v02.01.25 Geliştirme Notları
Bakara Sûresi
31
Cuz 2
203﴿ Bir de (“Teşrîk günleri” diye bilinen ve kurban bayramının ikinci, üçüncü ve dördüncü günlerine denk gelen o) sayılı birtakım günlerde (kılacağınız namazların arkasında ve şeytan taşlama gibi vesîlelerle, sesli tekbîr getirerek) Allâh’ı zikredin. Artık her kim iki gün içinde (Mina’dan ayrılma husûsunda) acele eder (de, teşrîk günlerinin üçüncüsünü beklemeyip, ilk iki günde şeytan taşlamakla yetinir)-se, (bu aceleciliğinden dolayı) üzerine hiçbir günah yoktur. Kim de geri kalır (ve üçüncü günün taşını da atar)sa, ona da hiçbir günah yoktur. (İşte bu serbestlik) takvâ sâhibi (günaha düşürecek şeylerden iyice sakınmış) olan kimse içindir (zîrâ haccından fayda görecek olan ancak odur). Ayrıca siz (Allâh katında değerli olmak istiyorsanız, bütün işlerinizde) Allâh’tan hakkıyla sakının ve bilin ki, şüphesiz siz (yaptıklarınızın karşılığına kavuşmanız için, diriltildikten sonra) ancak O (Allâh-u Te‘âlâ’nın huzûru)na haşrolunacaksınız.
204﴿ (Habîbim!) İnsanlardan öylesi vardır ki, o en alçak (ve âdî dünyâ) hayât(ı) hakkındaki (edebiyatlı ve tatlı) sözü seni hayran bırakmaktadır ve o, (seni inandırmak için yemîne başvurarak) kalbinde olan (inancıyl)a (sözünün birbirine uygun olduğuna dâir) Allâh’ı şâhit tutmaktadır. Hâlbuki o kişi (sana ve İslâm’a karşı) düşmanlığı en şiddetli olandır /düşmanların en katısıdır/. İmâm-ı Süddî (Rahimehullâh)ın beyânına göre; bu âyet-i kerîme, Ahnes ibnü Şürayk isimli münâfık hakkında inmiştir. Şöyle ki; o çok tatlı dilli biriydi. Medîne’de Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in yanına geldiğinde, kendisinin iltifat ve ikrâmına nâil olmak için: “Ben İslâm’a girme niyetiyle geldim, Allâh-u Te‘âlâ benim doğru olduğumu şüphesiz bilmektedir” gibi sözler sarf ederek, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)i çok seven bir Müslüman olduğunu açıkladı. Gerçekte münâfık olan bu kişi, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in huzûrundan ayrıldığında, birtakım Müslümanların ekinlerine ve merkeplerine rastlayınca, hayvanları telef etti ve ekinleri ateşe verdi. (et-Taberî, Câmi‘u’l-Beyân, 3/572)
205﴿ Üstelik (bu münâfık senin yanından) döndüğü zaman /bir görev üstlendiği vakit/, orada fesat çıkartmak, ekini (yakıp yıkmak) ve (hem insan hem de hayvan) nesli(ni) helâk etmek için yer(yüzün)de koşturur.Oysa Allâh (bozgunculuk ve) fesâdı sevmez (ve bu tür kötülüklere rızâ göstermez).
206﴿ Ayrıca ona: “Allâh’tan kork (da bozgunculuk ve fesâdı bırak)” denildiği zaman, (kalbindeki kâfirlik) günah(ı) sebebi ile izzet(-i nefis ve câhilâne kibir) onu yakalar. Artık (cezâ olarak) ona yeterli olacak şey cehennemdir ve andolsun ki; elbette o döşek ne kötü olmuştur.
207﴿ İnsanlardan öylesi de vardır ki, Allâh’ın rızâsını aramak için (cihâd yolunda malını ve) canını satmaktadır. Allâh da o kullara karşı bir Raûf’dur. (Bu yüzden kendilerini cihatla mükellef tutarak böyle kârlı bir alışverişe muvaffak kılmış ve onları ne kadar esirgediğini göstermiştir.) Ekserî rivâyetlere göre; bu âyet-i kerîme, Suheyb (Radıyallâhu Anh) hakkında nâzil olmuştur, şöyle ki o; hicret yolunda peşine düşen müşriklere meydan okumuş, sonra Mekke’deki malının yerini söyleyerek onların ellerinden kurtulmuştu. Âyet-i celîlenin, müşriklerce îdâm edilip, günlerce darağacında bırakılan Hubeyb ile onu darağacından kurtarmaya gelen Zübeyr ibnü’l-Avvâm ve Mikdâd ibnü Esved (Radıyallâhu Anhüm) hakkında nâzil olduğu da mervîdir. Dolayısıyla genel mânâda; Allâh yolunda cihâd ederken ve iyiliği emredip kötülükten nehyederken şehit edilen kıymetli zatlar hakkında nâzil olmuştur. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in hicrete çıkarken yatağına bıraktığı Alî (Radıyallâhu Anh) hakkında indiği de rivâyet edilmiştir. Kıssaların tafsîlâtı için bakınız: Rûhu’l-Furkān Tefsîri, 2/469-474
208﴿ Ey îmân etmiş olan o kimseler! (Emirlerime karşı itâat ve) teslîmiyete (sâdece görünüşte değil, içiniz ve dışınızla) topluca girin. /İslâm(î konular)a bir bütün olarak girin (ve dînî hükümler arasında ayırım gözetmeyin)/. (Emirler ve yasaklar arasında ayırım yapıp, işinize gelmeyeni terk ederek) şeytanın izlerine uymayın. Çünkü şüphesiz o (şeytan), sizin için apaçık bir düşmandır.
