v02.01.25 Geliştirme Notları
Bakara Sûresi
27
Cuz 2
182﴿ Ama her kim vasiyet edenden; (onun hatâ ile de olsa) bir (yanlışa) sapma(sın)dan yâhut (zulüm kastıyla) bir günah (yapmasın)dan endişe eder de, (şerîatın emri üzere meseleleri çözüme kavuşturma azmiyle vârislerin) aralarında ıslahta bulunursa (düzeltme yaparsa) artık (bâtılı hakka çevirme anlamına gelen bu gibi değiştirmeler yüzünden) onun üzerine hiçbir günah yoktur. Şüphesiz ki Allâh (ara bulmaya çalışanların günahlarını çokça bağışlayan) bir Ğafûr’dur, (böyle ruhsatlar vererek kullarına acıdığını gösteren) bir Rahîm’dir.
183﴿ Ey îmân etmiş olan kimseler! Sizden önce geçen (peygamberlerin ümmet)ler(i) üzerine (farz olarak) yazılmış olduğu gibi, sizin üzerinize de o (ramazan ayındaki) oruç (farz olarak) yazılmıştır. Tâ ki siz (açlık yardımıyla günahlardan hakkıyla sakınma imkânı bularak) takvâ sâhibi olasınız.
184﴿ Sayılı birtakım günleri (oruçlu geçirmeniz size farz kılınmıştır). Ama içinizden her kim (oruç kendisine zarar verecek derecede ağır) bir hasta yâhut (seferî mesâfeyi kapsayan) bir yolculuk üzere olursa, artık (bu durumda oruç tutmayabilir, lâkin tutamadığı günler yerine, hastalık ve yolculuk dışındaki) diğer birtakım sayılı günler (tutması gerekir). (Ağır hasta, hâmile ve emziren kadınlar gibi) ona zorla güç yetirmekte olan kimseler üzerine ise, bir yoksul yiyeceği (kadar) fidye (ödemek) vardır. Artık her kim gönül isteğiyle (fidye miktârını fazla tutarak) bir hayır yaparsa, o kendisi için daha iyidir. (Ey oruç tutmama ruhsatına sâhip olan hastalar ve yolcular!) Yine de (fidye vermektense) oruç tutmanız sizin için hayırlıdır. Eğer siz (oruçtaki fazîleti) bilmekte olsaydınız (elbette orucu tercih ederdiniz). Âyet-i kerîmede geçen (يُط۪يقُونَ) fiiline “Gücü yetenler de fidye verebilir” şeklinde de mânâ verilmiştir ki bu özel hüküm, İslâm’ın başlangıç döneminde geçerli olup, peşi sıra nâzil olan: “İçinizden o aya erişen, onu oruçlu geçirsin” şeklindeki genel ifâdeyle neshedilmiştir (hükümsüz kalmıştır). Oruç alışkanlıkları olmayan bir topluma kolaylık açısından, oruç tutma veyâ fidye verip tutmama serbestliği verilmesi, içki alışkanlıkları yüzünden onlara uygulanan yasaklamanın tedrîcî olarak teşrî‘i gibidir. Nitekim Buhârî-Müslim’in de aralarında bulunduğu birçok temel kaynağın, Seleme ibnü Ekva‘ (Radıyallâhu Anh)dan rivâyet etmiş olduğu: “Bu âyet indiğinde, içimizden dileyen tutar, isteyen de fidye verip tutmazdı. Netîcede bir sonraki âyet inerek bu hükmü kaldırdı” sözü de bu mânânın ifâde ettiği hükmün neshedildiğinin delîlidir. (el-Beyzâvî, en-Nesefî, el-Âlûsî) Lâkin neshedilmiş olan bu mânâyı hâlâ yürürlükte sayarak İslâm’a hıyânet eden günümüzdeki bâzı İlâhiyatçılar: “Önemli bir imtihâna girileceğinde kafanın daha iyi çalışması açısından yâhut herhangi bir müsâbakanın kazanılması için güçlü olmak gerektiğinde oruç tutulmayıp az bir miktar para vermek sûretiyle oruç düşer” şeklindeki gülünç yorumlarıyla bu konuyu tamâmen sulandırmışlardır. Aslında bu mânâ; emziren kadınlar ve hâmileler gibi gerçekten zor durumda olanlara müsâade vermekteyse de, fıkha göre bu mevzûda ve genel hastalık husûsunda, Müslüman ve ehliyetli bir doktor teşhisi, ayrıca hastalığın artma tehlikesi gibi ilâve bâzı şartlar aranmaktadır. Yoksa rastgele hastalıklar ve zorluklar, bir de fıkha göre seferî sayılmayan yolculuklar aslâ ruhsat sebebi kabûl edilemez.
