v02.01.25 Geliştirme Notları
Nahl Sûresi
271
Cuz 14
43﴿ (Habîbim! Allâh’ın beşerden bir Rasûl göndermesine akıl erdiremeyip, peygamberin ancak melekten olması gerektiğini sanan o müşriklere de ki:) Biz senden önce de (insanlara peygamber olarak melekler göndermeyip) ancak rasûl olarak birtakım erkekler göndermiştik ki kendilerine vahiyde bulunuyorduk. Eğer siz (Kitap Ehli olmadığınız için bu konunun hakîkatini) bilmemekte olduysanız hemen (sizden önce Tevrât ve İncîl kitaplarında kendilerine bu gerçek bildirilmiş olan) o zikir ehlin(den sizce güvenilir olan kimseler)e sorun (ve böylece evvelden beri insanlara peygamber olarak melekler değil de, ancak aralarından iyice tanıyıp bildikleri bâzı insanlar gönderilmiş olduğunu öğrenin). /Eğer siz bilmemekte olduysanız hemen (kendilerine Kur’ân ilmi verilmiş olan) o zikir ehline sorun./
44﴿ (Biz senden önce de peygamberleri) çok açık mûcizelerle ve (ümmetleriyle ilgili emir ve yasakları bildiren) kitaplarla (göndermiştik). Sana da bu (türlü türlü öğüt ve uyarıları ihtivâ eden Kur’ân gibi bir) zikri, kendilerine indirilmiş olan şeyleri bütün insanlara açıklayasın diye indirdik. Tâ ki böylece onlar (Kur’ân’da bulunan hakîkatleri) iyice düşünsünler (de kötülüklerden sakınsınlar). Bu âyetten açıkça anlaşıldığı üzere; bâtıl ehlinin: “Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) sâdece kendisine indirileni tebliğ edicidir” şeklindeki sözleri aslâ doğru değildir. Bilakis “Teblîğ” göreviyle birlikte “Tebyîn” vazîfesi de sâdece ona âittir. Buna göre; bir âyetin tefsîri hakkında hadîs-i şerîf ya da Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)den bizzât veyâ bilvâsıta öğrenmiş bulunan sahâbe ve tâbi‘înden gelen rivâyetler varsa, o âyet-i kerîme başka şekilde tefsîr edilemez. Dolayısıyla o âyeti o rivâyetlerle çelişecek şekilde yorumlamaya hiçbir kimsenin yetkisi yoktur.
45﴿ Yoksa o (İslâm’ı imhâ etmek ve inanmak isteyenleri engellemek için her türlü) kötü işleri hîle olarak kurmuş olan kimseler, Allâh’ın kendilerini yere batırmasından ya da (belâya çarpılacaklarını) hiç fark etmeyecekleri bir yerden kendilerine azap gelmesinden emin mi oldu(lar ki, hâlâ bizim peygamberimizi inkârda ısrâr etmektedirler)?!
46﴿ Ya da (o azâbın, yolculuklarda veyâ yataklarında) dönüp durmaları (sırası)nda onları yakalayıvermesinden (güvence mi aldılar)?! Ama onlar aslâ (Bizi onlara azap etmekten) âciz bırakan kimseler değillerdir!
47﴿ Yâhut (şiddetli kasırgalar ve zelzeleler gibi korkunç hâdiselerden) büyük bir korku üzere (bulundukları sıra azâbın) onları yakalamasından /veyâ (canları ve malları hakkında) yavaş yavaş eksiltme (ve çeşitli nedenlerle aşındıra aşındıra yok etme kānunu) üzere onları yakalamasından/ (güvence mi aldılar da, hiç istiflerini bozmadan hâlâ kâfirlikte ısrâr ediyorlar)?! (Evet, Rabbiniz size hiçbir alâmet hissettirmeksizin ânîden azâba çarptırma yolunu tercih etmemiştir.) Çünkü gerçekten sizin Rabbiniz elbette (sizi esirgediği için azâbı hak etmenize rağmen mühlet veren bir) Raûf’dur, (kullarına son derece acıdığından, onlara çarçabuk azap etmeyip, günahlarından dönme imkânı veren bir) Rahîm’dir.
