v02.01.25 Geliştirme Notları
İsrâ Sûresi
285
Cuz 15
39﴿ (Habîbim!) İşte sana! Bu (yirmi beş haslete ulaşan hükümlerin tamâmı), (akıl tarafından doğruluğuna hükmedilen, rûhî yönden de tatbîki uygun görülen birer) hikmet(li ilim ve hüküm) olarak Rabbinin sana vahyettiği şeylerdendir. (Ey insan!) Bir de sen Allâh ile birlikte başka bir ilâh edinme ki bu sebeple sen (melekler ve müminler nezdinde) kınanmış ve (İlâhî rahmetten) uzaklaştırılmış bir hâlde cehennemin içine bırakılırsın.
40﴿ (Ey melekleri Allâh’ın kızları olarak tanıyan müşrikler!) Yoksa Rabbiniz sizi oğullarla seçkin kıldı da, Kendisi meleklerden birtakım dişileri mi (evlât) edindi?! Gerçekten de siz elbette (gökleri çatlatacak, yerleri paramparça edecek ve dağları devirecek kadar) çok büyük olan bir söz söylemektesiniz!
41﴿ Andolsun ki; iyice öğütlensinler diye Biz işte bu Kur’ân’da elbette (ibretler, hikmetler, hükümler, misaller ve nice deliller husûsunda, teşvik, tehdit, emir ve nehiy gibi) türlü türlü (farklı ve etkili) şekillerle tekrar tekrar iyice açıklamada bulunduk. Ama bu onlara büyük bir uzaklaşmadan başkasını artırmıyor.
42﴿ (Habîbim! Allâh’a ortak koşanların bâtıl inançlarını reddetmek üzere) de ki: “Eğer onların söylemekte olduğu gibi O’nunla birlikte başka ilâhlar bulunsaydı, (dünyâ kralları birbirinin gücünü gidermek üzere çatıştıkları gibi) o takdirde elbette onlar (da) Arş’ın sâhibine (ulaşıp Kendisini mağlup etmek için) bir yol ararlardı.”
43﴿ Kendini (ortaklardan ve tüm noksan sıfatlardan tenzîh, takdîs ve) tesbîh ile (uzak tuttu)! Zâten O (Allâh-u Te‘âlâ) onların söylemekte oldukları şeylerden çok büyük bir yücelikle dâimâ çok yüce olmuştur.
44﴿ Yedi (kat) gökler ve yer, bir de onların içinde bulunan (melekler, cinler ve insan)lar sürekli O’nu tesbîh (ve takdîs ederek; Zâtına yakışmayan tüm vasıflardan ve sonradan yaratılmış olmanın bütün îcaplarından son derece uzak olduğunu, dilleriyle de hâlleriyle de ifâde) etmektedir(ler). Zâten (denizdeki balıklara ve havadaki kuşlara varıncaya kadar canlı-cansız) hiçbir şey yoktur ki; mutlaka (hepsi de) O’na hamd (etmek) ile birlikte (övgülerde bulunarak ve “Sübhânellâhi ve bihamdihî” zikri ile meşgul) olarak (yüce Zâtının noksan sıfatlardan berî olduğunu ifâde etmek için tenzîh ve) tesbîhte bulunur(lar). Velâkin (dillerinizin farklılığından ve tefekkürünüze mâni olacak bir gaflete tutulduğunuzdan dolayı) siz onların tesbîh (şekl)ini iyice anlayamazsınız. Şüphesiz ki O (Allâh-u Te‘âlâ) dâimâ (hiç acele etmeyen bir Zât olduğu için, kudret delillerini düşünmemekle hak etmiş olduğunuz peşin azâbı geciktiren bir) Halîm ve (geçmiş taksîrâtınızdan tevbe etmeniz durumunda kusurlarınızı çokça bağışlayan bir) Ğafûr olmuştur.
