v02.01.25 Geliştirme Notları
Nahl Sûresi
270
Cuz 14
35﴿ Bir de o şirk koşmuş olan kimseler: “Allâh (Kendisinden başka bir şeye tapmamamızı) dileseydi biz O’ndan başka hiçbir şeye tapmazdık, babalarımız da (O’ndan gayrine tapar) olmazdı, ayrıca O(nun rızâsı) olmaksızın hiçbir şeyi de (kendiliğimizden) haram kılmazdık” dedi(ler). (Habîbim! Oysa Biz, onların irâdelerini şirk yönünde kullandığını bildiğimiz için buna müsâade ettik ama bu Bizim, onların kâfirliğine râzı olduğumuz anlamına gelmez.) İşte sana! Onlardan öncekiler de (şirk koşma, birtakım hayvanlardan istifâdeyi haram kılma ve peygamberleriyle çekişme gibi) böyle (suçlar) yapmıştı. Artık (Allâh’ın elçiliklerini kullarına ulaştırmakla görevlendirilmiş olan) rasüller üzerinde ancak, (vahyedilen hükümleri) açıklayıcı bir (duyuru ve) tebliğ vardır. (Onlar da bu görevi hakkıyla îfâ etmişlerdir.) Kâfirlerin, kendi yaptıkları suçları Allâh-u Te‘âlâ’nın dilemesine bağlamasından yola çıkan Cebriyye ve Mu‘tezile gibi bâzı sapık fırkalar, “İlâhî irâde ve meşîet” konusunda bozuk inançlara sapmışlardır. Tek kurtulacak fırka olan Ehl-i Sünnet ve’l-Cemâat mezhebimizin bu husustaki doğru görüşünü anlamak için bkz: el-En‘âm Sûresi:148. âyet-i kerîmenin tefsîri; Rûhu’l-Furkān Tefsîri, 12/219-228
36﴿ (Evet, peygamberlerin vazîfesi ancak açık seçik bir duyurudur. Bu yüzden) andolsun ki; elbette Biz: “(Ey insanlar! Sâdece) Allâh’a kulluk edin ve (sapıklığa çağıran her türlü insan ve cin şeytanlarını temsil eden) tâğut(a uymak)tan sakının” (şeklindeki hükmümüzü, gönderildikleri kullara ulaştırsınlar) diye her bir ümmet içerisinde gerçekten bir rasûl göndermişizdir. Artık Allâh onlardan kimini(n hidâyet arayışına yöneldiğini ve sâhip olduğu cüzî irâdeyi ve kudreti o yönde sarf ettiğini görerek, kendilerini) hidâyet etmiştir, onlardan kimi ise; (hidâyeti bulma yönünde hiçbir imkânını sarf etmeyip, bilakis duyduğu ve gördüğü âyetlere karşı kör ve sağır kaldığından dolayı) onun üzerine de sapıtma (fermânı) kesinleşmiştir. (Ey kendi günahlarını Allâh’ın irâdesine bağlayarak sorumluluktan sıyrılmaya çalışan müşrikler!) Öyleyse hemen yer(yüzün)de yürüyün (gezin) de sonra bakın ki; o (Âd ve Semûd kavmi gibi sizden önce geçmiş olanlardan sizin gibi kendi peygamberlerini inkâr ederek) tekzîb edenlerin (fecî) âkıbeti nice olmuş!
37﴿ (Habîbim!) Sen onların hidâyet(e erişmeler)ine (ne kadar) düşkün olsan (da şunu iyi bilesin ki), işte şüphesiz Allâh, (sapıklığı seçtiğini ve hidâyet bulma yönünde hiçbir gayret göstermediğini bildiği için) saptırmakta olduğu bir kimseyi (zorla) hidâyet etmez. Zâten onlar(ı doğru yola ulaştırmak ve hak ettikleri azaptan kurtarmak) için (kendilerine) yardımcı (olacak şefâatçı)lardan hiçbiri yoktur.
38﴿ Bir de o (müşrik ola)nlar (kendi günahlarından Allâh-u Te‘âlâ’yı sorumlu tutmakla yetinmediler de) en güçlü yeminleri (yapmak sûreti) ile Allâh’a kasemde bulundular ki: “Ölecek bir kimseyi Allâh diriltmeyecektir.” Hayır! (Elbette diriltecektir. Bu diriltme sözü) O’nun (yerine getirmeyi) üstlenmiş olduğu hak (ve gerçek) olan bir vaad olarak (kesinlik kazanmıştır)! Lâkin insanların ekseriyeti ise (Allâh-u Te‘âlâ’ya âit ilim, kudret ve hikmet gibi üstün sıfatları bilmediklerinden, O’nun kendilerini diriltme gücüne sâhip olduğunu da) bilmezler.
