v02.01.25 Geliştirme Notları
Kehf Sûresi
295
Cuz 15
21﴿ (Habîbim!) İşte sana! Böylece Biz (kendi dönemlerindekilere onların yerlerini buldurarak ve bu vesîleyle kıssalarını tüm insanlığa bildirerek, merâk edenleri) onlar(ın yaşadıkların)a vâkıf kıldık. Tâ ki o (insa)nlar bilsin ki (Ashâb-ı Kehf’i bir mûcize olarak uyutup tekrar bir mûcize olarak dirilttiği gibi) Allâh’ın (bütün insanları diriltme) vaadi (de) şüphesiz bir haktır, o (kıyâmet) ân(ın)a ise; muhakkak on(un vukûun)da hiçbir şüphe yoktur. (Tam da) o (asırda yaşayan insa)nlar kendi aralarında (diriltilmeleriyle ilgili) işlerini tartışıyorlarken (ve kimi sâdece ruhların diriltileceğini, kimiyse ruhlarla bedenlerin birlikte diriltileceğini savunuyorken Allâh-u Te‘âlâ üç yüz dokuz sene uyutulduktan sonra dirilitilen Ashâb-ı Kehf’i onlara buldurup sonra gözlerinin önünde vefât ettirince, onların bu kerâmetlerine vâkıf olanlar birbirlerine): “(İnsanlar gelip onları rahatsız etmesin, bir de anıları canlı kalsın diye) onların (mağaralarının kapısının) üzerine bir binâ yapın (da üzerine onlarla ilgili mâlûmât yazın)” dediler. (Böylece onların soyları, hâlleri ve mağarada kalma süreleriyle ilgili uzunca müzâkerelerde bulundular.) −Onların Rabbi (ise) onları(n hâllerini) en iyi bilendir.− (Onların nerede gömülecekleri ve yanlarına bir binâ yapılıp yapılmayacağı, yapılırsa ne çeşit bir binâ olacağı husûsunda insanlar arasında konuşmalar uzayınca) onların (dirilmelerini delil göstererek, âhiretin hak olduğu) işin(i ispât etmeye, dolayısıyla da onlar hakkında karar vermey)e karşı güç kazanmış olan o (zamânın Müslüman hükümdârı ve onunla birlikte îmân etmiş) kimseler: “Andolsun ki; elbette biz onların (mağaralarının kapısının) üstüne bir mescit yapacağız (ve onu ibâdethâne edineceğiz)” dedi(ler).
22﴿ (Habîbim!) O (senin döneminde bulunan Ehl-i Kitâb’a mensup ola)nlar(dan ve müminlerden kimi kendilerine) gizli (olan) bir şey ile (hakkında hiçbir bilgiye sâhip olmadıkları bir konuda tahmin ve) zanda bulunucu oldukları hâlde: “(Onlar) üçtür, dördüncüleri de köpekleridir” diyecekler. (Bâzıları da:) “Beş (kişi)dir, altıncıları köpekleridir” diyecekler. (Kimi de Allâh-u Te‘âlâ’nın bildirmesiyle hakka isâbet ederek:) “Yedi (kişi)dir, sekizincileri ise köpekleridir” diyecekler. (Habîbim! Hâlâ bilgisizce konuşan Ehl-i Kitâb’a) de ki: “Benim Rabbim onların sayısını en iyi bilendir. Onları(n gerçek sayısını) ancak çok az kimse bilir. Artık (derinlemesine dalmadan, kimseyi de câhillikle suçlamadan) onlar hakkında ancak (sana vahyedilen delillere dayalı) çok açık olan bir mücâdele ile tartışma yap(abilirsin)! O (Kitap Ehli ola)nlardan hiçbir kimseye de onlar(ın sayısı vesâir hâlleri) hakkında suâl sorma! (Zîrâ Kur’ân sana yeterlidir. Zâten onların da doğru bir bilgileri yoktur. İnadına soru sorarak muhâtabı rezil etmeye kalkışmak ise, sâhip olduğun güzel ahlâk ile bağdaşmaz.)
