v02.01.25 Geliştirme Notları
İsrâ Sûresi
281
Cuz 15
ONYEDİNCİ SÛRE-İ CELİLE
el-İsrâ
SÛRE-İ CELîLESİ

Mekkî (Mekke-i Mükerreme döneminde inmiş)dir. Katâde (Radıyallâhu anh)`a göre; 73-80, Hasen (Radıyallâhu anh)`a göre; 26, 32- 33, 57, 78, diğer bazı rivayetlere göreyse; 60, 73, 76, 80. âyet-i kerîmeler Medîne-i Münevvere’de nâzil olmuştur. 111 ayettir.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle!
1﴿ (Bir mekânda bulunmaktan ve yüce Zâtına yakışmayacak her türlü noksan sıfattan ve acziyet vasfından) O Zâtı tesbîh (ve tenzîh) ile (uzak tutun) ki; bir gecenin az bir ânında (Muhammed) kulunu Mescid-i Harâm’dan (alıp), (Mûsâ (Aleyhisselâm)dan beri vahyin iniş merkezi ve tüm peygamberlerin mâbedi olması hasebiyle dînî açıdan, nehirler ve ağaçlarla çevrili olması îtibârıyla da dünyâlık bakımdan) etrâfını bereketli kıldığımız o (o gün için Mescid-i Harâm’dan en uzak olan) Mescid-i Aksâ’ya götürmüştür. Tâ ki ona (bir aylık yola bir gecede ulaşma, Beyt-i Mukaddes’i ziyâret, orada ve sonra yedi kat semâda bütün peygamberleri diri olarak görme ve cemâlimizi müşâhede etme gibi) bâzı âyetlerimizi gösterelim diye! Şüphesiz ki O (Allâh-u Te‘âlâ); ancak O (tüm sözleri, özellikle Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in duâlarını ve müşriklerin Mi‘râc dönüşü ona neler dediklerini hakkıyla işiten bir) Semî‘dir, (bütün işleri; bâhusûs Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in Mi‘râc’a mazhar kılınmasına vesîle olacak kıymetli amellerini tam mânâsıyla gören bir) Basîr’dir.
2﴿ Biz Mûsâ’ya da o (Tevrât) Kitâb’ı(nı) verdik ve: “(Tüm işlerinizi kendisine havâle edeceğiniz bir Rab olarak) Benden başka bir vekil edinmeyin” diye (tembihte bulunarak) onu İsrâîloğullarına büyük bir hidâyet (rehberi) yaptık.
3﴿ (Ey) Nûh’la birlikte (gemide) taşı(tıp selâmetle karaya çıkar)dığımız kimselerin zürriyeti! (Benden gayrine aslâ ibâdet etmeyin ve sizi gemide kurtarma nîmetime şükredin!) Gerçekten de o (Nûh), çokça şükreden bir kuldu. (Kendisi de darlıkta da, bollukta da dâimâ şükreder, hamd etmeden yemez-içmez ve giyinmezdi. Sizler ona inanmış olan ve onunla birlikte gemide kurtulan kimselerin neslisiniz. Öyleyse atalarınız gibi siz de onu örnek edinin.)