39﴿ (Bütün kullar elbette diriltilecektir) tâ ki O (Allâh-u Te‘âlâ) onlara, kendisi hakkında (kesin karar veremeyip, bile bile) sürekli ihtilâf etmekte oldukları o (hakîkatleri, özellikle de dirilme konusu gibi önemli bir) şeyi iyice açıklasın, bir de o kâfir olmuş kimseler bilsin ki, gerçekten onlar (dirilmeyi inkâr husûsunda sarf ettikleri sözlerde) yalancı kimseler olmuştular.
40﴿ (Bizim diriltme gücümüzü uzak görmenin hiçbir mantıklı îzâhı olamaz. Zîrâ) Biz bir şeyi (yaratmayı) murâd ettiğimiz zaman ona buyruğumuz, ona ancak (harften ve sesten münezzeh olarak): “Vâr ol” buyurmamızdır ki, o da hemen var olur.
41﴿ O kimseler ki (müşrikler tarafından) zulme uğratılmalarının ardından Allâh için (en sevdikleri yerlerini, yurtlarını ve yakınlarını terk ederek İslâm’ı rahatça yaşayabilecekleri yerlere) hicret etmiştirler, andolsun ki; elbette Biz de onları dünyâda çok güzel bir yer (olan Medîne’y)e yerleştireceğiz. Elbette âhiret mükâfâtı ise (dünyâda kendilerine peşînen verilen nîmetlerden) daha büyüktür. Eğer onlar(ı yurtlarından çıkaran kâfirler ve hicretten geri kalan Müslümanlar, muhâcirler için iki cihanda hazırlanmakta olan hayırları) bilmekte olsaydılar (elbette Müslüman olup onlara tâbi olurdular). /Eğer (muhâcirler kendilerine hazırlanmakta olan mükâfatları görür gibi) bilmekte olsaydılar (hicret yolunda çektikleri zorluklardan hiç acı duymazdılar, bilakis sevince boğulurdular)./
42﴿ O kimseleri(n amellerini takdîre değer bularak özellikle methederim) ki; onlar (çektikleri zulüm ve eziyetlere karşı hiç pişmanlık çekmeksizin) sabretmişlerdir ve onlar (her hususta) ancak Rablerine tevekkül etmektedirler.
سُورَةُ النَّحْلِ
الجزء ١٤
٢٧٠
وَقَالَ الَّذ۪ينَ اَشْرَكُوا لَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَا عَبَدْنَا مِنْ دُونِه۪ مِنْ شَيْءٍ نَحْنُ وَلَٓا اٰبَٓاؤُ۬نَا وَلَا حَرَّمْنَا مِنْ دُونِه۪ مِنْ شَيْءٍۜ كَذٰلِكَ فَعَلَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۚ فَهَلْ عَلَى الرُّسُلِ اِلَّا الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ ﴿٣٥
وَلَقَدْ بَعَثْنَا ف۪ي كُلِّ اُمَّةٍ رَسُولًا اَنِ اعْبُدُوا اللّٰهَ وَاجْتَنِبُوا الطَّاغُوتَۚ فَمِنْهُمْ مَنْ هَدَى اللّٰهُ وَمِنْهُمْ مَنْ حَقَّتْ عَلَيْهِ الضَّلَالَةُۜ فَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّب۪ينَ ﴿٣٦
اِنْ تَحْرِصْ عَلٰى هُدٰيهُمْ فَاِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْد۪ي مَنْ يُضِلُّ وَمَا لَهُمْ مِنْ نَاصِر۪ينَ ﴿٣٧
وَاَقْسَمُوا بِاللّٰهِ جَهْدَ اَيْمَانِهِمْۙ لَا يَبْعَثُ اللّٰهُ مَنْ يَمُوتُۜ بَلٰى وَعْدًا عَلَيْهِ حَقًّا وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَۙ ﴿٣٨
لِيُبَيِّنَ لَهُمُ الَّذ۪ي يَخْتَلِفُونَ ف۪يهِ وَلِيَعْلَمَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَنَّهُمْ كَانُوا كَاذِب۪ينَ ﴿٣٩
اِنَّمَا قَوْلُنَا لِشَيْءٍ اِذَٓا اَرَدْنَاهُ اَنْ نَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ۟ ﴿٤٠
وَالَّذ۪ينَ هَاجَرُوا فِي اللّٰهِ مِنْ بَعْدِ مَا ظُلِمُوا لَنُبَوِّئَنَّهُمْ فِي الدُّنْيَا حَسَنَةًۜ وَلَاَجْرُ الْاٰخِرَةِ اَكْبَرُۢ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَۙ ﴿٤١
