v02.01.25 Geliştirme Notları
İsrâ Sûresi
286
Cuz 15
50﴿ (Habîbim! Onlara cevâben) de ki: “Siz (kaskatı) birtakım taşlar ya da (güçlü) bir demir olun.
51﴿ Veyâ (diriltilmesini) kalplerinizde (düşünmeniz bile) büyük (ve zor hattâ çok uzak) olan (gökler, yerler ve dağlar gibi) şeylerden, farklı yaratılmış (herhangi) bir şey olun! (Yine de Allâh-u Te‘âlâ’nın kudreti sizi diriltmekten âciz kalmaz. Zîrâ hepiniz yaratılmış birtakım cisimler olmanız hasebiyle, ölüm ve hayat gibi arazları kabûl etmekte müştereksiniz. Hele bir de siz kısa bir zaman önce hayatta olan kimselerken, çürüdükten sonra diriltilmeniz hiç de uzak görülecek bir şey değildir.)(Sen bunu söylediğinde) bu sefer muhakkak onlar: “Bizi kim (hayâta) geri döndürecek?!” diyecekler. Sen: “Sizi ilk keresinde (cansız bir toprakken) yoktan yaratmış olan O Zât (diriltecek)” de. Bunun üzerine gerçekten onlar (kapılacakları dehşet ve hayret içerisinde) başlarını sana doğru sallayacaklar da: “O (da) ne zaman (olacak)dır?!” diyecekler. Sen (de) de ki: “(Her gelecek yakın olduğu gibi) onun (da) çok yakın olması kesin olmuştur.”
52﴿ (Ey insanlar! Unutmayın) o günü ki; O (Rabbiniz) sizi (diriltip, mahşere toplanmanız için) dâvet edecek, siz de hemen (başlarınızdan toprakları silkerken: “Sübhânekellâhümme ve bihamdike” diyerek) O’na hamd (ve tesbîh) ile birlikte (övgülerde bulunucu) olarak (O’nun dâvetine) tamâmen icâbet edeceksiniz ve (karşılaştığınız dehşetli manzaralara nispetle, dünyâda ve kabirde geçirdiğiniz zamanları azımsayarak, oralarda) ancak çok az bir süre durduğunuzu zannedeceksiniz.
53﴿ (Habîbim! Müşriklerden çektikleri eziyeti sana şikâyet eden) Benim (mümin) kullarıma da de ki; o (kâfirlerle sürtüşmeye girmesinler, ancak: “Allâh sizi hidâyet etsin” gibi) en güzel olan şeyin ta kendisini söylesinler. Gerçekten de şeytan aralarında kışkırtma yapar (ve şerri körükler de, bu daha büyük zararlara sebebiyet verebilir). Çünkü muhakkak şeytan insan için apaçık büyük bir düşman olmuştur.
54﴿ (Kâfirlerin sonlarının ne olacağını bilemeyeceğinizden, belki de Allâh-u Te‘âlâ gelecekte kendilerini îmâna hidâyet buyuracağından dolayı onlara: “Siz kesinlikle cehennemliksiniz” gibi kışkırtıcı sözler söyleyip de işi zora sokmayın. Bilakis durumlarını Allâh-u Te‘âlâ’nın dilemesine havâle ederek kendilerine şöyle hitap edin:) “Rabbiniz sizi çok iyi bilendir. Eğer dilerse (îmân nasip ederek) size rahmet eder yâhut murâd ederse (hidâyetten mahrum bırakarak) size azap eder.” (Habîbim!) Zâten Biz seni onlar üzerine bir vekîl olarak göndermedik (ki onları zorla îmân ettiresin ve inkârlarından sorumlu olasın. Biz seni ancak bir duyurucu olarak gönderdik. O hâlde onların eziyetlerine sabret, ashâbına da idâreli gitmelerini emret). Bu iki âyet-i kerime; bir müşriğin Hazret-i Ömer’e sövmesi