v02.01.25 Geliştirme Notları
Nahl Sûresi
276
Cuz 14
88﴿ O kimseler ki kâfir olmuşturlar ve (bununla yetinmeyip başkalarını da) Allâh’ın yolun(a inanmak)dan engellemiştirler; (dünyâdayken insanların İslâm’a girmesine mâni olarak) sürekli fesat çıkarmakta oldukları için Biz (de) onlara o (cehennemde çektikleri) azâbın üstüne başka büyük bir azap artır(ma karârı al)mışızdır. Sa‘îd ibnü Cübeyr ve Süddî (Radıyallâhu Anhümâ)dan nakledildiğine göre; cehennem ehli oranın harâretinden daraldıkları zaman biraz su isterler sonra sığ bir su tabakasına geldiklerinde orada kendilerini kara katırlar kadar büyük akrepler ve develer kadar büyük engerek yılanları karşılayarak onları dâimâ sokarlar. İşte bu âyet-i kerîmede anlatılan “Ziyâde azap” bundan bahsetmektedir. (İbnü Ebî Hâtim, 7/2297; el-Âlûsî, 14/258)
89﴿ (Habîbim!) Bir günü de (düşün ve anlat) ki; (o gün) Biz her bir ümmet içerisinde (kendi milletlerinden ve yakînen tanıyıp bilmeleri hasebiyle) kendi nefislerinden (sayılan kişilerden seçip) tam bir şâhid (olarak göndermiş olduğumuz peygamberlerin)i onlara karşı ortaya çıkaracağız, seni de işte bunlara karşı gerçek bir şâhit olarak getireceğiz (işte o gün onların hâli nice olacak)! Böylece (anlaşıldığı üzere) bu kitâbı Biz sana (din konusunda insanların muhtaç olacakları) her bir şey için tam bir açıklama, Müslümanlar için de büyük bir hidâyet (rehberi), tam bir rahmet (vesîlesi) ve yüce bir müjde olsun için (gelişen olayların zaman ve zeminine göre) peyderpey indirmişizdir.
90﴿ Şüphesiz ki Allâh (her şeyi îzâh etmek üzere indirmiş olduğu kitâbında) adâleti (icrâ etmeyi), (muhtaçlara) iyilik yapmayı ve (özellikle) akrabâlık sâhibine (ihtiyaç duyduğu şeyleri) vermeyi (ve sıla-i rahimde bulunmayı) emretmektedir. (Zinâ ve cimrilik gibi) çok çirkin işleri, (kâfirlik, şirk vesâir günahlar gibi, dînin ve aklın reddettiği) münker (şeyler)i ve (insanlara) saldırıp zulmetmeyi yasaklamaktadır. O (Rabbiniz) size sürekli vaaz ediyor, tâ ki siz iyice düşünesiniz (de yola gelesiniz)! Âyet-i celîlede geçen “Adâlet”; kullar arasında bulunan hak ve hukûku gerektiği şekilde edâ etmek, herhangi bir varlığa zulüm yapmaktan sakınmak, her hak sâhibine hakkını tamâmen teslim etmek ve îtikād, amel, ahlâk gibi tüm konularda, aşırılık ve gevşeklik arasında orta yolu gözetmek anlamına gelen çok mânâlı bir kelimedir. “İhsân” ise; kötülük edene iyilik etmek, nâfilelere devâm etmek ve Allâh-u Te‘âlâ’yı görüyor gibi O’na ibâdet etmek mânâlarında tefsir edilmiştir. İbnü Mes‘ûd (Radıyallâhu Anh) bu âyet-i kerîme hakkında: “Kur’ân’da hayırları ve şerleri içerisinde toplayan en câmiiyyetli âyet bu âyettir” demiştir. Bundan dolayı her hutbenin sonunda her hatîp minber üzerinde bu âyeti