45﴿ (Habîbim!) Sen Kur’ân okuduğun zamanda ise Biz âhirete îmân etmeyen o kimselerle senin arana iyice örten bir perde /(onların göremediği) örtülü bir perde/ koyarız. Bu âyet-i kerîme Ebû Leheb’in karısı Ümmü Cemîl hakkında nâzil olmuştur, şöyle ki; Tebbet Sûresi nâzil olunca o eline avuç dolusu taş alıp Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e saldırmak üzere hareket etmiş ve Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Ebû Bekr Sıddîk’ın yanında bulunuyorken onların yanına girmişti, Ebû Bekr (Radıyallâhu Anh) endişelenerek Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)i gizlemek istediyse de o birtakım âyetlerle korunarak: “Bırak gelsin, o beni görmez” buyurmuş, buyurduğu gibi de olmuştur. Nitekim o, Ebû Bekr Sıddîk’ın yanına kadar gelip durmuş ama Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)i göremeyip dönmüştür. (Ebû Ya‘lâ, el-Müsned, rakam:53; Hâkim, el-Müstedrek, 2/361, Beyhakî, ed-Delâil, 2/195-196)
46﴿ Ayrıca Biz onların (duyularını hakkı bulup hidâyete uyma yolunda kullanmadıklarını gördüğümüz için) kalplerinin üzerinde o (okuduğu)nu iyice anlayamasınlar diye birçok perdeler, kulaklarının içerisinde de büyük bir ağırlık (ve kuvvetli bir sağırlık) yarattık. (Bu yüzden) sen Kur’ân (okuduğun sıra)da (tevhîd içeren âyetlere geldiğinde) Rabbini tek olarak andığın zaman ise onlar kaçmak için arkalarına dönerler.
47﴿ (Habîbim!) Onlar sana kulak verirlerken, hani onlar (senin aleyhine) fısıldaşan bir topluluk iken, vaktâ ki o zâlimler (müminlere): “Siz ancak büyülenmiş bir adama tâbi oluyorsunuz” derken, Biz onların (eğlence, hafife alma ve dalga geçme gibi) ne türlü nedenlerle (seni) dinlemekte olduklarını çok iyi biliciyiz.
48﴿ (Habîbim!) Bak ki; onlar senin için (şâir, sâhir, kâhin ve mecnun gibi sözler sarfederek senin hakkında yakışmayan) örnekleri nasıl açıkladılar da böylece sapıttılar. Artık onlar (doğruya ulaştıracak) bir yola (girmeye) güç yetiremezler.
49﴿ Bir de o (müşrik ola)nlar: “Biz (çürümüş) birtakım kemikler ve ufalanmış bir toprak olduğumuz zamanda mı; gerçekten Biz mi, elbette yepyeni bir yaratılışla diriltilecek kimseleriz?!” dediler.
سُورَةُ الْاِسْرَاۤءِ
الجزء ١٥
٢٨٥
ذٰلِكَ مِمَّٓا اَوْحٰٓى اِلَيْكَ رَبُّكَ مِنَ الْحِكْمَةِۜ وَلَا تَجْعَلْ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهًا اٰخَرَ فَتُلْقٰى ف۪ي جَهَنَّمَ مَلُومًا مَدْحُورًا ﴿٣٩
