v02.01.25 Geliştirme Notları
Meryem Sûresi
306
Cuz 16
26﴿ (Ey Meryem!) Şimdi (bu tâze hurmadan) ye ve (bu nehirden de tatlı su) iç, göz bakımından da aydın ol (gözün aydın, gönlün hoş olsun, kendini üzecek şeyleri kalbinden at gitsin)! Ama bir de sen gerçekten insanlardan (sana soru soracak) birini görürsen: ‘Muhakkak ki ben (konuşmamak niyetiyle) O Rahmân için bir oruç adadım. Artık bu (adağımı size bildirdiğim) gün(den sonra, Allâh-u Te‘âlâ benim berâatımı açıklayıncaya kadar) hiçbir insanla aslâ konuşmayacağım’ de.” Müfessirlerin beyânı vechile; önceki şerîatlerde konuşmama orucuna niyet etmek meşrû idi, sonra İslâm bunu neshetti. Nitekim İmâm-ı Beyhakî (Rahimehullâh)ın Zeyd ibnü Vehb (Radıyallâhu Anh)dan nakli vechile; Ebû Bekr (Radıyallâhu Anh) konuşmayacağına dâir adak yapmış bir kadın gördüğünde ona: “Şüphesiz İslâm bunu yıktı, artık konuş!” demiştir. (el-Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, rakam:20097, 10/131)
27﴿ Nihâyet (Meryem, oğlu Îsâ’yı doğurduktan sonra) onu (kucağında) taşır vaziyette onunla berâber kavmine geldi. (Bunu gören İsrâîloğulları) dediler ki: “Ey Meryem! Andolsun ki; muhakkak sen (eşi benzeri) görülmemiş (ve senden hiç beklenmedik) çok büyük bir iş yaptın.
28﴿ (İsrâîloğulları sözlerini şöyle sürdürdüler:) Ey (aramızda takvâ sâhibi olmakla tanınan o) Hârûn’un kız kardeşi (diyerek methettiğimiz Meryem)! Senin baban (zinâ yapan) kötü bir adam değildi. Annen de zinâ yapan biri olmamıştı. (Peki ya sen bu çocuğu nereden getirdin!)
29﴿ Hemen o (Meryem: “Haberi çocuktan alın” dercesine) o (beşikte yatan çocuğu)na işâret etti. Onlar (ise): “Beşikte bir sabî hâlinde bulunan biriyle biz nasıl konuşabiliriz (sen bizimle alay mı ediyorsun)?!” dediler.
30﴿ (O anda Îsâ (Aleyhisselâm) Allâh-u Te‘âlâ’nın mûcizesiyle dile gelerek) dedi ki: “Şüphesiz ben, Allâh’ın kuluyum. O bana o (İncîl) Kitab(ın)ı vermiştir ve beni (daha çocukken peygamberlik makāmına yükselterek) büyük bir nebî yapmıştır.
31﴿ O (yüce Rabbim) beni, bulunduğum her yerde (hayır öğreten, iyiliği emredip kötülükten nehyeden, insanların ihtiyaçlarını gören, çok faydalı ve) çok mübârek bir kimse yapmıştır. Diri olduğum sürece de bana namaz (kılmay)ı ve (bir servete mâlik olmam durumunda) zekâtı emretmiştir.
32﴿ (Beni) anama karşı da ziyâde iyilik eden (itâatkâr) biri (yapmıştır). Beni kibirli /zorba/ ve isyân edici bir kimse yapmamıştır.
33﴿ Doğurulduğum günde de, öleceğim günde de, diri olarak (kabrimden) çıkartılacağım günde de (Allâh-u Te‘âlâ’nın) selâm (ve selâmeti) benim üzerime olsun (da, o vesîleyle şeytanın tasallutundan, kabir azâbından, kıyâmet gününün dehşetlerinden ve cehennemden kurtulabileyim).”
34﴿ (Habîbim!) İşte sana! (Hristiyanların “Allâh’ın oğlu” diye inandıkları değil) ancak bu (Kur’ân’da anlatılan zât), Meryem oğlu Îsâ’dır. O Hakk (Te‘âlâ’n)ın (sadece “Vâr ol” emriyle temsîl edilen kutsal) buyruğu (ile babasız yaratmış olduğu bir kul) olarak ki, onlar özellikle onun hakkında (“İlâh mıdır?” yoksa: “İlâhın oğlu mudur?” ya da: “Üçün üçüncüsü müdür?” diye) şüphe etmektedirler.