okumaktadır. Hattâ: “Kur’ân’da bu âyetten başka bir şey bulunmasaydı, yine de onun her şeyi beyân etme vasfı yerini bulmuş olurdu” denilmiştir. Aynı zamanda bu âyet Osmân ibnü Maz‘ûn (Radıyallâhu Anh)ın Müslüman olmasına sebep olmuştur. Nitekim o şöyle anlatmıştır: “Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) bana defâlarca İslâm’ı teklif edince ondan utancıma Müslüman olmuştum fakat îmân kalbimde yerleşmemişti. Nihâyet bir kere ben onun yanındayken bu âyet inince îmân kalbimde karar kıldı. Sonra ben Velîd ibnü Muğîre ve Ebû Cehil gibi azılı kâfirlere bu âyeti okuduğumda onlar bile: ‘Bu insan sözü olamaz’ demek zorunda kaldılar.” (el-Beyzâvî, en-Nesefî, el-Hâzin)
91﴿ Ayrıca siz (herhangi bir şeyi yerine getireceğinize dâir insanlarla, özellikle de İslâm’ı yaşayacağınıza dâir Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ile) sözleştiğiniz zaman, Allâh’ın (“Şu sözleri ve emirleri tutun” diye emrettiği) ahdini hakkıyla yerine getirin. (Sözlerinizi tutacağınıza dâir) Allâh’ı kesinlikle kendi üzerinize bir kefîl (ve şâhit) yapmışken, hem de (Allâh adı anılarak) sağlamlaştırılmalarının ardından o yeminleri bozmayın! Şüphesiz ki Allâh yapmakta olduğunuz şeyleri (özellikle de sözünüzde durup durmadığınızı, yeminlerinizi tutup tutmadığınızı hakkıyla) bilmektedir.
92﴿ Yine siz bir toplumun kendisi (sözleşmeliniz olan) diğer bir cemâatten (sayıca ve kuvvetçe) daha fazla olduğu için (güçsüz olan toplumla yapmış olduğunuz antlaşmaları bozup da, onlara vermiş olduğunuz) yeminlerinizi aranızda bir aldatmaca /hâinlik aracı/ edindiğiniz hâlde, o kadın gibi olmayın ki kendisi, kuvvet(lice işlenmes)inden sonra örgüsünü dağınık demetler hâlinde bozmuştur. (İşte) Allâh sizi bununla ancak imtihan etmektedir (ki, böylece sizin Allâh ve Rasûlüne verdiğiniz sözlere sâdık kalıp kalmayacağınız ve Kureyş’in sayıca ve silahça çokluğuna bakarak, müminlerin güçsüzlüğüne ve azlığına aldanıp vefâsızlık yapıp yapmayacağınızı ortaya çıkaracaktır). Ama andolsun ki; O (Allâh-u Te‘âlâ), kendisi hakkında (dünyâdayken) sürekli ihtilâf etmekte olduğunuz şeyleri(n neleri kazandırıp, neleri kaybettirdiğini) size elbette kıyâmet gününde tam mânâsıyla mutlaka açıklayacaktır.
93﴿ Ayrıca (siz topluca hidâyet yolunu seçecek olsaydınız da) Allâh (ezelde bunun böyle olduğunu bildiği için îmânınızı) murâd etseydi, elbette sizi (İslâm’da ittifâk eden) tek bir ümmet yapardı. Velâkin O (Allâh-u Te‘âlâ, yanlış yolu seçeceğini bildiği için saptırmayı) murâd ettiği kimseyi dalâlete düşürür, (hidâyeti seçeceğini bildiği için, doğru yola iletmeyi) dilediği kimseyi de hidâyet eder. Ve (ey insanlar) andolsun ki; sürekli yapmakta olduğunuz şeylerden (kıyâmet günü) mutlaka sorgulanacaksınız.