اَفَاَصْفٰيكُمْ رَبُّكُمْ بِالْبَن۪ينَ وَاتَّخَذَ مِنَ الْمَلٰٓئِكَةِ اِنَاثًاۜ اِنَّكُمْ لَتَقُولُونَ قَوْلًا عَظ۪يمًا۟ ﴿٤٠
وَلَقَدْ صَرَّفْنَا ف۪ي هٰذَا الْقُرْاٰنِ لِيَذَّكَّرُواۜ وَمَا يَز۪يدُهُمْ اِلَّا نُفُورًا ﴿٤١
قُلْ لَوْ كَانَ مَعَهُٓ اٰلِهَةٌ كَمَا يَقُولُونَ اِذًا لَابْتَغَوْا اِلٰى ذِي الْعَرْشِ سَب۪يلًا ﴿٤٢
سُبْحَانَهُ وَتَعَالٰى عَمَّا يَقُولُونَ عُلُوًّا كَب۪يرًا ﴿٤٣
تُسَبِّحُ لَهُ السَّمٰوَاتُ السَّبْعُ وَالْاَرْضُ وَمَنْ ف۪يهِنَّۜ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪ وَلٰكِنْ لَا تَفْقَهُونَ تَسْب۪يحَهُمْۜ اِنَّهُ كَانَ حَل۪يمًا غَفُورًا ﴿٤٤
وَاِذَا قَرَأْتَ الْقُرْاٰنَ جَعَلْنَا بَيْنَكَ وَبَيْنَ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ حِجَابًا مَسْتُورًاۙ ﴿٤٥
وَجَعَلْنَا عَلٰى قُلُوبِهِمْ اَكِنَّةً اَنْ يَفْقَهُوهُ وَف۪ٓي اٰذَانِهِمْ وَقْرًاۜ وَاِذَا ذَكَرْتَ رَبَّكَ فِي الْقُرْاٰنِ وَحْدَهُ وَلَّوْا عَلٰٓى اَدْبَارِهِمْ نُفُورًا ﴿٤٦
نَحْنُ اَعْلَمُ بِمَا يَسْتَمِعُونَ بِه۪ٓ اِذْ يَسْتَمِعُونَ اِلَيْكَ وَاِذْ هُمْ نَجْوٰٓى اِذْ يَقُولُ الظَّالِمُونَ اِنْ تَتَّبِعُونَ اِلَّا رَجُلًا مَسْحُورًا ﴿٤٧
اُنْظُرْ كَيْفَ ضَرَبُوا لَكَ الْاَمْثَالَ فَضَلُّوا فَلَا يَسْتَط۪يعُونَ سَب۪يلًا ﴿٤٨
وَقَالُٓوا ءَاِذَا كُنَّا عِظَامًا وَرُفَاتًا ءَاِنَّا لَمَبْعُوثُونَ خَلْقًا جَد۪يدًا ﴿٤٩
İsrâ Sûresi
285
Cuz 15
ذٰلِكَ مِمَّٓا اَوْحٰٓى اِلَيْكَ رَبُّكَ مِنَ الْحِكْمَةِۜ وَلَا تَجْعَلْ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهًا اٰخَرَ فَتُلْقٰى ف۪ي جَهَنَّمَ مَلُومًا مَدْحُورًا ﴿٣٩
39﴿ (Habîbim!) İşte sana! Bu (yirmi beş haslete ulaşan hükümlerin tamâmı), (akıl tarafından doğruluğuna hükmedilen, rûhî yönden de tatbîki uygun görülen birer) hikmet(li ilim ve hüküm) olarak Rabbinin sana vahyettiği şeylerdendir. (Ey insan!) Bir de sen Allâh ile birlikte başka bir ilâh edinme ki bu sebeple sen (melekler ve müminler nezdinde) kınanmış ve (İlâhî rahmetten) uzaklaştırılmış bir hâlde cehennemin içine bırakılırsın.
اَفَاَصْفٰيكُمْ رَبُّكُمْ بِالْبَن۪ينَ وَاتَّخَذَ مِنَ الْمَلٰٓئِكَةِ اِنَاثًاۜ اِنَّكُمْ لَتَقُولُونَ قَوْلًا عَظ۪يمًا۟ ﴿٤٠
40﴿ (Ey melekleri Allâh’ın kızları olarak tanıyan müşrikler!) Yoksa Rabbiniz sizi oğullarla seçkin kıldı da, Kendisi meleklerden birtakım dişileri mi (evlât) edindi?! Gerçekten de siz elbette (gökleri çatlatacak, yerleri paramparça edecek ve dağları devirecek kadar) çok büyük olan bir söz söylemektesiniz!
