v02.01.25 Geliştirme Notları
İbrâhîm Sûresi
260
Cuz 13
43﴿ (Görebilen herkes mahşerde o zâlimleri, hesapları görülmesi için toplanmaya çağıran İsrâfîl (Aleyhisselâm)ın sesine doğru ğayr-i ihtiyâri boyun uzatıp korku ve endişe içinde) süratle koşan kimseler hâlinde ve başlarını (hiçbir tarafa döndüremeyip, mecbûren yukarı doğru) kaldıran kişiler olarak (görür) ki, (evvelce her an açıp kapanan) göz kapakları (şaşkınlık ve dehşetlerinden dolayı açık kalıp, bir daha) onlara doğru geri dönemeyecektir. Kalpleri ise (akıl ve anlayıştan) tamâmen boştur.
44﴿ (Habîbim!) İnsanları o günden de korkut ki, (ölüm ânında) onlara azap (melekleri) gelecek de, o (şirk koşarak) zâlim olmuş kimseler: “Ey Rabbimiz! Bizi(m ecellerimizi) çok yakın bir müddete kadar geciktir de Senin (tevhîd ve İslâm için yapmış olduğun) dâvetine icâbet edelim ve (bize gönderdiğin) o rasüllere hakkıyla tâbi olalım” diyecek. (O zaman kendilerine sitem ve azar yoluyla denilecektir ki:) “Bundan önce (dünyâda yaşadığınız rahat hayat içerisinde ölüm ve âhireti hiç aklınıza getirmeyerek sağlam binâlar yaparken ve uzun emellere kapılmışken) siz yemîn etmiş değil miydiniz ki: ‘Sizin (cesetleriniz) için hiçbir zevâl (ve dünyâdan ayrılıp âhirete intikāl ve orada muhâsebeye çekilmek diye bir şey) yoktur?!’
45﴿ Ayrıca siz (şirk koşarak ve nankörlük yaparak) kendi nefislerine zulmetmiş olan o kimselerin yurtlarında yerleşmiştiniz ve Bizim onlara nasıl (fecî bir muâmele ile azaplar) yapmış olduğumuz (bizzât gördüğünüz harâbeler ve duyduğunuz haberlerle) size iyice belirmişti. Üstelik Biz size (göndermiş olduğumuz kitaplarda, helâke uğramış ümmetler hakkında) örnekler de açıklamıştık.”
46﴿ Gerçekten de o (Mekke ehlinden müşrik ola)nlar (hakkı iptal ve bâtılı ispat uğrunda son derece gayret göstererek) kendilerine âit tuzak kurmalarıyla hîle yapmıştılar. Hâlbuki onların tuzak kurmaları(nın karşılığı) ancak Allâh nezdinde (hâzır bulunmakta) idi, her ne kadar da onların tuzak kurması, kendisinden sebep dağlar (yerinden oynayıp) ayrılacak (derecede güçlü) olsaydı. /Zâten onların hîle yapması, aslâ kendisinden dolayı dağlar yok olacak kadar da (güçlü bir tuzak) değildi./
47﴿ (Ey Habîbim!) Artık sakın ha sen Allâh’ı, rasüllerine (vermiş olduğu yardım) sözünü bozacak biri sanmayasın. Çünkü muhakkak Allâh (Kendisine karşı hiçbir hîle ve tuzak sökmeyecek yegâne güce sâhip bir) Azîz’dir, (dostları adına düşmanlarına karşı) güçlü bir intikam sâhibidir.
48﴿ O (topraktan olan) yerin, bu (üzerinde günah işlenmiş olan) yerden başkası (olan ve üzerinde hiçbir kan dökülmeyip hiçbir günah işlenmemiş gümüşten bir arâzi) ile, o (güneş, ay ve yıldızlarla bezenmiş olarak gördüğünüz) göklerin de (güneşi dürülmüş, ayı sönmüş ve yıldızları dökülmüş farklı gökler ile) değiştirileceği (mahşer) gün(ün)de (Allâh-u Te‘âlâ dostlarına ve düşmanlarına karşı sözlerini yerine getirecektir) ki, böylece onlar (hiçbir ortağı olmayan) Vâhid ve (zorla da olsa her şeye murâd ettiklerini yaptırma gücüne sâhip bir) Kahhâr olan Allâh(ın hesap ve cezâsıyla karşılaşmak) için (kabirlerinden mahşer sahasına) çıkmıştırlar.
