v02.01.25 Geliştirme Notları
Hicr Sûresi
262
Cuz 14
16﴿ (Onların bu kâfirliği delil yetersizliğinden olmayıp, hakka karşı direnişlerindendir. Yoksa) andolsun ki; elbette muhakkak Biz gökte birçok burçlar (ve yüksek köşk gibi görünen yıldız kümeleri, gezegenler ve büyük yıldızlar) yarattık. Seyredenler için de onu çok süslü yaptık.
17﴿ Ayrıca Biz onu her lânetli şeytan(ın ulaşımın)dan /(yıldız parçalarıyla) taşlanmış şeytan(ın ulaşımın)dan/ koruduk. (Bu yüzden şeytanlar göğe çıkıp meleklere vesvese verme ve onların gizli bilgilerine vâkıf olma imkânı bulamazlar.)
18﴿ Lâkin (birbirinin üstüne binen şeytanlardan, melekler arasında konuşulup) duyulan bir şeyi gizlice (yaklaşıp) çal(arcasına kapıp kaç)mış olan biri müstesnâ ki, (zâten) hemen onun ardına (yıldızlardan kopan ve) apaçık (görünen) bir ateş parçası takılmış (da o hemen yakılmış)tır. İbnü Abbâs (Radıyallâhu Anhümâ)dan rivâyet edildiği üzere; şeytanlar evvelce göklerden engellenmiş değildiler, oralara girip gaybî haberler işitiyor ve kâhinlere bildiriyorlardı. Îsâ (Aleyhisselâm) doğduğunda üç kat semâdan kovuldular, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) doğduğunda ise göğün bütün tabakalarından engellendiler. Artık onlardan her kim bir haber çalmaya kalksa yıldızdan kopan bir ateş parçasıyla yakılıyordu. İşte bu âyet-i kerîme bundan bahsetmektedir. (el-Vâhidî, el-Vesît, 3/41; el-Beğavî, 3/395; el-Beyzâvî, 3/208) Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) gönderilmeden önce kâhinlerin verdikleri bâzı haberlerin doğru çıkması da cinlerin daha önce göklerden haber çalabilmelerine mebnîdir. Nitekim Cin Sûresi’nin 8 ve 9. âyet-i kerîmelerinde geçen: “Artık şu anda kim bir şey dinlemeye kalkarsa (orada) kendisini (yakıp helâk etmek üzere) gözeten parlak bir ateş parçası bulur” cümlesi bundan bahsetmektedir. Âişe (Radıyallâhu Anhâ)dan naklen Buhârî’de (rakam:3038, 3/1175) zikredilen hadîs-i şerîf de bu husûsu beyân etmektedir. Ziyâde mâlûmât için bkz: Rûhu’l-Furkān Tefsîri, 9/414-416
19﴿ Yeri de; (üzerindekiler faydalansın diye) onu Biz uzatıp yaydık, içerisine de sâbit dağları yerleştirdik ve (İlâhî hikmete göre adedi, miktârı ve mevsimleri ayarlanmış) ölçülü (ürünlerden) /(birbiriyle) uyumlu/değerli/ her türlü (faydalı) şeyi orada Biz bitirdik.
20﴿ (Yiyecek, içecek ve giyecekler sınıfından) türlü türlü geçim vâsıtalarını da, kendisine aslâ rızık verebilecek kimseler olmadığınız (çoluk-çocuk, hizmetçi ve köle konumundaki) kişileri de (sâhip olduğunuz tüm hayvanları da) orada sizin için Biz yarattık. /Sizin için de, kendilerine rızık verebilecek kimseler olmadığınız kişiler için de geçim vâsıtalarını orada Biz yarattık./
21﴿ (Rüzgârlar, yağmurlar, mâdenler ve ürünler gibi insanların faydalanacağı) hiçbir şey yoktur ki; mutlaka onun hazîneleri (kulların görüş ve bilgilerinden saklı olan tüm mahzenleri ve mekânları) Bizim nezdimizde (hüküm ve tasarrufumuzda, karar ve yönetimimizde)dir. (Dolayısıyla her şeyi yaratmaya ve onu nîmet olarak lütfetmeye Kādir olan ancak Biziz!) Ama (her toprağa elverişli olan yağmur aynı olmayacağı gibi, her şahsa ve her yaratılmışa uygun düşen nîmet ve rahmet de farklılık arz edeceğinden) Biz onu (rastgele salıvermeyip) ancak (üstün hikmetlere dayalı irâdemiz gereği) bilinen bir ölçü ile indirmekteyiz.