netîcesinde, büyük bir kargaşa yaşanmasın diye Ömer (Radıyallâhu Anh)ın onu afv etmesini teşvik eder mâhiyette nâzil olmuştur. Müslümanların çok zayıf durumda bulunduğu Mekke döneminin ağır şartları göz önünde bulundurulacak olursa, onların laflarına ve alaylarına karşı sert çıkışların Müslümanlara zarar vereceği ortadadır. Bu nedenle kâfirlerle cihat âyeti ininceye kadar sahâbe-i kirâm müşriklerin eziyetlerine tahammül etmek ve fesat çıkaracak çekişmelerden uzak durmakla emrolunmuşlardır. Seyf (cihâd) âyeti indikten sonra ise, müşriklere müsâmahalı davranmayı emreden bu gibi âyetler neshedilmiştir. Ancak aynı şartlar altında yaşayan Müslümanların bu gibi âyetlerin hükümlerini göz ardı etmemeleri gerekir. (el-Beyzâvî, el-Hâzin)
55﴿ (Habîbim!) Ayrıca senin Rabbin (sâdece sizi değil) göklerde ve yerde bulunanları(n tüm hâllerini ve hak ettiklerini) hakkıyla bilendir. (Bu yüzden peygamberlik ve velîlik makamlarına dilediğini seçer. Artık onlar Ebû Tâlib’in yetiminin peygamber olmasını ve karnı aç, sırtı çıplak kimselerin onun ashâbı bulunmasını niçin yadırgıyorlar?!) Andolsun ki; muhakkak Biz nebîlerin bâzısını diğer bir kısma karşı (mallarının çokluğuyla değil, aklî, rûhânî ve ahlâkî birtakım fazîletlerle) elbette üstün kıldık. Dâvûd’a da (saltanatıyla değil) Zebûr’u (vahyederek üstünlük) verdik.
56﴿ (Rasûlüm! Şiddetli kuraklık yüzünden köpekleri ve leşleri yiyecek duruma düşünce senden duâ isteyen o müşriklere) de ki: “O (Allâh-u Sübhânehû)nun dışında (kendilerinin ilâhlıklarını) iddiâ etmiş olduğunuz o kimselere (Îsâ’ya, Uzeyr’e, meleklere ve cinlere) duâ edin (de, içine düştüğünüz darlıktan sizi kurtarsınlar). Ama onlar sizden bir sıkıntıyı aç(ıp savuştur)maya (dâir hiçbir imkâna) sâhip olamazlar, (onu başkalarına) çevirmeye de (güç yetirici) olamaz(lar).”
57﴿ (Habîbim!) İşte sana! Bu (şirk koşa)nların (sıkıştıkları zaman kendilerine) duâ yapmakta olduğu o (Îsâ, Uzeyr ve melekler gibi Allâh nezdinde îtibârı olan) kimseler (kendilerinin Allâh’a ortak koşulmasından aslâ râzı değildirler, üstelik); hangileri (Allâh’a mânen) en yakınsa onlar (bile) Rablerine (ibâdet ederek mânen yakınlaşmaya) vesîle aramaktadırlar, (ya en yakın olmayanlar bir vesîle ortaya koymadan Rablerinin rızâsına nasıl ulaşabilirler? Ayrıca diğer sâlih kullar gibi) onlar da O’nun rahmetini ummaktadırlar ve azâbından korkmaktadırlar. Zîrâ şüphesiz senin Rabbinin azâbı (peygamberler ve melekler dâhil tüm kullar tarafından) sakınılmayı hak eden korkunç bir şey olmuştur.
58﴿ (İyi-kötü) hiçbir karye yoktur ki; mutlaka Biz onu kıyâmet gününden önce (yangın, sel, kıtlık, kuraklık ve düşman istîlâsı gibi değişik nedenlerle) helâk edicileriz ya da ona şiddetli bir azap edişle azap edicileriz. İşte sana! Bu (karar) o (Levh-i Mahfûz nâmındaki) Kitap’ta yazılmış bir şey olmuştur.