4﴿ Ayrıca Biz o (Tevrât) Kitâb(ın)da İsrâîloğullarına kesinkes vahyetmiştik ki: “Andolsun; siz mutlaka o (Şâm ve Kudüs) arâzi(sin)de iki kere fesat çıkaracaksınız. Yine kasem olsun ki; elbette siz çok büyük bir kibirle (Allâh’a tâattan) büyüklük taslayacaksınız/çok büyük bir azgınlıkla (insanlara karşı) zulüm yapacaksınız/. Müfessirlerin beyânı vechile; bunların birincisinde Yahûdîler, Tevrât’ın hükümlerine karşı gelerek Şa‘yâ (Aleyhisselâm)ı şehit ettiler, ikincisindeyse Zekeriyyâ ve Yahyâ (Aleyhimesselâm)ı şehîd edip, Îsâ (Aleyhisselâm)ı öldürmeye teşebbüs ettiler. (el-Beyzâvî, el-Medârik, el-Âlûsî)
5﴿ O iki (kere yeryüzünü ifsâd etme suçunu işlemeniz)den birincisine vaad edilen (azâbın vakti) geldiği zaman, kendileri (harp husûsunda) çok şiddetli büyük bir güce sâhip Biz(im intikāmımızı alma vazîfesin)e tahsis edilmiş birtakım (zorba) kulları sizin üzerinize gönder(ip musallat et)dik de onlar hemen (sizi yakalayıp öldürmek için) evler(inizin) arasında (ve sokakların ortasında) iyice dolaştılar. (Ezelde takdir edilmesi hasebiyle vukûu kesin olduğu için) zâten bu (azap tehdîdimiz), yapılmış (bitmiş) bir vaad olmuştu. İbnü Abbâs ve Atıyye (Radıyallâhu Anhüm)dan rivâyet edildiğine göre; İsrâîloğulları birinci ifsâdı yaptıklarında Allâh-u Te‘âlâ onlara Câlût’u musallat etti, o da onları katletti, bütün evlerin arasında dolaşarak diri kalan var mı diye teftîş etti, onları zelîl etmek için kalanlarını haraca bağladı ve nihâyet Dâvûd (Aleyhisselâm) Câlût’u öldürene kadar bu zilletten kurtulamadılar. (et-Taberî, 14/471, 490; es-Süyûtî, ed-Dürru’l-Mensûr, 9/252-253)
6﴿ Sonra o (üzerinize musallat kılına)nlara karşı devleti (ve üstünlüğü) size geri vermiştik, birçok mallarla ve oğullarla size yardım etmiş (ve geniş imkân vermiş)tik, birlikte hareket eden bir cemâat olarak da sizi (evvelce olduğunuzdan) daha çok (nüfûsa sâhip) yapmıştık. İbnü Abbâs ve Katâde (Radıyallâhu Anhüm)dan rivâyet edildiğine göre; sonra Allâh-u Te‘âlâ İsrâîloğullarının kendilerine bir hükümdâr tâyin etmesi için yaptıkları duâyı kabûl ederek onlara Tâlût’u hükümdar tâyin etmiş, onunla birlikte olan Dâvûd (Aleyhisselâm) Câlût’u katledince Allâh-u Te‘âlâ İsrâîloğullarına tekrar devletlerini iâde etmiş ve onları sayıca daha fazla nüfûsa mâlik kılmıştır. (et-Taberî, 14/472, 477, 489, 505; es-Süyûtî, ed-Dürru’l-Mensûr, 9/263) Bu kıssanın tafsîlâtı için bkz: Bakara Sûresi:246-251, Kur’ân-ı Azîm ve Tefsirli Meâl-i Şerîfi, sh:39-40
7﴿ (Biz onlara şöyle vahyetmiştik:) Güzel amel işlerseniz, kendi nefisleriniz için güzellik etmiş olursunuz. (Zîrâ kazanacağınız sevapların menfaati sâdece size âit olacaktır.) Ama kötü amel işlerseniz, yine (zararı kendinize döneceğinden bu yaptıklarınız) onlar aleyhinedir. Sonraki kerede vaad edilen (azâbın vakti) geldiği zaman ise, suratlarınızı kötü etsinler diye ve ilk kere(sin)de (musallat kılınanlar tahrîbât yapmak üzere) oraya girdikleri gibi (tekrar) o Mescid(-i Aksâ’nın için)e girsinler diye, bir de üstün geldikleri her şeyi (târifi kābil olmayan) fecî bir helâk edişle (yakıp yıkarak) helâk etsinler diye (diğer birtakım zorba kulları size gönderdik). Huzeyfe (Radıyallâhu Anh)dan rivâyet edilen bir hadîs-i şerîfte beyân edildiği üzere; İsrâîloğulları peygamberleri katlederek ikinci ifsâdı çıkarttıklarında Allâh-u Te‘âlâ onlara Fâris hükümdarı Buhtunassar isimli zorba bir hükümdârı musallat etti, o da Zekeriyyâ (Aleyhisselâm)ın kanının intikāmını almak üzere onlardan yetmiş bin kişiyi katletti. Sonra oranın halkını esir edip Bâbil’e sevketti, Mescid-i Aksâ’yı tahrîb etti ve orada bulunan bütün ziynet eşyâsını Bâbil’e götürdü. (İbnü Cerîr, 14/457-459, 471; es-Süyûtî, ed-Dürru’l-Mensûr, 9/260)