22﴿ Biz rüzgârları da (yağmur yüklü bulutları) taşıyıcılar hâlinde /(ağaçları) aşılayıcılar olarak/ gönderdik de bu sebeple gökten bir su indirdik, sonra onu size (de hayvanlarınıza da) içecek yaptık. Hâlbuki siz aslâ onu (kaynaklarında ve gözelerinde tutup) saklayabilecek kimseler değilsiniz. (Nitekim Biz dilesek tüm suları batırıp onlardan istifâdenize mâni olabiliriz. Hâlâ şükretmeyecek misiniz?!)
23﴿ Gerçekten de Biz; elbette sâdece Biz (dilediğimiz cisimlerde hayat îcâd ederek onları) diriltmekteyiz ve (istediğimiz canlı varlıklardan hayat sıfatını gidererek onları) öldürmekteyiz. Yine ancak Biz (Bütün varlıklar yok olduktan sonra bâkî kalacak tek mevcut olarak her şeye) vârisleriz.
24﴿ Andolsun ki; şüphesiz Biz içinizden (İslâm’a girmekte, cihat meydanında şehit olmakta, ibâdet husûsunda, cemâat safında ve harp safında) öne geçenleri de elbette bilmişizdir. Yine yemîn olsun ki; gerçekten Biz (henüz ölmeyip hayatta kalanları da, ibâdet husûsunda) geri kalanları da kesinlikle bilmişizdir.
25﴿ Yine şüphesiz senin Rabbin; ancak O onları (öldürdükten sonra tekrar dirilterek hesap yurduna) haşredecektir. Şüphesiz ki O (her şeyin hakîkatini bilen ve tüm işlerini üstün bir hikmet üzere yerli yerince ve sapasağlam yapan bir) Hakîm’dir, (ilmi her şeyi kaplamış bulunan bir) Alîm’dir.
26﴿ Kasem olsun ki; elbette muhakkak Biz insan (denen varlığın ilk ferdi olan Âdem (Aleyhisselâm))ı, şekillendirilmiş (kendisine vurulduğunda) ses çıkartan kupkuru ve kapkara bir çamur parçasından yarattık.
27﴿ (Cinlerin babası olan) Cânn’ı da; o (Âdem’in yaratılışı)ndan önce Biz onu, gözeneklere nüfûz eden harârete sâhip ateşin parçasından yaratmıştık.
28﴿ (Habîbim!) Bir vakti de (anlat) ki; Rabbin meleklere buyurmuştu ki: “Şüphesiz Ben, şekillendirilmiş (kendisine vurulduğunda) ses çıkartan kupkuru ve kapkara bir çamur parçasından bir beşer (ve insan olan Âdem’i) yaratıcıyım.
29﴿ Nihâyet Ben onu (kendisine rûhun nüfûz etmesine elverişli ve) düzgün (bir) hâle getirdiğimde ve (hayat verme sıfatım olan) rûhumdan onun içerisine üfle(yerek onu canlı bir varlık hâline getir)diğim zaman sizler hemen ona (bir kıble olarak yönelip Bana) secde edenler hâlinde (yere) kapanın.”
30﴿ Bunun üzerine melekler(in hiçbiri geri kalmadan), hepsi birlikte (olarak) secde etti.
31﴿ Lâkin (aslı cinlerden olup, melekler arasında yaşayan ve onlarla birlikte Âdem (Aleyhisselâm)a secde emrine muhâtap olan) İblîs secde edenlerle birlikte olmaktan kaçındı.
