v02.01.25 Geliştirme Notları
İsrâ Sûresi
287
Cuz 15
59﴿ Ayrıca (Kureyş’in istediği) o âyet (ve mûcize)leri Bizim göndermemize ancak evvelkilerin onları yalanlamış olması (ve netîcesinde Bizim onları helâk etmemiz ama âhir zaman ümmeti hakkında bunu murâd etmememiz) mâni olmuştur. (Zîrâ Bizim kānunumuz, istedikleri mûcizeyi gördükleri hâlde îmân etmeyenlerin kökünün kazınması şeklinde cereyân etmiştir. Habîbim! Biz senin kavminin onlar gibi toptan helâk edilmesini murâd etmediğimiz için her istediklerini yerine getirmedik, tâ ki sen teblîğe devâm ederek onlardan bir kısmının îmânına vesîle olasın. Nitekim) Biz Semûd (toplumun)a da açıkça görünen bir âyet /(kendilerine) basîret veren bir âyet/ olarak o (kayadan çıkardığımız) dişi deveyi vermiştik. Ama onlar (o deveye bir mûcize olarak inanacak yerde onu boğazlayarak) ona (karşı nankörlük etmiştiler ve bu sebeple kendilerini azâba mâruz bırakarak nefislerine) zulmetmiştiler. Hâlbuki Biz (ümmetlerin istediği) o âyet (ve mûcize)leri ancak (inanmamaları hâlinde köklerini kazıyacak bir azâbın âcilen kendilerine geleceğine dâir) büyük bir korkutma olarak göndermekteyiz. Müfessirlerin beyânı vechile; Kureyş müşrikleriyle aynı tabîata sâhip olan Âd ve Semûd kavimleri, istedikleri mûcizeleri gördükleri hâlde îmân etmemeleri yüzünden, köklerini kazıyacak peşin bir azâba mâruz kalmışlardır. Mekke müşrikleri de Safâ Dağı’nın altına dönüştürülmesi, Mekke’deki dağların giderilmesi ve ölülerin diriltilmesi gibi birtakım mûcizeler istemişlerdir. Fakat geçmiş ümmetlere uygulanan o değişmez İlâhî Sünnet gereği, istedikleri verildiği hâlde inanmamaları durumunda âcilen hepsi birlikte helâk edileceklerdi. Ama Allâh-u Te‘âlâ âhir zaman ümmetinin kıyâmet gününe kadar yaşatılmasına hükmettiği için onlara her istediklerini vermediğini bu âyet-i celîlesiyle beyân etmiştir. (en-Nesefî)
60﴿ (Habîbim! Anlat) bir zamânı da ki; Biz sana: “Gerçekten senin Rabbin tüm insanları (ilmiyle ve kudretiyle) kuşattı. (Dolayısıyla onların hiçbir yaptıkları Allâh-u Te‘âlâ’ya aslâ gizli değildir. Yakında Kureyş müşriklerini de Bedir’de çökertecektir. Zîrâ tüm kullar O’nun tasarrufu altındadır. Artık onlara aldırma ve vazîfen olan teblîğ işini yerine getirmeye devâm et)” buyurmuştuk. Biz (Mi‘râc Gecesi) sana (ayan beyân) göstermiş olduğumuz o gözle görülmüş şeyi de, ayrıca (kendisinden yiyecek kimseler) Kur’ân’da lânetlenmiş olan o (zakkum) ağacı(nı da) ancak o(nları duyan) insanlar için bir fitne (ve imtihan vesîlesi) yapmışızdır. Böylece Biz onları (dünyâ ve âhiret tehlikeleriyle) korkutmaktayız. Ama bu onlara çok büyük bir taşkınlıktan başka bir şey artırmıyor. Tefsirlerde zikredildiğine göre; Mi‘râc hâdisesini duyan bâzı Müslümanlar bu imtihanı kaldıramayarak dinden dönmüştür. Ayrıca Ebû Cehil cehennemde yetişen zakkum ağacını duyunca: “Duymuyor musunuz ki, bu Muhammed hem sizi taşları yakan bir ateşle korkutuyor, hem de o ateşte ağaç yetiştiğini iddiâ ediyor?!” diyerek insanları fitneye düşürmüş, sonra da: “Biz kaymak ve hurmadan başka bir zakkum tanımıyoruz. Ey arkadaşlar! Haydi, gelin de biraz zakkumlanalım” diye alay etmeye başlamıştır. Bu yüzden bu âyet-i kerîmede bu iki hâdisenin insanlar için büyük bir fitne olduğu bildirilmiştir. (et-Teysîr, 9/436; Mecmû‘atü’t-tefâsîr, 4/49-50)
61﴿ (Habîbim! Anlat) bir zamânı ki; Biz meleklere: “Âdem’e secde edin” (diye emir) buyurmuştuk da İblîs dışında hepsi hemen secde yapmıştılar, o ise: “Değersiz bir çamurdan yaratmış olduğun kimseye secde mi yapacağım?!” demişti.