209﴿ Artık (dâvet edildiğiniz İslâm’ın hak olduğuna dâir) apaçık deliller size geldikten sonra (yine de İslâm caddesinden) kayacak olursanız, (şunu iyi) bilin ki; şüphesiz Allâh (intikam almaktan âciz kalmayan) bir Azîz’dir, (haksız yere intikam almayıp, her işi yerinde olan) bir Hakîm’dir.
210﴿ O (İslâm’a girmeyip kâfirlikte dâim ola)nlar ancak (kıyâmet günü belirecek o) gölge yapan birtakım bulutlar içinde kendilerine Allâh’ın (emrinin) ve (onlara azap etmekle görevli) meleklerin gelmesini ve (böylece) o (helâk edilme)(lerin)in bitirilmiş olmasını bekliyorlar (da onun için hâlâ îmân etmiyorlar). Zâten (hakîkatte tüm işler Allâh-u Te‘âlâ’ya âittir. Dünyâda bâzı işler kulların elinde gibi görülüyorsa da âhirette) bütün işler ancak Allâh’a döndürülecektir. Bu âyet-i celîlede geçen “Allâh’ın onlara gelmesi” ifâdesi müteşâbihattan olup müfessirler tarafından muzâfın hazfiyle “Allâh’ın azap emrinin gelmesi” şeklinde tefsîr edilmiştir. Üstelik bu mânâ te’vilden uzak duran selef ulemâsından da nakledilmiştir. Nitekim Kurtubî ve Nesefî (Rahimehumellâh) şöyle demişlerdir: “Hasen-i Basrî (Radıyallâhu Anh)dan nakledildiğine göre; Fecr Sûresi’nde geçen “Rabbin gelince” (22) âyetinin mânâsı “O’nun emri ve hükmü gelince” demektir. İşte bu, muzâfın hazfi kabîlindendir ki Bakara Sûresi’nde geçen “Allâh’ın buluttan gölgelikler içinde onlara gelmesi” (210) de bu mânâdadır. Nitekim Allâh-u Te‘âlâ burada hazfettiği muzâfı Nahl Sûresi’nde izhâr ederek “Onlar ancak kendilerine (azap) meleklerin(in) gelmesini yâhut senin Rabbinin (azap) emrinin gelmesini bekliyorlar” (33) buyurmuştur. Dolayısıyla “Âyet âyeti tefsîr eder” kāidesi gereği buranın mânâsının bu şekilde olduğu kesindir. Zâten “Müteşâbihler muhkemlere hamledilir” kāidesi muktezâsınca: “O’nun misli hiçbir şey yoktur” (eş-Şûrâ Sûresi:11) meâlinde olan muhkem âyet-i kerîme bize Allâh-u Te‘âlâ’nın hiçbir mahlûkuna benzetilemeyeceğini, dolayısıyla gitmekten gelmekten münezzeh olduğunu ifâde etmektedir. Nitekim Ömer Nesefî ve Fahrurrâzî (Rahimehumellâh): “(Naklî ve) aklî delillerle sâbit olduğuna göre; Allâh-u Te‘âlâ hakkında hareket ve intikāl düşünülemez, zîrâ bir yerden bir yere geçmek cisimlerin vasıflarındandır, âcizlik ve hudûs (sonradan yaratılmış olma) emârelerindendir. Cisimlerin ise ezelî olması muhaldir, bu yüzden burada mutlaka bir muzâfın hazfedilip muzâfın ileyhin onun yerine ikāmesi söz konusudur” demişlerdir. (‘Ömer en-Nesefî, et-Teysîr, 3/160-161; er-Râzî, Mefâtîhu’l-ğayb, 31/158; el-Kurtubî, el-Câmi‘u li-ahkâmi’l-Kur’ân, 22/281)
سُورَةُ الْبَقَرَةِ
الجزء ٢
٣١
وَاذْكُرُوا اللّٰهَ ف۪ٓي اَيَّامٍ مَعْدُودَاتٍۜ فَمَنْ تَعَجَّلَ ف۪ي يَوْمَيْنِ فَلَٓا اِثْمَ عَلَيْهِۚ وَمَنْ تَاَخَّرَ فَلَٓا اِثْمَ عَلَيْهِۙ لِمَنِ اتَّقٰىۜ وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاعْلَمُٓوا اَنَّكُمْ اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ ﴿٢٠٣
وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يُعْجِبُكَ قَوْلُهُ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَيُشْهِدُ اللّٰهَ عَلٰى مَا ف۪ي قَلْبِه۪ۙ وَهُوَ اَلَدُّ الْخِصَامِ ﴿٢٠٤
وَاِذَا تَوَلّٰى سَعٰى فِي الْاَرْضِ لِيُفْسِدَ ف۪يهَا وَيُهْلِكَ الْحَرْثَ وَالنَّسْلَۜ وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ الْفَسَادَ ﴿٢٠٥