48﴿ O (İslâm aleyhine gizli faaliyetlerde buluna)nlar Allâh’ın yaratmış olduğu (gölgeye sâhip varlıklardan) herhangi bir şeyi görmediler mi ki; onun gölgeleri (uzama ve kısalma gibi hususlarda) Allâh’a (itâatle) secde ediciler hâlinde /Allâh için secde yapanlar (gibi yere yapışmışlar) hâlinde/ (bulundukları yönler îtibârıyla, güneşin yükseliş ve alçalış zamanlarına göre) sağ(ların)dan ve sollar(ın)-dan (başlayarak bir yandan bir yana) sürekli dönmektedir. Zâten o (yaratılmış ola)nlar (kendilerinden istenen tüm görevlere karşı) boyun eğici (emre âmâde) şeylerdir. Bu “Secde”den; “Teslîmiyet, boyun eğme ve emre itâat” gibi mânâlar kastedilmiş olabilir ki buna göre her şeyin, Allâh-u Te‘âlâ’nın murâdı üzere deverân ettiği hakîkatine işâret edilmiştir. Ama secdenin hakîkî mânâda değerlendirilmesi de uzak sayılmaz. Nitekim Mücâhid (Rahimehullâh)ın: “Zevâl vakti her şey Allâh’a secde eder” şeklindeki beyânı ve “Sâhibi secde etsin etmesin her şey hattâ kâfirin gölgesi bile Allâh’a secde etmektedir” şeklindeki rivâyetler bu görüşü teyid eder mâhiyettedir. (el-Hâzin, Lübâbü’t-te’vîl, -Mecmû‘atü’t-tefâsîr-, 3/607)
49﴿ Zâten (secde yapmak, gölgesi olan varlıklara has değildir, doğrusu) her hareket sâhibi canlıdan göklerde olan şeyler de, yerde bulunan şeyler de, melekler de sâdece Allâh’a secde eder ki onlar (secdeden imtinâ ederek) büyüklük taslama(k bir yana, bunun) arzusunda dahî bulunmazlar.
50﴿ Onlar üzerlerinden (başlarına gelebilecek bir azaptan) sebep Rablerinden korkarlar ve emrolunmakta oldukları (ibâdetleri de, âlemin yönetimiyle ilgili) şeyleri (de hiçbir ihmâl göstermeksizin hakkıyla) yaparlar.
51﴿ Allâh(-u Te‘âlâ peygamberleri vâsıtasıyla) buyurmuştur ki: “(Ey Benim kullarım!) İki ilâh edinmeyin. Ancak O, bir olan tek İlâh’tır. Artık siz (Bana şirk koşma husûsunda) sâdece Benden korkun, Benden!”
52﴿ Göklerde ve yerde bulunanlar (yaratma ve mülkiyet bakımından) sâdece O’na âittir. Gerekli ve sürekli itâat de /külfetlere katlanılmaya değer ibâdet(ler) de /(îmân edenlere sevâbı dâim, inkârcılara ise azâbı) sürekli (olan) cezâ(ları uygulamak) da/ yalnızca O’na mahsustur. Artık siz hâlâ Allâh’tan başkasından mı sakınmaktasınız?!
53﴿ Ayrıca (maddî ve mânevî) nîmet olarak sizde ne bulunuyorsa sâdece Allâh’tandır. (Şimdi bunun farkında değilseniz de) sonra size (en ufak) bir zarar dokun(acak ol)sa nihâyet (kurtulmak için) ancak O’na seslice yalvarıp yakarmaktasınız.
54﴿ Sonra sizden o zararı açtığı zaman, o an içinizden bir fırka (dara düştüklerinde Kendisine yalvardıkları O yüce) Rablerine şirk koşmayı sürdürürler.
