v02.01.25 Geliştirme Notları
Nahl Sûresi
277
Cuz 14
94﴿ Yine siz (insanların güvenini sağlamak için meşrû edilen) yeminlerinizi aranızda bir aldatmaca edinmeyin. (Evvelce İslâm’a girdiğinize dâir yaptığınız bîat yemîninizi bozarak mürted olmayın.) Sonra (İslâm caddesinde) sebâtının ardından bir ayak (hak yoldan) kayar da, Allâh’ın yolundan yüz çevirmeniz /(mürted olmakla dinden çıkmayı insanlara kolaylaştırarak onları İslâm’da sebattan) engellemiş olmanız/ nedeniyle (daha dünyâdayken) o (katliâm, esâret, sürgün ve yağmalanma gibi azaplardan nice) kötü şeyleri tadarsınız. (Âhirette gerçekleşecek) çok büyük olan müthiş bir azap da özellikle sizin içindir.
95﴿ (Ey güçsüz Müslümanlar!) Ayrıca siz (dinden çıkmanız karşılığı onların size sunduğu câzip tekliflere aldanıp da) Allâh’ın (İslâm) ahdini (ve emirlerini yaşayıp yaşatacağınıza dâir Rasûlüne bîat ederek vermiş olduğunuz sözü) çok az (ve değersiz) olan (fânî) bir pahaya değişmeyin. Allâh nezdinde bulunan (yardım ve ganîmet, üstelik âhirette vereceği sevap ve cennet gibi çok değerli) şeyler (var ya); gerçekten de onlar, (müşriklerin sunduğu tekliflerden) sizin için çok hayırlıdır. Eğer (işin gerçeğini) bilmekte olduysanız (elbette âhiret mükâfâtını tercih edersiniz)!
96﴿ (Çünkü dünyâ nîmetlerinden) sizin yanınızda bulunan şeyler (ne kadar çok ve uzun süreli olsalar da bir gün mutlaka) tükenecektir. Allâh nezdinde olan (dünyevî ve uhrevî mükâfat)lar ise devamlı kalıcıdır. Bir de andolsun ki; (müşriklerin eziyetlerine katlanarak dinden dönmeyi aklından bile geçirmeyen ve İslâmî hükümlerin tüm zahmetlerine karşı) sabretmiş olan o kimselere, sürekli yapmakta oldukları şeylerin (kazandıracağı sevapların herhangi birine göre değil de) en güzeliyle (hesap ederek) elbette (hak ettikleri) ecirlerini vereceğiz.
97﴿ Erkek veyâ dişiden her kim, kendisi (îmân şartlarına şüphesiz bir şekilde inanmış) mümin bir kişi olarak sâlih amelleri işlerse, kasem olsun ki; kesinlikle Biz onu (dünyâda da, kabirde de, cennette de) çok hoş olan bir hayatla (ebediyyen yaşatarak) ihyâ edeceğiz. (Artık onlar ölümsüz bir hayâta, fakirlik endişesi taşımayan bir zenginliğe, ardında hastalık olmayan bir sağlığa, kaybetmeyecekleri bir mülke ve hiçbir bedbahtlık barındırmayan bir saâdete ulaşacaklardır.) Üstelik andolsun ki; elbette sürekli yapmakta oldukları şeylerin (kazandıracağı sevapların herhangi birine göre değil de) en güzeliyle (hesap ederek, hak ettikleri) ecirlerini onlara vereceğiz.
98﴿ (Habîbim!) Artık sen Kur’ân oku(maya niyetli ol)duğun zaman, o lânetlenmiş /o (yıldız parçalarıyla) taşlanmış/ şeytan(ın vesveselerine kapılmak)dan (seni koruması için) hemen Allâh’a sığın.
99﴿ Şüphesiz şu bir gerçektir ki; o îmân etmiş olanlar ve ancak Rablerine tevekkül etmekte bulunanlar üzerinde onun için hiçbir musallat olma (gücü sâbit) olmamıştır. (Bu yüzden İblîs, Allâh’a güvenen müminler üzerinde hâkimiyet sağlayamaz.)
