HATA BİLDİRİMLERİNİZ İÇİN TIKLAYIN
سُورَةُالْكَهْفِ  ٢٩٩ 
الجزء ١٥

وَلَقَدْ صَرَّفْنَا ف۪ي هٰذَا الْقُرْاٰنِ لِلنَّاسِ مِنْ كُلِّ مَثَلٍۜ وَكَانَ الْاِنْسَانُ اَكْثَرَ شَيْءٍ جَدَلًا ﴿ ٥٤ ﴾ وَمَا مَنَعَ النَّاسَ اَنْ يُؤْمِنُٓوا اِذْ جَٓاءَهُمُ الْهُدٰى وَيَسْتَغْفِرُوا رَبَّهُمْ اِلَّٓا اَنْ تَأْتِيَهُمْ سُنَّةُ الْاَوَّل۪ينَ اَوْ يَأْتِيَهُمُ الْعَذَابُ قُبُلًا ﴿ ٥٥ ﴾ وَمَا نُرْسِلُ الْمُرْسَل۪ينَ اِلَّا مُبَشِّر۪ينَ وَمُنْذِر۪ينَۚ وَيُجَادِلُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِالْبَاطِلِ لِيُدْحِضُوا بِهِ الْحَقَّ وَاتَّخَذُٓوا اٰيَات۪ي وَمَٓا اُنْذِرُوا هُزُوًا ﴿ ٥٦ ﴾ وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ ذُكِّرَ بِاٰيَاتِ رَبِّه۪ فَاَعْرَضَ عَنْهَا وَنَسِيَ مَا قَدَّمَتْ يَدَاهُۜ اِنَّا جَعَلْنَا عَلٰى قُلُوبِهِمْ اَكِنَّةً اَنْ يَفْقَهُوهُ وَف۪ٓي اٰذَانِهِمْ وَقْرًاۜ وَاِنْ تَدْعُهُمْ اِلَى الْهُدٰى فَلَنْ يَهْتَدُٓوا اِذًا اَبَدًا ﴿ ٥٧ ﴾ وَرَبُّكَ الْغَفُورُ ذُو الرَّحْمَةِۜ لَوْ يُؤَاخِذُهُمْ بِمَا كَسَبُوا لَعَجَّلَ لَهُمُ الْعَذَابَۜ بَلْ لَهُمْ مَوْعِدٌ لَنْ يَجِدُوا مِنْ دُونِه۪ مَوْئِلًا ﴿ ٥٨ ﴾ وَتِلْكَ الْقُرٰٓى اَهْلَكْنَاهُمْ لَمَّا ظَلَمُوا وَجَعَلْنَا لِمَهْلِكِهِمْ مَوْعِدًا۟ ﴿ ٥٩ ﴾ وَاِذْ قَالَ مُوسٰى لِفَتٰيهُ لَٓا اَبْرَحُ حَتّٰٓى اَبْلُغَ مَجْمَعَ الْبَحْرَيْنِ اَوْ اَمْضِيَ حُقُبًا ﴿ ٦٠ ﴾ فَلَمَّا بَلَغَا مَجْمَعَ بَيْنِهِمَا نَسِيَا حُوتَهُمَا فَاتَّخَذَ سَب۪يلَهُ فِي الْبَحْرِ سَرَبًا ﴿ ٦١ ﴾