سُورَةُ الْاِسْرَاۤءِ
الجزء ١٥
٢٨١
سُورَةُالْاِسْرَاۤءِ
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
سُبْحَانَ الَّذ۪ٓي اَسْرٰى بِعَبْدِه۪ لَيْلًا مِنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ اِلَى الْمَسْجِدِ الْاَقْصَا الَّذ۪ي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ اٰيَاتِنَاۜ اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ ﴿١
وَاٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ وَجَعَلْنَاهُ هُدًى لِبَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ اَلَّا تَتَّخِذُوا مِنْ دُون۪ي وَك۪يلًاۜ ﴿٢
ذُرِّيَّةَ مَنْ حَمَلْنَا مَعَ نُوحٍۜ اِنَّهُ كَانَ عَبْدًا شَكُورًا ﴿٣
وَقَضَيْنَٓا اِلٰى بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ فِي الْكِتَابِ لَتُفْسِدُنَّ فِي الْاَرْضِ مَرَّتَيْنِ وَلَتَعْلُنَّ عُلُوًّا كَب۪يرًا ﴿٤
فَاِذَا جَٓاءَ وَعْدُ اُو۫لٰيهُمَا بَعَثْنَا عَلَيْكُمْ عِبَادًا لَنَٓا اُو۬ل۪ي بَأْسٍ شَد۪يدٍ فَجَاسُوا خِلَالَ الدِّيَارِۜ وَكَانَ وَعْدًا مَفْعُولًا ﴿٥
ثُمَّ رَدَدْنَا لَكُمُ الْكَرَّةَ عَلَيْهِمْ وَاَمْدَدْنَاكُمْ بِاَمْوَالٍ وَبَن۪ينَ وَجَعَلْنَاكُمْ اَكْثَرَ نَف۪يرًا ﴿٦
اِنْ اَحْسَنْتُمْ اَحْسَنْتُمْ لِاَنْفُسِكُمْ وَاِنْ اَسَأْتُمْ فَلَهَاۜ فَاِذَا جَٓاءَ وَعْدُ الْاٰخِرَةِ لِيَسُٓؤُ۫ا وُجُوهَكُمْ وَلِيَدْخُلُوا الْمَسْجِدَ كَمَا دَخَلُوهُ اَوَّلَ مَرَّةٍ وَلِيُتَبِّرُوا مَا عَلَوْا تَتْب۪يرًا ﴿٧
İsrâ Sûresi
281
Cuz 15
ONYEDİNCİ SÛRE-İ CELİLE
el-İsrâ
SÛRE-İ CELîLESİ

Mekkî (Mekke-i Mükerreme döneminde inmiş)dir. Katâde (Radıyallâhu anh)`a göre; 73-80, Hasen (Radıyallâhu anh)`a göre; 26, 32- 33, 57, 78, diğer bazı rivayetlere göreyse; 60, 73, 76, 80. âyet-i kerîmeler Medîne-i Münevvere’de nâzil olmuştur. 111 ayettir.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle!
سُبْحَانَ الَّذ۪ٓي اَسْرٰى بِعَبْدِه۪ لَيْلًا مِنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ اِلَى الْمَسْجِدِ الْاَقْصَا الَّذ۪ي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ اٰيَاتِنَاۜ اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ ﴿١
1﴿ (Bir mekânda bulunmaktan ve yüce Zâtına yakışmayacak her türlü noksan sıfattan ve acziyet vasfından) O Zâtı tesbîh (ve tenzîh) ile (uzak tutun) ki; bir gecenin az bir ânında (Muhammed) kulunu Mescid-i Harâm’dan (alıp), (Mûsâ (Aleyhisselâm)dan beri vahyin iniş merkezi ve tüm peygamberlerin mâbedi olması hasebiyle dînî açıdan, nehirler ve ağaçlarla çevrili olması îtibârıyla da dünyâlık bakımdan) etrâfını bereketli kıldığımız o (o gün için Mescid-i Harâm’dan en uzak olan) Mescid-i Aksâ’ya götürmüştür. Tâ ki ona (bir aylık yola bir gecede ulaşma, Beyt-i Mukaddes’i ziyâret, orada ve sonra yedi kat semâda bütün peygamberleri diri olarak görme ve cemâlimizi müşâhede etme gibi) bâzı âyetlerimizi gösterelim diye! Şüphesiz ki O (Allâh-u Te‘âlâ); ancak O (tüm sözleri, özellikle Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in duâlarını ve müşriklerin Mi‘râc dönüşü ona neler dediklerini hakkıyla işiten bir) Semî‘dir, (bütün işleri; bâhusûs Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in Mi‘râc’a mazhar kılınmasına vesîle olacak kıymetli amellerini tam mânâsıyla gören bir) Basîr’dir.
وَاٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ وَجَعَلْنَاهُ هُدًى لِبَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ اَلَّا تَتَّخِذُوا مِنْ دُون۪ي وَك۪يلًاۜ ﴿٢
2﴿ Biz Mûsâ’ya da o (Tevrât) Kitâb’ı(nı) verdik ve: “(Tüm işlerinizi kendisine havâle edeceğiniz bir Rab olarak) Benden başka bir vekil edinmeyin” diye (tembihte bulunarak) onu İsrâîloğullarına büyük bir hidâyet (rehberi) yaptık.
ذُرِّيَّةَ مَنْ حَمَلْنَا مَعَ نُوحٍۜ اِنَّهُ كَانَ عَبْدًا شَكُورًا ﴿٣
3﴿ (Ey) Nûh’la birlikte (gemide) taşı(tıp selâmetle karaya çıkar)dığımız kimselerin zürriyeti! (Benden gayrine aslâ ibâdet etmeyin ve sizi gemide kurtarma nîmetime şükredin!) Gerçekten de o (Nûh), çokça şükreden bir kuldu. (Kendisi de darlıkta da, bollukta da dâimâ şükreder, hamd etmeden yemez-içmez ve giyinmezdi. Sizler ona inanmış olan ve onunla birlikte gemide kurtulan kimselerin neslisiniz. Öyleyse atalarınız gibi siz de onu örnek edinin.)
وَقَضَيْنَٓا اِلٰى بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ فِي الْكِتَابِ لَتُفْسِدُنَّ فِي الْاَرْضِ مَرَّتَيْنِ وَلَتَعْلُنَّ عُلُوًّا كَب۪يرًا ﴿٤
4﴿ Ayrıca Biz o (Tevrât) Kitâb(ın)da İsrâîloğullarına kesinkes vahyetmiştik ki: “Andolsun; siz mutlaka o (Şâm ve Kudüs) arâzi(sin)de iki kere fesat çıkaracaksınız. Yine kasem olsun ki; elbette siz çok büyük bir kibirle (Allâh’a tâattan) büyüklük taslayacaksınız/çok büyük bir azgınlıkla (insanlara karşı) zulüm yapacaksınız/. Müfessirlerin beyânı vechile; bunların birincisinde Yahûdîler, Tevrât’ın hükümlerine karşı gelerek Şa‘yâ (Aleyhisselâm)ı şehit ettiler, ikincisindeyse Zekeriyyâ ve Yahyâ (Aleyhimesselâm)ı şehîd edip, Îsâ (Aleyhisselâm)ı öldürmeye teşebbüs ettiler. (el-Beyzâvî, el-Medârik, el-Âlûsî)
فَاِذَا جَٓاءَ وَعْدُ اُو۫لٰيهُمَا بَعَثْنَا عَلَيْكُمْ عِبَادًا لَنَٓا اُو۬ل۪ي بَأْسٍ شَد۪يدٍ فَجَاسُوا خِلَالَ الدِّيَارِۜ وَكَانَ وَعْدًا مَفْعُولًا ﴿٥
5﴿ O iki (kere yeryüzünü ifsâd etme suçunu işlemeniz)den birincisine vaad edilen (azâbın vakti) geldiği zaman, kendileri (harp husûsunda) çok şiddetli büyük bir güce sâhip Biz(im intikāmımızı alma vazîfesin)e tahsis edilmiş birtakım (zorba) kulları sizin üzerinize gönder(ip musallat et)dik de onlar hemen (sizi yakalayıp öldürmek için) evler(inizin) arasında (ve sokakların ortasında) iyice dolaştılar. (Ezelde takdir edilmesi hasebiyle vukûu kesin olduğu için) zâten bu (azap tehdîdimiz), yapılmış (bitmiş) bir vaad olmuştu. İbnü Abbâs ve Atıyye (Radıyallâhu Anhüm)dan rivâyet edildiğine göre; İsrâîloğulları birinci ifsâdı yaptıklarında Allâh-u Te‘âlâ onlara Câlût’u musallat etti, o da onları katletti, bütün evlerin arasında dolaşarak diri kalan var mı diye teftîş etti, onları zelîl etmek için kalanlarını haraca bağladı ve nihâyet Dâvûd (Aleyhisselâm) Câlût’u öldürene kadar bu zilletten kurtulamadılar. (et-Taberî, 14/471, 490; es-Süyûtî, ed-Dürru’l-Mensûr, 9/252-253)