23﴿ (Ey Habîbim!) Bir de sakın ola ki sen (yapmayı kastettiğin) hiçbir şey için (kimseye): “İşte sana! Gerçekten ben bunu yarın (veyâ ileride) yapacak biriyim” deme! Yahûdîlerin teşvîkiyle Kureyş, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e gelip, ruh, Ashâb-ı Kehf ve Zü’l-Karneyn’le ilgili suâller yönelttiklerinde o: “İnşâallâh” demeyi unutarak, kendilerine ertesi gün geldiklerinde bunları haber vereceğini söyledi. Bundan dolayı da on küsûr gün vahiy gecikince Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in sıkıntıya girmesi üzerine bu ve bir sonraki âyet-i kerîme nâzil oldu. (el-Beyzâvî, -Mecmû’atü’t-tefâsîr-)
24﴿ Ancak Allâh’ın dilemesi(ni ifâde eden “İnşâallâh” sözü) ile (birlikte onlara ileride yaşanacaklarla ilgili bilgi vereceğine dâir konuşman) müstesnâ! (Habîbim!) Ama (bunu) unuttuğun zaman Rabbini(n irâdesinin unutulmaması gerektiğini) hatırla ve: “Umulur ki Rabbim beni (doğru yola) isâbet bakımından işte bundan daha yakın olana eriştirir (ve böylece bana: ‘İnşâallâh’ demeyi unutmuş bulunduğum için cevâbı geciken Ashâb-ı Kehf’in kıssasına nispetle, peygamberliğimi daha açık bir şekilde ifâde edecek olan diğer peygamber kıssalarını öğretir)” de!
25﴿ Böylece onlar mağaralarında üç yüz seneler (boyunca) durdular ve (yıl bakımından) dokuzu (üç yüze ilâve) kattılar. Tefsirlerde zikredildiğine göre; üç yüz senenin nihâyetinde biraz uyanır gibi oldular ama sonra dokuz yıl daha uyutuldular hattâ o süre zarfında uyku bakımından daha ziyâde oldular ve daha derin uyudular. Böylece onlar küsûrâtı hakkında hiçbir ihtilâf bulunmaksızın tamı tamına üç yüz dokuz sene uyudular. (el-Âlûsî, 15/290)
26﴿ (Habîbim! Bu beyânımızdan sonra hâlâ onların mağarada kalış süresi hakkında ihtilâfa düşen Ehl-i Kitâb’a) de ki: “Allâh onların ne kadar durduklarını hakkıyla bilendir. (O da size bu Kur’ân vâsıtasıyla onların uyutulma süresinin üç yüz dokuz sene olduğunu bildirmiştir. Zâten) göklerin ve yerin (barındırdığı her gizli şey ve onlarda bulunan yaratılmışların hâlleriyle ilgili gizli-kapalı her türlü) gaybı(n bilgileri) sâdece O’na mahsustur. O (her varlığı) ne acâyip görendir ve (her duyulanı) ne kadar şaşılacak bir şekilde işitendir! O (yer ve gökte buluna)nlar için O’ndan başka (işlerini tâkip edecek ve kendilerine sâhip çıkacak) hiçbir yardımcı yoktur. Zâten O, (kararlarında ve) hükmünde hiçbir kimseyi (Kendisine) ortak yapmaz.” (Parantez içi mânâlar için bakınız: el-Âlûsî, 15/289; İbnü Kesîr, 5/151)
27﴿ (Habîbim! Sen onların: “Bize başka bir Kur’ân getir ya da bunu değiştir” şeklindeki hezeyanlarına aldırmayıp) Rabbinin kitabından o şeyleri art arda oku ki (onlar) sana vahyolunmuştur. (Zâten) O’nun kelimelerini (ve kararlarını) değiştirecek hiçbir şey yoktur. Ama sen (onların bu fikirlerine birazcık bile meyledecek olursan şunu bilesin ki) O’ndan başka bir sığınak aslâ bulamazsın. (Zâten sen böyle şeylere meyletmekten mâsum ve mahfûz kılınmışsın velâkin sana yaptığım bu hitaptan ümmetin ders alsın!)