سُورَةُ النَّحْلِ
الجزء ١٤
٢٧٦
اَلَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَصَدُّوا عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ زِدْنَاهُمْ عَذَابًا فَوْقَ الْعَذَابِ بِمَا كَانُوا يُفْسِدُونَ ﴿٨٨
وَيَوْمَ نَبْعَثُ ف۪ي كُلِّ اُمَّةٍ شَه۪يدًا عَلَيْهِمْ مِنْ اَنْفُسِهِمْ وَجِئْنَا بِكَ شَه۪يدًا عَلٰى هٰٓؤُ۬لَٓاءِۜ وَنَزَّلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ تِبْيَانًا لِكُلِّ شَيْءٍ وَهُدًى وَرَحْمَةً وَبُشْرٰى لِلْمُسْلِم۪ينَ۟ ﴿٨٩
اِنَّ اللّٰهَ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ وَالْاِحْسَانِ وَا۪يتَٓائِ ذِي الْقُرْبٰى وَيَنْهٰى عَنِ الْفَحْشَٓاءِ وَالْمُنْكَرِ وَالْبَغْيِۚ يَعِظُكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ ﴿٩٠
وَاَوْفُوا بِعَهْدِ اللّٰهِ اِذَا عَاهَدْتُمْ وَلَا تَنْقُضُوا الْاَيْمَانَ بَعْدَ تَوْك۪يدِهَا وَقَدْ جَعَلْتُمُ اللّٰهَ عَلَيْكُمْ كَف۪يلًاۜ اِنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ مَا تَفْعَلُونَ ﴿٩١
وَلَا تَكُونُوا كَالَّت۪ي نَقَضَتْ غَزْلَهَا مِنْ بَعْدِ قُوَّةٍ اَنْكَاثًاۜ تَتَّخِذُونَ اَيْمَانَكُمْ دَخَلًا بَيْنَكُمْ اَنْ تَكُونَ اُمَّةٌ هِيَ اَرْبٰى مِنْ اُمَّةٍۜ اِنَّمَا يَبْلُوكُمُ اللّٰهُ بِه۪ۜ وَلَيُبَيِّنَنَّ لَكُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ مَا كُنْتُمْ ف۪يهِ تَخْتَلِفُونَ ﴿٩٢
وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَجَعَلَكُمْ اُمَّةً وَاحِدَةً وَلٰكِنْ يُضِلُّ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُۜ وَلَتُسْـَٔلُنَّ عَمَّا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ ﴿٩٣
Nahl Sûresi
276
Cuz 14
اَلَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَصَدُّوا عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ زِدْنَاهُمْ عَذَابًا فَوْقَ الْعَذَابِ بِمَا كَانُوا يُفْسِدُونَ ﴿٨٨
88﴿ O kimseler ki kâfir olmuşturlar ve (bununla yetinmeyip başkalarını da) Allâh’ın yolun(a inanmak)dan engellemiştirler; (dünyâdayken insanların İslâm’a girmesine mâni olarak) sürekli fesat çıkarmakta oldukları için Biz (de) onlara o (cehennemde çektikleri) azâbın üstüne başka büyük bir azap artır(ma karârı al)mışızdır. Sa‘îd ibnü Cübeyr ve Süddî (Radıyallâhu Anhümâ)dan nakledildiğine göre; cehennem ehli oranın harâretinden daraldıkları zaman biraz su isterler sonra sığ bir su tabakasına geldiklerinde orada kendilerini kara katırlar kadar büyük akrepler ve develer kadar büyük engerek yılanları karşılayarak onları dâimâ sokarlar. İşte bu âyet-i kerîmede anlatılan “Ziyâde azap” bundan bahsetmektedir. (İbnü Ebî Hâtim, 7/2297; el-Âlûsî, 14/258)
وَيَوْمَ نَبْعَثُ ف۪ي كُلِّ اُمَّةٍ شَه۪يدًا عَلَيْهِمْ مِنْ اَنْفُسِهِمْ وَجِئْنَا بِكَ شَه۪يدًا عَلٰى هٰٓؤُ۬لَٓاءِۜ وَنَزَّلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ تِبْيَانًا لِكُلِّ شَيْءٍ وَهُدًى وَرَحْمَةً وَبُشْرٰى لِلْمُسْلِم۪ينَ۟ ﴿٨٩
89﴿ (Habîbim!) Bir günü de (düşün ve anlat) ki; (o gün) Biz her bir ümmet içerisinde (kendi milletlerinden ve yakînen tanıyıp bilmeleri hasebiyle) kendi nefislerinden (sayılan kişilerden seçip) tam bir şâhid (olarak göndermiş olduğumuz peygamberlerin)i onlara karşı ortaya çıkaracağız, seni de işte bunlara karşı gerçek bir şâhit olarak getireceğiz (işte o gün onların hâli nice olacak)! Böylece (anlaşıldığı üzere) bu kitâbı Biz sana (din konusunda insanların muhtaç olacakları) her bir şey için tam bir açıklama, Müslümanlar için de büyük bir hidâyet (rehberi), tam bir rahmet (vesîlesi) ve yüce bir müjde olsun için (gelişen olayların zaman ve zeminine göre) peyderpey indirmişizdir.
