v02.01.25 Geliştirme Notları
İsrâ Sûresi
291
Cuz 15
97﴿ Zâten Allâh her kimi(n doğru yola ulaşma isteği yönünde çaba sarf ettiğini bildiği için kendisini) hidâyet ederse, işte ancak o hidâyete erendir. Her kimi de (hidâyet arayışında olmayıp bilakis şeytanın vesveselerine gönlünü açmış biri olarak bildiği için) saptırırsa, artık sen aslâ onlar için O’ndan başka yardımcılar bulamazsın (ki, onları doğru yola iletebilsinler, O da böyle kişileri hidâyet etmeyeceği için artık onlar sapıklık içerisinde kalmışlardır). Kıyâmet gününde ise Biz onları körler, dilsizler ve sağırlar hâlinde yüzleri üzere (sürüklenir vaziyette) haşrede(rek mahşere getire)ceğiz. Onların barınakları ancak cehennemdir ki o(nun alevleri derilerini ve etlerini yaktıktan sonra) sin(meye yönel)dikçe Biz (kendilerine taptâze deriler ve etler vererek) onları (yanıp tutuşturacak) şiddetli alev bakımından artırırız.
98﴿ (Ey muhâtap!) İşte sana! Onların cezâsı ancak budur! Şu sebeple ki onlar gerçekten Bizim âyetlerimizi inkâr etmiştiler ve: “(Çürümüş) birtakım kemikler ve ufalanmış bir toprak olduğumuz zaman mı; gerçekten biz mi elbette yepyeni bir yaratılışla diriltilecek kimseleriz?!” demiştiler.
99﴿ O (dirilmeyi inkâr etmekte ola)nlar bilmediler mi ki; gökleri ve yeri yaratmış olan O Allâh, kendilerinin benzeri (olan insan türleri)ni yaratmaya gerçekten de Kādir’dir?! (Nitekim onlar Allâh-u Te‘âlâ’nın onlara benzeyen insanları yoktan vâr ettiğini sürekli müşâhede etmektedirler. Artık bu kudrete sâhip olan bir Zâtın, evvelce yarattıklarını tekrar diriltmeye muktedir olduğuna îmân etmek gerektiğini hâlâ nasıl anlamıyorlar?!) Zâten O onlar(ın diriltilmesi) için bir süre belirlemiştir ki, on(un vukû bulacağın)da hiçbir şüphe yoktur. Ama (dirilmeyi inkâr ederek şirke düşen) o zâlimler (dirilmeye îmân etmelerini gerektiren delillere bakmaktan geri durmuş ve) kâfirlikten başkasından kaçın(arak ısrarla inkârda kal)-mıştır.
100﴿ (Habîbim! Sen yakın ve uzak akrabandan olan o müşriklere hayır ulaştırmaya bu kadar düşkün iken ve onları îmân ettirmek için nice eziyetlerine katlanırken onlardan ise sana hiçbir hayır ulaşmamaktadır, çünkü onlar bunca zenginliklerine rağmen kimseye bir şey vermeme tabîatı üzere bulundukları için zâten onlardan bir fayda beklenmez. Dolayısıyla sen onlara) de ki: “Eğer siz Rabbimin rahmetinin (eseri olarak kullarına ihsân ettiği rızıkların vesâir nîmetlerin tüm) hazînelerine sâhip olsaydınız, elbette o zaman (bile) harcama(kla tükenir) endişesiyle (cimrilik eder de, elinizde bulunanları kimseye vermeyerek) tutucu olurdunuz. Zâten insan cinsi (yaratılışı îtibârıyla) çok az harcayan (cimri) biri olmuştur.” Müfessirlerin beyânı vechile; insan muhtaç bir varlık olarak yaratılmıştır. Muhtaç kimsenin ise zarûrî ihtiyaçlarını karşılayacak şeylere düşkün olması ve onları kendine ayırması kaçınılmazdır. Ama bâzen övgü isteği ve sevap beklentisi gibi hâricî nedenlerle cömertlikte bulunmakta ise de bu onun aslî yaratılışında bulunan cimrilik vasfıyla çelişmez. (el-Hâzin)