سُورَةُ الْكَهْفِ
الجزء ١٥
٢٩٥
وَكَذٰلِكَ اَعْثَرْنَا عَلَيْهِمْ لِيَعْلَمُٓوا اَنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ وَاَنَّ السَّاعَةَ لَا رَيْبَ ف۪يهَاۚ اِذْ يَتَنَازَعُونَ بَيْنَهُمْ اَمْرَهُمْ فَقَالُوا ابْنُوا عَلَيْهِمْ بُنْيَانًاۜ رَبُّهُمْ اَعْلَمُ بِهِمْۜ قَالَ الَّذ۪ينَ غَلَبُوا عَلٰٓى اَمْرِهِمْ لَنَتَّخِذَنَّ عَلَيْهِمْ مَسْجِدًا ﴿٢١
سَيَقُولُونَ ثَلٰثَةٌ رَابِعُهُمْ كَلْبُهُمْۚ وَيَقُولُونَ خَمْسَةٌ سَادِسُهُمْ كَلْبُهُمْ رَجْمًا بِالْغَيْبِۚ وَيَقُولُونَ سَبْعَةٌ وَثَامِنُهُمْ كَلْبُهُمْۜ قُلْ رَبّ۪ٓي اَعْلَمُ بِعِدَّتِهِمْ مَا يَعْلَمُهُمْ اِلَّا قَل۪يلٌ۠ فَلَا تُمَارِ ف۪يهِمْ اِلَّا مِرَٓاءً ظَاهِرًۖا وَلَا تَسْتَفْتِ ف۪يهِمْ مِنْهُمْ اَحَدًا۟ ﴿٢٢
وَلَا تَقُولَنَّ لِشَا۬يْءٍ اِنّ۪ي فَاعِلٌ ذٰلِكَ غَدًاۙ ﴿٢٣
اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُۘ وَاذْكُرْ رَبَّكَ اِذَا نَس۪يتَ وَقُلْ عَسٰٓى اَنْ يَهْدِيَنِ رَبّ۪ي لِاَقْرَبَ مِنْ هٰذَا رَشَدًا ﴿٢٤
وَلَبِثُوا ف۪ي كَهْفِهِمْ ثَلٰثَ مِائَةٍ سِن۪ينَ وَازْدَادُوا تِسْعًا ﴿٢٥
قُلِ اللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا لَبِثُواۚ لَهُ غَيْبُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ اَبْصِرْ بِه۪ وَاَسْمِعْۜ مَا لَهُمْ مِنْ دُونِه۪ مِنْ وَلِيٍّۘ وَلَا يُشْرِكُ ف۪ي حُكْمِه۪ٓ اَحَدًا ﴿٢٦
وَاتْلُ مَٓا اُو۫حِيَ اِلَيْكَ مِنْ كِتَابِ رَبِّكَۚ لَا مُبَدِّلَ لِكَلِمَاتِه۪ وَلَنْ تَجِدَ مِنْ دُونِه۪ مُلْتَحَدًا ﴿٢٧
Kehf Sûresi
295
Cuz 15
وَكَذٰلِكَ اَعْثَرْنَا عَلَيْهِمْ لِيَعْلَمُٓوا اَنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ وَاَنَّ السَّاعَةَ لَا رَيْبَ ف۪يهَاۚ اِذْ يَتَنَازَعُونَ بَيْنَهُمْ اَمْرَهُمْ فَقَالُوا ابْنُوا عَلَيْهِمْ بُنْيَانًاۜ رَبُّهُمْ اَعْلَمُ بِهِمْۜ قَالَ الَّذ۪ينَ غَلَبُوا عَلٰٓى اَمْرِهِمْ لَنَتَّخِذَنَّ عَلَيْهِمْ مَسْجِدًا ﴿٢١
21﴿ (Habîbim!) İşte sana! Böylece Biz (kendi dönemlerindekilere onların yerlerini buldurarak ve bu vesîleyle kıssalarını tüm insanlığa bildirerek, merâk edenleri) onlar(ın yaşadıkların)a vâkıf kıldık. Tâ ki o (insa)nlar bilsin ki (Ashâb-ı Kehf’i bir mûcize olarak uyutup tekrar bir mûcize olarak dirilttiği gibi) Allâh’ın (bütün insanları diriltme) vaadi (de) şüphesiz bir haktır, o (kıyâmet) ân(ın)a ise; muhakkak on(un vukûun)da hiçbir şüphe yoktur. (Tam da) o (asırda yaşayan insa)nlar kendi aralarında (diriltilmeleriyle ilgili) işlerini tartışıyorlarken (ve kimi sâdece ruhların diriltileceğini, kimiyse ruhlarla bedenlerin birlikte diriltileceğini savunuyorken Allâh-u Te‘âlâ üç yüz dokuz sene uyutulduktan sonra dirilitilen Ashâb-ı Kehf’i onlara buldurup sonra gözlerinin önünde vefât ettirince, onların bu kerâmetlerine vâkıf olanlar birbirlerine): “(İnsanlar gelip onları rahatsız etmesin, bir de anıları canlı kalsın diye) onların (mağaralarının kapısının) üzerine bir binâ yapın (da üzerine onlarla ilgili mâlûmât yazın)” dediler. (Böylece onların soyları, hâlleri ve mağarada kalma süreleriyle ilgili uzunca müzâkerelerde bulundular.) −Onların Rabbi (ise) onları(n hâllerini) en iyi bilendir.− (Onların nerede gömülecekleri ve yanlarına bir binâ yapılıp yapılmayacağı, yapılırsa ne çeşit bir binâ olacağı husûsunda insanlar arasında konuşmalar uzayınca) onların (dirilmelerini delil göstererek, âhiretin hak olduğu) işin(i ispât etmeye, dolayısıyla da onlar hakkında karar vermey)e karşı güç kazanmış olan o (zamânın Müslüman hükümdârı ve onunla birlikte îmân etmiş) kimseler: “Andolsun ki; elbette biz onların (mağaralarının kapısının) üstüne bir mescit yapacağız (ve onu ibâdethâne edineceğiz)” dedi(ler).
