v02.01.25 Geliştirme Notları
Bakara Sûresi
3
Cuz 1
17﴿ O (münâfık ola)nların şaşılacak durumu; öyle bir kimsenin ilginç hâli gibidir ki, o kişi (karanlık bir gecede korktuklarından emin olmak ve ısınmak gibi faydalar temin etmek için) bir ateş yakmıştır. Artık ne zaman ki o (ateş), çevresindekileri aydınlatmıştır, Allâh onların nûrunu (ve ışığını temin eden ateşlerini söndürüp) gidermiştir ve koyu karanlıklar içerisinde (hiçbir şeyi) göremez oldukları hâlde onları bırakmıştır. İşte bu münâfıklar da, yaktığı ateşten kısa süreli istifâde eden adam misâli; îmân kelimesini dilleriyle söyleyerek, kısa dünyâ hayâtında can ve mal emniyeti elde edip, Müslümanlarla evlenebilme ve ganîmetlerden hisse alabilme gibi birtakım faydalar temin etmişlerdir. Lâkin Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in, onların iç yüzünü açıklayan beyânı yâhut herhangi bir sûretle bozuk inançlarının Müslümanlar tarafından anlaşılması sebebiyle, evvelce yaşadıkları korku karanlıklarına avdet edecekler veyâ ânîden karşılaşacakları bir ölüm netîcesinde Allâh-u Te‘âlâ’nın gazabı ve sonsuz azâbından ibâret karanlıklara tekrar döneceklerdir. (el-Beyzâvî, en-Nesefî, el-Hâzin)
18﴿ (O münâfıklar, hakîkatleri duymaktan) sağırlardır, (gerçekleri söyleme husûsunda) dilsizlerdir, (doğru yolu görme konusunda ise) körlerdir. Artık onlar (bıraktıkları o doğru yola geri) dönemezler.
19﴿ Veyâ (o münâfıkların durumu) gökte(ki bulutta)n (sağanak hâlinde boşanan), şiddetli bir tür yağmur(a tutulanların hâli) gibidir ki, onunla birlikte türlü türlü karanlıklar, dehşetli bir gök gürültüsü ve korkunç bir şimşek bulunmaktadır. O (fırtınaya tutula)nlar yıldırımlar yüzünden (gelecek) ölüm çekincesiyle parmaklarını(n uçlarını) kulaklarının içerisine koyarlar. Allâh ise (ilmiyle ve kudretiyle) o kâfirleri (çepeçevre) kuşatıcıdır.
20﴿ (O anda) o şimşek onların gözlerini kapmaya çok yaklaşmıştır. O (şimşek) onlar için her ne zaman aydınlatma yapsa, on(un ışığının aydınlattığı yol)da (birazcık) yürürler. (Şimşek kaybolup) üzerlerine karanlık çöktüğünde ise (oldukları yerde şaşkın bir hâlde durup) dikilirler. Allâh dileseydi elbette onların kulaklarını(n işitme duyusunu) da, gözlerini(n görmesini) de (tümüyle) giderirdi. Şüphesiz Allâh her şeye (hakkıyla gücü yeten bir) Kadîr’dir. Müfessirler bu âyet-i kerîmeye şöyle mânâ vermişlerdir: “Gökten inerek kalpleri dirilttiği için toprağa hayat veren yağmur mesâbesinde olan Kur’ân-ı Kerîm’deki muhkem ifâdeler karşısında münâfıklar şaşkına dönerler. Çünkü o âyetler; kâfirlik, şirk ve nifaktan ibâret karanlıkları açıp gidermekte, gök gürültüsü gibi korkunç tehditleri ihtivâ etmekte ve şimşek gibi parlayıp cennete giden yolu aydınlatmaktadır. İslâm’ı kabullenme gibi ölümden beter saydıkları yararlı şeylere