101﴿ Andolsun ki; elbette muhakkak Biz Mûsâ’ya (onun doğruluğuna delâletleri bakımından) her biri çok açık olan dokuz mûcize vermiştik. −(Habîbim!) İşte (şimdi) İsrâîloğulların(dan Müslüman olan Abdullâh ibnü Selâm ve arkadaşların)a sor(ki onlar sana bunu ikrâr edeceklerdir)−. (Biz o mucizeleri Mûsâ’ya) o vakit (vermiştik) ki; o onlara geldiği zaman Firavun ona: “Ey Mûsâ! Gerçekten elbette ben senin büyülenmiş/büyücü/ bir kimse olduğunu (ve bu yüzden aklın karışarak peygamberlik iddiâsına kalkıştığını) zannediyorum” demişti. İbnü Abbâs (Radıyallâhu Anhümâ)dan rivâyet edildiğine göre; âyet-i kerîmede zikredilen dokuz mûcize; ejderhâya dönüşen asâ, koltuğunun altına sokup çıkardığında gözleri kamaştıracak derecede parlayan yed-i beyzâ (bembeyaz el), inkârcılara musallat edilen çekirge, bit, kurbağa ve kan ile evlerinin ve ocaklarının, kap-çanak dâhil her şeyin içerisinin onlarla dolması, asâsını vurması netîcesinde ümmeti için taştan su fışkırtması ve denizin yarılması, ayrıca Tûr Dağı’nın sökülüp İsrâîloğullarının üzerine getirilmesinden ibârettir. Bâzı âlimlere göre ise bunlardan biri; onu inkâr edenlerin sûretlerinin döndürülmesidir ki, buna örnek olarak; bir adamın hanımıyla birlikte yatağında yatarken ikisinin de taş oldukları, hattâ ekmek pişiren bir kadının ayakta dururken taşa döndüğü zikredilmiştir. Bâzı ulemâ bu âyetlerden, Tevrât kitâbının âyetlerinde geçen bâzı hükümlerin kastedildiğini zikretmişlerdir. Nitekim Safvân ibnü Ğassân (Radıyallâhu Anh)dan rivâyet edildiğine göre; bir Yahûdî, arkadaşına: “Gel şu peygambere bir şeyler soralım” deyince diğeri: “Ona peygamber deme, sonra işitirse sevincinden gözü dört açılır” dedi. Böylece ikisi Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e gelerek bu âyette Mûsâ (Aleyhisselâm)a verildiği bildirilen dokuz âyetin neler olduğunu sorduklarında Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “Allâh’a hiçbir şeyi ortak koşmayın, haksız yere Allâh’ın haram kıldığı cana kıymayın, zinâ yapmayın, fâiz yemeyin, büyü yapmayın, suçsuz insanları öldürtmek için yöneticilere götürmeyin, israf yapmayın, nâmuslu kadınlara iftirâ etmeyin ve harpten kaçmayın, özellikle de ey Yahûdîler! Siz, cumartesi gününde haddi aşmayın” buyurunca hemen Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in ellerini öperek: “Biz senin gerçekten de hak peygamber olduğuna şâhitlik ediyoruz” dediler. Bunun üzerine Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “Peki sizin bana uymanıza engel olan şey nedir?!” diye sorunca onlar: “Sana uymamız durumunda Yahûdîlerin bizi öldürmesinden korkarız” dediler. (el-Hâzin, en-Nesefî, el-Beyzâvî, -Mecmû’atü’t-tefâsîr-, 4/74-75)
102﴿ O (zaman Mûsâ, Firavun’a): “Andolsun ki; muhakkak sen bildin ki işte bun(ca hârikulâde olay)ları ancak göklerin ve yerin Rabbi açık deliller hâlinde indirmiştir! Ey Firavun! Gerçekten elbette ben de senin helâk edilmiş/lânetlenmiş/ hayırlardan döndürülmüş/ bir kimse olduğunu kesinlikle bilmekteyim” dedi.