49﴿ (Habîbim!) Ayrıca sen işte o (dehşetli hâdiselerin yaşanacağı) günde o (en büyük cürüm olan şirk günahını işlemiş) suçluları, zincirler içerisinde (kendilerini saptıran şeytanlar ve günahlarında kendilerine ortak olan diğer suçlularla) birbirine kuvvetlice bağlanmış kimseler olarak /(elleri ayaklarına) sıkıca bağlanmış kişiler hâlinde/ göreceksin.
50﴿ Onların elbiseleri (yaratıldığı günden beri kızdırılarak harâreti nihâyete varmış olan cehennemde tutuşturulan) katrandan (olacak)dır. Yüzlerini de (katrana bürünen cesetlerini kavuran) o (cehennem) ateş(i) kaplayacaktır.
51﴿ Tâ ki Allâh her bir nefse, (hayır ve şer nâmına dünyâda) kazanmış olduğu şeyi(n vesîlesiyle hak ettiği sevap veyâ azâbı) karşılık olarak versin. Zîrâ şüphesiz Allâh, hesâbı çok çabuk görendir. (Nitekim bir kişinin hesâbını görmek diğerinin muhâsebesini görmekten O’nu engelleyemeyeceği için, tüm kullarının hesâbını aynı anda görecektir.)
52﴿ İşte bu (Kur’ân ve özellikle bu sûre-i celîlede geçen vaazlar), tüm insanlar için büyük bir tebliğdir (duyurudur ve uyarıdır). Onlar onunla uyarılsınlar diye (Biz onu indirdik), bir de bilsinler için ki; ancak O (Allâh-u Te‘âlâ eşten ve ortaktan münezzeh) bir olan tek İlâh’tır, ayrıca hâlis akıllara sâhip olanlar iyice öğütlensin(ler de, kendilerini felâkete sürükleyecek inanç ve amellerden sakınsınlar) diye (Biz onu size ulaştırdık)!
سُورَةُ اِبْرٰه۪يمَ
الجزء ١٣
٢٦٠
مُهْطِع۪ينَ مُقْنِع۪ي رُؤُ۫سِهِمْ لَا يَرْتَدُّ اِلَيْهِمْ طَرْفُهُمْۚ وَاَفْـِٔدَتُهُمْ هَوَٓاءٌۜ ﴿٤٣
وَاَنْذِرِ النَّاسَ يَوْمَ يَأْت۪يهِمُ الْعَذَابُۙ فَيَقُولُ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا رَبَّنَٓا اَخِّرْنَٓا اِلٰٓى اَجَلٍ قَر۪يبٍۙ نُجِبْ دَعْوَتَكَ وَنَتَّبِعِ الرُّسُلَۜ اَوَلَمْ تَكُونُٓوا اَقْسَمْتُمْ مِنْ قَبْلُ مَا لَكُمْ مِنْ زَوَالٍۙ ﴿٤٤
وَسَكَنْتُمْ ف۪ي مَسَاكِنِ الَّذ۪ينَ ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ وَتَبَيَّنَ لَكُمْ كَيْفَ فَعَلْنَا بِهِمْ وَضَرَبْنَا لَكُمُ الْاَمْثَالَ ﴿٤٥
وَقَدْ مَكَرُوا مَكْرَهُمْ وَعِنْدَ اللّٰهِ مَكْرُهُمْۜ وَاِنْ كَانَ مَكْرُهُمْ لِتَزُولَ مِنْهُ الْجِبَالُ ﴿٤٦
فَلَا تَحْسَبَنَّ اللّٰهَ مُخْلِفَ وَعْدِه۪ رُسُلَهُۜ اِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ ذُو انْتِقَامٍۜ ﴿٤٧
يَوْمَ تُبَدَّلُ الْاَرْضُ غَيْرَ الْاَرْضِ وَالسَّمٰوَاتُ وَبَرَزُوا لِلّٰهِ الْوَاحِدِ الْقَهَّارِ ﴿٤٨
وَتَرَى الْمُجْرِم۪ينَ يَوْمَئِذٍ مُقَرَّن۪ينَ فِي الْاَصْفَادِۚ ﴿٤٩
سَرَاب۪يلُهُمْ مِنْ قَطِرَانٍ وَتَغْشٰى وُجُوهَهُمُ النَّارُۙ ﴿٥٠
لِيَجْزِيَ اللّٰهُ كُلَّ نَفْسٍ مَا كَسَبَتْۜ اِنَّ اللّٰهَ سَر۪يعُ الْحِسَابِ ﴿٥١
هٰذَا بَلَاغٌ لِلنَّاسِ وَلِيُنْذَرُوا بِه۪ وَلِيَعْلَمُٓوا اَنَّمَا هُوَ اِلٰهٌ وَاحِدٌ وَلِيَذَّكَّرَ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ ﴿٥٢
İbrâhîm Sûresi
260
Cuz 13
مُهْطِع۪ينَ مُقْنِع۪ي رُؤُ۫سِهِمْ لَا يَرْتَدُّ اِلَيْهِمْ طَرْفُهُمْۚ وَاَفْـِٔدَتُهُمْ هَوَٓاءٌۜ ﴿٤٣
43﴿ (Görebilen herkes mahşerde o zâlimleri, hesapları görülmesi için toplanmaya çağıran İsrâfîl (Aleyhisselâm)ın sesine doğru ğayr-i ihtiyâri boyun uzatıp korku ve endişe içinde) süratle koşan kimseler hâlinde ve başlarını (hiçbir tarafa döndüremeyip, mecbûren yukarı doğru) kaldıran kişiler olarak (görür) ki, (evvelce her an açıp kapanan) göz kapakları (şaşkınlık ve dehşetlerinden dolayı açık kalıp, bir daha) onlara doğru geri dönemeyecektir. Kalpleri ise (akıl ve anlayıştan) tamâmen boştur.
