v02.01.25 Geliştirme Notları
Hicr Sûresi
265
Cuz 14
71﴿ O dedi ki: “İşte bunlar (ümmetimin kadınlarıdır ki, bir peygamber ümmetinin babası makāmında olduğu için bunlar da) benim kızlarımdır. (Sözümü tutacağınızı zannetmiyorum ama) eğer siz (meşrû yolla şehvetinizi tatmin etme)(ini) yapacak kimseler olduysanız (onlarla nikâhlanma yolunu tercih edin).”
72﴿ (Habîbim!) Senin ömrüne andolsun ki; şüphesiz o (Lût (Aleyhisselâm)a karşı çıka)nlar elbette sarhoşlukları (ve azgınlıkları) içerisinde (boğulmuş bir hâlde) bocalamaktaydılar.
73﴿ Derken onlar güneş doğma vaktine girmişlerken o (Cibrîl (Aleyhisselâm)ın) dehşetli nâra(sı) kendilerini yakaladı.
74﴿ Nihâyet Biz (Lût (Aleyhisselâm)ın ümmetinin yaşadığı yedi adet şehri Cibrîl’in kanadıyla ters yüz ederek) oraların yukarısını aşağıları yaptık ve onların üstüne katılaşmış çamurdan taşlar yağdırdık.
75﴿ (Habîbim!) İşte sana! İnceleyici bir gözle bakanlar için /ferâset sâhipleri için/, gerçekten bu (anlatıla)n(lar)-da, elbette (gerçeği gösteren) çok büyük ve birçok âyetler vardır.
76﴿ Muhakkak ki onlar(ın helâk edilen şehirleri) elbette (insanların devamlı gidip geldiği ve kalıntılarını görebildiği işlek ve bilinen) sâbit bir yol (üzerinde bulunmak)dadır.
77﴿ (Rasûlüm!) İşte sana! Mümin kimseler için gerçekten bu (anlatıla)n(lar)da elbette (günahlardan sakınmanın önemini ifâde eden) çok büyük bir âyet vardır.
78﴿ Şüphesiz (Şu‘ayb (Aleyhisselâm)ın kavmi olan) o sık ağaçlıklı korunun sâkinleri de elbette zâlim kimselerdi.
79﴿ Biz de (yedi gün süren şiddetli harâretten kurtulma ümîdiyle altında toplandıkları buluttan üzerlerine ateşler yağdırarak) kendilerinden intikam almıştık. Gerçekten (Lût ve Şu‘ayb (Aleyhimesselâm)ın kavimlerinin ikāmet ettiği yerlerin) o ikisi de (oralara uğrayanlar için, çokça araştırma gerektirmeyecek şekilde) elbette çok açık olan bir yol (üzerinde bulunmak)daydı.
80﴿ Andolsun ki; (Sâlih (Aleyhisselâm)ın gönderilmiş olduğu) Hıcr (Vâdîsi’nin) ashâbı (olan Semûd toplumu) da elbette (Sâlih (Aleyhisselâm)ı inkâr ettikleri için) gönderilen tüm rasülleri yalanlamış (sayıl)(lar).
81﴿ Biz onlara (mûcize olarak kayadan çıkardığımız büyük ve hâmile bir devenin, tüm toplumlarına yetecek kadar süt vermesi gibi nice) âyetlerimizi vermiştik, ama onlar onlardan (ders almaktan) yüz çeviren kimseler olmuştular.
82﴿ Onlar (uzun ömürlü olduklarına aldanarak, kendilerini ölümden ve azaptan) emin kimseler (zannetmiş) olarak /(evlerinin sağlamlığından dolayı, yıkılmaktan, hırsızlığa mâruz kalmaktan ve düşman tahrîbâtından) güvenli kimseler ol(mayı arzulay)arak/ dağlardan (kendilerine) sağlam evler yontmaktaydılar.
83﴿ Derken onlar sabah vaktine girmiş kimselerken o (Cibrîl (Aleyhisselâm)ın) dehşetli nâra(sı) kendilerini yakaladı.
84﴿ Ama (sağlam evler yapmak ve çokça mal yığmak gibi) sürekli kazanmakta oldukları şeyler onlardan (azâbı) defedemedi.