35﴿ Allâh’ın hiçbir çocuk edinmesi olmuş (ve olacak bir şey) değildir! O’nu (çocuk edinmekten takdîs ve) tesbîh ile (tenzîh eder ve bunlardan münezzeh olduğunu ikrâr ederim)! O (Allâh-u Te‘âlâ), bir şey(i meydana getirmey)e karar verdiği zaman artık ona ancak (harften ve sesten münezzeh olarak): “Vâr ol” buyurur, o da hemen var oluverir. (Böyle bir Zâtın çoluk çocuğa ne ihtiyâcı olabilir?!)
36﴿ (Îsâ (Aleyhisselâm) sözlerine şöyle devâm etti:) “Şüphesiz ki; ancak Allâh benim de Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir! Öyleyse (bana değil sâdece) O’na kulluk edin. İşte bu (tevhîd inancı), (kendisine tâbi olanları ebedî nîmetlere kavuşturacak) dosdoğru bir yoldur.”
37﴿ (Bu kadar açık mûcizelere şâhit olduktan ve Îsâ kulumuz göğe kaldırıldıktan) sonra (Yahûdî ve Hristiyanlar içerisindeki) o (Îsâ’yı tümüyle reddedenler bir yana, ayrıca kendisine inananlar arasında da fırkalar ve) hizipler kendi aralarında (onun hakkında görüş birliğine varamayıp) ihtilâf etti(ler). Artık o kâfir olmuş kimseler için o çok büyük günde bulunmalarında (karşılarına çıkacak şiddetler, dehşetler, hesaplar ve cezâlarda)n dolayı büyük bir helâk (ve sonsuz azaplar) olsun! Tefsirlerde zikredildiğine göre; bu âyet-i kerîmede bahsedilen “Hızipler”den maksad; onu inkâr eden Yahûdîler hâricinde, Hristiyanlardan olan ve Melkâniyye/İsrâîliyye, Nestûriyye ve Ya‘kûbiyye (Ortodoks, Katolik ve Protestanlar) diye bilinen meşhur fırkalardır. Bu ihtilâf eden fırkalardan kimi Îsâ (Aleyhisselâm) hakkında: “Kötü bir çocuktur! Sahtekâr bir büyücüdür!” derken, bâzısı: “O Allâh idi, yere indi, sonra semâya yükseldi!” demiş, diğer bir kısmı ise: “O, Allâh’ın oğludur!” diyerek hepsi de şirk koşmuş, kimi de: “Allâh’ın kulu ve peygamberidir!” diyerek hakka isâbet etmiştir. (‘Abdürezzâk, et-Tefsîr, rakam:1765, 2/358; et-Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 18/195; el-Beyzâvî; el-Medârik; el-Âlûsî)
38﴿ Onlar (dünyâda âyetlerimize karşı sağır ve kör bir hâldedirler, ama) Biz(im onların hesâbını göreceğimiz yer)e gelecekleri gün, ne acâyip duyacak(lar), ne de keskin görecek(ler). Lâkin o zâlimler bugün (yaşadıkları hayatlarında tüm duyularını yitirmiş gibi hakkı bulamadıkları için) çok açık ve büyük bir sapıklık içerisindedir(ler).