سَيَقُولُونَ ثَلٰثَةٌ رَابِعُهُمْ كَلْبُهُمْۚ وَيَقُولُونَ خَمْسَةٌ سَادِسُهُمْ كَلْبُهُمْ رَجْمًا بِالْغَيْبِۚ وَيَقُولُونَ سَبْعَةٌ وَثَامِنُهُمْ كَلْبُهُمْۜ قُلْ رَبّ۪ٓي اَعْلَمُ بِعِدَّتِهِمْ مَا يَعْلَمُهُمْ اِلَّا قَل۪يلٌ۠ فَلَا تُمَارِ ف۪يهِمْ اِلَّا مِرَٓاءً ظَاهِرًۖا وَلَا تَسْتَفْتِ ف۪يهِمْ مِنْهُمْ اَحَدًا۟ ﴿٢٢
22﴿ (Habîbim!) O (senin döneminde bulunan Ehl-i Kitâb’a mensup ola)nlar(dan ve müminlerden kimi kendilerine) gizli (olan) bir şey ile (hakkında hiçbir bilgiye sâhip olmadıkları bir konuda tahmin ve) zanda bulunucu oldukları hâlde: “(Onlar) üçtür, dördüncüleri de köpekleridir” diyecekler. (Bâzıları da:) “Beş (kişi)dir, altıncıları köpekleridir” diyecekler. (Kimi de Allâh-u Te‘âlâ’nın bildirmesiyle hakka isâbet ederek:) “Yedi (kişi)dir, sekizincileri ise köpekleridir” diyecekler. (Habîbim! Hâlâ bilgisizce konuşan Ehl-i Kitâb’a) de ki: “Benim Rabbim onların sayısını en iyi bilendir. Onları(n gerçek sayısını) ancak çok az kimse bilir. Artık (derinlemesine dalmadan, kimseyi de câhillikle suçlamadan) onlar hakkında ancak (sana vahyedilen delillere dayalı) çok açık olan bir mücâdele ile tartışma yap(abilirsin)! O (Kitap Ehli ola)nlardan hiçbir kimseye de onlar(ın sayısı vesâir hâlleri) hakkında suâl sorma! (Zîrâ Kur’ân sana yeterlidir. Zâten onların da doğru bir bilgileri yoktur. İnadına soru sorarak muhâtabı rezil etmeye kalkışmak ise, sâhip olduğun güzel ahlâk ile bağdaşmaz.)
وَلَا تَقُولَنَّ لِشَا۬يْءٍ اِنّ۪ي فَاعِلٌ ذٰلِكَ غَدًاۙ ﴿٢٣
23﴿ (Ey Habîbim!) Bir de sakın ola ki sen (yapmayı kastettiğin) hiçbir şey için (kimseye): “İşte sana! Gerçekten ben bunu yarın (veyâ ileride) yapacak biriyim” deme! Yahûdîlerin teşvîkiyle Kureyş, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e gelip, ruh, Ashâb-ı Kehf ve Zü’l-Karneyn’le ilgili suâller yönelttiklerinde o: “İnşâallâh” demeyi unutarak, kendilerine ertesi gün geldiklerinde bunları haber vereceğini söyledi. Bundan dolayı da on küsûr gün vahiy gecikince Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in sıkıntıya girmesi üzerine bu ve bir sonraki âyet-i kerîme nâzil oldu. (el-Beyzâvî, -Mecmû’atü’t-tefâsîr-)
اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُۘ وَاذْكُرْ رَبَّكَ اِذَا نَس۪يتَ وَقُلْ عَسٰٓى اَنْ يَهْدِيَنِ رَبّ۪ي لِاَقْرَبَ مِنْ هٰذَا رَشَدًا ﴿٢٤
24﴿ Ancak Allâh’ın dilemesi(ni ifâde eden “İnşâallâh” sözü) ile (birlikte onlara ileride yaşanacaklarla ilgili bilgi vereceğine dâir konuşman) müstesnâ! (Habîbim!) Ama (bunu) unuttuğun zaman Rabbini(n irâdesinin unutulmaması gerektiğini) hatırla ve: “Umulur ki Rabbim beni (doğru yola) isâbet bakımından işte bundan daha yakın olana eriştirir (ve böylece bana: ‘İnşâallâh’ demeyi unutmuş bulunduğum için cevâbı geciken Ashâb-ı Kehf’in kıssasına nispetle, peygamberliğimi daha açık bir şekilde ifâde edecek olan diğer peygamber kıssalarını öğretir)” de!