اِنَّ اللّٰهَ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ وَالْاِحْسَانِ وَا۪يتَٓائِ ذِي الْقُرْبٰى وَيَنْهٰى عَنِ الْفَحْشَٓاءِ وَالْمُنْكَرِ وَالْبَغْيِۚ يَعِظُكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ ﴿٩٠
90﴿ Şüphesiz ki Allâh (her şeyi îzâh etmek üzere indirmiş olduğu kitâbında) adâleti (icrâ etmeyi), (muhtaçlara) iyilik yapmayı ve (özellikle) akrabâlık sâhibine (ihtiyaç duyduğu şeyleri) vermeyi (ve sıla-i rahimde bulunmayı) emretmektedir. (Zinâ ve cimrilik gibi) çok çirkin işleri, (kâfirlik, şirk vesâir günahlar gibi, dînin ve aklın reddettiği) münker (şeyler)i ve (insanlara) saldırıp zulmetmeyi yasaklamaktadır. O (Rabbiniz) size sürekli vaaz ediyor, tâ ki siz iyice düşünesiniz (de yola gelesiniz)! Âyet-i celîlede geçen “Adâlet”; kullar arasında bulunan hak ve hukûku gerektiği şekilde edâ etmek, herhangi bir varlığa zulüm yapmaktan sakınmak, her hak sâhibine hakkını tamâmen teslim etmek ve îtikād, amel, ahlâk gibi tüm konularda, aşırılık ve gevşeklik arasında orta yolu gözetmek anlamına gelen çok mânâlı bir kelimedir. “İhsân” ise; kötülük edene iyilik etmek, nâfilelere devâm etmek ve Allâh-u Te‘âlâ’yı görüyor gibi O’na ibâdet etmek mânâlarında tefsir edilmiştir. İbnü Mes‘ûd (Radıyallâhu Anh) bu âyet-i kerîme hakkında: “Kur’ân’da hayırları ve şerleri içerisinde toplayan en câmiiyyetli âyet bu âyettir” demiştir. Bundan dolayı her hutbenin sonunda her hatîp minber üzerinde bu âyeti okumaktadır. Hattâ: “Kur’ân’da bu âyetten başka bir şey bulunmasaydı, yine de onun her şeyi beyân etme vasfı yerini bulmuş olurdu” denilmiştir. Aynı zamanda bu âyet Osmân ibnü Maz‘ûn (Radıyallâhu Anh)ın Müslüman olmasına sebep olmuştur. Nitekim o şöyle anlatmıştır: “Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) bana defâlarca İslâm’ı teklif edince ondan utancıma Müslüman olmuştum fakat îmân kalbimde yerleşmemişti. Nihâyet bir kere ben onun yanındayken bu âyet inince îmân kalbimde karar kıldı. Sonra ben Velîd ibnü Muğîre ve Ebû Cehil gibi azılı kâfirlere bu âyeti okuduğumda onlar bile: ‘Bu insan sözü olamaz’ demek zorunda kaldılar.” (el-Beyzâvî, en-Nesefî, el-Hâzin)
وَاَوْفُوا بِعَهْدِ اللّٰهِ اِذَا عَاهَدْتُمْ وَلَا تَنْقُضُوا الْاَيْمَانَ بَعْدَ تَوْك۪يدِهَا وَقَدْ جَعَلْتُمُ اللّٰهَ عَلَيْكُمْ كَف۪يلًاۜ اِنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ مَا تَفْعَلُونَ ﴿٩١
91﴿ Ayrıca siz (herhangi bir şeyi yerine getireceğinize dâir insanlarla, özellikle de İslâm’ı yaşayacağınıza dâir Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ile) sözleştiğiniz zaman, Allâh’ın (“Şu sözleri ve emirleri tutun” diye emrettiği) ahdini hakkıyla yerine getirin. (Sözlerinizi tutacağınıza dâir) Allâh’ı kesinlikle kendi üzerinize bir kefîl (ve şâhit) yapmışken, hem de (Allâh adı anılarak) sağlamlaştırılmalarının ardından o yeminleri bozmayın! Şüphesiz ki Allâh yapmakta olduğunuz şeyleri (özellikle de sözünüzde durup durmadığınızı, yeminlerinizi tutup tutmadığınızı hakkıyla) bilmektedir.