سُورَةُ النَّحْلِ
الجزء ١٤
٢٧١
وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ اِلَّا رِجَالًا نُوح۪ٓي اِلَيْهِمْ فَسْـَٔلُٓوا اَهْلَ الذِّكْرِ اِنْ كُنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَۙ ﴿٤٣
بِالْبَيِّنَاتِ وَالزُّبُرِۜ وَاَنْزَلْنَٓا اِلَيْكَ الذِّكْرَ لِتُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ اِلَيْهِمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ ﴿٤٤
اَفَاَمِنَ الَّذ۪ينَ مَكَرُوا السَّيِّـَٔاتِ اَنْ يَخْسِفَ اللّٰهُ بِهِمُ الْاَرْضَ اَوْ يَأْتِيَهُمُ الْعَذَابُ مِنْ حَيْثُ لَا يَشْعُرُونَۙ ﴿٤٥
اَوْ يَأْخُذَهُمْ ف۪ي تَقَلُّبِهِمْ فَمَا هُمْ بِمُعْجِز۪ينَۙ ﴿٤٦
اَوْ يَأْخُذَهُمْ عَلٰى تَخَوُّفٍۜ فَاِنَّ رَبَّكُمْ لَرَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ ﴿٤٧
اَوَلَمْ يَرَوْا اِلٰى مَا خَلَقَ اللّٰهُ مِنْ شَيْءٍ يَتَفَيَّؤُ۬ا ظِلَالُهُ عَنِ الْيَم۪ينِ وَالشَّمَٓائِلِ سُجَّدًا لِلّٰهِ وَهُمْ دَاخِرُونَ ﴿٤٨
وَلِلّٰهِ يَسْجُدُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ مِنْ دَٓابَّةٍ وَالْمَلٰٓئِكَةُ وَهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ ﴿٤٩
يَخَافُونَ رَبَّهُمْ مِنْ فَوْقِهِمْ وَيَفْعَلُونَ مَا يُؤْمَرُونَ۟ ﴿٥٠
وَقَالَ اللّٰهُ لَا تَتَّخِذُٓوا اِلٰهَيْنِ اثْنَيْنِۚ اِنَّمَا هُوَ اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ فَاِيَّايَ فَارْهَبُونِ ﴿٥١
وَلَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَلَهُ الدّ۪ينُ وَاصِبًاۜ اَفَغَيْرَ اللّٰهِ تَتَّقُونَ ﴿٥٢
وَمَا بِكُمْ مِنْ نِعْمَةٍ فَمِنَ اللّٰهِ ثُمَّ اِذَا مَسَّكُمُ الضُّرُّ فَاِلَيْهِ تَجْـَٔرُونَۚ ﴿٥٣
ثُمَّ اِذَا كَشَفَ الضُّرَّ عَنْكُمْ اِذَا فَر۪يقٌ مِنْكُمْ بِرَبِّهِمْ يُشْرِكُونَۙ ﴿٥٤
Nahl Sûresi
271
Cuz 14
وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ اِلَّا رِجَالًا نُوح۪ٓي اِلَيْهِمْ فَسْـَٔلُٓوا اَهْلَ الذِّكْرِ اِنْ كُنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَۙ ﴿٤٣
43﴿ (Habîbim! Allâh’ın beşerden bir Rasûl göndermesine akıl erdiremeyip, peygamberin ancak melekten olması gerektiğini sanan o müşriklere de ki:) Biz senden önce de (insanlara peygamber olarak melekler göndermeyip) ancak rasûl olarak birtakım erkekler göndermiştik ki kendilerine vahiyde bulunuyorduk. Eğer siz (Kitap Ehli olmadığınız için bu konunun hakîkatini) bilmemekte olduysanız hemen (sizden önce Tevrât ve İncîl kitaplarında kendilerine bu gerçek bildirilmiş olan) o zikir ehlin(den sizce güvenilir olan kimseler)e sorun (ve böylece evvelden beri insanlara peygamber olarak melekler değil de, ancak aralarından iyice tanıyıp bildikleri bâzı insanlar gönderilmiş olduğunu öğrenin). /Eğer siz bilmemekte olduysanız hemen (kendilerine Kur’ân ilmi verilmiş olan) o zikir ehline sorun./
بِالْبَيِّنَاتِ وَالزُّبُرِۜ وَاَنْزَلْنَٓا اِلَيْكَ الذِّكْرَ لِتُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ اِلَيْهِمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ ﴿٤٤
44﴿ (Biz senden önce de peygamberleri) çok açık mûcizelerle ve (ümmetleriyle ilgili emir ve yasakları bildiren) kitaplarla (göndermiştik). Sana da bu (türlü türlü öğüt ve uyarıları ihtivâ eden Kur’ân gibi bir) zikri, kendilerine indirilmiş olan şeyleri bütün insanlara açıklayasın diye indirdik. Tâ ki böylece onlar (Kur’ân’da bulunan hakîkatleri) iyice düşünsünler (de kötülüklerden sakınsınlar). Bu âyetten açıkça anlaşıldığı üzere; bâtıl ehlinin: “Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) sâdece kendisine indirileni tebliğ edicidir” şeklindeki sözleri aslâ doğru değildir. Bilakis “Teblîğ” göreviyle birlikte “Tebyîn” vazîfesi de sâdece ona âittir. Buna göre; bir âyetin tefsîri hakkında hadîs-i şerîf ya da Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)den bizzât veyâ bilvâsıta öğrenmiş bulunan sahâbe ve tâbi‘înden gelen rivâyetler varsa, o âyet-i kerîme başka şekilde tefsîr edilemez. Dolayısıyla o âyeti o rivâyetlerle çelişecek şekilde yorumlamaya hiçbir kimsenin yetkisi yoktur.