karşı taşıdıkları endişe yüzünden, Kur’ân-ı Kerîm okunmaya başladığında ise yıldırımlar gibi güçlü âyetleri duymaları hâlinde îmâna meyletmemek için, neredeyse parmaklarının tümünü kulaklarına sokmaya zorlarlar. Hâlbuki Allâh-u Te‘âlâ, ezelî ilmi ve sonsuz kudretiyle o kâfirleri çepeçevre kuşattığından, kaçışları kendilerine fayda vermeyecek, netîcede Allâh-u Te‘âlâ onları öldürüp dirilterek o âyetlerin tehdîdine çarptıracaktır. Kendi yanlış seçimleri yüzünden haklarında ezelî bedbahtlık karârı verilmiş olmasaydı, neredeyse İslâm’ın şimşek gibi parlak delilleri onları düşünüp inanmaya mecbur bırakacaktı. Yine böylece bu münâfıklar belâ ve imtihansız bırakılırlarsa, bir de ganîmet ve nîmete kavuşarak aydınlığa kavuşurlarsa, Müslüman olduklarını açıklayarak barış yolunu tutarlar. Şiddet ve belâlarla, bir de İslâm’ın cihâd gibi zor teklifleriyle karşılaşıp hava karardığında ise, şaşkınlık içerisinde dikilip kalarak geri kaçarlar. Hidâyet bulmaları için Allâh-u Te‘âlâ kendilerine kulak ve göz nîmeti bahşettiği hâlde, onlar bu nîmetleri sonsuz faydaları temin için değil de peşin zevkleri elde etmek için harcarlar. Allâh-u Te‘âlâ dileseydi, onların mânevî duyularını körelttiği gibi, elbette zâhirî hislerini de tümüyle yok edebilirdi. Çünkü O, her dilediği şeyi gerçekleştirmeye ziyâdesiyle güçlüdür. Lâkin imtihan hikmetine binâen bunu yapmamıştır.” (el-Hâzin, el-Beyzâvî, -Mecmû‘atü’t-tefâsîr-, 1/70-72)
21﴿ Ey insanlar! Sizi de, sizden önceki kimseleri de yaratmış olan Rabbiniz(i bir bilip, sâdece Kendisin)e ibâdet (ve kulluk) edin, tâ ki siz (haramlardan sakınarak) takvâ sâhibi olasınız (ve sonsuz azaptan iyice korunabilesiniz). Burada geçen (لَعَلَّ) harfi, lügat mânâsı îtibârı ile teraccî (ümîd etme) mânâsında ise de, müfessirlerin beyânı vechile; Allâh-u Te‘âlâ‘nın Kur’ân-ı Kerîm’de zikrettiği (لَعَلَّ) ve (عَسٰى) kelimeleri vücûb içindir, yâni kesinlik mânâsı ifâde eder. Çünkü kerem sâhibi olan Zât, bir kimseyi heveslendirdiği zaman onu gerçekleştirir. Ancak Tahrîm Sûresi’nin 5. âyetinde geçen (عَسٰى) kelimesi asıl mânâsı üzere kullanılmış olup vücûb mânâsında değildir. (el-Kurtubî, et-Tefsîr, 3/417, 21/90) Bu harf ta‘lîl için de olabilir ki, o zaman (كَيْ) harfi mânâsında olur. Nitekim meâl-i şerîfteki mânâ buna göre verilmiştir. (el-Âlûsî, 2/17)
22﴿ O Zât ki, yeri sizin (kolayca yerleşebilmeniz) için bir döşek, göğü de (korunmuş yüksek bir tavan ve kubbe gibi) bir binâ yapmıştır, ayrıca gökten bir su indirmiş ve akabinde türlü türlü ürünlerden bâzısını size bir rızık olsun için (topraktan) onun sebebiyle çıkarmıştır. Öyleyse Allâh’a eşler (ve ortaklar) tâyin etmeyin. Hâlbuki siz (yaratılmışların, aslâ yaratıcının eşi ve benzeri olamayacağını, her şeyi yaratanın ancak tek bir Zât olduğunu) bilmektesiniz.