سُورَةُ مَرْيَمَ
الجزء ١٦
٣٠٦
فَكُل۪ي وَاشْرَب۪ي وَقَرّ۪ي عَيْنًاۚ فَاِمَّا تَرَيِنَّ مِنَ الْبَشَرِ اَحَدًاۙ فَقُول۪ٓي اِنّ۪ي نَذَرْتُ لِلرَّحْمٰنِ صَوْمًا فَلَنْ اُكَلِّمَ الْيَوْمَ اِنْسِيًّاۚ ﴿٢٦
فَاَتَتْ بِه۪ قَوْمَهَا تَحْمِلُهُۜ قَالُوا يَا مَرْيَمُ لَقَدْ جِئْتِ شَيْـًٔا فَرِيًّا ﴿٢٧
يَٓا اُخْتَ هٰرُونَ مَا كَانَ اَبُوكِ امْرَاَ سَوْءٍ وَمَا كَانَتْ اُمُّكِ بَغِيًّاۚ ﴿٢٨
فَاَشَارَتْ اِلَيْهِ۠ قَالُوا كَيْفَ نُكَلِّمُ مَنْ كَانَ فِي الْمَهْدِ صَبِيًّا ﴿٢٩
قَالَ اِنّ۪ي عَبْدُ اللّٰهِ۠ اٰتَانِيَ الْكِتَابَ وَجَعَلَن۪ي نَبِيًّاۙ ﴿٣٠
وَجَعَلَن۪ي مُبَارَكًا اَيْنَ مَا كُنْتُۖ وَاَوْصَان۪ي بِالصَّلٰوةِ وَالزَّكٰوةِ مَا دُمْتُ حَيًّاۖ ﴿٣١
وَبَرًّا بِوَالِدَت۪يۘ وَلَمْ يَجْعَلْن۪ي جَبَّارًا شَقِيًّا ﴿٣٢
وَالسَّلَامُ عَلَيَّ يَوْمَ وُلِدْتُ وَيَوْمَ اَمُوتُ وَيَوْمَ اُبْعَثُ حَيًّا ﴿٣٣
ذٰلِكَ ع۪يسَى ابْنُ مَرْيَمَۚ قَوْلَ الْحَقِّ الَّذ۪ي ف۪يهِ يَمْتَرُونَ ﴿٣٤
مَا كَانَ لِلّٰهِ اَنْ يَتَّخِذَ مِنْ وَلَدٍۙ سُبْحَانَهُۜ اِذَا قَضٰٓى اَمْرًا فَاِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُنْ فَيَكُونُۜ ﴿٣٥
وَاِنَّ اللّٰهَ رَبّ۪ي وَرَبُّكُمْ فَاعْبُدُوهُۜ هٰذَا صِرَاطٌ مُسْتَق۪يمٌ ﴿٣٦
فَاخْتَلَفَ الْاَحْزَابُ مِنْ بَيْنِهِمْۚ فَوَيْلٌ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ مَشْهَدِ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ ﴿٣٧
اَسْمِعْ بِهِمْ وَاَبْصِرْۙ يَوْمَ يَأْتُونَنَاۚ لٰكِنِ الظَّالِمُونَ الْيَوْمَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ ﴿٣٨
Meryem Sûresi
306
Cuz 16
فَكُل۪ي وَاشْرَب۪ي وَقَرّ۪ي عَيْنًاۚ فَاِمَّا تَرَيِنَّ مِنَ الْبَشَرِ اَحَدًاۙ فَقُول۪ٓي اِنّ۪ي نَذَرْتُ لِلرَّحْمٰنِ صَوْمًا فَلَنْ اُكَلِّمَ الْيَوْمَ اِنْسِيًّاۚ ﴿٢٦
26﴿ (Ey Meryem!) Şimdi (bu tâze hurmadan) ye ve (bu nehirden de tatlı su) iç, göz bakımından da aydın ol (gözün aydın, gönlün hoş olsun, kendini üzecek şeyleri kalbinden at gitsin)! Ama bir de sen gerçekten insanlardan (sana soru soracak) birini görürsen: ‘Muhakkak ki ben (konuşmamak niyetiyle) O Rahmân için bir oruç adadım. Artık bu (adağımı size bildirdiğim) gün(den sonra, Allâh-u Te‘âlâ benim berâatımı açıklayıncaya kadar) hiçbir insanla aslâ konuşmayacağım’ de.” Müfessirlerin beyânı vechile; önceki şerîatlerde konuşmama orucuna niyet etmek meşrû idi, sonra İslâm bunu neshetti. Nitekim İmâm-ı Beyhakî (Rahimehullâh)ın Zeyd ibnü Vehb (Radıyallâhu Anh)dan nakli vechile; Ebû Bekr (Radıyallâhu Anh) konuşmayacağına dâir adak yapmış bir kadın gördüğünde ona: “Şüphesiz İslâm bunu yıktı, artık konuş!” demiştir. (el-Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, rakam:20097, 10/131)
فَاَتَتْ بِه۪ قَوْمَهَا تَحْمِلُهُۜ قَالُوا يَا مَرْيَمُ لَقَدْ جِئْتِ شَيْـًٔا فَرِيًّا ﴿٢٧
27﴿ Nihâyet (Meryem, oğlu Îsâ’yı doğurduktan sonra) onu (kucağında) taşır vaziyette onunla berâber kavmine geldi. (Bunu gören İsrâîloğulları) dediler ki: “Ey Meryem! Andolsun ki; muhakkak sen (eşi benzeri) görülmemiş (ve senden hiç beklenmedik) çok büyük bir iş yaptın.