103﴿ Derken o (Firavun) onları o (Mısır ve civârındaki) topraktan (sürgün edip çıkarmak için) zorla hareket ettirmek istedi de, hemen Biz onu ve berâberinde olanları hep birlikte suyla boğduk.
104﴿ On(ların boğulmasın)dan sonra ise İsrâîloğullarına: “(Sürgün edilmek istendiğiniz) bu (Mısır ve Şâm) toprağ(ın)a (mal sâhibi olarak) yerleşin. Artık (ölümünüzün ardından) âhiret(e çıkarılma) vaadi(nin gerçekleşme vakti) geldiği zaman (mümin-kâfir, iyi ve kötü her türden insan içiçe karışmış bir hâlde) sizi birbirin(iz)e katılmış olarak (mahşere) getireceğiz” buyurduk.
سُورَةُ الْاِسْرَاۤءِ
الجزء ١٥
٢٩١
وَمَنْ يَهْدِ اللّٰهُ فَهُوَ الْمُهْتَدِۚ وَمَنْ يُضْلِلْ فَلَنْ تَجِدَ لَهُمْ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ دُونِه۪ۜ وَنَحْشُرُهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ عَلٰى وُجُوهِهِمْ عُمْيًا وَبُكْمًا وَصُمًّاۜ مَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُۜ كُلَّمَا خَبَتْ زِدْنَاهُمْ سَع۪يرًا ﴿٩٧
ذٰلِكَ جَزَٓاؤُ۬هُمْ بِاَنَّهُمْ كَفَرُوا بِاٰيَاتِنَا وَقَالُٓوا ءَاِذَا كُنَّا عِظَامًا وَرُفَاتًا ءَاِنَّا لَمَبْعُوثُونَ خَلْقًا جَد۪يدًا ﴿٩٨
اَوَلَمْ يَرَوْا اَنَّ اللّٰهَ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ قَادِرٌ عَلٰٓى اَنْ يَخْلُقَ مِثْلَهُمْ وَجَعَلَ لَهُمْ اَجَلًا لَا رَيْبَ ف۪يهِۜ فَاَبَى الظَّالِمُونَ اِلَّا كُفُورًا ﴿٩٩
قُلْ لَوْ اَنْتُمْ تَمْلِكُونَ خَزَٓائِنَ رَحْمَةِ رَبّ۪ٓي اِذًا لَاَمْسَكْتُمْ خَشْيَةَ الْاِنْفَاقِۜ وَكَانَ الْاِنْسَانُ قَتُورًا۟ ﴿١٠٠
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسٰى تِسْعَ اٰيَاتٍ بَيِّنَاتٍ فَسْـَٔلْ بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ اِذْ جَٓاءَهُمْ فَقَالَ لَهُ فِرْعَوْنُ اِنّ۪ي لَاَظُنُّكَ يَا مُوسٰى مَسْحُورًا ﴿١٠١
قَالَ لَقَدْ عَلِمْتَ مَٓا اَنْزَلَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اِلَّا رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ بَصَٓائِرَۚ وَاِنّ۪ي لَاَظُنُّكَ يَا فِرْعَوْنُ مَثْبُورًا ﴿١٠٢
فَاَرَادَ اَنْ يَسْتَفِزَّهُمْ مِنَ الْاَرْضِ فَاَغْرَقْنَاهُ وَمَنْ مَعَهُ جَم۪يعًاۙ ﴿١٠٣
وَقُلْنَا مِنْ بَعْدِه۪ لِبَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ اسْكُنُوا الْاَرْضَ فَاِذَا جَٓاءَ وَعْدُ الْاٰخِرَةِ جِئْنَا بِكُمْ لَف۪يفًاۜ ﴿١٠٤
İsrâ Sûresi
291
Cuz 15
وَمَنْ يَهْدِ اللّٰهُ فَهُوَ الْمُهْتَدِۚ وَمَنْ يُضْلِلْ فَلَنْ تَجِدَ لَهُمْ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ دُونِه۪ۜ وَنَحْشُرُهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ عَلٰى وُجُوهِهِمْ عُمْيًا وَبُكْمًا وَصُمًّاۜ مَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُۜ كُلَّمَا خَبَتْ زِدْنَاهُمْ سَع۪يرًا ﴿٩٧