اَفَاَمِنَ الَّذ۪ينَ مَكَرُوا السَّيِّـَٔاتِ اَنْ يَخْسِفَ اللّٰهُ بِهِمُ الْاَرْضَ اَوْ يَأْتِيَهُمُ الْعَذَابُ مِنْ حَيْثُ لَا يَشْعُرُونَۙ ﴿٤٥
45﴿ Yoksa o (İslâm’ı imhâ etmek ve inanmak isteyenleri engellemek için her türlü) kötü işleri hîle olarak kurmuş olan kimseler, Allâh’ın kendilerini yere batırmasından ya da (belâya çarpılacaklarını) hiç fark etmeyecekleri bir yerden kendilerine azap gelmesinden emin mi oldu(lar ki, hâlâ bizim peygamberimizi inkârda ısrâr etmektedirler)?!
اَوْ يَأْخُذَهُمْ ف۪ي تَقَلُّبِهِمْ فَمَا هُمْ بِمُعْجِز۪ينَۙ ﴿٤٦
46﴿ Ya da (o azâbın, yolculuklarda veyâ yataklarında) dönüp durmaları (sırası)nda onları yakalayıvermesinden (güvence mi aldılar)?! Ama onlar aslâ (Bizi onlara azap etmekten) âciz bırakan kimseler değillerdir!
اَوْ يَأْخُذَهُمْ عَلٰى تَخَوُّفٍۜ فَاِنَّ رَبَّكُمْ لَرَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ ﴿٤٧
47﴿ Yâhut (şiddetli kasırgalar ve zelzeleler gibi korkunç hâdiselerden) büyük bir korku üzere (bulundukları sıra azâbın) onları yakalamasından /veyâ (canları ve malları hakkında) yavaş yavaş eksiltme (ve çeşitli nedenlerle aşındıra aşındıra yok etme kānunu) üzere onları yakalamasından/ (güvence mi aldılar da, hiç istiflerini bozmadan hâlâ kâfirlikte ısrâr ediyorlar)?! (Evet, Rabbiniz size hiçbir alâmet hissettirmeksizin ânîden azâba çarptırma yolunu tercih etmemiştir.) Çünkü gerçekten sizin Rabbiniz elbette (sizi esirgediği için azâbı hak etmenize rağmen mühlet veren bir) Raûf’dur, (kullarına son derece acıdığından, onlara çarçabuk azap etmeyip, günahlarından dönme imkânı veren bir) Rahîm’dir.