يَٓا اُخْتَ هٰرُونَ مَا كَانَ اَبُوكِ امْرَاَ سَوْءٍ وَمَا كَانَتْ اُمُّكِ بَغِيًّاۚ ﴿٢٨
28﴿ (İsrâîloğulları sözlerini şöyle sürdürdüler:) Ey (aramızda takvâ sâhibi olmakla tanınan o) Hârûn’un kız kardeşi (diyerek methettiğimiz Meryem)! Senin baban (zinâ yapan) kötü bir adam değildi. Annen de zinâ yapan biri olmamıştı. (Peki ya sen bu çocuğu nereden getirdin!)
فَاَشَارَتْ اِلَيْهِ۠ قَالُوا كَيْفَ نُكَلِّمُ مَنْ كَانَ فِي الْمَهْدِ صَبِيًّا ﴿٢٩
29﴿ Hemen o (Meryem: “Haberi çocuktan alın” dercesine) o (beşikte yatan çocuğu)na işâret etti. Onlar (ise): “Beşikte bir sabî hâlinde bulunan biriyle biz nasıl konuşabiliriz (sen bizimle alay mı ediyorsun)?!” dediler.
قَالَ اِنّ۪ي عَبْدُ اللّٰهِ۠ اٰتَانِيَ الْكِتَابَ وَجَعَلَن۪ي نَبِيًّاۙ ﴿٣٠
30﴿ (O anda Îsâ (Aleyhisselâm) Allâh-u Te‘âlâ’nın mûcizesiyle dile gelerek) dedi ki: “Şüphesiz ben, Allâh’ın kuluyum. O bana o (İncîl) Kitab(ın)ı vermiştir ve beni (daha çocukken peygamberlik makāmına yükselterek) büyük bir nebî yapmıştır.
وَجَعَلَن۪ي مُبَارَكًا اَيْنَ مَا كُنْتُۖ وَاَوْصَان۪ي بِالصَّلٰوةِ وَالزَّكٰوةِ مَا دُمْتُ حَيًّاۖ ﴿٣١
31﴿ O (yüce Rabbim) beni, bulunduğum her yerde (hayır öğreten, iyiliği emredip kötülükten nehyeden, insanların ihtiyaçlarını gören, çok faydalı ve) çok mübârek bir kimse yapmıştır. Diri olduğum sürece de bana namaz (kılmay)ı ve (bir servete mâlik olmam durumunda) zekâtı emretmiştir.
وَبَرًّا بِوَالِدَت۪يۘ وَلَمْ يَجْعَلْن۪ي جَبَّارًا شَقِيًّا ﴿٣٢
32﴿ (Beni) anama karşı da ziyâde iyilik eden (itâatkâr) biri (yapmıştır). Beni kibirli /zorba/ ve isyân edici bir kimse yapmamıştır.
وَالسَّلَامُ عَلَيَّ يَوْمَ وُلِدْتُ وَيَوْمَ اَمُوتُ وَيَوْمَ اُبْعَثُ حَيًّا ﴿٣٣
33﴿ Doğurulduğum günde de, öleceğim günde de, diri olarak (kabrimden) çıkartılacağım günde de (Allâh-u Te‘âlâ’nın) selâm (ve selâmeti) benim üzerime olsun (da, o vesîleyle şeytanın tasallutundan, kabir azâbından, kıyâmet gününün dehşetlerinden ve cehennemden kurtulabileyim).”
ذٰلِكَ ع۪يسَى ابْنُ مَرْيَمَۚ قَوْلَ الْحَقِّ الَّذ۪ي ف۪يهِ يَمْتَرُونَ ﴿٣٤
34﴿ (Habîbim!) İşte sana! (Hristiyanların “Allâh’ın oğlu” diye inandıkları değil) ancak bu (Kur’ân’da anlatılan zât), Meryem oğlu Îsâ’dır. O Hakk (Te‘âlâ’n)ın (sadece “Vâr ol” emriyle temsîl edilen kutsal) buyruğu (ile babasız yaratmış olduğu bir kul) olarak ki, onlar özellikle onun hakkında (“İlâh mıdır?” yoksa: “İlâhın oğlu mudur?” ya da: “Üçün üçüncüsü müdür?” diye) şüphe etmektedirler.