سُورَةُالْكَهْفِ  ٢٩٩ 
الجزء ١٥
Kehf Sûresi  299 
Cüz  15

54  Andolsun ki; muhakkak Biz işte bu Kur’ân’da insanlar için her bir misali türlü türlü (farklı ve etkili) şekillerle tekrar tekrar iyice açıkladık. Ama (çekişme kabiliyetine sahip olan bütün varlıkları tek tek sayacak olsan, onlar içerisinde) insan, (yaratılışı itibarıyla, boş yere) tartışma bakımından varlıkların en fazlası olmuştur (hatta onun mücâdelesi cinleri ve şeytanları bile geçmiştir).
İbni Abbâs (Radıyallâhu anhüma)`nın beyanına göre burada kastedilen insan, Mekke müşriklerinin ileri gelenlerinden olan ve Kur’ân hakkında uzun süre tartışmalar yürüten Nadr ibni Hâris’tir. Übeyy ibni Halef’in kastedildiği de söylenmiştir. Tabi ki bu isimler bir bakıma örnek olarak zikredilmişlerdir, yoksa yaratıklar içerisinde insandan daha tartışmacı bir varlık bulunmadığı konusu tartışmasızdır. Ancak bu tartışma vasfı, özellikle İslâm ve Kur’ân hakkındaysa, bu sıfatın kâfirlerde belirgin olduğu aşikârdır. Ama genel manada mücâdelecilik, insan neslinin her ferdinde mevcuttur. Nitekim Rasûlûllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) bir gece Hazret-i Ali ve Fâtımâ (Radıyallâhu anhümâ)`yı gece namazına kaldırmak için kapılarını çaldığında: “Siz namaz kılsanız ya!” buyurunca, Ali (Radıyallâhu anh): “Ya Rasûlallâh! Ruhlarımız Allâh’ın elindedir, dilediğinde bizi uyandırır!” dedi. Rasûlûllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) bu söze karşılık hiçbir şey söylemeden geri çekildi, ama giderken elini dizine vurarak: “İnsan, tartışmaya en çok düşkün olandır!” (Buhârî, Teheccüd: 5, no: 1075, 1/379) âyetini okuyordu. (Hâzin)

55  Kendilerine hidâyet(in ta kendisi olan peygamber ve Kur’ân) geldiğinde, insanların inanmalarına ve Rablerinden bağışlanma istemelerine ancak, önceki (kâfir)lerin (helâk edilmesi hakkında Allâh-u Te`â lâ’nın, sürekli uygulamış olduğu ibret verici ilâhî kanun ve) sünnetinin kendilerine gelmesi (beklentisi), ya da azâbın onlara göz göre göre/ansızın/ gelişi(ni istemeleri) engel olmuştur. (Zira bu kadar hakikatler karşısında hâlâ imana gelmeyenlerin, hiçbir meşrû mazeretleri bulunamaz! Demek ki onların tek engeli, başlarına gelecek ebedî azâbı bekleyip durmalarıdır.)

56  Biz rasûlleri ancak (inananları) müjdeleyici ler ve (kâfirleri) uyarıcılar olarak göndeririz! Ama o kâfir olmuş kimseler (“Siz ancak bizim gibi birer insansınız!”, “Allâh dileseydi, peygamber olarak elbette melekler indirebilirdi!” gibi) bâtıl (sözler) ile mücâ dele etmektedir ki, onunla hakkı yerinden oyna tabilsinler. Zaten onlar âyetlerimi ve uyarılmış oldukları o (azapları bildiren) şeyleri bir eğlence (konusu) edin mişlerdir.

57  O kimseden daha zâlim kim olabilir ki; Rabbi nin âyetleriyle nasihat olunmuştur da, hemen on lardan yüz çevir(ip, hiç öğütlenme) miş ve iki elinin öne sürmüş olduğu (kâfirlik ve günahlar gibi, azâbı gerektiren) şeyleri(n âkıbetini hiç düşünmeyip, büs bütün) unutmuştur? Şüphesiz ki Biz onların (sahip oldukları duyula rını, hakkı bulup hidâyete uyma yolunda kullan madık larını bildiğimiz için) kalpleri üzerine, o (okuduğu)nu iyice anlayamasınlar diye birçok perdeler, kulak ları içerisine de büyük bir ağırlık (ve kuvvetli bir sa ğırlık) koymuşuzdur. Böylece sen onları hidâyete (ulaştıracak İslâm di nine) çağıracak olsan, artık bu durumda onlar (ha yatları boyunca) ebediyyen hidâyet bulamazlar.

58  Senin Rabbin (çokça bağışlayan bir) Ğafûr’dur ve rahmet sahibidir! Eğer O, kazanmış oldukları (kötü) şeyler yüzünden o (kâfir ola)nları yakala(mayı dilemiş ol)saydı, elbette kendilerine (dünyada) azâbı çok çabuklaştırırdı. Doğrusu onlar(ın helâk edilme si) için (dünyada Bedir günü, âhirette ise kıyâmet günü gibi) vaad edilmiş bir zaman vardır ki; onlar onun dışında asla bir sığınak/kurtuluş yeri/ bulama yacaklardır.