وَلَقَدْ صَرَّفْنَا ف۪ي هٰذَا الْقُرْاٰنِ لِيَذَّكَّرُواۜ وَمَا يَز۪يدُهُمْ اِلَّا نُفُورًا ﴿٤١
41﴿ Andolsun ki; iyice öğütlensinler diye Biz işte bu Kur’ân’da elbette (ibretler, hikmetler, hükümler, misaller ve nice deliller husûsunda, teşvik, tehdit, emir ve nehiy gibi) türlü türlü (farklı ve etkili) şekillerle tekrar tekrar iyice açıklamada bulunduk. Ama bu onlara büyük bir uzaklaşmadan başkasını artırmıyor.
قُلْ لَوْ كَانَ مَعَهُٓ اٰلِهَةٌ كَمَا يَقُولُونَ اِذًا لَابْتَغَوْا اِلٰى ذِي الْعَرْشِ سَب۪يلًا ﴿٤٢
42﴿ (Habîbim! Allâh’a ortak koşanların bâtıl inançlarını reddetmek üzere) de ki: “Eğer onların söylemekte olduğu gibi O’nunla birlikte başka ilâhlar bulunsaydı, (dünyâ kralları birbirinin gücünü gidermek üzere çatıştıkları gibi) o takdirde elbette onlar (da) Arş’ın sâhibine (ulaşıp Kendisini mağlup etmek için) bir yol ararlardı.”
سُبْحَانَهُ وَتَعَالٰى عَمَّا يَقُولُونَ عُلُوًّا كَب۪يرًا ﴿٤٣
43﴿ Kendini (ortaklardan ve tüm noksan sıfatlardan tenzîh, takdîs ve) tesbîh ile (uzak tuttu)! Zâten O (Allâh-u Te‘âlâ) onların söylemekte oldukları şeylerden çok büyük bir yücelikle dâimâ çok yüce olmuştur.
تُسَبِّحُ لَهُ السَّمٰوَاتُ السَّبْعُ وَالْاَرْضُ وَمَنْ ف۪يهِنَّۜ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪ وَلٰكِنْ لَا تَفْقَهُونَ تَسْب۪يحَهُمْۜ اِنَّهُ كَانَ حَل۪يمًا غَفُورًا ﴿٤٤
44﴿ Yedi (kat) gökler ve yer, bir de onların içinde bulunan (melekler, cinler ve insan)lar sürekli O’nu tesbîh (ve takdîs ederek; Zâtına yakışmayan tüm vasıflardan ve sonradan yaratılmış olmanın bütün îcaplarından son derece uzak olduğunu, dilleriyle de hâlleriyle de ifâde) etmektedir(ler). Zâten (denizdeki balıklara ve havadaki kuşlara varıncaya kadar canlı-cansız) hiçbir şey yoktur ki; mutlaka (hepsi de) O’na hamd (etmek) ile birlikte (övgülerde bulunarak ve “Sübhânellâhi ve bihamdihî” zikri ile meşgul) olarak (yüce Zâtının noksan sıfatlardan berî olduğunu ifâde etmek için tenzîh ve) tesbîhte bulunur(lar). Velâkin (dillerinizin farklılığından ve tefekkürünüze mâni olacak bir gaflete tutulduğunuzdan dolayı) siz onların tesbîh (şekl)ini iyice anlayamazsınız. Şüphesiz ki O (Allâh-u Te‘âlâ) dâimâ (hiç acele etmeyen bir Zât olduğu için, kudret delillerini düşünmemekle hak etmiş olduğunuz peşin azâbı geciktiren bir) Halîm ve (geçmiş taksîrâtınızdan tevbe etmeniz durumunda kusurlarınızı çokça bağışlayan bir) Ğafûr olmuştur.