اَوَلَمْ يَرَوْا اِلٰى مَا خَلَقَ اللّٰهُ مِنْ شَيْءٍ يَتَفَيَّؤُ۬ا ظِلَالُهُ عَنِ الْيَم۪ينِ وَالشَّمَٓائِلِ سُجَّدًا لِلّٰهِ وَهُمْ دَاخِرُونَ ﴿٤٨
48﴿ O (İslâm aleyhine gizli faaliyetlerde buluna)nlar Allâh’ın yaratmış olduğu (gölgeye sâhip varlıklardan) herhangi bir şeyi görmediler mi ki; onun gölgeleri (uzama ve kısalma gibi hususlarda) Allâh’a (itâatle) secde ediciler hâlinde /Allâh için secde yapanlar (gibi yere yapışmışlar) hâlinde/ (bulundukları yönler îtibârıyla, güneşin yükseliş ve alçalış zamanlarına göre) sağ(ların)dan ve sollar(ın)-dan (başlayarak bir yandan bir yana) sürekli dönmektedir. Zâten o (yaratılmış ola)nlar (kendilerinden istenen tüm görevlere karşı) boyun eğici (emre âmâde) şeylerdir. Bu “Secde”den; “Teslîmiyet, boyun eğme ve emre itâat” gibi mânâlar kastedilmiş olabilir ki buna göre her şeyin, Allâh-u Te‘âlâ’nın murâdı üzere deverân ettiği hakîkatine işâret edilmiştir. Ama secdenin hakîkî mânâda değerlendirilmesi de uzak sayılmaz. Nitekim Mücâhid (Rahimehullâh)ın: “Zevâl vakti her şey Allâh’a secde eder” şeklindeki beyânı ve “Sâhibi secde etsin etmesin her şey hattâ kâfirin gölgesi bile Allâh’a secde etmektedir” şeklindeki rivâyetler bu görüşü teyid eder mâhiyettedir. (el-Hâzin, Lübâbü’t-te’vîl, -Mecmû‘atü’t-tefâsîr-, 3/607)
وَلِلّٰهِ يَسْجُدُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ مِنْ دَٓابَّةٍ وَالْمَلٰٓئِكَةُ وَهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ ﴿٤٩
49﴿ Zâten (secde yapmak, gölgesi olan varlıklara has değildir, doğrusu) her hareket sâhibi canlıdan göklerde olan şeyler de, yerde bulunan şeyler de, melekler de sâdece Allâh’a secde eder ki onlar (secdeden imtinâ ederek) büyüklük taslama(k bir yana, bunun) arzusunda dahî bulunmazlar.
يَخَافُونَ رَبَّهُمْ مِنْ فَوْقِهِمْ وَيَفْعَلُونَ مَا يُؤْمَرُونَ۟ ﴿٥٠
50﴿ Onlar üzerlerinden (başlarına gelebilecek bir azaptan) sebep Rablerinden korkarlar ve emrolunmakta oldukları (ibâdetleri de, âlemin yönetimiyle ilgili) şeyleri (de hiçbir ihmâl göstermeksizin hakkıyla) yaparlar.
وَقَالَ اللّٰهُ لَا تَتَّخِذُٓوا اِلٰهَيْنِ اثْنَيْنِۚ اِنَّمَا هُوَ اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ فَاِيَّايَ فَارْهَبُونِ ﴿٥١
51﴿ Allâh(-u Te‘âlâ peygamberleri vâsıtasıyla) buyurmuştur ki: “(Ey Benim kullarım!) İki ilâh edinmeyin. Ancak O, bir olan tek İlâh’tır. Artık siz (Bana şirk koşma husûsunda) sâdece Benden korkun, Benden!”
وَلَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَلَهُ الدّ۪ينُ وَاصِبًاۜ اَفَغَيْرَ اللّٰهِ تَتَّقُونَ ﴿٥٢
52﴿ Göklerde ve yerde bulunanlar (yaratma ve mülkiyet bakımından) sâdece O’na âittir. Gerekli ve sürekli itâat de /külfetlere katlanılmaya değer ibâdet(ler) de /(îmân edenlere sevâbı dâim, inkârcılara ise azâbı) sürekli (olan) cezâ(ları uygulamak) da/ yalnızca O’na mahsustur. Artık siz hâlâ Allâh’tan başkasından mı sakınmaktasınız?!
وَمَا بِكُمْ مِنْ نِعْمَةٍ فَمِنَ اللّٰهِ ثُمَّ اِذَا مَسَّكُمُ الضُّرُّ فَاِلَيْهِ تَجْـَٔرُونَۚ ﴿٥٣
53﴿ Ayrıca (maddî ve mânevî) nîmet olarak sizde ne bulunuyorsa sâdece Allâh’tandır. (Şimdi bunun farkında değilseniz de) sonra size (en ufak) bir zarar dokun(acak ol)sa nihâyet (kurtulmak için) ancak O’na seslice yalvarıp yakarmaktasınız.
ثُمَّ اِذَا كَشَفَ الضُّرَّ عَنْكُمْ اِذَا فَر۪يقٌ مِنْكُمْ بِرَبِّهِمْ يُشْرِكُونَۙ ﴿٥٤
54﴿ Sonra sizden o zararı açtığı zaman, o an içinizden bir fırka (dara düştüklerinde Kendisine yalvardıkları O yüce) Rablerine şirk koşmayı sürdürürler.