HATA BİLDİRİMLERİNİZ İÇİN TIKLAYIN
سُورَةُالْكَهْفِ  ٢٩٦ 
الجزء ١٥

وَاصْبِرْ نَفْسَكَ مَعَ الَّذ۪ينَ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ بِالْغَدٰوةِ وَالْعَشِيِّ يُر۪يدُونَ وَجْهَهُ وَلَا تَعْدُ عَيْنَاكَ عَنْهُمْۚ تُر۪يدُ ز۪ينَةَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَلَا تُطِعْ مَنْ اَغْفَلْنَا قَلْبَهُ عَنْ ذِكْرِنَا وَاتَّبَعَ هَوٰيهُ وَكَانَ اَمْرُهُ فُرُطًا ﴿ ٢٨ ﴾ وَقُلِ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكُمْ فَمَنْ شَٓاءَ فَلْيُؤْمِنْ وَمَنْ شَٓاءَ فَلْيَكْفُرْۙ اِنَّٓا اَعْتَدْنَا لِلظَّالِم۪ينَ نَارًاۙ اَحَاطَ بِهِمْ سُرَادِقُهَاۜ وَاِنْ يَسْتَغ۪يثُوا يُغَاثُوا بِمَٓاءٍ كَالْمُهْلِ يَشْوِي الْوُجُوهَۜ بِئْسَ الشَّرَابُۜ وَسَٓاءَتْ مُرْتَفَقًا ﴿ ٢٩ ﴾ اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ اِنَّا لَا نُض۪يعُ اَجْرَ مَنْ اَحْسَنَ عَمَلًاۚ ﴿ ٣٠ ﴾ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهِمُ الْاَنْهَارُ يُحَلَّوْنَ ف۪يهَا مِنْ اَسَاوِرَ مِنْ ذَهَبٍ وَيَلْبَسُونَ ثِيَابًا خُضْرًا مِنْ سُنْدُسٍ وَاِسْتَبْرَقٍ مُتَّكِـ۪ٔينَ ف۪يهَا عَلَى الْاَرَٓائِكِۜ نِعْمَ الثَّوَابُۜ وَحَسُنَتْ مُرْتَفَقًا۟ ﴿ ٣١ ﴾ وَاضْرِبْ لَهُمْ مَثَلًا رَجُلَيْنِ جَعَلْنَا لِاَحَدِهِمَا جَنَّتَيْنِ مِنْ اَعْنَابٍ وَحَفَفْنَاهُمَا بِنَخْلٍ وَجَعَلْنَا بَيْنَهُمَا زَرْعًاۜ ﴿ ٣٢ ﴾ كِلْتَا الْجَنَّتَيْنِ اٰتَتْ اُكُلَهَا وَلَمْ تَظْلِمْ مِنْهُ شَيْـًٔاۙ وَفَجَّرْنَا خِلَالَهُمَا نَهَرًاۙ ﴿ ٣٣ ﴾ وَكَانَ لَهُ ثَمَرٌۚ فَقَالَ لِصَاحِبِه۪ وَهُوَ يُحَاوِرُهُٓ اَنَا۬ اَكْثَرُ مِنْكَ مَالًا وَاَعَزُّ نَفَرًا ﴿ ٣٤ ﴾