62﴿ O (İblîs, yüce Zâtıma karşı küstahça): “Gördün mü Seni(n ne yaptığını)? İşte şu bana karşı üstün kılmış olduğun (ve Âdem ismini verdiğin) kimse (var ya); eğer beni(m ecelimi) kıyâmet gününe kadar geciktirirsen, andolsun ki; elbette çok azı dışında onun zürriyetini mutlaka (azdırarak) helâk edeceğim /(istediğim tarafa doğru) sürükleyeceğim/ (kendilerini) kuvvetlice istilâ ede(rek hâkimiyetim altına girdire)ceğim/” demişti.
63﴿ (Allâh-u Te‘âlâ) buyurdu ki: “(Yürü) git (istediğini yap). Artık on(un çocuk)lar(ın)dan kim sana tâbi olursa, işte şüphesiz ki mükemmel bir karşılık olarak ancak cehennem sizin cezânız (olacak)dır.
64﴿ (Ey Âdem’e düşmanlık eden İblîs!) Ayrıca sen on(un çocuk)lar(ın)dan gücünün yetmiş olduğu kimseyi (kötülüklere çağırmak üzere vesvese veren) sesinle (çalgı âletleriyle, oyun ve eğlencelerle) yerinden oynat, (Allâh’a isyân uğrunda mesâi sarf eden insan ve cinlerden kullandıklarından kimi hızlı, kimi de yavaş bir şekilde ifsatlarda bulunan) atlıların ve yayalarınla (seferberlik yaparak) onların üzerine (hâkimiyet kurmak için) bağır (çağır) /onlara karşı (tüm hîlelerini) yığın yap/, bir de sen mallar(ın)da ve çocuklar(ın)da kendilerine ortak ol. Böylece sen onlara (“Putlar size şefâat edecektir”, “Kıymetli soyunuz nedeniyle Allâh katında değerlisiniz”, “Âhiret yoktur, siz dünyâdan istifâdeye bakın” gibi birtakım boş) vaad(ler)de bulun.” (İşte İblîs’e bu hitaplarda bulunduk, o da insanlara bazı şeyler vaad etti.) Hâlbuki şeytan onlara (doğru olarak gösterdiği) bir aldatma(ca)dan başkasını vaad etmez. Müfessirlerin beyânı vechile; İblîs’in malları husûsunda insanlara ortak olduğu şeylere misâl olarak; putları adına kurban ettikleri ve dilediklerine haram kıldıkları hayvanlar, ayrıca fâiz ve rüşvet gibi haram yollardan kazandıkları mallar ve kötü yollara harcadıkları şeyler, bir de israfla çarçur ettikleri mallar zikredilmiştir. Çocuklarına nasıl ortak olduklarına örnek olarak da; diri diri gömdükleri çocuklar, zinâdan doğurdukları çocuklar, Allâh’tan gayrine nispet ederek: “Şunun kulu, bunun kulu” diye isim taktıkları çocuklar ve besmelesiz ilişkilerden doğurdukları çocuklar açıklanmıştır. (et-Teysîr, 9440-442; Mecmû‘atü’t-tefâsîr, 4/51-52)
65﴿ (İblîs’in, Âdemoğullarını helâk edeceğini söylemesi üzerine Allâh-u Te‘âlâ ona buyurdu ki:) “Benim (muhlas, seçkin ve fazîlet ehli olan) kullarım (var ya); gerçekten de senin için onlar üzerinde hiçbir tasallut (ve onları azdırmak için güç kullanma imkânı) olmamıştır. (Ey insan! Seni şeytanın şerrinden koruması için Kendisine güvenip işlerini ısmarlayacağın) bir Vekîl olarak zâten Rabbin yeterli olmuştur.