100﴿ Onun hâkimiyeti ancak o (müşrik) kişiler üzerinde (geçerli)dir ki, onlar dâimâ onu dost edinmektedirler ve o kimseler üzerindedir ki onlar onun (azdırması) sebebiyle (Allâh-u Te‘âlâ’ya) ortak koşan kimselerdir.
101﴿ Biz (neshetmek istediğimiz) bir âyetin yerine başka bir âyeti değiştir(ip getir)diğimiz zaman, (neshin hikmetini bilmeyen) o (kâfir) kişiler: “Sen ancak (Allâh adına) bir uydurucusun. (Bugün emrettiğin bir şeyi yarın aklına gelen başka bir nedenle yasaklıyorsun)” derler. Hâlbuki Allâh (zamâna-zemine göre ve her ümmetin menfaatleri gözetilmek üzere) neyi indireceğini çok iyi bilendir. Doğrusu onların ekseriyeti (bir hükmü diğeriyle değiştirmemizde bulunan yüce hikmetleri) bilmezler. Bu âyet-i kerîme Kur’ân’da ve sünnette “Nesh” denilen hükmün geçerli oluşuna delâlet etmektedir ki, “Nesh”: “Şer‘î bir hükmün, Allâh-u Te‘âlâ tarafından tümüyle kaldırılması veyâ misliyle yâhut daha iyisiyle değiştirilmesidir.” Bir âyetin diğeriyle değiştirilmesine misal verecek olursak; Bakara Sûre-i Celîlesi’nin 180. âyet-i kerîmesinde: “Ardından mal bırakacak kişinin ana-babasına ve akrabâsına vasiyet etmesinin farz olduğu” açıkça bildirilmiştir. Ama daha sonra gelen Nisâ Sûresi’nin 11 ve 12. “Mîras âyetleri” ile herkesin ne alacağı taksim edilince, ölecek kişinin kafasına göre vasiyet yapmasının farziyeti kaldırılmaktan öte, yapsa bile geçersiz sayılmıştır. İşte bu gibi bâzı örneklerle karşılaşan Mekke müşrikleri: “Muhammed kendi adamlarıyla dalga geçiyor; bugün onlara bir şey emrediyor, yarın onları aynı şeyden nehyediyor. Anlaşılan o ancak bir iftirâcıdır ki söylediklerini kendi nefsinden uyduruyor” deyince, Allâh-u Te‘âlâ bu âyet-i celîleyi indirerek onların neshin hikmetlerini bilmekten ve doğruyla eğriyi seçme kābiliyetinden yoksun kişiler olduklarını beyân etmiştir. Geniş mâlûmât için bakınız: el-Bakara Sûresi:106. âyet-i kerîmesi. Ayrıca bkz: Rûhu’l-Furkān Tefsîri, 1/502-507
102﴿ (Habîbim!) De ki: “(O Kur’ân bir uydurma değildir, bilakis) Rûhu’l-Kudüs (nâmıyla mârûf o mukaddes rûhâ sâhip olan Cibrîl) onu senin Rabbin (nezdin)den hak(kın ve hikmetin ta kendisi olan üstün bir vasıf) ile iç içe olduğu hâlde indirmiştir (ki bu hikmet, onun nesheden ve neshedilen tüm âyetlerinde mevcuttur). Tâ ki O (Allâh-u Te‘âlâ), îmân etmiş olan kimseleri (doğru inançlarında) sâbit kılsın, Müslümanlara da tam bir hidâyet (rehberi) ve büyük bir müjde olsun.”