وَاَنْذِرِ النَّاسَ يَوْمَ يَأْت۪يهِمُ الْعَذَابُۙ فَيَقُولُ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا رَبَّنَٓا اَخِّرْنَٓا اِلٰٓى اَجَلٍ قَر۪يبٍۙ نُجِبْ دَعْوَتَكَ وَنَتَّبِعِ الرُّسُلَۜ اَوَلَمْ تَكُونُٓوا اَقْسَمْتُمْ مِنْ قَبْلُ مَا لَكُمْ مِنْ زَوَالٍۙ ﴿٤٤
44﴿ (Habîbim!) İnsanları o günden de korkut ki, (ölüm ânında) onlara azap (melekleri) gelecek de, o (şirk koşarak) zâlim olmuş kimseler: “Ey Rabbimiz! Bizi(m ecellerimizi) çok yakın bir müddete kadar geciktir de Senin (tevhîd ve İslâm için yapmış olduğun) dâvetine icâbet edelim ve (bize gönderdiğin) o rasüllere hakkıyla tâbi olalım” diyecek. (O zaman kendilerine sitem ve azar yoluyla denilecektir ki:) “Bundan önce (dünyâda yaşadığınız rahat hayat içerisinde ölüm ve âhireti hiç aklınıza getirmeyerek sağlam binâlar yaparken ve uzun emellere kapılmışken) siz yemîn etmiş değil miydiniz ki: ‘Sizin (cesetleriniz) için hiçbir zevâl (ve dünyâdan ayrılıp âhirete intikāl ve orada muhâsebeye çekilmek diye bir şey) yoktur?!’
وَسَكَنْتُمْ ف۪ي مَسَاكِنِ الَّذ۪ينَ ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ وَتَبَيَّنَ لَكُمْ كَيْفَ فَعَلْنَا بِهِمْ وَضَرَبْنَا لَكُمُ الْاَمْثَالَ ﴿٤٥
45﴿ Ayrıca siz (şirk koşarak ve nankörlük yaparak) kendi nefislerine zulmetmiş olan o kimselerin yurtlarında yerleşmiştiniz ve Bizim onlara nasıl (fecî bir muâmele ile azaplar) yapmış olduğumuz (bizzât gördüğünüz harâbeler ve duyduğunuz haberlerle) size iyice belirmişti. Üstelik Biz size (göndermiş olduğumuz kitaplarda, helâke uğramış ümmetler hakkında) örnekler de açıklamıştık.”
وَقَدْ مَكَرُوا مَكْرَهُمْ وَعِنْدَ اللّٰهِ مَكْرُهُمْۜ وَاِنْ كَانَ مَكْرُهُمْ لِتَزُولَ مِنْهُ الْجِبَالُ ﴿٤٦
46﴿ Gerçekten de o (Mekke ehlinden müşrik ola)nlar (hakkı iptal ve bâtılı ispat uğrunda son derece gayret göstererek) kendilerine âit tuzak kurmalarıyla hîle yapmıştılar. Hâlbuki onların tuzak kurmaları(nın karşılığı) ancak Allâh nezdinde (hâzır bulunmakta) idi, her ne kadar da onların tuzak kurması, kendisinden sebep dağlar (yerinden oynayıp) ayrılacak (derecede güçlü) olsaydı. /Zâten onların hîle yapması, aslâ kendisinden dolayı dağlar yok olacak kadar da (güçlü bir tuzak) değildi./
فَلَا تَحْسَبَنَّ اللّٰهَ مُخْلِفَ وَعْدِه۪ رُسُلَهُۜ اِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ ذُو انْتِقَامٍۜ ﴿٤٧
47﴿ (Ey Habîbim!) Artık sakın ha sen Allâh’ı, rasüllerine (vermiş olduğu yardım) sözünü bozacak biri sanmayasın. Çünkü muhakkak Allâh (Kendisine karşı hiçbir hîle ve tuzak sökmeyecek yegâne güce sâhip bir) Azîz’dir, (dostları adına düşmanlarına karşı) güçlü bir intikam sâhibidir.