66﴿ (Ey insanlar!) Sizin Rabbiniz ancak O Zâttır ki; fazlından (ve lütfundan rızkınızı) arayasınız diye sizin (menfaatiniz) için denizde gemileri yürütmektedir. Şüphesiz ki O (Rabbiniz), dâimâ size (çok acıyan bir) Rahîm olmuştur.
سُورَةُ الْاِسْرَاۤءِ
الجزء ١٥
٢٨٧
وَمَا مَنَعَنَٓا اَنْ نُرْسِلَ بِالْاٰيَاتِ اِلَّٓا اَنْ كَذَّبَ بِهَا الْاَوَّلُونَۜ وَاٰتَيْنَا ثَمُودَ النَّاقَةَ مُبْصِرَةً فَظَلَمُوا بِهَاۜ وَمَا نُرْسِلُ بِالْاٰيَاتِ اِلَّا تَخْو۪يفًا ﴿٥٩
وَاِذْ قُلْنَا لَكَ اِنَّ رَبَّكَ اَحَاطَ بِالنَّاسِۜ وَمَا جَعَلْنَا الرُّءْيَا الَّت۪ٓي اَرَيْنَاكَ اِلَّا فِتْنَةً لِلنَّاسِ وَالشَّجَرَةَ الْمَلْعُونَةَ فِي الْقُرْاٰنِۜ وَنُخَوِّفُهُمْۙ فَمَا يَز۪يدُهُمْ اِلَّا طُغْيَانًا كَب۪يرًا۟ ﴿٦٠
وَاِذْ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ قَالَ ءَاَسْجُدُ لِمَنْ خَلَقْتَ ط۪ينًاۚ ﴿٦١
قَالَ اَرَاَيْتَكَ هٰذَا الَّذ۪ي كَرَّمْتَ عَلَيَّۘ لَئِنْ اَخَّرْتَنِ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ لَاَحْتَنِكَنَّ ذُرِّيَّتَهُٓ اِلَّا قَل۪يلًا ﴿٦٢
قَالَ اذْهَبْ فَمَنْ تَبِعَكَ مِنْهُمْ فَاِنَّ جَهَنَّمَ جَزَٓاؤُ۬كُمْ جَزَٓاءً مَوْفُورًا ﴿٦٣
وَاسْتَفْزِزْ مَنِ اسْتَطَعْتَ مِنْهُمْ بِصَوْتِكَ وَاَجْلِبْ عَلَيْهِمْ بِخَيْلِكَ وَرَجِلِكَ وَشَارِكْهُمْ فِي الْاَمْوَالِ وَالْاَوْلَادِ وَعِدْهُمْۜ وَمَا يَعِدُهُمُ الشَّيْطَانُ اِلَّا غُرُورًا ﴿٦٤
اِنَّ عِبَاد۪ي لَيْسَ لَكَ عَلَيْهِمْ سُلْطَانٌۜ وَكَفٰى بِرَبِّكَ وَك۪يلًا ﴿٦٥
رَبُّكُمُ الَّذ۪ي يُزْج۪ي لَكُمُ الْفُلْكَ فِي الْبَحْرِ لِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِه۪ۜ اِنَّهُ كَانَ بِكُمْ رَح۪يمًا ﴿٦٦
İsrâ Sûresi
287
Cuz 15
وَمَا مَنَعَنَٓا اَنْ نُرْسِلَ بِالْاٰيَاتِ اِلَّٓا اَنْ كَذَّبَ بِهَا الْاَوَّلُونَۜ وَاٰتَيْنَا ثَمُودَ النَّاقَةَ مُبْصِرَةً فَظَلَمُوا بِهَاۜ وَمَا نُرْسِلُ بِالْاٰيَاتِ اِلَّا تَخْو۪يفًا ﴿٥٩
59﴿ Ayrıca (Kureyş’in istediği) o âyet (ve mûcize)leri Bizim göndermemize ancak evvelkilerin onları yalanlamış olması (ve netîcesinde Bizim onları helâk etmemiz ama âhir zaman ümmeti hakkında bunu murâd etmememiz) mâni olmuştur. (Zîrâ Bizim kānunumuz, istedikleri mûcizeyi gördükleri hâlde îmân etmeyenlerin kökünün kazınması şeklinde cereyân etmiştir. Habîbim! Biz senin kavminin onlar gibi toptan helâk