وَلَا تَكُونُوا كَالَّت۪ي نَقَضَتْ غَزْلَهَا مِنْ بَعْدِ قُوَّةٍ اَنْكَاثًاۜ تَتَّخِذُونَ اَيْمَانَكُمْ دَخَلًا بَيْنَكُمْ اَنْ تَكُونَ اُمَّةٌ هِيَ اَرْبٰى مِنْ اُمَّةٍۜ اِنَّمَا يَبْلُوكُمُ اللّٰهُ بِه۪ۜ وَلَيُبَيِّنَنَّ لَكُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ مَا كُنْتُمْ ف۪يهِ تَخْتَلِفُونَ ﴿٩٢
92﴿ Yine siz bir toplumun kendisi (sözleşmeliniz olan) diğer bir cemâatten (sayıca ve kuvvetçe) daha fazla olduğu için (güçsüz olan toplumla yapmış olduğunuz antlaşmaları bozup da, onlara vermiş olduğunuz) yeminlerinizi aranızda bir aldatmaca /hâinlik aracı/ edindiğiniz hâlde, o kadın gibi olmayın ki kendisi, kuvvet(lice işlenmes)inden sonra örgüsünü dağınık demetler hâlinde bozmuştur. (İşte) Allâh sizi bununla ancak imtihan etmektedir (ki, böylece sizin Allâh ve Rasûlüne verdiğiniz sözlere sâdık kalıp kalmayacağınız ve Kureyş’in sayıca ve silahça çokluğuna bakarak, müminlerin güçsüzlüğüne ve azlığına aldanıp vefâsızlık yapıp yapmayacağınızı ortaya çıkaracaktır). Ama andolsun ki; O (Allâh-u Te‘âlâ), kendisi hakkında (dünyâdayken) sürekli ihtilâf etmekte olduğunuz şeyleri(n neleri kazandırıp, neleri kaybettirdiğini) size elbette kıyâmet gününde tam mânâsıyla mutlaka açıklayacaktır.
وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَجَعَلَكُمْ اُمَّةً وَاحِدَةً وَلٰكِنْ يُضِلُّ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُۜ وَلَتُسْـَٔلُنَّ عَمَّا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ ﴿٩٣
93﴿ Ayrıca (siz topluca hidâyet yolunu seçecek olsaydınız da) Allâh (ezelde bunun böyle olduğunu bildiği için îmânınızı) murâd etseydi, elbette sizi (İslâm’da ittifâk eden) tek bir ümmet yapardı. Velâkin O (Allâh-u Te‘âlâ, yanlış yolu seçeceğini bildiği için saptırmayı) murâd ettiği kimseyi dalâlete düşürür, (hidâyeti seçeceğini bildiği için, doğru yola iletmeyi) dilediği kimseyi de hidâyet eder. Ve (ey insanlar) andolsun ki; sürekli yapmakta olduğunuz şeylerden (kıyâmet günü) mutlaka sorgulanacaksınız.