23﴿ (Ey müşrikler!) Eğer siz kulumuz (Muhammed Mustafâ’y)a peyder pey indirmiş olduğumuz şey(in Bizim tarafımızdan gönderildiğin)den bir şüphe içinde bulunuyor iseniz, haydi siz de (güzel nazımda ve eşsiz beyanda) onun misli olan bir sûre (meydana) getirin ve (size bu konuda yardımcı olmaları için) Allâh’tan başka şâhit (önder, destekçi ve güvendik)lerinizi(n tümünü) çağırın. Eğer (Benim Rasûlümün, Kur’ân-ı Kerîm’i kendiliğinden uydurmuş olduğuna dâir sözlerinizde) doğru söyleyen kimseler olduysanız (haydi ne duruyorsunuz, siz de onun gibi fesâhat ve belâğat erbâbı Araplarsınız, o hâlde dâvânızı ispât edin de görelim)!
24﴿ Artık (bunca gayretinize rağmen) eğer (onun bir benzerini) yapamadıysanız, –zâten de (böyle bir şeyi) aslâ yapamayacaksınız– o hâlde (İslâm’ı kabûl ederek) tutuşturucusu ancak o (kâfir) insanlar ve o (kibrit) taşlar(ı) olan o (cehennem) ateş(in)den iyice sakının ki o (ateş), (Kur’ân’ı inkâr eden sizin gibi) kâfirler için hazırlanmıştır.
سُورَةُ الْبَقَرَةِ
الجزء ١
٣
مَثَلُهُمْ كَمَثَلِ الَّذِي اسْتَوْقَدَ نَارًاۚ فَلَمَّٓا اَضَٓاءَتْ مَا حَوْلَهُ ذَهَبَ اللّٰهُ بِنُورِهِمْ وَتَرَكَهُمْ ف۪ي ظُلُمَاتٍ لَا يُبْصِرُونَ ﴿١٧
صُمٌّ بُكْمٌ عُمْيٌ فَهُمْ لَا يَرْجِعُونَۙ ﴿١٨
اَوْ كَصَيِّبٍ مِنَ السَّمَٓاءِ ف۪يهِ ظُلُمَاتٌ وَرَعْدٌ وَبَرْقٌۚ يَجْعَلُونَ اَصَابِعَهُمْ ف۪ٓي اٰذَانِهِمْ مِنَ الصَّوَاعِقِ حَذَرَ الْمَوْتِۜ وَاللّٰهُ مُح۪يطٌ بِالْكَافِر۪ينَ ﴿١٩
يَكَادُ الْبَرْقُ يَخْطَفُ اَبْصَارَهُمْۜ كُلَّمَٓا اَضَٓاءَ لَهُمْ مَشَوْا ف۪يهِۙ وَاِذَٓا اَظْلَمَ عَلَيْهِمْ قَامُواۜ وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَذَهَبَ بِسَمْعِهِمْ وَاَبْصَارِهِمْۜ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ۟ ﴿٢٠
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُوا رَبَّكُمُ الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ وَالَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَۙ ﴿٢١
اَلَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ فِرَاشًا وَالسَّمَٓاءَ بِنَٓاءًۖ وَاَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَاَخْرَجَ بِه۪ مِنَ الثَّمَرَاتِ رِزْقًا لَكُمْۚ فَلَا تَجْعَلُوا لِلّٰهِ اَنْدَادًا وَاَنْتُمْ تَعْلَمُونَ ﴿٢٢
وَاِنْ كُنْتُمْ ف۪ي رَيْبٍ مِمَّا نَزَّلْنَا عَلٰى عَبْدِنَا فَأْتُوا بِسُورَةٍ مِنْ مِثْلِه۪ۖ وَادْعُوا شُهَدَٓاءَكُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ ﴿٢٣