edilmesini murâd etmediğimiz için her istediklerini yerine getirmedik, tâ ki sen teblîğe devâm ederek onlardan bir kısmının îmânına vesîle olasın. Nitekim) Biz Semûd (toplumun)a da açıkça görünen bir âyet /(kendilerine) basîret veren bir âyet/ olarak o (kayadan çıkardığımız) dişi deveyi vermiştik. Ama onlar (o deveye bir mûcize olarak inanacak yerde onu boğazlayarak) ona (karşı nankörlük etmiştiler ve bu sebeple kendilerini azâba mâruz bırakarak nefislerine) zulmetmiştiler. Hâlbuki Biz (ümmetlerin istediği) o âyet (ve mûcize)leri ancak (inanmamaları hâlinde köklerini kazıyacak bir azâbın âcilen kendilerine geleceğine dâir) büyük bir korkutma olarak göndermekteyiz. Müfessirlerin beyânı vechile; Kureyş müşrikleriyle aynı tabîata sâhip olan Âd ve Semûd kavimleri, istedikleri mûcizeleri gördükleri hâlde îmân etmemeleri yüzünden, köklerini kazıyacak peşin bir azâba mâruz kalmışlardır. Mekke müşrikleri de Safâ Dağı’nın altına dönüştürülmesi, Mekke’deki dağların giderilmesi ve ölülerin diriltilmesi gibi birtakım mûcizeler istemişlerdir. Fakat geçmiş ümmetlere uygulanan o değişmez İlâhî Sünnet gereği, istedikleri verildiği hâlde inanmamaları durumunda âcilen hepsi birlikte helâk edileceklerdi. Ama Allâh-u Te‘âlâ âhir zaman ümmetinin kıyâmet gününe kadar yaşatılmasına hükmettiği için onlara her istediklerini vermediğini bu âyet-i celîlesiyle beyân etmiştir. (en-Nesefî)
وَاِذْ قُلْنَا لَكَ اِنَّ رَبَّكَ اَحَاطَ بِالنَّاسِۜ وَمَا جَعَلْنَا الرُّءْيَا الَّت۪ٓي اَرَيْنَاكَ اِلَّا فِتْنَةً لِلنَّاسِ وَالشَّجَرَةَ الْمَلْعُونَةَ فِي الْقُرْاٰنِۜ وَنُخَوِّفُهُمْۙ فَمَا يَز۪يدُهُمْ اِلَّا طُغْيَانًا كَب۪يرًا۟ ﴿٦٠
60﴿ (Habîbim! Anlat) bir zamânı da ki; Biz sana: “Gerçekten senin Rabbin tüm insanları (ilmiyle ve kudretiyle) kuşattı. (Dolayısıyla onların hiçbir yaptıkları Allâh-u Te‘âlâ’ya aslâ gizli değildir. Yakında Kureyş müşriklerini de Bedir’de çökertecektir. Zîrâ tüm kullar O’nun tasarrufu altındadır. Artık onlara aldırma ve vazîfen olan teblîğ işini yerine getirmeye devâm et)” buyurmuştuk. Biz (Mi‘râc Gecesi) sana (ayan beyân) göstermiş olduğumuz o gözle görülmüş şeyi de, ayrıca (kendisinden yiyecek kimseler) Kur’ân’da