59  İşte bu (Âd ve Semûd karyeleri gibi nice) memleketler ki; (oraların halkı peygamberlerimizi inkâr ederek) zulmettikleri zaman Biz onları helâk etmiştik! Zaten Biz onların helâk (edilmes)i için vaad edilmiş bir zaman tayin etmiştik (ki, vakti geldiğinde onun ileri geri olması düşünülemezdi)!

60  Hani Mûsâ, genç adamı (olan Yûşa’ ibni Nû)na: “Ben (Hızır’la buluşacak olduğum) iki denizin birle şim yerine ulaşıncaya kadar durmayıp gideceğim yahut uzun zaman dolaşacağım!” demişti.

61  Bunun üzerine onlar (yola koyulup) bu ikisi nin arasının birleştiği yere ulaştıklarında (yanların da pişmiş olarak bulunan ve canlanıp denize atlaması, Hızır (Aleyhisselâm)la buluşacaklarıyere bir alâmet olan) balıklarını(n durumunu konuşmayı) unuttular. (Nitekim Yûşa’ (Aleyhisselâm) balığın canlanıp denize atladığını gördüğü halde Mûsâ (Aleyhisselâm)`a anlatmayı, o da ona balığın durumunu sormayı unuttu.) Böylece o (balık), denizdeki yolunu tünel gibi bir menfez edindi!
Rivayete göre; Kıptîlerin helâkinden sonra Mûsâ (Aleyhisselâm) İsrâiloğullarıyla birlikte Mısır’a yerleşince Rabbine: “En sevdiğin kulun kimdir?” diye sordu. Allâh-u Te`âlâ: “Beni zikreden ve Beni hiç unutmayandır!” buyurdu. O zaman: “Kullarının hangisi daha iyi hüküm vermektedir?” diye sorunca: “Nefsinin arzusuna uymayıp hak ile hükmedendir!” buyurdu. “Kulların hangisi daha âlimdir?” deyince: “Hidâyete eriştirecek ya da helâkten kurtaracak bir kelime öğrenme ümidiyle kendi ilmine insanların ilimlerini de katmak isteyendir!” buyurdu. O zaman Mûsâ (Aleyhisselâm): “Yâ Rabbi! Kulların içerisinde benden daha âlim biri varsa onu bana tanıt!” deyince Allâh-u Te`âlâ: “Hızır kulumuz senden daha âlimdir!” buyurdu. O: “Yâ Rabbi! Onu nerede arayayım?” diye sorunca Mevlâ Te`âlâ: “Sahil de kayanın yanında!” buyurdu. Bu sefer o: “Yâ Rabbi! Ben onu nasıl bulayım?” deyince Mevlâ Te`âlâ: “Bir balık alıp bir sepete koyarsın, onu nerede kaybedersen işte o oradadır!” buyurdu. Bunun üzerine Mûsâ (Aleyhisselâm) kendisine hizmet eden ve ondan ilim öğrenen Yûşa’ (Aleyhisselâm)`ı yanına alarak yola çıktı ve ona: “Balığı kaybettiğinde bana haber ver!” dedi. Yolculuk esnasında Mûsâ (Aleyhisselâm) uyurken bir mûcize eseri pişmiş balık canlanıp kıpırdanarak denize sıçradı. Fakat Yûşa’ (Aleyhisselâm) bunu Mûsâ (Aleyhisselâm)a söylemeyi unuttu. Sonra yorgunluk hissiyle yemek isteyince mesele meydana çıktı. İzlerini süre süre geriye döndüklerinde kayanın yanında elbisesine bürünmüş bir zâtla karşılaştılar. Mûsâ (Aleyhisselâm) ona selâm verip kendini tanıtınca o ona: “Ey Mûsâ! Ben öyle bir ilim üzereyim ki, Allâh onu bana öğretmiştir, sense onu bilemezsin! Sen de öyle bir ilim üzeresin ki, Allâh onu sana öğretmiştir, ben de onu bilemem!” dedi ve sonrasında âyet-i kerîmelerde (60-82) anlatılan olaylar cereyân etti. (Nesefî, Beyzâvî, Hâzin)

Kehf Sûresi  299 
Cüz  15
cihanyamaneren