فَاِنْ لَمْ تَفْعَلُوا وَلَنْ تَفْعَلُوا فَاتَّقُوا النَّارَ الَّت۪ي وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُۚ اُعِدَّتْ لِلْكَافِر۪ينَ ﴿٢٤
Bakara Sûresi
3
Cuz 1
مَثَلُهُمْ كَمَثَلِ الَّذِي اسْتَوْقَدَ نَارًاۚ فَلَمَّٓا اَضَٓاءَتْ مَا حَوْلَهُ ذَهَبَ اللّٰهُ بِنُورِهِمْ وَتَرَكَهُمْ ف۪ي ظُلُمَاتٍ لَا يُبْصِرُونَ ﴿١٧
17﴿ O (münâfık ola)nların şaşılacak durumu; öyle bir kimsenin ilginç hâli gibidir ki, o kişi (karanlık bir gecede korktuklarından emin olmak ve ısınmak gibi faydalar temin etmek için) bir ateş yakmıştır. Artık ne zaman ki o (ateş), çevresindekileri aydınlatmıştır, Allâh onların nûrunu (ve ışığını temin eden ateşlerini söndürüp) gidermiştir ve koyu karanlıklar içerisinde (hiçbir şeyi) göremez oldukları hâlde onları bırakmıştır. İşte bu münâfıklar da, yaktığı ateşten kısa süreli istifâde eden adam misâli; îmân kelimesini dilleriyle söyleyerek, kısa dünyâ hayâtında can ve mal emniyeti elde edip, Müslümanlarla evlenebilme ve ganîmetlerden hisse alabilme gibi birtakım faydalar temin etmişlerdir. Lâkin Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in, onların iç yüzünü açıklayan beyânı yâhut herhangi bir sûretle bozuk inançlarının Müslümanlar tarafından anlaşılması sebebiyle, evvelce yaşadıkları korku karanlıklarına avdet edecekler veyâ ânîden karşılaşacakları bir ölüm netîcesinde Allâh-u Te‘âlâ’nın gazabı ve sonsuz azâbından ibâret karanlıklara tekrar döneceklerdir. (el-Beyzâvî, en-Nesefî, el-Hâzin)
صُمٌّ بُكْمٌ عُمْيٌ فَهُمْ لَا يَرْجِعُونَۙ ﴿١٨
18﴿ (O münâfıklar, hakîkatleri duymaktan) sağırlardır, (gerçekleri söyleme husûsunda) dilsizlerdir, (doğru yolu görme konusunda ise) körlerdir. Artık onlar (bıraktıkları o doğru yola geri) dönemezler.
اَوْ كَصَيِّبٍ مِنَ السَّمَٓاءِ ف۪يهِ ظُلُمَاتٌ وَرَعْدٌ وَبَرْقٌۚ يَجْعَلُونَ اَصَابِعَهُمْ ف۪ٓي اٰذَانِهِمْ مِنَ الصَّوَاعِقِ حَذَرَ الْمَوْتِۜ وَاللّٰهُ مُح۪يطٌ بِالْكَافِر۪ينَ ﴿١٩
19﴿ Veyâ (o münâfıkların durumu) gökte(ki bulutta)n (sağanak hâlinde boşanan), şiddetli bir tür yağmur(a tutulanların hâli) gibidir ki, onunla birlikte türlü türlü karanlıklar, dehşetli bir gök gürültüsü ve korkunç bir şimşek bulunmaktadır. O (fırtınaya tutula)nlar yıldırımlar yüzünden (gelecek) ölüm çekincesiyle parmaklarını(n uçlarını) kulaklarının içerisine koyarlar. Allâh ise (ilmiyle ve kudretiyle) o kâfirleri (çepeçevre) kuşatıcıdır.