97﴿ Zâten Allâh her kimi(n doğru yola ulaşma isteği yönünde çaba sarf ettiğini bildiği için kendisini) hidâyet ederse, işte ancak o hidâyete erendir. Her kimi de (hidâyet arayışında olmayıp bilakis şeytanın vesveselerine gönlünü açmış biri olarak bildiği için) saptırırsa, artık sen aslâ onlar için O’ndan başka yardımcılar bulamazsın (ki, onları doğru yola iletebilsinler, O da böyle kişileri hidâyet etmeyeceği için artık onlar sapıklık içerisinde kalmışlardır). Kıyâmet gününde ise Biz onları körler, dilsizler ve sağırlar hâlinde yüzleri üzere (sürüklenir vaziyette) haşrede(rek mahşere getire)ceğiz. Onların barınakları ancak cehennemdir ki o(nun alevleri derilerini ve etlerini yaktıktan sonra) sin(meye yönel)dikçe Biz (kendilerine taptâze deriler ve etler vererek) onları (yanıp tutuşturacak) şiddetli alev bakımından artırırız.
ذٰلِكَ جَزَٓاؤُ۬هُمْ بِاَنَّهُمْ كَفَرُوا بِاٰيَاتِنَا وَقَالُٓوا ءَاِذَا كُنَّا عِظَامًا وَرُفَاتًا ءَاِنَّا لَمَبْعُوثُونَ خَلْقًا جَد۪يدًا ﴿٩٨
98﴿ (Ey muhâtap!) İşte sana! Onların cezâsı ancak budur! Şu sebeple ki onlar gerçekten Bizim âyetlerimizi inkâr etmiştiler ve: “(Çürümüş) birtakım kemikler ve ufalanmış bir toprak olduğumuz zaman mı; gerçekten biz mi elbette yepyeni bir yaratılışla diriltilecek kimseleriz?!” demiştiler.
اَوَلَمْ يَرَوْا اَنَّ اللّٰهَ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ قَادِرٌ عَلٰٓى اَنْ يَخْلُقَ مِثْلَهُمْ وَجَعَلَ لَهُمْ اَجَلًا لَا رَيْبَ ف۪يهِۜ فَاَبَى الظَّالِمُونَ اِلَّا كُفُورًا ﴿٩٩
99﴿ O (dirilmeyi inkâr etmekte ola)nlar bilmediler mi ki; gökleri ve yeri yaratmış olan O Allâh, kendilerinin benzeri (olan insan türleri)ni yaratmaya gerçekten de Kādir’dir?! (Nitekim onlar Allâh-u Te‘âlâ’nın onlara benzeyen insanları yoktan vâr ettiğini sürekli müşâhede etmektedirler. Artık bu kudrete sâhip olan bir Zâtın, evvelce yarattıklarını tekrar diriltmeye muktedir olduğuna îmân etmek gerektiğini hâlâ nasıl anlamıyorlar?!) Zâten O onlar(ın diriltilmesi) için bir süre belirlemiştir ki, on(un vukû bulacağın)da hiçbir şüphe yoktur. Ama (dirilmeyi inkâr ederek şirke düşen) o zâlimler (dirilmeye îmân etmelerini gerektiren delillere bakmaktan geri durmuş ve) kâfirlikten başkasından kaçın(arak ısrarla inkârda kal)-mıştır.