185﴿ Ramazan ayı o aydır ki; insanlar için büyük bir hidâyet (rehberi) olarak Kur’ân onda (bulunan Kadir Gecesi’nde) indirilmiştir; doğru yola hidâyet eden ve hakkı bâtıldan ayıran nice açık deliller(i içerisinde barındırıcı) olarak! Artık içinizden her kim o ayda bulunursa onu oruçlu geçirsin. Ama her kim (oruç tutamayacak kadar ağır) bir hasta yâhut (seferî mesâfeyi kapsayan) bir yolculuk üzere olursa artık (bu durumda oruç tutmayabilir, ancak tutamadığı günler yerine, hastalık ve yolculuk dışındaki) diğer birtakım sayılı günler (tutması gerekir). Allâh (yolculuk ve hastalık hâlinde oruç tutmamanızı serbest kılarak) size kolaylık dilemektedir, size zorluk (çıkartmak) istememektedir. (Allâh-u Te‘âlâ bütün bunları açıklamıştır ki, böylece İslâm’ın hükümlerini bilesiniz) bir de (oruç tutulması gereken günlerle alâkalı) o sayıyı tamamlayasınız, ayrıca sizi (râzı olduğu amellere) hidâyet buyurmuş olmasına karşılık Allâh’ı (yüceltici ifadelerle) tekbîr edesiniz ve ola ki siz (sayısız nîmetlerine, özellikle de bu ruhsatlarına karşı Allâh’a bu sâyede) şükredersiniz.
186﴿ (Habîbim!) Kullarım sana Ben(im onlara yakınlık veyâ uzaklık hâlim)den sorduğu zaman (sen onlara bildir ki); şüphesiz Ben (mekân îtibârıyla yakınlık ve uzaklıktan münezzehim ama onların bütün hâllerini bilme ve duâlarını kabûl etme açısından kendilerine) Karîb’im (çok yakınım). Duâ edenin duâsını Bana yalvardığı anda kabûl ederim. Öyleyse (duâ ettiklerinde Ben onlara icâbet ettiğim gibi, Ben de onları îmân ve tâata çağırdığımda) Bana tam mânâsıyla icâbette bulunsunlar /o hâlde Benden (duâları için) kabûl istesinler/ ve Bana (dâimâ) îmân etsinler ki onlar hakka isâbet edebilsinler (ve bu sâyede dînî ve dünyevî kârlarına erişebilsinler).
سُورَةُ الْبَقَرَةِ
الجزء ٢
٢٧
فَمَنْ خَافَ مِنْ مُوصٍ جَنَفًا اَوْ اِثْمًا فَاَصْلَحَ بَيْنَهُمْ فَلَٓا اِثْمَ عَلَيْهِۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ۟ ﴿١٨٢
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُتِبَ عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَۙ ﴿١٨٣
اَيَّامًا مَعْدُودَاتٍۜ فَمَنْ كَانَ مِنْكُمْ مَر۪يضًا اَوْ عَلٰى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِنْ اَيَّامٍ اُخَرَۜ وَعَلَى الَّذ۪ينَ يُط۪يقُونَهُ فِدْيَةٌ طَعَامُ مِسْك۪ينٍۜ فَمَنْ تَطَوَّعَ خَيْرًا فَهُوَ خَيْرٌ لَهُۜ وَاَنْ تَصُومُوا خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ ﴿١٨٤
شَهْرُ رَمَضَانَ الَّذ۪ٓي اُنْزِلَ ف۪يهِ الْقُرْاٰنُ هُدًى لِلنَّاسِ وَبَيِّنَاتٍ مِنَ الْهُدٰى وَالْفُرْقَانِۚ فَمَنْ شَهِدَ مِنْكُمُ الشَّهْرَ فَلْيَصُمْهُۜ وَمَنْ كَانَ مَر۪يضًا اَوْ عَلٰى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِنْ اَيَّامٍ اُخَرَۜ يُر۪يدُ اللّٰهُ بِكُمُ الْيُسْرَ وَلَا يُر۪يدُ بِكُمُ الْعُسْرَۘ وَلِتُكْمِلُوا الْعِدَّةَ وَلِتُكَبِّرُوا اللّٰهَ عَلٰى مَا هَدٰيكُمْ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ ﴿١٨٥
وَاِذَا سَاَلَكَ عِبَاد۪ي عَنّ۪ي فَاِنّ۪ي قَر۪يبٌۜ اُج۪يبُ دَعْوَةَ الدَّاعِ اِذَا دَعَانِۙ فَلْيَسْتَج۪يبُوا ل۪ي وَلْيُؤْمِنُوا ب۪ي لَعَلَّهُمْ يَرْشُدُونَ ﴿١٨٦
Bakara Sûresi
27
Cuz 2
فَمَنْ خَافَ مِنْ مُوصٍ جَنَفًا اَوْ اِثْمًا فَاَصْلَحَ بَيْنَهُمْ فَلَٓا اِثْمَ عَلَيْهِۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ۟ ﴿١٨٢
