkıyla uymaktır ve (kātile düşen ise; ödemesi gereken borcunu) o (maktûlün yakınları)na (hiç geciktirmeden ve başa kakmadan, güzel bir yaklaşımla ve) ihsân ile ödeme yapmaktır. (Ey mümin!) İşte sana! (Afv ve diyet gibi konularda bahsi geçen) bu (hükümler), (çok büyük kolaylık ve faydalar sağlaması hasebiyle size) Rabbinizden (gelen) büyük bir hafifletme ve ziyâde bir merhamet (eseri)dir. İşte sana! Artık bu (diyet alma ve bağışlama konusu)nun ardından her kim (kātilden başkasını öldürerek veyâ diyet aldığı hâlde tekrar kısas isteyerek) haddi aşarsa bu sebeple (dünyâ ve âhirette) çok acı verici büyük bir azap ona âittir.
وَلَكُمْ فِي الْقِصَاصِ حَيٰوةٌ يَٓا اُو۬لِي الْاَلْبَابِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ ﴿١٧٩
179﴿ Ey (nefsânî arzuların karışımından arınmış) hâlis akıllara sâhip olanlar! Ayrıca (öldüreni öldürerek tatbik edeceğiniz) kısas (cezâsın)da sizin için büyük bir hayat vardır. Tâ ki siz (kısastan korkarak cana kıymaktan) iyice sakınasınız (diye size bu hükmü farz kıldık)! İslâm hükümleri içinde en çok îtirâz konusu olan ve inkâr edenlerin dinden çıkmasına sebebiyet veren “Kısas” mevzûunun hüküm ve hikmetlerinin geniş tafsîlâtı ve kaynakları için bakınız: Rûhu’l-Furkān Tefsîri, 2/236-249
كُتِبَ عَلَيْكُمْ اِذَا حَضَرَ اَحَدَكُمُ الْمَوْتُ اِنْ تَرَكَ خَيْرًاۚ اَلْوَصِيَّةُ لِلْوَالِدَيْنِ وَالْاَقْرَب۪ينَ بِالْمَعْرُوفِۚ حَقًّا عَلَى الْمُتَّق۪ينَۜ ﴿١٨٠
180﴿ Sizin birinize ölüm (belirtileri) geldiği zaman, eğer bir mal bırakacaksa, (malının üçte birini geçmeyecek ve adâlete uygun düşecek şekilde meşrû ve) mârûf (bir yol) ile ana-baba ve en yakınlar için vasiyette bulunmak sizin üzerinize (farz olarak) yazılmıştır. (İşte bu, şirkten hakkıyla sakınan) takvâ sâhipleri üzerine bir hak olarak (farz kılınmıştır)! İslâm’ın bidâyetinde “Mîras”la ilgili hükümler arasında; müminlerin, servetlerinden bir kısmını ana-baba ve yakınlarına vasiyet etmeleri farz kılınmışken daha sonra nâzil olan Nisâ Sûresi’nin 11-12. âyet-i kerîmelerinde ise herkesin hakkı kesin olarak ayrılıp açıklandığı için bu farziyet neshedilmiş, artık yapılacak vasiyetler geçersiz kılınmıştır. Bu yüzden Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “Şüphesiz Allâh her hak sâhibine hakkını vermiştir. Artık hiçbir vârise vasiyet yoktur” buyurmuştur. (Ebû Dâvûd, el-Vesâyâ:6, rakam:2870, 2/127) Vasiyetle ilgili geniş mâlûmât ve ahkâm için bakınız: Rûhu’l-Furkān Tefsîri, 2/250-263
فَمَنْ بَدَّلَهُ بَعْدَ مَا سَمِعَهُ فَاِنَّمَٓا اِثْمُهُ عَلَى الَّذ۪ينَ يُبَدِّلُونَهُۜ اِنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌۜ ﴿١٨١
181﴿ Artık (vasîlerden ve şâhitlerden) her kim o (şerîata uygun olan vasiyet konusu)nu işittikten sonra onu değiştirirse, işte o (değiştirme suçu)nun günahı (vasiyet edene ve edilenlere âit olmayıp) ancak o kimseler üzerinedir ki onlar onu değiştirmektedirler. Şüphesiz ki Allâh (vasiyet edenin sözleri dâhil her şeyi hakkıyla işiten) bir Semî‘dir, (tüm haksızlıkları, özellikle de vasiyetleri değiştirenlerin günahlarını tam mânâsıyla bilen ve hak ettikleri cezâyı verecek olan) bir Alîm’dir.