سُورَةُ الْحِجْرِ
الجزء ١٤
٢٦٢
وَلَقَدْ جَعَلْنَا فِي السَّمَٓاءِ بُرُوجًا وَزَيَّنَّاهَا لِلنَّاظِر۪ينَۙ ﴿١٦
وَحَفِظْنَاهَا مِنْ كُلِّ شَيْطَانٍ رَج۪يمٍۙ ﴿١٧
اِلَّا مَنِ اسْتَرَقَ السَّمْعَ فَاَتْبَعَهُ شِهَابٌ مُب۪ينٌ ﴿١٨
وَالْاَرْضَ مَدَدْنَاهَا وَاَلْقَيْنَا ف۪يهَا رَوَاسِيَ وَاَنْبَتْنَا ف۪يهَا مِنْ كُلِّ شَيْءٍ مَوْزُونٍ ﴿١٩
وَجَعَلْنَا لَكُمْ ف۪يهَا مَعَايِشَ وَمَنْ لَسْتُمْ لَهُ بِرَازِق۪ينَ ﴿٢٠
وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا عِنْدَنَا خَزَٓائِنُهُۘ وَمَا نُنَزِّلُهُٓ اِلَّا بِقَدَرٍ مَعْلُومٍ ﴿٢١
وَاَرْسَلْنَا الرِّيَاحَ لَوَاقِحَ فَاَنْزَلْنَا مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَاَسْقَيْنَاكُمُوهُۚ وَمَٓا اَنْتُمْ لَهُ بِخَازِن۪ينَ ﴿٢٢
وَاِنَّا لَنَحْنُ نُحْي۪ وَنُم۪يتُ وَنَحْنُ الْوَارِثُونَ ﴿٢٣
وَلَقَدْ عَلِمْنَا الْمُسْتَقْدِم۪ينَ مِنْكُمْ وَلَقَدْ عَلِمْنَا الْمُسْتَأْخِر۪ينَ ﴿٢٤
وَاِنَّ رَبَّكَ هُوَ يَحْشُرُهُمْۜ اِنَّهُ حَك۪يمٌ عَل۪يمٌ۟ ﴿٢٥
وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَإٍ مَسْنُونٍۚ ﴿٢٦
وَالْجَٓانَّ خَلَقْنَاهُ مِنْ قَبْلُ مِنْ نَارِ السَّمُومِ ﴿٢٧
وَاِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلٰٓئِكَةِ اِنّ۪ي خَالِقٌ بَشَرًا مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَإٍ مَسْنُونٍ ﴿٢٨
فَاِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ ف۪يهِ مِنْ رُوح۪ي فَقَعُوا لَهُ سَاجِد۪ينَ ﴿٢٩
فَسَجَدَ الْمَلٰٓئِكَةُ كُلُّهُمْ اَجْمَعُونَۙ ﴿٣٠
اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ اَبٰٓى اَنْ يَكُونَ مَعَ السَّاجِد۪ينَ ﴿٣١
Hicr Sûresi
262
Cuz 14
وَلَقَدْ جَعَلْنَا فِي السَّمَٓاءِ بُرُوجًا وَزَيَّنَّاهَا لِلنَّاظِر۪ينَۙ ﴿١٦
16﴿ (Onların bu kâfirliği delil yetersizliğinden olmayıp, hakka karşı direnişlerindendir. Yoksa) andolsun ki; elbette muhakkak Biz gökte birçok burçlar (ve yüksek köşk gibi görünen yıldız kümeleri, gezegenler ve büyük yıldızlar) yarattık. Seyredenler için de onu çok süslü yaptık.
وَحَفِظْنَاهَا مِنْ كُلِّ شَيْطَانٍ رَج۪يمٍۙ ﴿١٧
17﴿ Ayrıca Biz onu her lânetli şeytan(ın ulaşımın)dan /(yıldız parçalarıyla) taşlanmış şeytan(ın ulaşımın)dan/ koruduk. (Bu yüzden şeytanlar göğe çıkıp meleklere vesvese verme ve onların gizli bilgilerine vâkıf olma imkânı bulamazlar.)