وَلَبِثُوا ف۪ي كَهْفِهِمْ ثَلٰثَ مِائَةٍ سِن۪ينَ وَازْدَادُوا تِسْعًا ﴿٢٥
25﴿ Böylece onlar mağaralarında üç yüz seneler (boyunca) durdular ve (yıl bakımından) dokuzu (üç yüze ilâve) kattılar. Tefsirlerde zikredildiğine göre; üç yüz senenin nihâyetinde biraz uyanır gibi oldular ama sonra dokuz yıl daha uyutuldular hattâ o süre zarfında uyku bakımından daha ziyâde oldular ve daha derin uyudular. Böylece onlar küsûrâtı hakkında hiçbir ihtilâf bulunmaksızın tamı tamına üç yüz dokuz sene uyudular. (el-Âlûsî, 15/290)
قُلِ اللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا لَبِثُواۚ لَهُ غَيْبُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ اَبْصِرْ بِه۪ وَاَسْمِعْۜ مَا لَهُمْ مِنْ دُونِه۪ مِنْ وَلِيٍّۘ وَلَا يُشْرِكُ ف۪ي حُكْمِه۪ٓ اَحَدًا ﴿٢٦
26﴿ (Habîbim! Bu beyânımızdan sonra hâlâ onların mağarada kalış süresi hakkında ihtilâfa düşen Ehl-i Kitâb’a) de ki: “Allâh onların ne kadar durduklarını hakkıyla bilendir. (O da size bu Kur’ân vâsıtasıyla onların uyutulma süresinin üç yüz dokuz sene olduğunu bildirmiştir. Zâten) göklerin ve yerin (barındırdığı her gizli şey ve onlarda bulunan yaratılmışların hâlleriyle ilgili gizli-kapalı her türlü) gaybı(n bilgileri) sâdece O’na mahsustur. O (her varlığı) ne acâyip görendir ve (her duyulanı) ne kadar şaşılacak bir şekilde işitendir! O (yer ve gökte buluna)nlar için O’ndan başka (işlerini tâkip edecek ve kendilerine sâhip çıkacak) hiçbir yardımcı yoktur. Zâten O, (kararlarında ve) hükmünde hiçbir kimseyi (Kendisine) ortak yapmaz.” (Parantez içi mânâlar için bakınız: el-Âlûsî, 15/289; İbnü Kesîr, 5/151)
وَاتْلُ مَٓا اُو۫حِيَ اِلَيْكَ مِنْ كِتَابِ رَبِّكَۚ لَا مُبَدِّلَ لِكَلِمَاتِه۪ وَلَنْ تَجِدَ مِنْ دُونِه۪ مُلْتَحَدًا ﴿٢٧
27﴿ (Habîbim! Sen onların: “Bize başka bir Kur’ân getir ya da bunu değiştir” şeklindeki hezeyanlarına aldırmayıp) Rabbinin kitabından o şeyleri art arda oku ki (onlar) sana vahyolunmuştur. (Zâten) O’nun kelimelerini (ve kararlarını) değiştirecek hiçbir şey yoktur. Ama sen (onların bu fikirlerine birazcık bile meyledecek olursan şunu bilesin ki) O’ndan başka bir sığınak aslâ bulamazsın. (Zâten sen böyle şeylere meyletmekten mâsum ve mahfûz kılınmışsın velâkin sana yaptığım bu hitaptan ümmetin ders alsın!)