وَاِذَا قَرَأْتَ الْقُرْاٰنَ جَعَلْنَا بَيْنَكَ وَبَيْنَ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ حِجَابًا مَسْتُورًاۙ ﴿٤٥
45﴿ (Habîbim!) Sen Kur’ân okuduğun zamanda ise Biz âhirete îmân etmeyen o kimselerle senin arana iyice örten bir perde /(onların göremediği) örtülü bir perde/ koyarız. Bu âyet-i kerîme Ebû Leheb’in karısı Ümmü Cemîl hakkında nâzil olmuştur, şöyle ki; Tebbet Sûresi nâzil olunca o eline avuç dolusu taş alıp Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e saldırmak üzere hareket etmiş ve Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Ebû Bekr Sıddîk’ın yanında bulunuyorken onların yanına girmişti, Ebû Bekr (Radıyallâhu Anh) endişelenerek Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)i gizlemek istediyse de o birtakım âyetlerle korunarak: “Bırak gelsin, o beni görmez” buyurmuş, buyurduğu gibi de olmuştur. Nitekim o, Ebû Bekr Sıddîk’ın yanına kadar gelip durmuş ama Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)i göremeyip dönmüştür. (Ebû Ya‘lâ, el-Müsned, rakam:53; Hâkim, el-Müstedrek, 2/361, Beyhakî, ed-Delâil, 2/195-196)
وَجَعَلْنَا عَلٰى قُلُوبِهِمْ اَكِنَّةً اَنْ يَفْقَهُوهُ وَف۪ٓي اٰذَانِهِمْ وَقْرًاۜ وَاِذَا ذَكَرْتَ رَبَّكَ فِي الْقُرْاٰنِ وَحْدَهُ وَلَّوْا عَلٰٓى اَدْبَارِهِمْ نُفُورًا ﴿٤٦
46﴿ Ayrıca Biz onların (duyularını hakkı bulup hidâyete uyma yolunda kullanmadıklarını gördüğümüz için) kalplerinin üzerinde o (okuduğu)nu iyice anlayamasınlar diye birçok perdeler, kulaklarının içerisinde de büyük bir ağırlık (ve kuvvetli bir sağırlık) yarattık. (Bu yüzden) sen Kur’ân (okuduğun sıra)da (tevhîd içeren âyetlere geldiğinde) Rabbini tek olarak andığın zaman ise onlar kaçmak için arkalarına dönerler.
نَحْنُ اَعْلَمُ بِمَا يَسْتَمِعُونَ بِه۪ٓ اِذْ يَسْتَمِعُونَ اِلَيْكَ وَاِذْ هُمْ نَجْوٰٓى اِذْ يَقُولُ الظَّالِمُونَ اِنْ تَتَّبِعُونَ اِلَّا رَجُلًا مَسْحُورًا ﴿٤٧
47﴿ (Habîbim!) Onlar sana kulak verirlerken, hani onlar (senin aleyhine) fısıldaşan bir topluluk iken, vaktâ ki o zâlimler (müminlere): “Siz ancak büyülenmiş bir adama tâbi oluyorsunuz” derken, Biz onların (eğlence, hafife alma ve dalga geçme gibi) ne türlü nedenlerle (seni) dinlemekte olduklarını çok iyi biliciyiz.
اُنْظُرْ كَيْفَ ضَرَبُوا لَكَ الْاَمْثَالَ فَضَلُّوا فَلَا يَسْتَط۪يعُونَ سَب۪يلًا ﴿٤٨
48﴿ (Habîbim!) Bak ki; onlar senin için (şâir, sâhir, kâhin ve mecnun gibi sözler sarfederek senin hakkında yakışmayan) örnekleri nasıl açıkladılar da böylece sapıttılar. Artık onlar (doğruya ulaştıracak) bir yola (girmeye) güç yetiremezler.
وَقَالُٓوا ءَاِذَا كُنَّا عِظَامًا وَرُفَاتًا ءَاِنَّا لَمَبْعُوثُونَ خَلْقًا جَد۪يدًا ﴿٤٩
49﴿ Bir de o (müşrik ola)nlar: “Biz (çürümüş) birtakım kemikler ve ufalanmış bir toprak olduğumuz zamanda mı; gerçekten Biz mi, elbette yepyeni bir yaratılışla diriltilecek kimseleriz?!” dediler.