سُورَةُ النَّحْلِ
الجزء ١٤
٢٧٧
وَلَا تَتَّخِذُٓوا اَيْمَانَكُمْ دَخَلًا بَيْنَكُمْ فَتَزِلَّ قَدَمٌ بَعْدَ ثُبُوتِهَا وَتَذُوقُوا السُّٓوءَ بِمَا صَدَدْتُمْ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۚ وَلَكُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ ﴿٩٤
وَلَا تَشْتَرُوا بِعَهْدِ اللّٰهِ ثَمَنًا قَل۪يلًاۜ اِنَّمَا عِنْدَ اللّٰهِ هُوَ خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ ﴿٩٥
مَا عِنْدَكُمْ يَنْفَدُ وَمَا عِنْدَ اللّٰهِ بَاقٍۜ وَلَنَجْزِيَنَّ الَّذ۪ينَ صَبَرُٓوا اَجْرَهُمْ بِاَحْسَنِ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿٩٦
مَنْ عَمِلَ صَالِحًا مِنْ ذَكَرٍ اَوْ اُنْثٰى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَنُحْيِيَنَّهُ حَيٰوةً طَيِّبَةًۚ وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ اَجْرَهُمْ بِاَحْسَنِ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿٩٧
فَاِذَا قَرَأْتَ الْقُرْاٰنَ فَاسْتَعِذْ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّج۪يمِ ﴿٩٨
اِنَّهُ لَيْسَ لَهُ سُلْطَانٌ عَلَى الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَلٰى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ ﴿٩٩
اِنَّمَا سُلْطَانُهُ عَلَى الَّذ۪ينَ يَتَوَلَّوْنَهُ وَالَّذ۪ينَ هُمْ بِه۪ مُشْرِكُونَ۟ ﴿١٠٠
وَاِذَا بَدَّلْنَٓا اٰيَةً مَكَانَ اٰيَةٍۙ وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا يُنَزِّلُ قَالُٓوا اِنَّمَٓا اَنْتَ مُفْتَرٍۜ بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ ﴿١٠١
قُلْ نَزَّلَهُ رُوحُ الْقُدُسِ مِنْ رَبِّكَ بِالْحَقِّ لِيُثَبِّتَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَهُدًى وَبُشْرٰى لِلْمُسْلِم۪ينَ ﴿١٠٢
Nahl Sûresi
277
Cuz 14
وَلَا تَتَّخِذُٓوا اَيْمَانَكُمْ دَخَلًا بَيْنَكُمْ فَتَزِلَّ قَدَمٌ بَعْدَ ثُبُوتِهَا وَتَذُوقُوا السُّٓوءَ بِمَا صَدَدْتُمْ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۚ وَلَكُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ ﴿٩٤
94﴿ Yine siz (insanların güvenini sağlamak için meşrû edilen) yeminlerinizi aranızda bir aldatmaca edinmeyin. (Evvelce İslâm’a girdiğinize dâir yaptığınız bîat yemîninizi bozarak mürted olmayın.) Sonra (İslâm caddesinde) sebâtının ardından bir ayak (hak yoldan) kayar da, Allâh’ın yolundan yüz çevirmeniz /(mürted olmakla dinden çıkmayı insanlara kolaylaştırarak onları İslâm’da sebattan) engellemiş olmanız/ nedeniyle (daha dünyâdayken) o (katliâm, esâret, sürgün ve yağmalanma gibi azaplardan nice) kötü şeyleri tadarsınız. (Âhirette gerçekleşecek) çok büyük olan müthiş bir azap da özellikle sizin içindir.
وَلَا تَشْتَرُوا بِعَهْدِ اللّٰهِ ثَمَنًا قَل۪يلًاۜ اِنَّمَا عِنْدَ اللّٰهِ هُوَ خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ ﴿٩٥
95﴿ (Ey güçsüz Müslümanlar!) Ayrıca siz (dinden çıkmanız karşılığı onların size sunduğu câzip tekliflere aldanıp da) Allâh’ın (İslâm) ahdini (ve emirlerini yaşayıp yaşatacağınıza dâir Rasûlüne bîat ederek vermiş olduğunuz sözü) çok az (ve değersiz) olan (fânî) bir pahaya değişmeyin. Allâh nezdinde bulunan (yardım ve ganîmet, üstelik âhirette vereceği sevap ve cennet gibi çok değerli) şeyler (var ya); gerçekten de onlar, (müşriklerin sunduğu tekliflerden) sizin için çok hayırlıdır. Eğer (işin gerçeğini) bilmekte olduysanız (elbette âhiret mükâfâtını tercih edersiniz)!