مَا كَانَ لِلّٰهِ اَنْ يَتَّخِذَ مِنْ وَلَدٍۙ سُبْحَانَهُۜ اِذَا قَضٰٓى اَمْرًا فَاِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُنْ فَيَكُونُۜ ﴿٣٥
35﴿ Allâh’ın hiçbir çocuk edinmesi olmuş (ve olacak bir şey) değildir! O’nu (çocuk edinmekten takdîs ve) tesbîh ile (tenzîh eder ve bunlardan münezzeh olduğunu ikrâr ederim)! O (Allâh-u Te‘âlâ), bir şey(i meydana getirmey)e karar verdiği zaman artık ona ancak (harften ve sesten münezzeh olarak): “Vâr ol” buyurur, o da hemen var oluverir. (Böyle bir Zâtın çoluk çocuğa ne ihtiyâcı olabilir?!)
وَاِنَّ اللّٰهَ رَبّ۪ي وَرَبُّكُمْ فَاعْبُدُوهُۜ هٰذَا صِرَاطٌ مُسْتَق۪يمٌ ﴿٣٦
36﴿ (Îsâ (Aleyhisselâm) sözlerine şöyle devâm etti:) “Şüphesiz ki; ancak Allâh benim de Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir! Öyleyse (bana değil sâdece) O’na kulluk edin. İşte bu (tevhîd inancı), (kendisine tâbi olanları ebedî nîmetlere kavuşturacak) dosdoğru bir yoldur.”
فَاخْتَلَفَ الْاَحْزَابُ مِنْ بَيْنِهِمْۚ فَوَيْلٌ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ مَشْهَدِ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ ﴿٣٧
37﴿ (Bu kadar açık mûcizelere şâhit olduktan ve Îsâ kulumuz göğe kaldırıldıktan) sonra (Yahûdî ve Hristiyanlar içerisindeki) o (Îsâ’yı tümüyle reddedenler bir yana, ayrıca kendisine inananlar arasında da fırkalar ve) hizipler kendi aralarında (onun hakkında görüş birliğine varamayıp) ihtilâf etti(ler). Artık o kâfir olmuş kimseler için o çok büyük günde bulunmalarında (karşılarına çıkacak şiddetler, dehşetler, hesaplar ve cezâlarda)n dolayı büyük bir helâk (ve sonsuz azaplar) olsun! Tefsirlerde zikredildiğine göre; bu âyet-i kerîmede bahsedilen “Hızipler”den maksad; onu inkâr eden Yahûdîler hâricinde, Hristiyanlardan olan ve Melkâniyye/İsrâîliyye, Nestûriyye ve Ya‘kûbiyye (Ortodoks, Katolik ve Protestanlar) diye bilinen meşhur fırkalardır. Bu ihtilâf eden fırkalardan kimi Îsâ (Aleyhisselâm) hakkında: “Kötü bir çocuktur! Sahtekâr bir büyücüdür!” derken, bâzısı: “O Allâh idi, yere indi, sonra semâya yükseldi!” demiş, diğer bir kısmı ise: “O, Allâh’ın oğludur!” diyerek hepsi de şirk koşmuş, kimi de: “Allâh’ın kulu ve peygamberidir!” diyerek hakka isâbet etmiştir. (‘Abdürezzâk, et-Tefsîr, rakam:1765, 2/358; et-Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 18/195; el-Beyzâvî; el-Medârik; el-Âlûsî)
اَسْمِعْ بِهِمْ وَاَبْصِرْۙ يَوْمَ يَأْتُونَنَاۚ لٰكِنِ الظَّالِمُونَ الْيَوْمَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ ﴿٣٨
38﴿ Onlar (dünyâda âyetlerimize karşı sağır ve kör bir hâldedirler, ama) Biz(im onların hesâbını göreceğimiz yer)e gelecekleri gün, ne acâyip duyacak(lar), ne de keskin görecek(ler). Lâkin o zâlimler bugün (yaşadıkları hayatlarında tüm duyularını yitirmiş gibi hakkı bulamadıkları için) çok açık ve büyük bir sapıklık içerisindedir(ler).