v02.01.25 Geliştirme Notları
Kehf Sûresi
298
Cuz 15
46﴿ Mallar ve oğullar (âhiret sermâyesi olmayıp, sâdece) o en alçak (dünyâ) hayâtın(ın geçici birtakım) ziynet(ler)idir. Ama kendileri(nin faydası sonsuza dek) kalıcı olan o (tesbîh, hamd, tevhîd ve tekbîr zikirleri, beş vakit namaz, oruç, hac ve zekât gibi) sâlih ameller senin Rabbin nezdinde sevap bakımından çok hayırlıdır, (ileriye dönük) beklenti(ye girilecek şeyler) yönünden de çok hayırlıdır. (Nitekim insan dünyâda kendisine ümit bağladığı birçok şeyden fayda görememektedir. Bu sâlih amellere bağladığı emellerden ise mutlaka istifâde edecektir.) Ebû Sa‘îd el-Hudrî (Radıyallâhu Anh)dan rivâyet edilen bir hadîs-i şerîfte Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “Kalıcı olan o sâlih sözleri çok söyleyin” buyurdu. O zaman: “Yâ Rasûlellâh! Onlar hangileridir?” denilince: “Allâh-u Ekber, Lâ ilâhe illâllâh, Sübhânellâh, Elhamdülillâh ve Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh (kelimeleri)dir” buyurdular. (Ahmed ibnü Hanbel, el-Müsned, rakam:11713, 4/150) Alî (Radıyallâhu Anh) buyurmuştur ki: “Mal ve oğullar dünyâ ekinidir, sâlih ameller ise âhiret mahsûlüdür. Ama bâzıları her ikisini de bir araya getirebilir.” (el-Hâzin)
47﴿ (Habîbim!) O günü (devamlı anlat) ki; dağları (yerlerinden söküp, bulutlar gibi havada) yürüteceğiz de (o zaman) sen (dağların üstünden kaldırılmasıyla) yerin tamâmını (her yeri) açığa çıkmış bir şey olarak (üstünde dağ ve tepe olmadan dümdüz bir hâlde) göreceksin, hâlbuki (o zaman) Biz onları (kabirlerinden diriltip mahşere) toplamışızdır da onlardan hiçbir kimseyi (ölü) bırakmamışızdır.
48﴿ Böylece onlar (mahşere çıkarıldıkları zaman) saflar(a dizilenler) hâlinde senin Rabbin(in, kendileri hakkında vereceği hükm)e arz olunmuşturlar. (O zaman dünyâdayken dirilmeyi inkâr edenlere şöyle denilecektir:) “Andolsun ki; muhakkak siz Bize, sizi ilk defâ yarattığımız gibi (yalınayak, çırılçıplak ve sünnetsiz vaziyette, iftihâr ettiğiniz mallardan ve yardımcılardan da ayrı bir hâlde) geldiniz. Doğrusu siz boş yere zannetmiştiniz ki gerçekten Biz sizin (diriltilmenizle ilgili hükmümüzü yerine getirmek) için söz verilen bir vakit aslâ tâyin etmeyeceğiz!”
49﴿ Üstelik (kullar mahşere çıkarıldıkları zaman yapmış oldukları amellerin yazıldığı) o kitap (kiminin sağına kiminin soluna, sonunda da tartılması için mîzâna) konulmuştur. Artık (ey görebilen) sen o (en büyük günah olan şirk ve diğer günahları işlemiş) mücrimleri, o (kitapları)nda (yazılı) bulunan (günah)lar(ının ortaya çıkmasın)dan korkan kimseler olarak görürsün ki, onlar: “Ey bizim helâkimiz (neredesin gel, şimdi tam zamânındır)! İşte bu kitaba ne olmuş ki; küçük bir işi (bile yazmadan) bırakmıyor, büyük bir işi de (ihmâl edip kayıt dışı bırakmış) olmaksızın mutlaka onları(n hepsini teker teker) saymış (bulunuyor. Bu ne acâyip bir kitapmış)?!” derler. Böylece onlar yapmış oldukları şeyleri (amel defterlerinde) hâzır olarak bulmuşturlar. Zâten senin Rabbin (yapmamış olduğu bir şeyi yapmış gibi yazarak ya da hak ettiği azaptan fazlasını yaparak) hiçbir kimseye zulmetmez!