85﴿ Biz gökleri de yeri de ve ikisinin arasında olan şeyleri de ancak (mükelleflere imtihan yurdu olma gibi) hak(lı ve hikmetli bir vasıf) ile yarattık. (Habîbim! İnkârcılardan bir kısmını helâk etmiş, bâzısına da kısa bir süre mühlet vermiş isek de sen bundan hiç tasalanma. Zîrâ) hiç şüphesiz ki o (kıyâmet) ân(ı) mutlaka gelicidir. (Dolayısıyla er veyâ geç Biz bu kâfirlerden mutlaka intikam alacağız.) O hâlde sen (bu kesin vaadimizi göz önünde bulundurarak inkârcılardan hemen intikam almaya kalkışma da, hiçbir endişe içermeyen) çok güzel bir yüz çeviriş (tavrı takınmak sûreti) ile (onların yaptıklarına hemen müdâhale etmekten) yüz çevir. Âyet-i celîle, kâfirlerle mücâdelede savaşı seçmeden önce, onları uyarma ve çağırma konularında, ağırbaşlılık, güzel ahlâk ve intikam hırsından vârestelik huylarına riâyeti emretme anlamında kabûl edilmesi hâlinde, “Mensûh” değildir. İbnü Abbâs, Katâde, Mücâhid ve Dahhâk (Radıyallâhu Anhüm) gibi ulu müfessirlerin: “Seyf âyetiyle mensûhtur” şeklindeki görüşlerine göre ise “Hiçbir sûrette onlarla savaşma yoluna gitmeyip, dâimâ idâreci tutum takınma” şeklinde anlaşılmalıdır ki, İslâm’ın bidâyetinde cihat için yeterli güç bulunmadığından böyle emredilmiş, daha sonra gerekli kuvvet sağlanınca, “Görmezden gelme”, “İdâre etme” ve “Cizyeye bağlama hükmü dışında onlarla herhangi bir yönden antlaşma yoluna gitme” gibi müsâmahalı yaklaşımlar yasaklanmıştır. (Ebu’s-Su‘ûd, el-Beyzâvî, en-Nesefî, el-Âlûsî)
86﴿ Şüphesiz senin Rabbin; ancak O, tüm yaratılmışları yaratandır, (her şeyi hakkıyla bilen bir) Alîm’dir. (O hâlde sen sâdece O’na güven!)
87﴿ Andolsun ki; elbette muhakkak Biz sana, (namazlarda ve duâlarda çeşitli vesîlelerle) tekrâr edilen (Kur’ân âyet)ler(in)den yedi (âyetli Fâtiha-i Şerîfe)yi ve çok büyük (değere sâhip) olan o Kur’ân’ı verdik.
88﴿ (Habîbim! Sen Fâtiha ve Kur’ân gibi bir zenginliğe sâhipken artık) sakın ha; onlardan bâzı sınıfları kendisiyle yararlandırmış olduğumuz (maddî) şeylere (rağbet edip) iki gözünü (rağbetle onlara) uzatma. Ayrıca sen (“Niye inanmıyorlar?!” diye) onlar(ın îmânsızlıkların)a karşı mahzun da olma! Ama sen (şefkat ve rahmet) kanad(lar)ını müminler(e kol-kanat germek) için alçalt.
89﴿ (Habîbim! O müşriklere) de ki: “Şüphesiz ben, ancak ben (îmân etmeyenlerin başına gelecek azapları çokça) açıklayıcı olan bir uyarıcıyım.”
90﴿ O (Mekke’nin girişlerini) bölüşenlere indirmiş olduğumuz (azap dolu) şeyin bir benzeri ile (sizleri uyarmaktayım). /(Bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr ederek, kitaplar ve peygamberleri) kısım kısım ayıran (Yahûdî ve Hristiyan)lara (Tevrât ve İncîl kitaplarını) indirdiğimiz gibi (sana da Kur’ân’ı indirdik)./ Âyet-i kerîme, hac mevsiminde Kâ‘be’ye gelecek olanları Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e îmândan soğutmak için Mekke girişlerini bölüşen ve sayıları sekizle kırk arasında değişen müşriklerin Bedir günü helâk edilişini örnek vererek diğer müşrikleri tehdit etmektedir. (et-Teysîr, 9/223; el-Beğavî, 3/58)