182﴿ Ama her kim vasiyet edenden; (onun hatâ ile de olsa) bir (yanlışa) sapma(sın)dan yâhut (zulüm kastıyla) bir günah (yapmasın)dan endişe eder de, (şerîatın emri üzere meseleleri çözüme kavuşturma azmiyle vârislerin) aralarında ıslahta bulunursa (düzeltme yaparsa) artık (bâtılı hakka çevirme anlamına gelen bu gibi değiştirmeler yüzünden) onun üzerine hiçbir günah yoktur. Şüphesiz ki Allâh (ara bulmaya çalışanların günahlarını çokça bağışlayan) bir Ğafûr’dur, (böyle ruhsatlar vererek kullarına acıdığını gösteren) bir Rahîm’dir.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُتِبَ عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَۙ ﴿١٨٣
183﴿ Ey îmân etmiş olan kimseler! Sizden önce geçen (peygamberlerin ümmet)ler(i) üzerine (farz olarak) yazılmış olduğu gibi, sizin üzerinize de o (ramazan ayındaki) oruç (farz olarak) yazılmıştır. Tâ ki siz (açlık yardımıyla günahlardan hakkıyla sakınma imkânı bularak) takvâ sâhibi olasınız.
اَيَّامًا مَعْدُودَاتٍۜ فَمَنْ كَانَ مِنْكُمْ مَر۪يضًا اَوْ عَلٰى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِنْ اَيَّامٍ اُخَرَۜ وَعَلَى الَّذ۪ينَ يُط۪يقُونَهُ فِدْيَةٌ طَعَامُ مِسْك۪ينٍۜ فَمَنْ تَطَوَّعَ خَيْرًا فَهُوَ خَيْرٌ لَهُۜ وَاَنْ تَصُومُوا خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ ﴿١٨٤
184﴿ Sayılı birtakım günleri (oruçlu geçirmeniz size farz kılınmıştır). Ama içinizden her kim (oruç kendisine zarar verecek derecede ağır) bir hasta yâhut (seferî mesâfeyi kapsayan) bir yolculuk üzere olursa, artık (bu durumda oruç tutmayabilir, lâkin tutamadığı günler yerine, hastalık ve yolculuk dışındaki) diğer birtakım sayılı günler (tutması gerekir). (Ağır hasta, hâmile ve emziren kadınlar gibi) ona zorla güç yetirmekte olan kimseler üzerine ise, bir yoksul yiyeceği (kadar) fidye (ödemek) vardır. Artık her kim gönül isteğiyle (fidye miktârını fazla tutarak) bir hayır yaparsa, o kendisi için daha iyidir. (Ey oruç tutmama ruhsatına sâhip olan hastalar ve yolcular!) Yine de (fidye vermektense) oruç tutmanız sizin için hayırlıdır. Eğer siz (oruçtaki fazîleti) bilmekte olsaydınız (elbette orucu tercih ederdiniz). Âyet-i kerîmede geçen (يُط۪يقُونَ) fiiline “Gücü yetenler de fidye verebilir” şeklinde de mânâ verilmiştir ki bu özel hüküm, İslâm’ın başlangıç döneminde geçerli olup, peşi sıra nâzil olan: “İçinizden o aya erişen, onu oruçlu geçirsin” şeklindeki genel ifâdeyle neshedilmiştir (hükümsüz kalmıştır). Oruç alışkanlıkları olmayan bir topluma kolaylık açısından, oruç tutma veyâ fidye verip tutmama serbestliği verilmesi, içki alışkanlıkları yüzünden onlara uygulanan yasaklamanın tedrîcî olarak teşrî‘i gibidir. Nitekim Buhârî-Müslim’in de aralarında bulunduğu birçok temel kaynağın, Seleme ibnü Ekva‘ (Radıyallâhu Anh)dan rivâyet etmiş olduğu: “Bu âyet indiğinde, içimizden dileyen tutar, isteyen de fidye verip tutmazdı. Netîcede bir sonraki âyet inerek bu hükmü kaldırdı” sözü de bu mânânın ifâde ettiği hükmün neshedildiğinin delîlidir. (el-Beyzâvî, en-Nesefî, el-Âlûsî) Lâkin neshedilmiş olan bu mânâyı hâlâ yürürlükte sayarak İslâm’a hıyânet eden günümüzdeki bâzı İlâhiyatçılar: “Önemli bir imtihâna girileceğinde kafanın daha iyi çalışması açısından yâhut herhangi bir müsâbakanın kazanılması için güçlü olmak gerektiğinde oruç tutulmayıp az bir miktar para vermek sûretiyle oruç düşer” şeklindeki gülünç yorumlarıyla bu konuyu tamâmen sulandırmışlardır. Aslında bu mânâ; emziren kadınlar ve hâmileler gibi gerçekten zor durumda olanlara müsâade vermekteyse de, fıkha göre bu mevzûda ve genel hastalık husûsunda, Müslüman ve ehliyetli bir doktor teşhisi, ayrıca hastalığın artma tehlikesi gibi ilâve bâzı şartlar aranmaktadır. Yoksa rastgele hastalıklar ve zorluklar, bir de fıkha göre seferî sayılmayan yolculuklar aslâ ruhsat sebebi kabûl edilemez.