سُورَةُالْكَهْفِ  ٢٩٦ 
الجزء ١٥
Kehf Sûresi  296 
Cüz  15

28  (Rasûlüm! Zengin müşriklerin uygunsuz tekliflerine asla iltifat etme. Bilakis sen) sabah akşam Rablerine, O’nun rızasını arzuladıkları halde dua etmekte bulunan (ve ‘Ashâb-ı Suffe’ diye anılan) o (fakir) kimselerle birlikte kendini sabit kıl! O en alçak (dünya) hayat(ın)ın (geçici) ziynet(ler)ini arzular olduğun halde, iki gözün bile onlardan aş(ıp da, kâfir müşriklerin tarafına bak)masın! Bir de o (Ümeyye ibni Halef gibi sana fakirleri meclisinden kovmayı teklif eden) kimseye itaat etme ki; Biz onun kalbini zikrimizden gâfil kılmışızdır ve (bu sebeple) o (isteklerine kavuşma uğrunda) kötü arzusuna tamamen uymuştur, işi (gücü) de (hakkın sınırlarını çiğneyip) aşırı gitmek/(zarar-) ziyan ve helâk/israf (ve savurganlık)/pişmanlık/ olmuştur!
Habbâb (Radıyallâhu anh) şöyle anlatmıştır: Ekra’ ibni Hâbis et-Temîmî ve Uyeyne ibni Hısn bir kere Rasûlûllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)`in yanına geldiklerinde onu, Suheyb, Bilâl, Ammâr ve benim gibi fakir müminler arasında otururken görünce, Rasûlûllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)`i tenhaya çekerek: “Biz senden bizim için özel bir meclis tertiplemeni istiyoruz ki, Araplar bununla bizim üstünlüğümüzü anlasınlar! Çünkü senin yanına Arap heyetleri gelip gidiyor, biz onların bizi bu kölelerle birlikte otururken görmelerinden utanç duyarız. Bu yüzden biz geldiğimizde sen onları yanından kaldır, sonra biz ayrılınca dilersen onlarla yine otur!” dediler. Rasûlûllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) de: “Olur!” buyurdu. Bu sefer onlar tekliflerinin kabul edildiğine dair bir yazı isteyince, Rasûlûllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) yazı yazması için Ali (Radıyallâhu anh)`ın bir sayfayla beraber gelmesini istedi. O sırada Cebrâîl (Aleyhisselâm) inerek: “Sabah- akşam Rablerinin rızasını arzulayarak O’na dua edenleri kovma!” (En’âm Sûresi: 52) âyet-i kerîmesini indirdi. Daha sonra: “Âyetlerimize iman eden o (fakir) kimseler sana geldikleri zaman (onlara): ‘Selâm sizlere! Rabbiniz rahmeti Kendi Zât’ına yazdı!’ de” (En’âm Sûresi: 54) âyet-i kerîmesini indirdi. Bu âyetler inince biz Rasûlûllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)`e o kadar yaklaştık ki, dizlerimizi onun dizlerine bitiştirir hâle geldik. Bu âyetlerden sonra Rasûlûllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) bizimle otururdu, kalkmak istediği zaman kalkıp giderdi. Daha sonra: “Rablerinin rızasını arzulayarak sabah-akşam O’na dua edenlerle birlikte kendini hapset!” âyet-i kerîmesi inince, biz Rasûlûllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ile beraber otururken biz kalkmadan o kalkamaz hale geldi. Böylece biz onun kalkacağı zamanı anlar ve ondan önce kalkardık! (İbni Mâce, Zühd: 7, no: 4127, 2/1382, Taberî, no: 13261, 5/199) Selmân ve Habbâb (Radıyallâhu anhümâ)dan rivayet edildiğine göre; bu âyet-i celîle indikten sonra Rasûlûllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) fakir sahâbîlere: “Ümmetim içerisinden, kendimi aralarında bulundurmamı emrettiği bir topluluk yaratıncaya kadar beni öldürmemiş olan Allâh’a hamdolsun! Artık hayatım da sizlerle beraberdir, ölümüm de sizlerle birlikte olacaktır!” derdi. (Beğavî, Me’âlimü’t-Tenzîl: 2/99)

29  (Habîbim! Zikirden gâfil olan bu kişilere) de ki: “O (bana vahyolunan Kur’ân ve İslâm’ın getirdiği) hak, Rabbinizden (gelmiş)dir. (Nefislerinizin arzuladıkları ise haktan uzaktır. Rabbiniz buyuruyor ki:) Artık dile yen inansın, isteyen de inkâr etsin! (Ben kimsenin imanına muhtaç olmadığım gibi, kimsenin inkârından da zarar görmem. Ama şunu bilin ki;) gerçekten Biz, o zâlimler için öyle büyük ve korkunç bir ateş hazırla mışızdır ki, onun duvarı/dumanı/ alevi/ kendilerini çepeçevre kuşatmıştır! Onlar (orada aşırı susuzluktan dolayı) yardım ta lep edecek olsalar, zeytin tortusu/eritilmiş maden/ gibi öyle (katı) bir suyla yardım olunacaklardır ki (aşırı harâretinden dolayı) yüzleri kavuracak (ve de rileri koparacak)tır! Bu ne kötü bir içecek olmuştur! O(rası) da ne fena bir yaslanma yeri/dinlenme ye ri/konaklama yeri/toplanma yeri/ olmuştur!