lânetlenmiş olan o (zakkum) ağacı(nı da) ancak o(nları duyan) insanlar için bir fitne (ve imtihan vesîlesi) yapmışızdır. Böylece Biz onları (dünyâ ve âhiret tehlikeleriyle) korkutmaktayız. Ama bu onlara çok büyük bir taşkınlıktan başka bir şey artırmıyor. Tefsirlerde zikredildiğine göre; Mi‘râc hâdisesini duyan bâzı Müslümanlar bu imtihanı kaldıramayarak dinden dönmüştür. Ayrıca Ebû Cehil cehennemde yetişen zakkum ağacını duyunca: “Duymuyor musunuz ki, bu Muhammed hem sizi taşları yakan bir ateşle korkutuyor, hem de o ateşte ağaç yetiştiğini iddiâ ediyor?!” diyerek insanları fitneye düşürmüş, sonra da: “Biz kaymak ve hurmadan başka bir zakkum tanımıyoruz. Ey arkadaşlar! Haydi, gelin de biraz zakkumlanalım” diye alay etmeye başlamıştır. Bu yüzden bu âyet-i kerîmede bu iki hâdisenin insanlar için büyük bir fitne olduğu bildirilmiştir. (et-Teysîr, 9/436; Mecmû‘atü’t-tefâsîr, 4/49-50)
وَاِذْ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ قَالَ ءَاَسْجُدُ لِمَنْ خَلَقْتَ ط۪ينًاۚ ﴿٦١
61﴿ (Habîbim! Anlat) bir zamânı ki; Biz meleklere: “Âdem’e secde edin” (diye emir) buyurmuştuk da İblîs dışında hepsi hemen secde yapmıştılar, o ise: “Değersiz bir çamurdan yaratmış olduğun kimseye secde mi yapacağım?!” demişti.
قَالَ اَرَاَيْتَكَ هٰذَا الَّذ۪ي كَرَّمْتَ عَلَيَّۘ لَئِنْ اَخَّرْتَنِ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ لَاَحْتَنِكَنَّ ذُرِّيَّتَهُٓ اِلَّا قَل۪يلًا ﴿٦٢
62﴿ O (İblîs, yüce Zâtıma karşı küstahça): “Gördün mü Seni(n ne yaptığını)? İşte şu bana karşı üstün kılmış olduğun (ve Âdem ismini verdiğin) kimse (var ya); eğer beni(m ecelimi) kıyâmet gününe kadar geciktirirsen, andolsun ki; elbette çok azı dışında onun zürriyetini mutlaka (azdırarak) helâk edeceğim /(istediğim tarafa doğru) sürükleyeceğim/ (kendilerini) kuvvetlice istilâ ede(rek hâkimiyetim altına girdire)ceğim/” demişti.
قَالَ اذْهَبْ فَمَنْ تَبِعَكَ مِنْهُمْ فَاِنَّ جَهَنَّمَ جَزَٓاؤُ۬كُمْ جَزَٓاءً مَوْفُورًا ﴿٦٣
63﴿ (Allâh-u Te‘âlâ) buyurdu ki: “(Yürü) git (istediğini yap). Artık on(un çocuk)lar(ın)dan kim sana tâbi olursa, işte şüphesiz ki mükemmel bir karşılık olarak ancak cehennem sizin cezânız (olacak)dır.