50﴿ (Habîbim! Anlat) o zamânı da ki Biz meleklere: “(Kendisini selâmlamak ve Bana yapacağınız secde için kıblegâh olarak) Âdem’e secde edin” buyurmuştuk da, onlar hemen secde etmiştiler, lâkin İblîs müstesnâ. (Çünkü) o, (aslında meleklerden olmayıp) cinlerden idi, bu sebeple Rabbinin emrin(e itâat)den çıktı. Şimdi siz Beni bırakıp da, onu ve zürriyetini mi dostlar edinmektesiniz?! Hâlbuki onlar sizin için büyük düşmanlardır. (Kimi dost edineceğini bilmeyip düşmanını dost edinen) o zâlimler için bu (şekilde Allah’ın dostluğu yerine İblîs’i ve zürriyetini dost edinmeleri) ne kötü bir değiştirme olmuştur.
51﴿ (Ey şeytanları Bana ortak edenler! Herhangi birinin Bana ortak olabilmesi için, Ben âlemleri yaratırken Bana yardım etmiş olması gerekir. Hâlbuki bu şeytanların Bana yardım etmeleri bir yana) Ben gökleri ve yeri yaratma(m)da onları şâhit tutmadım, kendi nefislerini yaratma(m)da da (şâhit tutmuş) olmadım! Zâten Ben (hiçbir zaman) o saptırıcı (şeytan)ları bir yardımcı edinici olmadım. (Hâl böyleyken siz nasıl ibâdet husûsunda onları Bana ortak koşabiliyorsunuz?!)
52﴿ O (Allâh-u Sübhânehû)nun (âhirette kâfirlere): “Boş yere (ilâhlıklarını) iddiâ etmiş olduğunuz o (sözde) ortaklarıma yüksek sesle çağrı yapın da (size yardım etsinler)” buyuracağı o günü (aslâ hâtırınızdan çıkarmayın) ki; onlar da hemen kendilerine yalvardılar, fakat onlar(ın taptığı putlar) kendilerin(in yardım dâvetin)e hiçbir icâbette bulunamadılar. Böylece Biz onlar(la taptıkların)ın (dünyâdaki muhabbetli) buluşmasını (kıyâmet gününde) büyük bir helâk (sebebi) yaptık. /Böylece Biz büyük bir helâk yerini (ve cehennemdeki o kan, irin ve katır kadar büyük yılanlarla dolu özel vâdîyi) onlar(dan hidâyet ehli olanlarla sapıtanlar) arasına yerleştirdik./
53﴿ Bir de (mahşerde kırk senelik mesâfeden) o (en büyük cürüm olan şirk günahını işlemiş) mücrimler o (cehennem) ateşi(ni) (hep birlikte) gördü(ler) de, sonra yakînen bildiler ki; onlar gerçekten onun içine düşecek kimselerdir ve kendileri ondan uzaklaşarak hiçbir dönüş yeri de bulama(yacaklarını anla)dılar.