قُلْ لَوْ اَنْتُمْ تَمْلِكُونَ خَزَٓائِنَ رَحْمَةِ رَبّ۪ٓي اِذًا لَاَمْسَكْتُمْ خَشْيَةَ الْاِنْفَاقِۜ وَكَانَ الْاِنْسَانُ قَتُورًا۟ ﴿١٠٠
100﴿ (Habîbim! Sen yakın ve uzak akrabandan olan o müşriklere hayır ulaştırmaya bu kadar düşkün iken ve onları îmân ettirmek için nice eziyetlerine katlanırken onlardan ise sana hiçbir hayır ulaşmamaktadır, çünkü onlar bunca zenginliklerine rağmen kimseye bir şey vermeme tabîatı üzere bulundukları için zâten onlardan bir fayda beklenmez. Dolayısıyla sen onlara) de ki: “Eğer siz Rabbimin rahmetinin (eseri olarak kullarına ihsân ettiği rızıkların vesâir nîmetlerin tüm) hazînelerine sâhip olsaydınız, elbette o zaman (bile) harcama(kla tükenir) endişesiyle (cimrilik eder de, elinizde bulunanları kimseye vermeyerek) tutucu olurdunuz. Zâten insan cinsi (yaratılışı îtibârıyla) çok az harcayan (cimri) biri olmuştur.” Müfessirlerin beyânı vechile; insan muhtaç bir varlık olarak yaratılmıştır. Muhtaç kimsenin ise zarûrî ihtiyaçlarını karşılayacak şeylere düşkün olması ve onları kendine ayırması kaçınılmazdır. Ama bâzen övgü isteği ve sevap beklentisi gibi hâricî nedenlerle cömertlikte bulunmakta ise de bu onun aslî yaratılışında bulunan cimrilik vasfıyla çelişmez. (el-Hâzin)
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسٰى تِسْعَ اٰيَاتٍ بَيِّنَاتٍ فَسْـَٔلْ بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ اِذْ جَٓاءَهُمْ فَقَالَ لَهُ فِرْعَوْنُ اِنّ۪ي لَاَظُنُّكَ يَا مُوسٰى مَسْحُورًا ﴿١٠١
101﴿ Andolsun ki; elbette muhakkak Biz Mûsâ’ya (onun doğruluğuna delâletleri bakımından) her biri çok açık olan dokuz mûcize vermiştik. −(Habîbim!) İşte (şimdi) İsrâîloğulların(dan Müslüman olan Abdullâh ibnü Selâm ve arkadaşların)a sor(ki onlar sana bunu ikrâr edeceklerdir)−. (Biz o mucizeleri Mûsâ’ya) o vakit (vermiştik) ki; o onlara geldiği zaman Firavun ona: “Ey Mûsâ! Gerçekten elbette ben senin büyülenmiş/büyücü/ bir kimse olduğunu (ve bu yüzden aklın karışarak peygamberlik iddiâsına kalkıştığını) zannediyorum” demişti. İbnü Abbâs (Radıyallâhu Anhümâ)dan rivâyet edildiğine göre; âyet-i kerîmede zikredilen dokuz mûcize; ejderhâya dönüşen asâ, koltuğunun altına sokup çıkardığında gözleri kamaştıracak derecede parlayan yed-i beyzâ (bembeyaz el), inkârcılara musallat edilen çekirge, bit, kurbağa ve kan ile evlerinin ve ocaklarının, kap-çanak dâhil her şeyin içerisinin onlarla dolması, asâsını vurması netîcesinde ümmeti için taştan su fışkırtması ve denizin yarılması, ayrıca Tûr Dağı’nın sökülüp İsrâîloğullarının üzerine getirilmesinden ibârettir. Bâzı âlimlere göre ise bunlardan biri; onu inkâr edenlerin sûretlerinin döndürülmesidir ki, buna örnek olarak; bir adamın hanımıyla birlikte yatağında yatarken ikisinin de taş oldukları, hattâ ekmek pişiren