يَكَادُ الْبَرْقُ يَخْطَفُ اَبْصَارَهُمْۜ كُلَّمَٓا اَضَٓاءَ لَهُمْ مَشَوْا ف۪يهِۙ وَاِذَٓا اَظْلَمَ عَلَيْهِمْ قَامُواۜ وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَذَهَبَ بِسَمْعِهِمْ وَاَبْصَارِهِمْۜ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ۟ ﴿٢٠
20﴿ (O anda) o şimşek onların gözlerini kapmaya çok yaklaşmıştır. O (şimşek) onlar için her ne zaman aydınlatma yapsa, on(un ışığının aydınlattığı yol)da (birazcık) yürürler. (Şimşek kaybolup) üzerlerine karanlık çöktüğünde ise (oldukları yerde şaşkın bir hâlde durup) dikilirler. Allâh dileseydi elbette onların kulaklarını(n işitme duyusunu) da, gözlerini(n görmesini) de (tümüyle) giderirdi. Şüphesiz Allâh her şeye (hakkıyla gücü yeten bir) Kadîr’dir. Müfessirler bu âyet-i kerîmeye şöyle mânâ vermişlerdir: “Gökten inerek kalpleri dirilttiği için toprağa hayat veren yağmur mesâbesinde olan Kur’ân-ı Kerîm’deki muhkem ifâdeler karşısında münâfıklar şaşkına dönerler. Çünkü o âyetler; kâfirlik, şirk ve nifaktan ibâret karanlıkları açıp gidermekte, gök gürültüsü gibi korkunç tehditleri ihtivâ etmekte ve şimşek gibi parlayıp cennete giden yolu aydınlatmaktadır. İslâm’ı kabullenme gibi ölümden beter saydıkları yararlı şeylere karşı taşıdıkları endişe yüzünden, Kur’ân-ı Kerîm okunmaya başladığında ise yıldırımlar gibi güçlü âyetleri duymaları hâlinde îmâna meyletmemek için, neredeyse parmaklarının tümünü kulaklarına sokmaya zorlarlar. Hâlbuki Allâh-u Te‘âlâ, ezelî ilmi ve sonsuz kudretiyle o kâfirleri çepeçevre kuşattığından, kaçışları kendilerine fayda vermeyecek, netîcede Allâh-u Te‘âlâ onları öldürüp dirilterek o âyetlerin tehdîdine çarptıracaktır. Kendi yanlış seçimleri yüzünden haklarında ezelî bedbahtlık karârı verilmiş olmasaydı, neredeyse İslâm’ın şimşek gibi parlak delilleri onları düşünüp inanmaya mecbur bırakacaktı. Yine böylece bu münâfıklar belâ ve imtihansız bırakılırlarsa, bir de ganîmet ve nîmete kavuşarak aydınlığa kavuşurlarsa, Müslüman olduklarını açıklayarak barış yolunu tutarlar. Şiddet ve belâlarla, bir de İslâm’ın cihâd gibi zor teklifleriyle karşılaşıp hava karardığında ise, şaşkınlık içerisinde dikilip kalarak geri kaçarlar. Hidâyet bulmaları için Allâh-u Te‘âlâ kendilerine kulak ve göz nîmeti bahşettiği hâlde, onlar bu nîmetleri sonsuz faydaları temin için değil de peşin zevkleri elde etmek için harcarlar. Allâh-u Te‘âlâ dileseydi, onların mânevî duyularını körelttiği gibi, elbette zâhirî hislerini de tümüyle yok edebilirdi. Çünkü O, her dilediği şeyi gerçekleştirmeye ziyâdesiyle güçlüdür. Lâkin imtihan hikmetine binâen bunu yapmamıştır.” (el-Hâzin, el-Beyzâvî, -Mecmû‘atü’t-tefâsîr-, 1/70-72)
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُوا رَبَّكُمُ الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ وَالَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَۙ ﴿٢١