سُورَةُ الْكَهْفِ
الجزء ١٥
٢٩٨
اَلْمَالُ وَالْبَنُونَ ز۪ينَةُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ وَالْبَاقِيَاتُ الصَّالِحَاتُ خَيْرٌ عِنْدَ رَبِّكَ ثَوَابًا وَخَيْرٌ اَمَلًا ﴿٤٦
وَيَوْمَ نُسَيِّرُ الْجِبَالَ وَتَرَى الْاَرْضَ بَارِزَةًۙ وَحَشَرْنَاهُمْ فَلَمْ نُغَادِرْ مِنْهُمْ اَحَدًاۚ ﴿٤٧
وَعُرِضُوا عَلٰى رَبِّكَ صَفًّاۜ لَقَدْ جِئْتُمُونَا كَمَا خَلَقْنَاكُمْ اَوَّلَ مَرَّةٍۘ بَلْ زَعَمْتُمْ اَلَّنْ نَجْعَلَ لَكُمْ مَوْعِدًا ﴿٤٨
وَوُضِعَ الْكِتَابُ فَتَرَى الْمُجْرِم۪ينَ مُشْفِق۪ينَ مِمَّا ف۪يهِ وَيَقُولُونَ يَا وَيْلَتَنَا مَا لِ‌هٰذَا الْكِتَابِ لَا يُغَادِرُ صَغ۪يرَةً وَلَا كَب۪يرَةً اِلَّٓا اَحْصٰيهَاۚ وَوَجَدُوا مَا عَمِلُوا حَاضِرًاۜ وَلَا يَظْلِمُ رَبُّكَ اَحَدًا۟ ﴿٤٩
وَاِذْ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ كَانَ مِنَ الْجِنِّ فَفَسَقَ عَنْ اَمْرِ رَبِّه۪ۜ اَفَتَتَّخِذُونَهُ وَذُرِّيَّتَهُٓ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ دُون۪ي وَهُمْ لَكُمْ عَدُوٌّۜ بِئْسَ لِلظَّالِم۪ينَ بَدَلًا ﴿٥٠
مَٓا اَشْهَدْتُهُمْ خَلْقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَلَا خَلْقَ اَنْفُسِهِمْۖ وَمَا كُنْتُ مُتَّخِذَ الْمُضِلّ۪ينَ عَضُدًا ﴿٥١
وَيَوْمَ يَقُولُ نَادُوا شُرَكَٓاءِيَ الَّذ۪ينَ زَعَمْتُمْ فَدَعَوْهُمْ فَلَمْ يَسْتَج۪يبُوا لَهُمْ وَجَعَلْنَا بَيْنَهُمْ مَوْبِقًا ﴿٥٢
وَرَاَ الْمُجْرِمُونَ النَّارَ فَظَنُّٓوا اَنَّهُمْ مُوَاقِعُوهَا وَلَمْ يَجِدُوا عَنْهَا مَصْرِفًا۟ ﴿٥٣
Kehf Sûresi
298
Cuz 15
اَلْمَالُ وَالْبَنُونَ ز۪ينَةُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ وَالْبَاقِيَاتُ الصَّالِحَاتُ خَيْرٌ عِنْدَ رَبِّكَ ثَوَابًا وَخَيْرٌ اَمَلًا ﴿٤٦
46﴿ Mallar ve oğullar (âhiret sermâyesi olmayıp, sâdece) o en alçak (dünyâ) hayâtın(ın geçici birtakım) ziynet(ler)idir. Ama kendileri(nin faydası sonsuza dek) kalıcı olan o (tesbîh, hamd, tevhîd ve tekbîr zikirleri, beş vakit namaz, oruç, hac ve zekât gibi) sâlih ameller senin Rabbin nezdinde sevap bakımından çok hayırlıdır, (ileriye dönük) beklenti(ye girilecek şeyler) yönünden de çok hayırlıdır. (Nitekim insan dünyâda kendisine ümit bağladığı birçok şeyden fayda görememektedir. Bu sâlih amellere bağladığı emellerden ise mutlaka istifâde edecektir.) Ebû Sa‘îd el-Hudrî (Radıyallâhu Anh)dan rivâyet edilen bir hadîs-i şerîfte Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “Kalıcı olan o sâlih sözleri çok söyleyin” buyurdu. O zaman: “Yâ Rasûlellâh! Onlar hangileridir?” denilince: “Allâh-u Ekber, Lâ ilâhe illâllâh, Sübhânellâh, Elhamdülillâh ve Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh (kelimeleri)dir” buyurdular. (Ahmed ibnü Hanbel, el-Müsned, rakam:11713, 4/150) Alî (Radıyallâhu Anh) buyurmuştur ki: “Mal ve oğullar dünyâ ekinidir, sâlih ameller ise âhiret mahsûlüdür. Ama bâzıları her ikisini de bir araya getirebilir.” (el-Hâzin)
وَيَوْمَ نُسَيِّرُ الْجِبَالَ وَتَرَى الْاَرْضَ بَارِزَةًۙ وَحَشَرْنَاهُمْ فَلَمْ نُغَادِرْ مِنْهُمْ اَحَدًاۚ ﴿٤٧
47﴿ (Habîbim!) O günü (devamlı anlat) ki; dağları (yerlerinden söküp, bulutlar gibi havada) yürüteceğiz de (o zaman) sen (dağların üstünden kaldırılmasıyla) yerin tamâmını (her yeri) açığa çıkmış bir şey olarak (üstünde dağ ve tepe olmadan dümdüz bir hâlde) göreceksin, hâlbuki (o zaman) Biz onları (kabirlerinden diriltip mahşere) toplamışızdır da onlardan hiçbir kimseyi (ölü) bırakmamışızdır.