سُورَةُ الْاِسْرَاۤءِ
الجزء ١٥
٢٨٦
قُلْ كُونُوا حِجَارَةً اَوْ حَد۪يدًاۙ ﴿٥٠
اَوْ خَلْقًا مِمَّا يَكْبُرُ ف۪ي صُدُورِكُمْۚ فَسَيَقُولُونَ مَنْ يُع۪يدُنَاۜ قُلِ الَّذ۪ي فَطَرَكُمْ اَوَّلَ مَرَّةٍۚ فَسَيُنْغِضُونَ اِلَيْكَ رُؤُ۫سَهُمْ وَيَقُولُونَ مَتٰى هُوَۜ قُلْ عَسٰٓى اَنْ يَكُونَ قَر۪يبًا ﴿٥١
يَوْمَ يَدْعُوكُمْ فَتَسْتَج۪يبُونَ بِحَمْدِه۪ وَتَظُنُّونَ اِنْ لَبِثْتُمْ اِلَّا قَل۪يلًا۟ ﴿٥٢
وَقُلْ لِعِبَاد۪ي يَقُولُوا الَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُۜ اِنَّ الشَّيْطَانَ يَنْزَغُ بَيْنَهُمْۜ اِنَّ الشَّيْطَانَ كَانَ لِلْاِنْسَانِ عَدُوًّا مُب۪ينًا ﴿٥٣
رَبُّكُمْ اَعْلَمُ بِكُمْۜ اِنْ يَشَأْ يَرْحَمْكُمْ اَوْ اِنْ يَشَأْ يُعَذِّبْكُمْۜ وَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ وَك۪يلًا ﴿٥٤
وَرَبُّكَ اَعْلَمُ بِمَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَلَقَدْ فَضَّلْنَا بَعْضَ النَّبِيّ۪نَ عَلٰى بَعْضٍ وَاٰتَيْنَا دَاوُ۫دَ زَبُورًا ﴿٥٥
قُلِ ادْعُوا الَّذ۪ينَ زَعَمْتُمْ مِنْ دُونِه۪ فَلَا يَمْلِكُونَ كَشْفَ الضُّرِّ عَنْكُمْ وَلَا تَحْو۪يلًا ﴿٥٦
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ يَدْعُونَ يَبْتَغُونَ اِلٰى رَبِّهِمُ الْوَس۪يلَةَ اَيُّهُمْ اَقْرَبُ وَيَرْجُونَ رَحْمَتَهُ وَيَخَافُونَ عَذَابَهُۜ اِنَّ عَذَابَ رَبِّكَ كَانَ مَحْذُورًا ﴿٥٧
وَاِنْ مِنْ قَرْيَةٍ اِلَّا نَحْنُ مُهْلِكُوهَا قَبْلَ يَوْمِ الْقِيٰمَةِ اَوْ مُعَذِّبُوهَا عَذَابًا شَد۪يدًاۜ كَانَ ذٰلِكَ فِي الْكِتَابِ مَسْطُورًا ﴿٥٨
İsrâ Sûresi
286
Cuz 15
قُلْ كُونُوا حِجَارَةً اَوْ حَد۪يدًاۙ ﴿٥٠
50﴿ (Habîbim! Onlara cevâben) de ki: “Siz (kaskatı) birtakım taşlar ya da (güçlü) bir demir olun.
اَوْ خَلْقًا مِمَّا يَكْبُرُ ف۪ي صُدُورِكُمْۚ فَسَيَقُولُونَ مَنْ يُع۪يدُنَاۜ قُلِ الَّذ۪ي فَطَرَكُمْ اَوَّلَ مَرَّةٍۚ فَسَيُنْغِضُونَ اِلَيْكَ رُؤُ۫سَهُمْ وَيَقُولُونَ مَتٰى هُوَۜ قُلْ عَسٰٓى اَنْ يَكُونَ قَر۪يبًا ﴿٥١
51﴿ Veyâ (diriltilmesini) kalplerinizde (düşünmeniz bile) büyük (ve zor hattâ çok uzak) olan (gökler, yerler ve dağlar gibi) şeylerden, farklı yaratılmış (herhangi) bir şey olun! (Yine de Allâh-u Te‘âlâ’nın kudreti sizi diriltmekten âciz kalmaz. Zîrâ hepiniz yaratılmış birtakım cisimler olmanız hasebiyle, ölüm ve hayat gibi arazları kabûl etmekte müştereksiniz. Hele bir de siz kısa bir zaman önce hayatta olan kimselerken, çürüdükten sonra diriltilmeniz hiç de uzak görülecek bir şey değildir.)(Sen bunu söylediğinde) bu sefer muhakkak onlar: “Bizi kim (hayâta) geri döndürecek?!” diyecekler. Sen: “Sizi ilk keresinde (cansız bir toprakken) yoktan yaratmış olan O Zât (diriltecek)” de. Bunun üzerine gerçekten onlar (kapılacakları dehşet ve hayret içerisinde) başlarını sana doğru sallayacaklar da: “O (da) ne zaman (olacak)dır?!” diyecekler. Sen (de) de ki: “(Her gelecek yakın olduğu gibi) onun (da) çok yakın olması kesin olmuştur.”