اِلَّا مَنِ اسْتَرَقَ السَّمْعَ فَاَتْبَعَهُ شِهَابٌ مُب۪ينٌ ﴿١٨
18﴿ Lâkin (birbirinin üstüne binen şeytanlardan, melekler arasında konuşulup) duyulan bir şeyi gizlice (yaklaşıp) çal(arcasına kapıp kaç)mış olan biri müstesnâ ki, (zâten) hemen onun ardına (yıldızlardan kopan ve) apaçık (görünen) bir ateş parçası takılmış (da o hemen yakılmış)tır. İbnü Abbâs (Radıyallâhu Anhümâ)dan rivâyet edildiği üzere; şeytanlar evvelce göklerden engellenmiş değildiler, oralara girip gaybî haberler işitiyor ve kâhinlere bildiriyorlardı. Îsâ (Aleyhisselâm) doğduğunda üç kat semâdan kovuldular, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) doğduğunda ise göğün bütün tabakalarından engellendiler. Artık onlardan her kim bir haber çalmaya kalksa yıldızdan kopan bir ateş parçasıyla yakılıyordu. İşte bu âyet-i kerîme bundan bahsetmektedir. (el-Vâhidî, el-Vesît, 3/41; el-Beğavî, 3/395; el-Beyzâvî, 3/208) Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) gönderilmeden önce kâhinlerin verdikleri bâzı haberlerin doğru çıkması da cinlerin daha önce göklerden haber çalabilmelerine mebnîdir. Nitekim Cin Sûresi’nin 8 ve 9. âyet-i kerîmelerinde geçen: “Artık şu anda kim bir şey dinlemeye kalkarsa (orada) kendisini (yakıp helâk etmek üzere) gözeten parlak bir ateş parçası bulur” cümlesi bundan bahsetmektedir. Âişe (Radıyallâhu Anhâ)dan naklen Buhârî’de (rakam:3038, 3/1175) zikredilen hadîs-i şerîf de bu husûsu beyân etmektedir. Ziyâde mâlûmât için bkz: Rûhu’l-Furkān Tefsîri, 9/414-416
وَالْاَرْضَ مَدَدْنَاهَا وَاَلْقَيْنَا ف۪يهَا رَوَاسِيَ وَاَنْبَتْنَا ف۪يهَا مِنْ كُلِّ شَيْءٍ مَوْزُونٍ ﴿١٩
19﴿ Yeri de; (üzerindekiler faydalansın diye) onu Biz uzatıp yaydık, içerisine de sâbit dağları yerleştirdik ve (İlâhî hikmete göre adedi, miktârı ve mevsimleri ayarlanmış) ölçülü (ürünlerden) /(birbiriyle) uyumlu/değerli/ her türlü (faydalı) şeyi orada Biz bitirdik.
وَجَعَلْنَا لَكُمْ ف۪يهَا مَعَايِشَ وَمَنْ لَسْتُمْ لَهُ بِرَازِق۪ينَ ﴿٢٠
20﴿ (Yiyecek, içecek ve giyecekler sınıfından) türlü türlü geçim vâsıtalarını da, kendisine aslâ rızık verebilecek kimseler olmadığınız (çoluk-çocuk, hizmetçi ve köle konumundaki) kişileri de (sâhip olduğunuz tüm hayvanları da) orada sizin için Biz yarattık. /Sizin için de, kendilerine rızık verebilecek kimseler olmadığınız kişiler için de geçim vâsıtalarını orada Biz yarattık./
وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا عِنْدَنَا خَزَٓائِنُهُۘ وَمَا نُنَزِّلُهُٓ اِلَّا بِقَدَرٍ مَعْلُومٍ ﴿٢١
21﴿ (Rüzgârlar, yağmurlar, mâdenler ve ürünler gibi insanların faydalanacağı) hiçbir şey yoktur ki; mutlaka onun hazîneleri (kulların görüş ve bilgilerinden saklı olan tüm mahzenleri ve mekânları) Bizim nezdimizde (hüküm ve tasarrufumuzda, karar ve yönetimimizde)dir. (Dolayısıyla her şeyi yaratmaya ve onu nîmet olarak lütfetmeye Kādir olan ancak Biziz!) Ama (her toprağa elverişli olan yağmur aynı olmayacağı gibi, her şahsa ve her yaratılmışa uygun düşen nîmet ve rahmet de farklılık arz edeceğinden) Biz onu (rastgele salıvermeyip) ancak (üstün hikmetlere dayalı irâdemiz gereği) bilinen bir ölçü ile indirmekteyiz.
وَاَرْسَلْنَا الرِّيَاحَ لَوَاقِحَ فَاَنْزَلْنَا مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَاَسْقَيْنَاكُمُوهُۚ وَمَٓا اَنْتُمْ لَهُ بِخَازِن۪ينَ ﴿٢٢
22﴿ Biz rüzgârları da (yağmur yüklü bulutları) taşıyıcılar hâlinde /(ağaçları) aşılayıcılar olarak/ gönderdik de bu sebeple gökten bir su indirdik, sonra onu size (de hayvanlarınıza da) içecek yaptık. Hâlbuki siz aslâ onu (kaynaklarında ve gözelerinde tutup) saklayabilecek kimseler değilsiniz. (Nitekim Biz dilesek tüm suları batırıp onlardan istifâdenize mâni olabiliriz. Hâlâ şükretmeyecek misiniz?!)