سُورَةُ الْحِجْرِ
الجزء ١٤
٢٦٥
قَالَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ بَنَات۪ٓي اِنْ كُنْتُمْ فَاعِل۪ينَۜ ﴿٧١
لَعَمْرُكَ اِنَّهُمْ لَف۪ي سَكْرَتِهِمْ يَعْمَهُونَ ﴿٧٢
فَاَخَذَتْهُمُ الصَّيْحَةُ مُشْرِق۪ينَۙ ﴿٧٣
فَجَعَلْنَا عَالِيَهَا سَافِلَهَا وَاَمْطَرْنَا عَلَيْهِمْ حِجَارَةً مِنْ سِجّ۪يلٍۜ ﴿٧٤
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِلْمُتَوَسِّم۪ينَ ﴿٧٥
وَاِنَّهَا لَبِسَب۪يلٍ مُق۪يمٍ ﴿٧٦
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِلْمُؤْمِن۪ينَۜ ﴿٧٧
وَاِنْ كَانَ اَصْحَابُ الْاَيْكَةِ لَظَالِم۪ينَۙ ﴿٧٨
فَانْتَقَمْنَا مِنْهُمْۢ وَاِنَّهُمَا لَبِاِمَامٍ مُب۪ينٍۜ۟ ﴿٧٩
وَلَقَدْ كَذَّبَ اَصْحَابُ الْحِجْرِ الْمُرْسَل۪ينَۙ ﴿٨٠
وَاٰتَيْنَاهُمْ اٰيَاتِنَا فَكَانُوا عَنْهَا مُعْرِض۪ينَۙ ﴿٨١
وَكَانُوا يَنْحِتُونَ مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتًا اٰمِن۪ينَ ﴿٨٢
فَاَخَذَتْهُمُ الصَّيْحَةُ مُصْبِح۪ينَۙ ﴿٨٣
فَمَٓا اَغْنٰى عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَكْسِبُونَۜ ﴿٨٤
وَمَا خَلَقْنَا السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَٓا اِلَّا بِالْحَقِّۜ وَاِنَّ السَّاعَةَ لَاٰتِيَةٌ فَاصْفَحِ الصَّفْحَ الْجَم۪يلَ ﴿٨٥
اِنَّ رَبَّكَ هُوَ الْخَلَّاقُ الْعَل۪يمُ ﴿٨٦
وَلَقَدْ اٰتَيْنَاكَ سَبْعًا مِنَ الْمَثَان۪ي وَالْقُرْاٰنَ الْعَظ۪يمَ ﴿٨٧
لَا تَمُدَّنَّ عَيْنَيْكَ اِلٰى مَا مَتَّعْنَا بِه۪ٓ اَزْوَاجًا مِنْهُمْ وَلَا تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ وَاخْفِضْ جَنَاحَكَ لِلْمُؤْمِن۪ينَ ﴿٨٨
وَقُلْ اِنّ۪ٓي اَنَا النَّذ۪يرُ الْمُب۪ينُۚ ﴿٨٩
كَمَٓا اَنْزَلْنَا عَلَى الْمُقْتَسِم۪ينَۙ ﴿٩٠
Hicr Sûresi
265
Cuz 14
قَالَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ بَنَات۪ٓي اِنْ كُنْتُمْ فَاعِل۪ينَۜ ﴿٧١
71﴿ O dedi ki: “İşte bunlar (ümmetimin kadınlarıdır ki, bir peygamber ümmetinin babası makāmında olduğu için bunlar da) benim kızlarımdır. (Sözümü tutacağınızı zannetmiyorum ama) eğer siz (meşrû yolla şehvetinizi tatmin etme)(ini) yapacak kimseler olduysanız (onlarla nikâhlanma yolunu tercih edin).”
لَعَمْرُكَ اِنَّهُمْ لَف۪ي سَكْرَتِهِمْ يَعْمَهُونَ ﴿٧٢
72﴿ (Habîbim!) Senin ömrüne andolsun ki; şüphesiz o (Lût (Aleyhisselâm)a karşı çıka)nlar elbette sarhoşlukları (ve azgınlıkları) içerisinde (boğulmuş bir hâlde) bocalamaktaydılar.
فَاَخَذَتْهُمُ الصَّيْحَةُ مُشْرِق۪ينَۙ ﴿٧٣
73﴿ Derken onlar güneş doğma vaktine girmişlerken o (Cibrîl (Aleyhisselâm)ın) dehşetli nâra(sı) kendilerini yakaladı.
فَجَعَلْنَا عَالِيَهَا سَافِلَهَا وَاَمْطَرْنَا عَلَيْهِمْ حِجَارَةً مِنْ سِجّ۪يلٍۜ ﴿٧٤
74﴿ Nihâyet Biz (Lût (Aleyhisselâm)ın ümmetinin yaşadığı yedi adet şehri Cibrîl’in kanadıyla ters yüz ederek) oraların yukarısını aşağıları yaptık ve onların üstüne katılaşmış çamurdan taşlar yağdırdık.
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِلْمُتَوَسِّم۪ينَ ﴿٧٥
75﴿ (Habîbim!) İşte sana! İnceleyici bir gözle bakanlar için /ferâset sâhipleri için/, gerçekten bu (anlatıla)n(lar)-da, elbette (gerçeği gösteren) çok büyük ve birçok âyetler vardır.