يَوْمَ يَدْعُوكُمْ فَتَسْتَج۪يبُونَ بِحَمْدِه۪ وَتَظُنُّونَ اِنْ لَبِثْتُمْ اِلَّا قَل۪يلًا۟ ﴿٥٢
52﴿ (Ey insanlar! Unutmayın) o günü ki; O (Rabbiniz) sizi (diriltip, mahşere toplanmanız için) dâvet edecek, siz de hemen (başlarınızdan toprakları silkerken: “Sübhânekellâhümme ve bihamdike” diyerek) O’na hamd (ve tesbîh) ile birlikte (övgülerde bulunucu) olarak (O’nun dâvetine) tamâmen icâbet edeceksiniz ve (karşılaştığınız dehşetli manzaralara nispetle, dünyâda ve kabirde geçirdiğiniz zamanları azımsayarak, oralarda) ancak çok az bir süre durduğunuzu zannedeceksiniz.
وَقُلْ لِعِبَاد۪ي يَقُولُوا الَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُۜ اِنَّ الشَّيْطَانَ يَنْزَغُ بَيْنَهُمْۜ اِنَّ الشَّيْطَانَ كَانَ لِلْاِنْسَانِ عَدُوًّا مُب۪ينًا ﴿٥٣
53﴿ (Habîbim! Müşriklerden çektikleri eziyeti sana şikâyet eden) Benim (mümin) kullarıma da de ki; o (kâfirlerle sürtüşmeye girmesinler, ancak: “Allâh sizi hidâyet etsin” gibi) en güzel olan şeyin ta kendisini söylesinler. Gerçekten de şeytan aralarında kışkırtma yapar (ve şerri körükler de, bu daha büyük zararlara sebebiyet verebilir). Çünkü muhakkak şeytan insan için apaçık büyük bir düşman olmuştur.
رَبُّكُمْ اَعْلَمُ بِكُمْۜ اِنْ يَشَأْ يَرْحَمْكُمْ اَوْ اِنْ يَشَأْ يُعَذِّبْكُمْۜ وَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ وَك۪يلًا ﴿٥٤
54﴿ (Kâfirlerin sonlarının ne olacağını bilemeyeceğinizden, belki de Allâh-u Te‘âlâ gelecekte kendilerini îmâna hidâyet buyuracağından dolayı onlara: “Siz kesinlikle cehennemliksiniz” gibi kışkırtıcı sözler söyleyip de işi zora sokmayın. Bilakis durumlarını Allâh-u Te‘âlâ’nın dilemesine havâle ederek kendilerine şöyle hitap edin:) “Rabbiniz sizi çok iyi bilendir. Eğer dilerse (îmân nasip ederek) size rahmet eder yâhut murâd ederse (hidâyetten mahrum bırakarak) size azap eder.” (Habîbim!) Zâten Biz seni onlar üzerine bir vekîl olarak göndermedik (ki onları zorla îmân ettiresin ve inkârlarından sorumlu olasın. Biz seni ancak bir duyurucu olarak gönderdik. O hâlde onların eziyetlerine sabret, ashâbına da idâreli gitmelerini emret). Bu iki âyet-i kerime; bir müşriğin Hazret-i Ömer’e sövmesi netîcesinde, büyük bir kargaşa yaşanmasın diye Ömer (Radıyallâhu Anh)ın onu afv etmesini teşvik eder mâhiyette nâzil olmuştur. Müslümanların çok zayıf durumda bulunduğu Mekke döneminin ağır şartları göz önünde bulundurulacak olursa, onların laflarına ve alaylarına karşı sert çıkışların Müslümanlara zarar vereceği ortadadır. Bu nedenle kâfirlerle cihat âyeti ininceye kadar sahâbe-i kirâm müşriklerin eziyetlerine tahammül etmek ve fesat çıkaracak çekişmelerden uzak durmakla emrolunmuşlardır. Seyf (cihâd) âyeti indikten sonra ise, müşriklere müsâmahalı davranmayı emreden bu gibi âyetler neshedilmiştir. Ancak aynı şartlar altında yaşayan Müslümanların bu gibi âyetlerin hükümlerini göz ardı etmemeleri gerekir. (el-Beyzâvî, el-Hâzin)
وَرَبُّكَ اَعْلَمُ بِمَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَلَقَدْ فَضَّلْنَا بَعْضَ النَّبِيّ۪نَ عَلٰى بَعْضٍ وَاٰتَيْنَا دَاوُ۫دَ زَبُورًا ﴿٥٥
55﴿ (Habîbim!) Ayrıca senin Rabbin (sâdece sizi değil) göklerde ve yerde bulunanları(n tüm hâllerini ve hak ettiklerini) hakkıyla bilendir. (Bu yüzden peygamberlik ve velîlik makamlarına dilediğini seçer. Artık onlar Ebû Tâlib’in yetiminin peygamber olmasını ve karnı aç, sırtı çıplak kimselerin onun ashâbı bulunmasını niçin yadırgıyorlar?!) Andolsun ki; muhakkak Biz nebîlerin bâzısını diğer bir kısma karşı (mallarının çokluğuyla değil, aklî, rûhânî ve ahlâkî birtakım fazîletlerle) elbette üstün kıldık. Dâvûd’a da (saltanatıyla değil) Zebûr’u (vahyederek üstünlük) verdik.