مَا عِنْدَكُمْ يَنْفَدُ وَمَا عِنْدَ اللّٰهِ بَاقٍۜ وَلَنَجْزِيَنَّ الَّذ۪ينَ صَبَرُٓوا اَجْرَهُمْ بِاَحْسَنِ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿٩٦
96﴿ (Çünkü dünyâ nîmetlerinden) sizin yanınızda bulunan şeyler (ne kadar çok ve uzun süreli olsalar da bir gün mutlaka) tükenecektir. Allâh nezdinde olan (dünyevî ve uhrevî mükâfat)lar ise devamlı kalıcıdır. Bir de andolsun ki; (müşriklerin eziyetlerine katlanarak dinden dönmeyi aklından bile geçirmeyen ve İslâmî hükümlerin tüm zahmetlerine karşı) sabretmiş olan o kimselere, sürekli yapmakta oldukları şeylerin (kazandıracağı sevapların herhangi birine göre değil de) en güzeliyle (hesap ederek) elbette (hak ettikleri) ecirlerini vereceğiz.
مَنْ عَمِلَ صَالِحًا مِنْ ذَكَرٍ اَوْ اُنْثٰى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَنُحْيِيَنَّهُ حَيٰوةً طَيِّبَةًۚ وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ اَجْرَهُمْ بِاَحْسَنِ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿٩٧
97﴿ Erkek veyâ dişiden her kim, kendisi (îmân şartlarına şüphesiz bir şekilde inanmış) mümin bir kişi olarak sâlih amelleri işlerse, kasem olsun ki; kesinlikle Biz onu (dünyâda da, kabirde de, cennette de) çok hoş olan bir hayatla (ebediyyen yaşatarak) ihyâ edeceğiz. (Artık onlar ölümsüz bir hayâta, fakirlik endişesi taşımayan bir zenginliğe, ardında hastalık olmayan bir sağlığa, kaybetmeyecekleri bir mülke ve hiçbir bedbahtlık barındırmayan bir saâdete ulaşacaklardır.) Üstelik andolsun ki; elbette sürekli yapmakta oldukları şeylerin (kazandıracağı sevapların herhangi birine göre değil de) en güzeliyle (hesap ederek, hak ettikleri) ecirlerini onlara vereceğiz.
فَاِذَا قَرَأْتَ الْقُرْاٰنَ فَاسْتَعِذْ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّج۪يمِ ﴿٩٨
98﴿ (Habîbim!) Artık sen Kur’ân oku(maya niyetli ol)duğun zaman, o lânetlenmiş /o (yıldız parçalarıyla) taşlanmış/ şeytan(ın vesveselerine kapılmak)dan (seni koruması için) hemen Allâh’a sığın.
اِنَّهُ لَيْسَ لَهُ سُلْطَانٌ عَلَى الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَلٰى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ ﴿٩٩
99﴿ Şüphesiz şu bir gerçektir ki; o îmân etmiş olanlar ve ancak Rablerine tevekkül etmekte bulunanlar üzerinde onun için hiçbir musallat olma (gücü sâbit) olmamıştır. (Bu yüzden İblîs, Allâh’a güvenen müminler üzerinde hâkimiyet sağlayamaz.)
اِنَّمَا سُلْطَانُهُ عَلَى الَّذ۪ينَ يَتَوَلَّوْنَهُ وَالَّذ۪ينَ هُمْ بِه۪ مُشْرِكُونَ۟ ﴿١٠٠
100﴿ Onun hâkimiyeti ancak o (müşrik) kişiler üzerinde (geçerli)dir ki, onlar dâimâ onu dost edinmektedirler ve o kimseler üzerindedir ki onlar onun (azdırması) sebebiyle (Allâh-u Te‘âlâ’ya) ortak koşan kimselerdir.