وَاِنَّهَا لَبِسَب۪يلٍ مُق۪يمٍ ﴿٧٦
76﴿ Muhakkak ki onlar(ın helâk edilen şehirleri) elbette (insanların devamlı gidip geldiği ve kalıntılarını görebildiği işlek ve bilinen) sâbit bir yol (üzerinde bulunmak)dadır.
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِلْمُؤْمِن۪ينَۜ ﴿٧٧
77﴿ (Rasûlüm!) İşte sana! Mümin kimseler için gerçekten bu (anlatıla)n(lar)da elbette (günahlardan sakınmanın önemini ifâde eden) çok büyük bir âyet vardır.
وَاِنْ كَانَ اَصْحَابُ الْاَيْكَةِ لَظَالِم۪ينَۙ ﴿٧٨
78﴿ Şüphesiz (Şu‘ayb (Aleyhisselâm)ın kavmi olan) o sık ağaçlıklı korunun sâkinleri de elbette zâlim kimselerdi.
فَانْتَقَمْنَا مِنْهُمْۢ وَاِنَّهُمَا لَبِاِمَامٍ مُب۪ينٍۜ۟ ﴿٧٩
79﴿ Biz de (yedi gün süren şiddetli harâretten kurtulma ümîdiyle altında toplandıkları buluttan üzerlerine ateşler yağdırarak) kendilerinden intikam almıştık. Gerçekten (Lût ve Şu‘ayb (Aleyhimesselâm)ın kavimlerinin ikāmet ettiği yerlerin) o ikisi de (oralara uğrayanlar için, çokça araştırma gerektirmeyecek şekilde) elbette çok açık olan bir yol (üzerinde bulunmak)daydı.
وَلَقَدْ كَذَّبَ اَصْحَابُ الْحِجْرِ الْمُرْسَل۪ينَۙ ﴿٨٠
80﴿ Andolsun ki; (Sâlih (Aleyhisselâm)ın gönderilmiş olduğu) Hıcr (Vâdîsi’nin) ashâbı (olan Semûd toplumu) da elbette (Sâlih (Aleyhisselâm)ı inkâr ettikleri için) gönderilen tüm rasülleri yalanlamış (sayıl)(lar).
وَاٰتَيْنَاهُمْ اٰيَاتِنَا فَكَانُوا عَنْهَا مُعْرِض۪ينَۙ ﴿٨١
81﴿ Biz onlara (mûcize olarak kayadan çıkardığımız büyük ve hâmile bir devenin, tüm toplumlarına yetecek kadar süt vermesi gibi nice) âyetlerimizi vermiştik, ama onlar onlardan (ders almaktan) yüz çeviren kimseler olmuştular.
وَكَانُوا يَنْحِتُونَ مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتًا اٰمِن۪ينَ ﴿٨٢
82﴿ Onlar (uzun ömürlü olduklarına aldanarak, kendilerini ölümden ve azaptan) emin kimseler (zannetmiş) olarak /(evlerinin sağlamlığından dolayı, yıkılmaktan, hırsızlığa mâruz kalmaktan ve düşman tahrîbâtından) güvenli kimseler ol(mayı arzulay)arak/ dağlardan (kendilerine) sağlam evler yontmaktaydılar.
فَاَخَذَتْهُمُ الصَّيْحَةُ مُصْبِح۪ينَۙ ﴿٨٣
83﴿ Derken onlar sabah vaktine girmiş kimselerken o (Cibrîl (Aleyhisselâm)ın) dehşetli nâra(sı) kendilerini yakaladı.
فَمَٓا اَغْنٰى عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَكْسِبُونَۜ ﴿٨٤
84﴿ Ama (sağlam evler yapmak ve çokça mal yığmak gibi) sürekli kazanmakta oldukları şeyler onlardan (azâbı) defedemedi.