اَلَّذ۪ينَ صَبَرُوا وَعَلٰى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ ﴿٤٢
Nahl Sûresi
270
Cuz 14
وَقَالَ الَّذ۪ينَ اَشْرَكُوا لَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَا عَبَدْنَا مِنْ دُونِه۪ مِنْ شَيْءٍ نَحْنُ وَلَٓا اٰبَٓاؤُ۬نَا وَلَا حَرَّمْنَا مِنْ دُونِه۪ مِنْ شَيْءٍۜ كَذٰلِكَ فَعَلَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۚ فَهَلْ عَلَى الرُّسُلِ اِلَّا الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ ﴿٣٥
35﴿ Bir de o şirk koşmuş olan kimseler: “Allâh (Kendisinden başka bir şeye tapmamamızı) dileseydi biz O’ndan başka hiçbir şeye tapmazdık, babalarımız da (O’ndan gayrine tapar) olmazdı, ayrıca O(nun rızâsı) olmaksızın hiçbir şeyi de (kendiliğimizden) haram kılmazdık” dedi(ler). (Habîbim! Oysa Biz, onların irâdelerini şirk yönünde kullandığını bildiğimiz için buna müsâade ettik ama bu Bizim, onların kâfirliğine râzı olduğumuz anlamına gelmez.) İşte sana! Onlardan öncekiler de (şirk koşma, birtakım hayvanlardan istifâdeyi haram kılma ve peygamberleriyle çekişme gibi) böyle (suçlar) yapmıştı. Artık (Allâh’ın elçiliklerini kullarına ulaştırmakla görevlendirilmiş olan) rasüller üzerinde ancak, (vahyedilen hükümleri) açıklayıcı bir (duyuru ve) tebliğ vardır. (Onlar da bu görevi hakkıyla îfâ etmişlerdir.) Kâfirlerin, kendi yaptıkları suçları Allâh-u Te‘âlâ’nın dilemesine bağlamasından yola çıkan Cebriyye ve Mu‘tezile gibi bâzı sapık fırkalar, “İlâhî irâde ve meşîet” konusunda bozuk inançlara sapmışlardır. Tek kurtulacak fırka olan Ehl-i Sünnet ve’l-Cemâat mezhebimizin bu husustaki doğru görüşünü anlamak için bkz: el-En‘âm Sûresi:148. âyet-i kerîmenin tefsîri; Rûhu’l-Furkān Tefsîri, 12/219-228
وَلَقَدْ بَعَثْنَا ف۪ي كُلِّ اُمَّةٍ رَسُولًا اَنِ اعْبُدُوا اللّٰهَ وَاجْتَنِبُوا الطَّاغُوتَۚ فَمِنْهُمْ مَنْ هَدَى اللّٰهُ وَمِنْهُمْ مَنْ حَقَّتْ عَلَيْهِ الضَّلَالَةُۜ فَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّب۪ينَ ﴿٣٦
36﴿ (Evet, peygamberlerin vazîfesi ancak açık seçik bir duyurudur. Bu yüzden) andolsun ki; elbette Biz: “(Ey insanlar! Sâdece) Allâh’a kulluk edin ve (sapıklığa çağıran her türlü insan ve cin şeytanlarını temsil eden) tâğut(a uymak)tan sakının” (şeklindeki hükmümüzü, gönderildikleri kullara ulaştırsınlar) diye her bir ümmet içerisinde gerçekten bir rasûl göndermişizdir. Artık Allâh onlardan kimini(n hidâyet arayışına yöneldiğini ve sâhip olduğu cüzî irâdeyi ve kudreti o yönde sarf ettiğini görerek, kendilerini) hidâyet etmiştir, onlardan kimi ise; (hidâyeti bulma yönünde hiçbir imkânını sarf etmeyip, bilakis duyduğu ve gördüğü âyetlere karşı kör ve sağır kaldığından dolayı) onun üzerine de sapıtma (fermânı) kesinleşmiştir. (Ey kendi günahlarını Allâh’ın irâdesine bağlayarak sorumluluktan sıyrılmaya çalışan müşrikler!) Öyleyse hemen yer(yüzün)de yürüyün (gezin) de sonra bakın ki; o (Âd ve Semûd kavmi gibi sizden önce geçmiş olanlardan sizin gibi kendi peygamberlerini inkâr ederek) tekzîb edenlerin (fecî) âkıbeti nice olmuş!