شَهْرُ رَمَضَانَ الَّذ۪ٓي اُنْزِلَ ف۪يهِ الْقُرْاٰنُ هُدًى لِلنَّاسِ وَبَيِّنَاتٍ مِنَ الْهُدٰى وَالْفُرْقَانِۚ فَمَنْ شَهِدَ مِنْكُمُ الشَّهْرَ فَلْيَصُمْهُۜ وَمَنْ كَانَ مَر۪يضًا اَوْ عَلٰى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِنْ اَيَّامٍ اُخَرَۜ يُر۪يدُ اللّٰهُ بِكُمُ الْيُسْرَ وَلَا يُر۪يدُ بِكُمُ الْعُسْرَۘ وَلِتُكْمِلُوا الْعِدَّةَ وَلِتُكَبِّرُوا اللّٰهَ عَلٰى مَا هَدٰيكُمْ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ ﴿١٨٥
185﴿ Ramazan ayı o aydır ki; insanlar için büyük bir hidâyet (rehberi) olarak Kur’ân onda (bulunan Kadir Gecesi’nde) indirilmiştir; doğru yola hidâyet eden ve hakkı bâtıldan ayıran nice açık deliller(i içerisinde barındırıcı) olarak! Artık içinizden her kim o ayda bulunursa onu oruçlu geçirsin. Ama her kim (oruç tutamayacak kadar ağır) bir hasta yâhut (seferî mesâfeyi kapsayan) bir yolculuk üzere olursa artık (bu durumda oruç tutmayabilir, ancak tutamadığı günler yerine, hastalık ve yolculuk dışındaki) diğer birtakım sayılı günler (tutması gerekir). Allâh (yolculuk ve hastalık hâlinde oruç tutmamanızı serbest kılarak) size kolaylık dilemektedir, size zorluk (çıkartmak) istememektedir. (Allâh-u Te‘âlâ bütün bunları açıklamıştır ki, böylece İslâm’ın hükümlerini bilesiniz) bir de (oruç tutulması gereken günlerle alâkalı) o sayıyı tamamlayasınız, ayrıca sizi (râzı olduğu amellere) hidâyet buyurmuş olmasına karşılık Allâh’ı (yüceltici ifadelerle) tekbîr edesiniz ve ola ki siz (sayısız nîmetlerine, özellikle de bu ruhsatlarına karşı Allâh’a bu sâyede) şükredersiniz.
وَاِذَا سَاَلَكَ عِبَاد۪ي عَنّ۪ي فَاِنّ۪ي قَر۪يبٌۜ اُج۪يبُ دَعْوَةَ الدَّاعِ اِذَا دَعَانِۙ فَلْيَسْتَج۪يبُوا ل۪ي وَلْيُؤْمِنُوا ب۪ي لَعَلَّهُمْ يَرْشُدُونَ ﴿١٨٦
186﴿ (Habîbim!) Kullarım sana Ben(im onlara yakınlık veyâ uzaklık hâlim)den sorduğu zaman (sen onlara bildir ki); şüphesiz Ben (mekân îtibârıyla yakınlık ve uzaklıktan münezzehim ama onların bütün hâllerini bilme ve duâlarını kabûl etme açısından kendilerine) Karîb’im (çok yakınım). Duâ edenin duâsını Bana yalvardığı anda kabûl ederim. Öyleyse (duâ ettiklerinde Ben onlara icâbet ettiğim gibi, Ben de onları îmân ve tâata çağırdığımda) Bana tam mânâsıyla icâbette bulunsunlar /o hâlde Benden (duâları için) kabûl istesinler/ ve Bana (dâimâ) îmân etsinler ki onlar hakka isâbet edebilsinler (ve bu sâyede dînî ve dünyevî kârlarına erişebilsinler).