وَعُرِضُوا عَلٰى رَبِّكَ صَفًّاۜ لَقَدْ جِئْتُمُونَا كَمَا خَلَقْنَاكُمْ اَوَّلَ مَرَّةٍۘ بَلْ زَعَمْتُمْ اَلَّنْ نَجْعَلَ لَكُمْ مَوْعِدًا ﴿٤٨
48﴿ Böylece onlar (mahşere çıkarıldıkları zaman) saflar(a dizilenler) hâlinde senin Rabbin(in, kendileri hakkında vereceği hükm)e arz olunmuşturlar. (O zaman dünyâdayken dirilmeyi inkâr edenlere şöyle denilecektir:) “Andolsun ki; muhakkak siz Bize, sizi ilk defâ yarattığımız gibi (yalınayak, çırılçıplak ve sünnetsiz vaziyette, iftihâr ettiğiniz mallardan ve yardımcılardan da ayrı bir hâlde) geldiniz. Doğrusu siz boş yere zannetmiştiniz ki gerçekten Biz sizin (diriltilmenizle ilgili hükmümüzü yerine getirmek) için söz verilen bir vakit aslâ tâyin etmeyeceğiz!”
وَوُضِعَ الْكِتَابُ فَتَرَى الْمُجْرِم۪ينَ مُشْفِق۪ينَ مِمَّا ف۪يهِ وَيَقُولُونَ يَا وَيْلَتَنَا مَا لِ‌هٰذَا الْكِتَابِ لَا يُغَادِرُ صَغ۪يرَةً وَلَا كَب۪يرَةً اِلَّٓا اَحْصٰيهَاۚ وَوَجَدُوا مَا عَمِلُوا حَاضِرًاۜ وَلَا يَظْلِمُ رَبُّكَ اَحَدًا۟ ﴿٤٩
49﴿ Üstelik (kullar mahşere çıkarıldıkları zaman yapmış oldukları amellerin yazıldığı) o kitap (kiminin sağına kiminin soluna, sonunda da tartılması için mîzâna) konulmuştur. Artık (ey görebilen) sen o (en büyük günah olan şirk ve diğer günahları işlemiş) mücrimleri, o (kitapları)nda (yazılı) bulunan (günah)lar(ının ortaya çıkmasın)dan korkan kimseler olarak görürsün ki, onlar: “Ey bizim helâkimiz (neredesin gel, şimdi tam zamânındır)! İşte bu kitaba ne olmuş ki; küçük bir işi (bile yazmadan) bırakmıyor, büyük bir işi de (ihmâl edip kayıt dışı bırakmış) olmaksızın mutlaka onları(n hepsini teker teker) saymış (bulunuyor. Bu ne acâyip bir kitapmış)?!” derler. Böylece onlar yapmış oldukları şeyleri (amel defterlerinde) hâzır olarak bulmuşturlar. Zâten senin Rabbin (yapmamış olduğu bir şeyi yapmış gibi yazarak ya da hak ettiği azaptan fazlasını yaparak) hiçbir kimseye zulmetmez!