وَاِذَا بَدَّلْنَٓا اٰيَةً مَكَانَ اٰيَةٍۙ وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا يُنَزِّلُ قَالُٓوا اِنَّمَٓا اَنْتَ مُفْتَرٍۜ بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ ﴿١٠١
101﴿ Biz (neshetmek istediğimiz) bir âyetin yerine başka bir âyeti değiştir(ip getir)diğimiz zaman, (neshin hikmetini bilmeyen) o (kâfir) kişiler: “Sen ancak (Allâh adına) bir uydurucusun. (Bugün emrettiğin bir şeyi yarın aklına gelen başka bir nedenle yasaklıyorsun)” derler. Hâlbuki Allâh (zamâna-zemine göre ve her ümmetin menfaatleri gözetilmek üzere) neyi indireceğini çok iyi bilendir. Doğrusu onların ekseriyeti (bir hükmü diğeriyle değiştirmemizde bulunan yüce hikmetleri) bilmezler. Bu âyet-i kerîme Kur’ân’da ve sünnette “Nesh” denilen hükmün geçerli oluşuna delâlet etmektedir ki, “Nesh”: “Şer‘î bir hükmün, Allâh-u Te‘âlâ tarafından tümüyle kaldırılması veyâ misliyle yâhut daha iyisiyle değiştirilmesidir.” Bir âyetin diğeriyle değiştirilmesine misal verecek olursak; Bakara Sûre-i Celîlesi’nin 180. âyet-i kerîmesinde: “Ardından mal bırakacak kişinin ana-babasına ve akrabâsına vasiyet etmesinin farz olduğu” açıkça bildirilmiştir. Ama daha sonra gelen Nisâ Sûresi’nin 11 ve 12. “Mîras âyetleri” ile herkesin ne alacağı taksim edilince, ölecek kişinin kafasına göre vasiyet yapmasının farziyeti kaldırılmaktan öte, yapsa bile geçersiz sayılmıştır. İşte bu gibi bâzı örneklerle karşılaşan Mekke müşrikleri: “Muhammed kendi adamlarıyla dalga geçiyor; bugün onlara bir şey emrediyor, yarın onları aynı şeyden nehyediyor. Anlaşılan o ancak bir iftirâcıdır ki söylediklerini kendi nefsinden uyduruyor” deyince, Allâh-u Te‘âlâ bu âyet-i celîleyi indirerek onların neshin hikmetlerini bilmekten ve doğruyla eğriyi seçme kābiliyetinden yoksun kişiler olduklarını beyân etmiştir. Geniş mâlûmât için bakınız: el-Bakara Sûresi:106. âyet-i kerîmesi. Ayrıca bkz: Rûhu’l-Furkān Tefsîri, 1/502-507
قُلْ نَزَّلَهُ رُوحُ الْقُدُسِ مِنْ رَبِّكَ بِالْحَقِّ لِيُثَبِّتَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَهُدًى وَبُشْرٰى لِلْمُسْلِم۪ينَ ﴿١٠٢
102﴿ (Habîbim!) De ki: “(O Kur’ân bir uydurma değildir, bilakis) Rûhu’l-Kudüs (nâmıyla mârûf o mukaddes rûhâ sâhip olan Cibrîl) onu senin Rabbin (nezdin)den hak(kın ve hikmetin ta kendisi olan üstün bir vasıf) ile iç içe olduğu hâlde indirmiştir (ki bu hikmet, onun nesheden ve neshedilen tüm âyetlerinde mevcuttur). Tâ ki O (Allâh-u Te‘âlâ), îmân etmiş olan kimseleri (doğru inançlarında) sâbit kılsın, Müslümanlara da tam bir hidâyet (rehberi) ve büyük bir müjde olsun.”