وَاِنَّا لَنَحْنُ نُحْي۪ وَنُم۪يتُ وَنَحْنُ الْوَارِثُونَ ﴿٢٣
23﴿ Gerçekten de Biz; elbette sâdece Biz (dilediğimiz cisimlerde hayat îcâd ederek onları) diriltmekteyiz ve (istediğimiz canlı varlıklardan hayat sıfatını gidererek onları) öldürmekteyiz. Yine ancak Biz (Bütün varlıklar yok olduktan sonra bâkî kalacak tek mevcut olarak her şeye) vârisleriz.
وَلَقَدْ عَلِمْنَا الْمُسْتَقْدِم۪ينَ مِنْكُمْ وَلَقَدْ عَلِمْنَا الْمُسْتَأْخِر۪ينَ ﴿٢٤
24﴿ Andolsun ki; şüphesiz Biz içinizden (İslâm’a girmekte, cihat meydanında şehit olmakta, ibâdet husûsunda, cemâat safında ve harp safında) öne geçenleri de elbette bilmişizdir. Yine yemîn olsun ki; gerçekten Biz (henüz ölmeyip hayatta kalanları da, ibâdet husûsunda) geri kalanları da kesinlikle bilmişizdir.
وَاِنَّ رَبَّكَ هُوَ يَحْشُرُهُمْۜ اِنَّهُ حَك۪يمٌ عَل۪يمٌ۟ ﴿٢٥
25﴿ Yine şüphesiz senin Rabbin; ancak O onları (öldürdükten sonra tekrar dirilterek hesap yurduna) haşredecektir. Şüphesiz ki O (her şeyin hakîkatini bilen ve tüm işlerini üstün bir hikmet üzere yerli yerince ve sapasağlam yapan bir) Hakîm’dir, (ilmi her şeyi kaplamış bulunan bir) Alîm’dir.
وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَإٍ مَسْنُونٍۚ ﴿٢٦
26﴿ Kasem olsun ki; elbette muhakkak Biz insan (denen varlığın ilk ferdi olan Âdem (Aleyhisselâm))ı, şekillendirilmiş (kendisine vurulduğunda) ses çıkartan kupkuru ve kapkara bir çamur parçasından yarattık.
وَالْجَٓانَّ خَلَقْنَاهُ مِنْ قَبْلُ مِنْ نَارِ السَّمُومِ ﴿٢٧
27﴿ (Cinlerin babası olan) Cânn’ı da; o (Âdem’in yaratılışı)ndan önce Biz onu, gözeneklere nüfûz eden harârete sâhip ateşin parçasından yaratmıştık.
وَاِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلٰٓئِكَةِ اِنّ۪ي خَالِقٌ بَشَرًا مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَإٍ مَسْنُونٍ ﴿٢٨
28﴿ (Habîbim!) Bir vakti de (anlat) ki; Rabbin meleklere buyurmuştu ki: “Şüphesiz Ben, şekillendirilmiş (kendisine vurulduğunda) ses çıkartan kupkuru ve kapkara bir çamur parçasından bir beşer (ve insan olan Âdem’i) yaratıcıyım.
فَاِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ ف۪يهِ مِنْ رُوح۪ي فَقَعُوا لَهُ سَاجِد۪ينَ ﴿٢٩
29﴿ Nihâyet Ben onu (kendisine rûhun nüfûz etmesine elverişli ve) düzgün (bir) hâle getirdiğimde ve (hayat verme sıfatım olan) rûhumdan onun içerisine üfle(yerek onu canlı bir varlık hâline getir)diğim zaman sizler hemen ona (bir kıble olarak yönelip Bana) secde edenler hâlinde (yere) kapanın.”
فَسَجَدَ الْمَلٰٓئِكَةُ كُلُّهُمْ اَجْمَعُونَۙ ﴿٣٠
30﴿ Bunun üzerine melekler(in hiçbiri geri kalmadan), hepsi birlikte (olarak) secde etti.
اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ اَبٰٓى اَنْ يَكُونَ مَعَ السَّاجِد۪ينَ ﴿٣١
31﴿ Lâkin (aslı cinlerden olup, melekler arasında yaşayan ve onlarla birlikte Âdem (Aleyhisselâm)a secde emrine muhâtap olan) İblîs secde edenlerle birlikte olmaktan kaçındı.