وَاِذْ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ كَانَ مِنَ الْجِنِّ فَفَسَقَ عَنْ اَمْرِ رَبِّه۪ۜ اَفَتَتَّخِذُونَهُ وَذُرِّيَّتَهُٓ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ دُون۪ي وَهُمْ لَكُمْ عَدُوٌّۜ بِئْسَ لِلظَّالِم۪ينَ بَدَلًا ﴿٥٠
50﴿ (Habîbim! Anlat) o zamânı da ki Biz meleklere: “(Kendisini selâmlamak ve Bana yapacağınız secde için kıblegâh olarak) Âdem’e secde edin” buyurmuştuk da, onlar hemen secde etmiştiler, lâkin İblîs müstesnâ. (Çünkü) o, (aslında meleklerden olmayıp) cinlerden idi, bu sebeple Rabbinin emrin(e itâat)den çıktı. Şimdi siz Beni bırakıp da, onu ve zürriyetini mi dostlar edinmektesiniz?! Hâlbuki onlar sizin için büyük düşmanlardır. (Kimi dost edineceğini bilmeyip düşmanını dost edinen) o zâlimler için bu (şekilde Allah’ın dostluğu yerine İblîs’i ve zürriyetini dost edinmeleri) ne kötü bir değiştirme olmuştur.
مَٓا اَشْهَدْتُهُمْ خَلْقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَلَا خَلْقَ اَنْفُسِهِمْۖ وَمَا كُنْتُ مُتَّخِذَ الْمُضِلّ۪ينَ عَضُدًا ﴿٥١
51﴿ (Ey şeytanları Bana ortak edenler! Herhangi birinin Bana ortak olabilmesi için, Ben âlemleri yaratırken Bana yardım etmiş olması gerekir. Hâlbuki bu şeytanların Bana yardım etmeleri bir yana) Ben gökleri ve yeri yaratma(m)da onları şâhit tutmadım, kendi nefislerini yaratma(m)da da (şâhit tutmuş) olmadım! Zâten Ben (hiçbir zaman) o saptırıcı (şeytan)ları bir yardımcı edinici olmadım. (Hâl böyleyken siz nasıl ibâdet husûsunda onları Bana ortak koşabiliyorsunuz?!)
وَيَوْمَ يَقُولُ نَادُوا شُرَكَٓاءِيَ الَّذ۪ينَ زَعَمْتُمْ فَدَعَوْهُمْ فَلَمْ يَسْتَج۪يبُوا لَهُمْ وَجَعَلْنَا بَيْنَهُمْ مَوْبِقًا ﴿٥٢
52﴿ O (Allâh-u Sübhânehû)nun (âhirette kâfirlere): “Boş yere (ilâhlıklarını) iddiâ etmiş olduğunuz o (sözde) ortaklarıma yüksek sesle çağrı yapın da (size yardım etsinler)” buyuracağı o günü (aslâ hâtırınızdan çıkarmayın) ki; onlar da hemen kendilerine yalvardılar, fakat onlar(ın taptığı putlar) kendilerin(in yardım dâvetin)e hiçbir icâbette bulunamadılar. Böylece Biz onlar(la taptıkların)ın (dünyâdaki muhabbetli) buluşmasını (kıyâmet gününde) büyük bir helâk (sebebi) yaptık. /Böylece Biz büyük bir helâk yerini (ve cehennemdeki o kan, irin ve katır kadar büyük yılanlarla dolu özel vâdîyi) onlar(dan hidâyet ehli olanlarla sapıtanlar) arasına yerleştirdik./
وَرَاَ الْمُجْرِمُونَ النَّارَ فَظَنُّٓوا اَنَّهُمْ مُوَاقِعُوهَا وَلَمْ يَجِدُوا عَنْهَا مَصْرِفًا۟ ﴿٥٣
53﴿ Bir de (mahşerde kırk senelik mesâfeden) o (en büyük cürüm olan şirk günahını işlemiş) mücrimler o (cehennem) ateşi(ni) (hep birlikte) gördü(ler) de, sonra yakînen bildiler ki; onlar gerçekten onun içine düşecek kimselerdir ve kendileri ondan uzaklaşarak hiçbir dönüş yeri de bulama(yacaklarını anla)dılar.