21﴿ Ey insanlar! Sizi de, sizden önceki kimseleri de yaratmış olan Rabbiniz(i bir bilip, sâdece Kendisin)e ibâdet (ve kulluk) edin, tâ ki siz (haramlardan sakınarak) takvâ sâhibi olasınız (ve sonsuz azaptan iyice korunabilesiniz). Burada geçen (لَعَلَّ) harfi, lügat mânâsı îtibârı ile teraccî (ümîd etme) mânâsında ise de, müfessirlerin beyânı vechile; Allâh-u Te‘âlâ‘nın Kur’ân-ı Kerîm’de zikrettiği (لَعَلَّ) ve (عَسٰى) kelimeleri vücûb içindir, yâni kesinlik mânâsı ifâde eder. Çünkü kerem sâhibi olan Zât, bir kimseyi heveslendirdiği zaman onu gerçekleştirir. Ancak Tahrîm Sûresi’nin 5. âyetinde geçen (عَسٰى) kelimesi asıl mânâsı üzere kullanılmış olup vücûb mânâsında değildir. (el-Kurtubî, et-Tefsîr, 3/417, 21/90) Bu harf ta‘lîl için de olabilir ki, o zaman (كَيْ) harfi mânâsında olur. Nitekim meâl-i şerîfteki mânâ buna göre verilmiştir. (el-Âlûsî, 2/17)
اَلَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ فِرَاشًا وَالسَّمَٓاءَ بِنَٓاءًۖ وَاَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَاَخْرَجَ بِه۪ مِنَ الثَّمَرَاتِ رِزْقًا لَكُمْۚ فَلَا تَجْعَلُوا لِلّٰهِ اَنْدَادًا وَاَنْتُمْ تَعْلَمُونَ ﴿٢٢
22﴿ O Zât ki, yeri sizin (kolayca yerleşebilmeniz) için bir döşek, göğü de (korunmuş yüksek bir tavan ve kubbe gibi) bir binâ yapmıştır, ayrıca gökten bir su indirmiş ve akabinde türlü türlü ürünlerden bâzısını size bir rızık olsun için (topraktan) onun sebebiyle çıkarmıştır. Öyleyse Allâh’a eşler (ve ortaklar) tâyin etmeyin. Hâlbuki siz (yaratılmışların, aslâ yaratıcının eşi ve benzeri olamayacağını, her şeyi yaratanın ancak tek bir Zât olduğunu) bilmektesiniz.
وَاِنْ كُنْتُمْ ف۪ي رَيْبٍ مِمَّا نَزَّلْنَا عَلٰى عَبْدِنَا فَأْتُوا بِسُورَةٍ مِنْ مِثْلِه۪ۖ وَادْعُوا شُهَدَٓاءَكُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ ﴿٢٣
23﴿ (Ey müşrikler!) Eğer siz kulumuz (Muhammed Mustafâ’y)a peyder pey indirmiş olduğumuz şey(in Bizim tarafımızdan gönderildiğin)den bir şüphe içinde bulunuyor iseniz, haydi siz de (güzel nazımda ve eşsiz beyanda) onun misli olan bir sûre (meydana) getirin ve (size bu konuda yardımcı olmaları için) Allâh’tan başka şâhit (önder, destekçi ve güvendik)lerinizi(n tümünü) çağırın. Eğer (Benim Rasûlümün, Kur’ân-ı Kerîm’i kendiliğinden uydurmuş olduğuna dâir sözlerinizde) doğru söyleyen kimseler olduysanız (haydi ne duruyorsunuz, siz de onun gibi fesâhat ve belâğat erbâbı Araplarsınız, o hâlde dâvânızı ispât edin de görelim)!
فَاِنْ لَمْ تَفْعَلُوا وَلَنْ تَفْعَلُوا فَاتَّقُوا النَّارَ الَّت۪ي وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُۚ اُعِدَّتْ لِلْكَافِر۪ينَ ﴿٢٤
24﴿ Artık (bunca gayretinize rağmen) eğer (onun bir benzerini) yapamadıysanız, –zâten de (böyle bir şeyi) aslâ yapamayacaksınız– o hâlde (İslâm’ı kabûl ederek) tutuşturucusu ancak o (kâfir) insanlar ve o (kibrit) taşlar(ı) olan o (cehennem) ateş(in)den iyice sakının ki o (ateş), (Kur’ân’ı inkâr eden sizin gibi) kâfirler için hazırlanmıştır.