وَاسْتَفْزِزْ مَنِ اسْتَطَعْتَ مِنْهُمْ بِصَوْتِكَ وَاَجْلِبْ عَلَيْهِمْ بِخَيْلِكَ وَرَجِلِكَ وَشَارِكْهُمْ فِي الْاَمْوَالِ وَالْاَوْلَادِ وَعِدْهُمْۜ وَمَا يَعِدُهُمُ الشَّيْطَانُ اِلَّا غُرُورًا ﴿٦٤
64﴿ (Ey Âdem’e düşmanlık eden İblîs!) Ayrıca sen on(un çocuk)lar(ın)dan gücünün yetmiş olduğu kimseyi (kötülüklere çağırmak üzere vesvese veren) sesinle (çalgı âletleriyle, oyun ve eğlencelerle) yerinden oynat, (Allâh’a isyân uğrunda mesâi sarf eden insan ve cinlerden kullandıklarından kimi hızlı, kimi de yavaş bir şekilde ifsatlarda bulunan) atlıların ve yayalarınla (seferberlik yaparak) onların üzerine (hâkimiyet kurmak için) bağır (çağır) /onlara karşı (tüm hîlelerini) yığın yap/, bir de sen mallar(ın)da ve çocuklar(ın)da kendilerine ortak ol. Böylece sen onlara (“Putlar size şefâat edecektir”, “Kıymetli soyunuz nedeniyle Allâh katında değerlisiniz”, “Âhiret yoktur, siz dünyâdan istifâdeye bakın” gibi birtakım boş) vaad(ler)de bulun.” (İşte İblîs’e bu hitaplarda bulunduk, o da insanlara bazı şeyler vaad etti.) Hâlbuki şeytan onlara (doğru olarak gösterdiği) bir aldatma(ca)dan başkasını vaad etmez. Müfessirlerin beyânı vechile; İblîs’in malları husûsunda insanlara ortak olduğu şeylere misâl olarak; putları adına kurban ettikleri ve dilediklerine haram kıldıkları hayvanlar, ayrıca fâiz ve rüşvet gibi haram yollardan kazandıkları mallar ve kötü yollara harcadıkları şeyler, bir de israfla çarçur ettikleri mallar zikredilmiştir. Çocuklarına nasıl ortak olduklarına örnek olarak da; diri diri gömdükleri çocuklar, zinâdan doğurdukları çocuklar, Allâh’tan gayrine nispet ederek: “Şunun kulu, bunun kulu” diye isim taktıkları çocuklar ve besmelesiz ilişkilerden doğurdukları çocuklar açıklanmıştır. (et-Teysîr, 9440-442; Mecmû‘atü’t-tefâsîr, 4/51-52)
اِنَّ عِبَاد۪ي لَيْسَ لَكَ عَلَيْهِمْ سُلْطَانٌۜ وَكَفٰى بِرَبِّكَ وَك۪يلًا ﴿٦٥
65﴿ (İblîs’in, Âdemoğullarını helâk edeceğini söylemesi üzerine Allâh-u Te‘âlâ ona buyurdu ki:) “Benim (muhlas, seçkin ve fazîlet ehli olan) kullarım (var ya); gerçekten de senin için onlar üzerinde hiçbir tasallut (ve onları azdırmak için güç kullanma imkânı) olmamıştır. (Ey insan! Seni şeytanın şerrinden koruması için Kendisine güvenip işlerini ısmarlayacağın) bir Vekîl olarak zâten Rabbin yeterli olmuştur.
رَبُّكُمُ الَّذ۪ي يُزْج۪ي لَكُمُ الْفُلْكَ فِي الْبَحْرِ لِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِه۪ۜ اِنَّهُ كَانَ بِكُمْ رَح۪يمًا ﴿٦٦
66﴿ (Ey insanlar!) Sizin Rabbiniz ancak O Zâttır ki; fazlından (ve lütfundan rızkınızı) arayasınız diye sizin (menfaatiniz) için denizde gemileri yürütmektedir. Şüphesiz ki O (Rabbiniz), dâimâ size (çok acıyan bir) Rahîm olmuştur.