bir kadının ayakta dururken taşa döndüğü zikredilmiştir. Bâzı ulemâ bu âyetlerden, Tevrât kitâbının âyetlerinde geçen bâzı hükümlerin kastedildiğini zikretmişlerdir. Nitekim Safvân ibnü Ğassân (Radıyallâhu Anh)dan rivâyet edildiğine göre; bir Yahûdî, arkadaşına: “Gel şu peygambere bir şeyler soralım” deyince diğeri: “Ona peygamber deme, sonra işitirse sevincinden gözü dört açılır” dedi. Böylece ikisi Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e gelerek bu âyette Mûsâ (Aleyhisselâm)a verildiği bildirilen dokuz âyetin neler olduğunu sorduklarında Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “Allâh’a hiçbir şeyi ortak koşmayın, haksız yere Allâh’ın haram kıldığı cana kıymayın, zinâ yapmayın, fâiz yemeyin, büyü yapmayın, suçsuz insanları öldürtmek için yöneticilere götürmeyin, israf yapmayın, nâmuslu kadınlara iftirâ etmeyin ve harpten kaçmayın, özellikle de ey Yahûdîler! Siz, cumartesi gününde haddi aşmayın” buyurunca hemen Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in ellerini öperek: “Biz senin gerçekten de hak peygamber olduğuna şâhitlik ediyoruz” dediler. Bunun üzerine Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “Peki sizin bana uymanıza engel olan şey nedir?!” diye sorunca onlar: “Sana uymamız durumunda Yahûdîlerin bizi öldürmesinden korkarız” dediler. (el-Hâzin, en-Nesefî, el-Beyzâvî, -Mecmû’atü’t-tefâsîr-, 4/74-75)
قَالَ لَقَدْ عَلِمْتَ مَٓا اَنْزَلَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اِلَّا رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ بَصَٓائِرَۚ وَاِنّ۪ي لَاَظُنُّكَ يَا فِرْعَوْنُ مَثْبُورًا ﴿١٠٢
102﴿ O (zaman Mûsâ, Firavun’a): “Andolsun ki; muhakkak sen bildin ki işte bun(ca hârikulâde olay)ları ancak göklerin ve yerin Rabbi açık deliller hâlinde indirmiştir! Ey Firavun! Gerçekten elbette ben de senin helâk edilmiş/lânetlenmiş/ hayırlardan döndürülmüş/ bir kimse olduğunu kesinlikle bilmekteyim” dedi.
فَاَرَادَ اَنْ يَسْتَفِزَّهُمْ مِنَ الْاَرْضِ فَاَغْرَقْنَاهُ وَمَنْ مَعَهُ جَم۪يعًاۙ ﴿١٠٣
103﴿ Derken o (Firavun) onları o (Mısır ve civârındaki) topraktan (sürgün edip çıkarmak için) zorla hareket ettirmek istedi de, hemen Biz onu ve berâberinde olanları hep birlikte suyla boğduk.
وَقُلْنَا مِنْ بَعْدِه۪ لِبَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ اسْكُنُوا الْاَرْضَ فَاِذَا جَٓاءَ وَعْدُ الْاٰخِرَةِ جِئْنَا بِكُمْ لَف۪يفًاۜ ﴿١٠٤
104﴿ On(ların boğulmasın)dan sonra ise İsrâîloğullarına: “(Sürgün edilmek istendiğiniz) bu (Mısır ve Şâm) toprağ(ın)a (mal sâhibi olarak) yerleşin. Artık (ölümünüzün ardından) âhiret(e çıkarılma) vaadi(nin gerçekleşme vakti) geldiği zaman (mümin-kâfir, iyi ve kötü her türden insan içiçe karışmış bir hâlde) sizi birbirin(iz)e katılmış olarak (mahşere) getireceğiz” buyurduk.