اِنْ تَحْرِصْ عَلٰى هُدٰيهُمْ فَاِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْد۪ي مَنْ يُضِلُّ وَمَا لَهُمْ مِنْ نَاصِر۪ينَ ﴿٣٧
37﴿ (Habîbim!) Sen onların hidâyet(e erişmeler)ine (ne kadar) düşkün olsan (da şunu iyi bilesin ki), işte şüphesiz Allâh, (sapıklığı seçtiğini ve hidâyet bulma yönünde hiçbir gayret göstermediğini bildiği için) saptırmakta olduğu bir kimseyi (zorla) hidâyet etmez. Zâten onlar(ı doğru yola ulaştırmak ve hak ettikleri azaptan kurtarmak) için (kendilerine) yardımcı (olacak şefâatçı)lardan hiçbiri yoktur.
وَاَقْسَمُوا بِاللّٰهِ جَهْدَ اَيْمَانِهِمْۙ لَا يَبْعَثُ اللّٰهُ مَنْ يَمُوتُۜ بَلٰى وَعْدًا عَلَيْهِ حَقًّا وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَۙ ﴿٣٨
38﴿ Bir de o (müşrik ola)nlar (kendi günahlarından Allâh-u Te‘âlâ’yı sorumlu tutmakla yetinmediler de) en güçlü yeminleri (yapmak sûreti) ile Allâh’a kasemde bulundular ki: “Ölecek bir kimseyi Allâh diriltmeyecektir.” Hayır! (Elbette diriltecektir. Bu diriltme sözü) O’nun (yerine getirmeyi) üstlenmiş olduğu hak (ve gerçek) olan bir vaad olarak (kesinlik kazanmıştır)! Lâkin insanların ekseriyeti ise (Allâh-u Te‘âlâ’ya âit ilim, kudret ve hikmet gibi üstün sıfatları bilmediklerinden, O’nun kendilerini diriltme gücüne sâhip olduğunu da) bilmezler.
لِيُبَيِّنَ لَهُمُ الَّذ۪ي يَخْتَلِفُونَ ف۪يهِ وَلِيَعْلَمَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَنَّهُمْ كَانُوا كَاذِب۪ينَ ﴿٣٩
39﴿ (Bütün kullar elbette diriltilecektir) tâ ki O (Allâh-u Te‘âlâ) onlara, kendisi hakkında (kesin karar veremeyip, bile bile) sürekli ihtilâf etmekte oldukları o (hakîkatleri, özellikle de dirilme konusu gibi önemli bir) şeyi iyice açıklasın, bir de o kâfir olmuş kimseler bilsin ki, gerçekten onlar (dirilmeyi inkâr husûsunda sarf ettikleri sözlerde) yalancı kimseler olmuştular.
اِنَّمَا قَوْلُنَا لِشَيْءٍ اِذَٓا اَرَدْنَاهُ اَنْ نَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ۟ ﴿٤٠
40﴿ (Bizim diriltme gücümüzü uzak görmenin hiçbir mantıklı îzâhı olamaz. Zîrâ) Biz bir şeyi (yaratmayı) murâd ettiğimiz zaman ona buyruğumuz, ona ancak (harften ve sesten münezzeh olarak): “Vâr ol” buyurmamızdır ki, o da hemen var olur.
وَالَّذ۪ينَ هَاجَرُوا فِي اللّٰهِ مِنْ بَعْدِ مَا ظُلِمُوا لَنُبَوِّئَنَّهُمْ فِي الدُّنْيَا حَسَنَةًۜ وَلَاَجْرُ الْاٰخِرَةِ اَكْبَرُۢ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَۙ ﴿٤١
41﴿ O kimseler ki (müşrikler tarafından) zulme uğratılmalarının ardından Allâh için (en sevdikleri yerlerini, yurtlarını ve yakınlarını terk ederek İslâm’ı rahatça yaşayabilecekleri yerlere) hicret etmiştirler, andolsun ki; elbette Biz de onları dünyâda çok güzel bir yer (olan Medîne’y)e yerleştireceğiz. Elbette âhiret mükâfâtı ise (dünyâda kendilerine peşînen verilen nîmetlerden) daha büyüktür. Eğer onlar(ı yurtlarından çıkaran kâfirler ve hicretten geri kalan Müslümanlar, muhâcirler için iki cihanda hazırlanmakta olan hayırları) bilmekte olsaydılar (elbette Müslüman olup onlara tâbi olurdular). /Eğer (muhâcirler kendilerine hazırlanmakta olan mükâfatları görür gibi) bilmekte olsaydılar (hicret yolunda çektikleri zorluklardan hiç acı duymazdılar, bilakis sevince boğulurdular)./
اَلَّذ۪ينَ صَبَرُوا وَعَلٰى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ ﴿٤٢
42﴿ O kimseleri(n amellerini takdîre değer bularak özellikle methederim) ki; onlar (çektikleri zulüm ve eziyetlere karşı hiç pişmanlık çekmeksizin) sabretmişlerdir ve onlar (her hususta) ancak Rablerine tevekkül etmektedirler.