ثُمَّ رَدَدْنَا لَكُمُ الْكَرَّةَ عَلَيْهِمْ وَاَمْدَدْنَاكُمْ بِاَمْوَالٍ وَبَن۪ينَ وَجَعَلْنَاكُمْ اَكْثَرَ نَف۪يرًا ﴿٦
6﴿ Sonra o (üzerinize musallat kılına)nlara karşı devleti (ve üstünlüğü) size geri vermiştik, birçok mallarla ve oğullarla size yardım etmiş (ve geniş imkân vermiş)tik, birlikte hareket eden bir cemâat olarak da sizi (evvelce olduğunuzdan) daha çok (nüfûsa sâhip) yapmıştık. İbnü Abbâs ve Katâde (Radıyallâhu Anhüm)dan rivâyet edildiğine göre; sonra Allâh-u Te‘âlâ İsrâîloğullarının kendilerine bir hükümdâr tâyin etmesi için yaptıkları duâyı kabûl ederek onlara Tâlût’u hükümdar tâyin etmiş, onunla birlikte olan Dâvûd (Aleyhisselâm) Câlût’u katledince Allâh-u Te‘âlâ İsrâîloğullarına tekrar devletlerini iâde etmiş ve onları sayıca daha fazla nüfûsa mâlik kılmıştır. (et-Taberî, 14/472, 477, 489, 505; es-Süyûtî, ed-Dürru’l-Mensûr, 9/263) Bu kıssanın tafsîlâtı için bkz: Bakara Sûresi:246-251, Kur’ân-ı Azîm ve Tefsirli Meâl-i Şerîfi, sh:39-40
اِنْ اَحْسَنْتُمْ اَحْسَنْتُمْ لِاَنْفُسِكُمْ وَاِنْ اَسَأْتُمْ فَلَهَاۜ فَاِذَا جَٓاءَ وَعْدُ الْاٰخِرَةِ لِيَسُٓؤُ۫ا وُجُوهَكُمْ وَلِيَدْخُلُوا الْمَسْجِدَ كَمَا دَخَلُوهُ اَوَّلَ مَرَّةٍ وَلِيُتَبِّرُوا مَا عَلَوْا تَتْب۪يرًا ﴿٧
7﴿ (Biz onlara şöyle vahyetmiştik:) Güzel amel işlerseniz, kendi nefisleriniz için güzellik etmiş olursunuz. (Zîrâ kazanacağınız sevapların menfaati sâdece size âit olacaktır.) Ama kötü amel işlerseniz, yine (zararı kendinize döneceğinden bu yaptıklarınız) onlar aleyhinedir. Sonraki kerede vaad edilen (azâbın vakti) geldiği zaman ise, suratlarınızı kötü etsinler diye ve ilk kere(sin)de (musallat kılınanlar tahrîbât yapmak üzere) oraya girdikleri gibi (tekrar) o Mescid(-i Aksâ’nın için)e girsinler diye, bir de üstün geldikleri her şeyi (târifi kābil olmayan) fecî bir helâk edişle (yakıp yıkarak) helâk etsinler diye (diğer birtakım zorba kulları size gönderdik). Huzeyfe (Radıyallâhu Anh)dan rivâyet edilen bir hadîs-i şerîfte beyân edildiği üzere; İsrâîloğulları peygamberleri katlederek ikinci ifsâdı çıkarttıklarında Allâh-u Te‘âlâ onlara Fâris hükümdarı Buhtunassar isimli zorba bir hükümdârı musallat etti, o da Zekeriyyâ (Aleyhisselâm)ın kanının intikāmını almak üzere onlardan yetmiş bin kişiyi katletti. Sonra oranın halkını esir edip Bâbil’e sevketti, Mescid-i Aksâ’yı tahrîb etti ve orada bulunan bütün ziynet eşyâsını Bâbil’e götürdü. (İbnü Cerîr, 14/457-459, 471; es-Süyûtî, ed-Dürru’l-Mensûr, 9/260)