قُلِ ادْعُوا الَّذ۪ينَ زَعَمْتُمْ مِنْ دُونِه۪ فَلَا يَمْلِكُونَ كَشْفَ الضُّرِّ عَنْكُمْ وَلَا تَحْو۪يلًا ﴿٥٦
56﴿ (Rasûlüm! Şiddetli kuraklık yüzünden köpekleri ve leşleri yiyecek duruma düşünce senden duâ isteyen o müşriklere) de ki: “O (Allâh-u Sübhânehû)nun dışında (kendilerinin ilâhlıklarını) iddiâ etmiş olduğunuz o kimselere (Îsâ’ya, Uzeyr’e, meleklere ve cinlere) duâ edin (de, içine düştüğünüz darlıktan sizi kurtarsınlar). Ama onlar sizden bir sıkıntıyı aç(ıp savuştur)maya (dâir hiçbir imkâna) sâhip olamazlar, (onu başkalarına) çevirmeye de (güç yetirici) olamaz(lar).”
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ يَدْعُونَ يَبْتَغُونَ اِلٰى رَبِّهِمُ الْوَس۪يلَةَ اَيُّهُمْ اَقْرَبُ وَيَرْجُونَ رَحْمَتَهُ وَيَخَافُونَ عَذَابَهُۜ اِنَّ عَذَابَ رَبِّكَ كَانَ مَحْذُورًا ﴿٥٧
57﴿ (Habîbim!) İşte sana! Bu (şirk koşa)nların (sıkıştıkları zaman kendilerine) duâ yapmakta olduğu o (Îsâ, Uzeyr ve melekler gibi Allâh nezdinde îtibârı olan) kimseler (kendilerinin Allâh’a ortak koşulmasından aslâ râzı değildirler, üstelik); hangileri (Allâh’a mânen) en yakınsa onlar (bile) Rablerine (ibâdet ederek mânen yakınlaşmaya) vesîle aramaktadırlar, (ya en yakın olmayanlar bir vesîle ortaya koymadan Rablerinin rızâsına nasıl ulaşabilirler? Ayrıca diğer sâlih kullar gibi) onlar da O’nun rahmetini ummaktadırlar ve azâbından korkmaktadırlar. Zîrâ şüphesiz senin Rabbinin azâbı (peygamberler ve melekler dâhil tüm kullar tarafından) sakınılmayı hak eden korkunç bir şey olmuştur.
وَاِنْ مِنْ قَرْيَةٍ اِلَّا نَحْنُ مُهْلِكُوهَا قَبْلَ يَوْمِ الْقِيٰمَةِ اَوْ مُعَذِّبُوهَا عَذَابًا شَد۪يدًاۜ كَانَ ذٰلِكَ فِي الْكِتَابِ مَسْطُورًا ﴿٥٨
58﴿ (İyi-kötü) hiçbir karye yoktur ki; mutlaka Biz onu kıyâmet gününden önce (yangın, sel, kıtlık, kuraklık ve düşman istîlâsı gibi değişik nedenlerle) helâk edicileriz ya da ona şiddetli bir azap edişle azap edicileriz. İşte sana! Bu (karar) o (Levh-i Mahfûz nâmındaki) Kitap’ta yazılmış bir şey olmuştur.