30  Şüphesiz o kimseler ki (inanılması gereken tüm meselelere) iman etmişlerdir ve (namaz, oruç, hac, ze kât gibi) sâlih ameller işlemişlerdir; ger çekten de Biz ameli(ni) güzel yapmış olan o kimsenin mü kâfa tını zâyi etmeyeceğiz!

31  İşte Onlar ki, (saraylarının) altlarından ırmaklar akmakta bulunan Adn cennetleri sadece kendilerine âit tir. Onlar orada altından bi lezikler takınacaklardır ve kendileri orada (kıymetli ve süslü perdelerle kapatılmış) kubbeler içerisindeki tahtlar üzerinde yaslanan kimseler olarak, ince ve kalın ipekten yemyeşil elbise giyeceklerdir! (İşte) bu(nlar) ne güzel mükâfat olmuştur! O (cen net yurdu) da ne güzel bir yaslanma yeri/dinlenme yeri/konaklama yeri/toplanma yeri/ olmuştur!”

32  (Rasûlüm! Kâfir ve mümine) bir örnek olarak onlara iki adamı anlat ki; Biz onlardan birine türlü türlü asmalardan iki bağ vermiş, o ikisini de pek değerli bir hurmalıkla çevrelemiştik, aralarında da çeşit çeşit ekinler yaratmıştık.

33  O iki bostan da ürünlerini (tastamam) vermiş ve ondan en ufak bir şey eksik bırakmamıştı. Bir de Biz o ikisi arasında geniş bir ırmak akıtmıştık.

34  Ayrıca (sayılanlar dışında) ona âit pek çok mal vardı. Bu yüzden o (kibirlenerek) onunla (iftihar edercesine) konuşurken arkadaşına: “Ben mal bakımından senden daha fazlayım, aşîret bakımından da daha güçlüyüm!” dedi.
Atâ-i Horâsânî (Radıyallâhu anh) şöyle anlatmıştır: Geçmiş ümmetlerde iki kardeş vardı ki bunlar, babalarından miras kalan sekiz bin dînârı eşit bir şekilde bölüştüler. Biri bin dînâra bir arsa alınca, diğeri: “Ey Allâh! Falan kişi bin dînâra bir toprak aldı, ben de Senden cennette bin dînâra bir arazi alıyorum!” diyerek o parayı sadaka verdi. Sonra kardeşi bin dînâra bir ev yapınca o: “Ey Allâh! Falan kişi bin dînâra bir ev yaptı, ben de Senden cennette bin dînâra bir ev satın alıyorum!” diyerek o parayı tasadduk etti. Sonra kardeşi bir kadınla evlenip bin dînâr ona harcamada bulununca o: “Ey Allâh! Ben Senden cennet kadınlarından birini bin dînâra istiyorum!” deyip o meblağı da dağıttı. Daha sonra kardeşi bin dînâra hizmetçiler ve eşyalar satın alınca o: “Ey Allâh! Ben de Senden bin dînâra cennette hizmetçiler ve mallar satın alıyorum!” diyerek kalan parayı da dağıttı. Fakat sonra çok şiddetli bir fakirliğe tutulunca kardeşine gidip ondan bir yardım istemeyi düşündü. Böylece yol üzerinde durmuş onu beklerken hizmetçileriyle ve adamlarıyla birlikte gelen kardeşi ona bakarak hal hatır etti. O: “Senden sonra bana bazı zaruretler isabet etti, şimdi sana geldim belki bana bir iyiliğin dokunur!” deyince o: “Biz seninle malları bölüşmüştük, o kadar malı ne yaptın?” diye sordu. O yaptıklarını anlatınca: “Sen de mi bu gibi şeylere inananlardansın? Git, ben sana bir şey vermem!” diyerek onu kov du. İşte bu âyet-i kerîmeler (32-44) bu iki adamın ilginç kıssasını insanlara beyan etmek üzere nâzil oldular. (Hâzin, Beyzâvî, Nesefî)

Kehf Sûresi  296 
Cüz  15
cihanyamaneren