وَمَا خَلَقْنَا السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَٓا اِلَّا بِالْحَقِّۜ وَاِنَّ السَّاعَةَ لَاٰتِيَةٌ فَاصْفَحِ الصَّفْحَ الْجَم۪يلَ ﴿٨٥
85﴿ Biz gökleri de yeri de ve ikisinin arasında olan şeyleri de ancak (mükelleflere imtihan yurdu olma gibi) hak(lı ve hikmetli bir vasıf) ile yarattık. (Habîbim! İnkârcılardan bir kısmını helâk etmiş, bâzısına da kısa bir süre mühlet vermiş isek de sen bundan hiç tasalanma. Zîrâ) hiç şüphesiz ki o (kıyâmet) ân(ı) mutlaka gelicidir. (Dolayısıyla er veyâ geç Biz bu kâfirlerden mutlaka intikam alacağız.) O hâlde sen (bu kesin vaadimizi göz önünde bulundurarak inkârcılardan hemen intikam almaya kalkışma da, hiçbir endişe içermeyen) çok güzel bir yüz çeviriş (tavrı takınmak sûreti) ile (onların yaptıklarına hemen müdâhale etmekten) yüz çevir. Âyet-i celîle, kâfirlerle mücâdelede savaşı seçmeden önce, onları uyarma ve çağırma konularında, ağırbaşlılık, güzel ahlâk ve intikam hırsından vârestelik huylarına riâyeti emretme anlamında kabûl edilmesi hâlinde, “Mensûh” değildir. İbnü Abbâs, Katâde, Mücâhid ve Dahhâk (Radıyallâhu Anhüm) gibi ulu müfessirlerin: “Seyf âyetiyle mensûhtur” şeklindeki görüşlerine göre ise “Hiçbir sûrette onlarla savaşma yoluna gitmeyip, dâimâ idâreci tutum takınma” şeklinde anlaşılmalıdır ki, İslâm’ın bidâyetinde cihat için yeterli güç bulunmadığından böyle emredilmiş, daha sonra gerekli kuvvet sağlanınca, “Görmezden gelme”, “İdâre etme” ve “Cizyeye bağlama hükmü dışında onlarla herhangi bir yönden antlaşma yoluna gitme” gibi müsâmahalı yaklaşımlar yasaklanmıştır. (Ebu’s-Su‘ûd, el-Beyzâvî, en-Nesefî, el-Âlûsî)
اِنَّ رَبَّكَ هُوَ الْخَلَّاقُ الْعَل۪يمُ ﴿٨٦
86﴿ Şüphesiz senin Rabbin; ancak O, tüm yaratılmışları yaratandır, (her şeyi hakkıyla bilen bir) Alîm’dir. (O hâlde sen sâdece O’na güven!)
وَلَقَدْ اٰتَيْنَاكَ سَبْعًا مِنَ الْمَثَان۪ي وَالْقُرْاٰنَ الْعَظ۪يمَ ﴿٨٧
87﴿ Andolsun ki; elbette muhakkak Biz sana, (namazlarda ve duâlarda çeşitli vesîlelerle) tekrâr edilen (Kur’ân âyet)ler(in)den yedi (âyetli Fâtiha-i Şerîfe)yi ve çok büyük (değere sâhip) olan o Kur’ân’ı verdik.
لَا تَمُدَّنَّ عَيْنَيْكَ اِلٰى مَا مَتَّعْنَا بِه۪ٓ اَزْوَاجًا مِنْهُمْ وَلَا تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ وَاخْفِضْ جَنَاحَكَ لِلْمُؤْمِن۪ينَ ﴿٨٨
88﴿ (Habîbim! Sen Fâtiha ve Kur’ân gibi bir zenginliğe sâhipken artık) sakın ha; onlardan bâzı sınıfları kendisiyle yararlandırmış olduğumuz (maddî) şeylere (rağbet edip) iki gözünü (rağbetle onlara) uzatma. Ayrıca sen (“Niye inanmıyorlar?!” diye) onlar(ın îmânsızlıkların)a karşı mahzun da olma! Ama sen (şefkat ve rahmet) kanad(lar)ını müminler(e kol-kanat germek) için alçalt.
وَقُلْ اِنّ۪ٓي اَنَا النَّذ۪يرُ الْمُب۪ينُۚ ﴿٨٩
89﴿ (Habîbim! O müşriklere) de ki: “Şüphesiz ben, ancak ben (îmân etmeyenlerin başına gelecek azapları çokça) açıklayıcı olan bir uyarıcıyım.”
كَمَٓا اَنْزَلْنَا عَلَى الْمُقْتَسِم۪ينَۙ ﴿٩٠
90﴿ O (Mekke’nin girişlerini) bölüşenlere indirmiş olduğumuz (azap dolu) şeyin bir benzeri ile (sizleri uyarmaktayım). /(Bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr ederek, kitaplar ve peygamberleri) kısım kısım ayıran (Yahûdî ve Hristiyan)lara (Tevrât ve İncîl kitaplarını) indirdiğimiz gibi (sana da Kur’ân’ı indirdik)./ Âyet-i kerîme, hac mevsiminde Kâ‘be’ye gelecek olanları Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e îmândan soğutmak için Mekke girişlerini bölüşen ve sayıları sekizle kırk arasında değişen müşriklerin Bedir günü helâk edilişini örnek vererek diğer müşrikleri tehdit etmektedir. (et-Teysîr, 9/223; el-Beğavî, 3/58)