يَوْمَ تُبَدَّلُ الْاَرْضُ غَيْرَ الْاَرْضِ وَالسَّمٰوَاتُ وَبَرَزُوا لِلّٰهِ الْوَاحِدِ الْقَهَّارِ ﴿٤٨
48﴿ O (topraktan olan) yerin, bu (üzerinde günah işlenmiş olan) yerden başkası (olan ve üzerinde hiçbir kan dökülmeyip hiçbir günah işlenmemiş gümüşten bir arâzi) ile, o (güneş, ay ve yıldızlarla bezenmiş olarak gördüğünüz) göklerin de (güneşi dürülmüş, ayı sönmüş ve yıldızları dökülmüş farklı gökler ile) değiştirileceği (mahşer) gün(ün)de (Allâh-u Te‘âlâ dostlarına ve düşmanlarına karşı sözlerini yerine getirecektir) ki, böylece onlar (hiçbir ortağı olmayan) Vâhid ve (zorla da olsa her şeye murâd ettiklerini yaptırma gücüne sâhip bir) Kahhâr olan Allâh(ın hesap ve cezâsıyla karşılaşmak) için (kabirlerinden mahşer sahasına) çıkmıştırlar.
وَتَرَى الْمُجْرِم۪ينَ يَوْمَئِذٍ مُقَرَّن۪ينَ فِي الْاَصْفَادِۚ ﴿٤٩
49﴿ (Habîbim!) Ayrıca sen işte o (dehşetli hâdiselerin yaşanacağı) günde o (en büyük cürüm olan şirk günahını işlemiş) suçluları, zincirler içerisinde (kendilerini saptıran şeytanlar ve günahlarında kendilerine ortak olan diğer suçlularla) birbirine kuvvetlice bağlanmış kimseler olarak /(elleri ayaklarına) sıkıca bağlanmış kişiler hâlinde/ göreceksin.
سَرَاب۪يلُهُمْ مِنْ قَطِرَانٍ وَتَغْشٰى وُجُوهَهُمُ النَّارُۙ ﴿٥٠
50﴿ Onların elbiseleri (yaratıldığı günden beri kızdırılarak harâreti nihâyete varmış olan cehennemde tutuşturulan) katrandan (olacak)dır. Yüzlerini de (katrana bürünen cesetlerini kavuran) o (cehennem) ateş(i) kaplayacaktır.
لِيَجْزِيَ اللّٰهُ كُلَّ نَفْسٍ مَا كَسَبَتْۜ اِنَّ اللّٰهَ سَر۪يعُ الْحِسَابِ ﴿٥١
51﴿ Tâ ki Allâh her bir nefse, (hayır ve şer nâmına dünyâda) kazanmış olduğu şeyi(n vesîlesiyle hak ettiği sevap veyâ azâbı) karşılık olarak versin. Zîrâ şüphesiz Allâh, hesâbı çok çabuk görendir. (Nitekim bir kişinin hesâbını görmek diğerinin muhâsebesini görmekten O’nu engelleyemeyeceği için, tüm kullarının hesâbını aynı anda görecektir.)
هٰذَا بَلَاغٌ لِلنَّاسِ وَلِيُنْذَرُوا بِه۪ وَلِيَعْلَمُٓوا اَنَّمَا هُوَ اِلٰهٌ وَاحِدٌ وَلِيَذَّكَّرَ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ ﴿٥٢
52﴿ İşte bu (Kur’ân ve özellikle bu sûre-i celîlede geçen vaazlar), tüm insanlar için büyük bir tebliğdir (duyurudur ve uyarıdır). Onlar onunla uyarılsınlar diye (Biz onu indirdik), bir de bilsinler için ki; ancak O (Allâh-u Te‘âlâ eşten ve ortaktan münezzeh) bir olan tek İlâh’tır, ayrıca hâlis akıllara sâhip olanlar iyice öğütlensin(ler de, kendilerini felâkete sürükleyecek inanç ve amellerden sakınsınlar) diye (Biz onu size ulaştırdık)!