وَاِذَا ق۪يلَ لَهُ اتَّقِ اللّٰهَ اَخَذَتْهُ الْعِزَّةُ بِالْاِثْمِ فَحَسْبُهُ جَهَنَّمُۜ وَلَبِئْسَ الْمِهَادُ ﴿٢٠٦
وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَشْر۪ي نَفْسَهُ ابْتِغَٓاءَ مَرْضَاتِ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ رَؤُ۫فٌ بِالْعِبَادِ ﴿٢٠٧
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا ادْخُلُوا فِي السِّلْمِ كَٓافَّةًۖ وَلَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِۜ اِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُب۪ينٌ ﴿٢٠٨
فَاِنْ زَلَلْتُمْ مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَتْكُمُ الْبَيِّنَاتُ فَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ ﴿٢٠٩
هَلْ يَنْظُرُونَ اِلَّٓا اَنْ يَأْتِيَهُمُ اللّٰهُ ف۪ي ظُلَلٍ مِنَ الْغَمَامِ وَالْمَلٰٓئِكَةُ وَقُضِيَ الْاَمْرُۜ وَاِلَى اللّٰهِ تُرْجَعُ الْاُمُورُ۟ ﴿٢١٠
Bakara Sûresi
31
Cuz 2
وَاذْكُرُوا اللّٰهَ ف۪ٓي اَيَّامٍ مَعْدُودَاتٍۜ فَمَنْ تَعَجَّلَ ف۪ي يَوْمَيْنِ فَلَٓا اِثْمَ عَلَيْهِۚ وَمَنْ تَاَخَّرَ فَلَٓا اِثْمَ عَلَيْهِۙ لِمَنِ اتَّقٰىۜ وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاعْلَمُٓوا اَنَّكُمْ اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ ﴿٢٠٣
203﴿ Bir de (“Teşrîk günleri” diye bilinen ve kurban bayramının ikinci, üçüncü ve dördüncü günlerine denk gelen o) sayılı birtakım günlerde (kılacağınız namazların arkasında ve şeytan taşlama gibi vesîlelerle, sesli tekbîr getirerek) Allâh’ı zikredin. Artık her kim iki gün içinde (Mina’dan ayrılma husûsunda) acele eder (de, teşrîk günlerinin üçüncüsünü beklemeyip, ilk iki günde şeytan taşlamakla yetinir)-se, (bu aceleciliğinden dolayı) üzerine hiçbir günah yoktur. Kim de geri kalır (ve üçüncü günün taşını da atar)sa, ona da hiçbir günah yoktur. (İşte bu serbestlik) takvâ sâhibi (günaha düşürecek şeylerden iyice sakınmış) olan kimse içindir (zîrâ haccından fayda görecek olan ancak odur). Ayrıca siz (Allâh katında değerli olmak istiyorsanız, bütün işlerinizde) Allâh’tan hakkıyla sakının ve bilin ki, şüphesiz siz (yaptıklarınızın karşılığına kavuşmanız için, diriltildikten sonra) ancak O (Allâh-u Te‘âlâ’nın huzûru)na haşrolunacaksınız.
وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يُعْجِبُكَ قَوْلُهُ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَيُشْهِدُ اللّٰهَ عَلٰى مَا ف۪ي قَلْبِه۪ۙ وَهُوَ اَلَدُّ الْخِصَامِ ﴿٢٠٤
204﴿ (Habîbim!) İnsanlardan öylesi vardır ki, o en alçak (ve âdî dünyâ) hayât(ı) hakkındaki (edebiyatlı ve tatlı) sözü seni hayran bırakmaktadır ve o, (seni inandırmak için yemîne başvurarak) kalbinde olan (inancıyl)a (sözünün birbirine uygun olduğuna dâir) Allâh’ı şâhit tutmaktadır. Hâlbuki o kişi (sana ve İslâm’a karşı) düşmanlığı en şiddetli olandır /düşmanların en katısıdır/. İmâm-ı Süddî (Rahimehullâh)ın beyânına göre; bu âyet-i kerîme, Ahnes ibnü Şürayk isimli münâfık hakkında inmiştir. Şöyle ki; o çok tatlı dilli biriydi. Medîne’de Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in yanına geldiğinde, kendisinin iltifat ve ikrâmına nâil olmak için: “Ben İslâm’a girme niyetiyle geldim, Allâh-u Te‘âlâ benim doğru olduğumu şüphesiz bilmektedir” gibi sözler sarf ederek, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)i çok seven bir Müslüman olduğunu açıkladı. Gerçekte münâfık olan bu kişi, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in huzûrundan ayrıldığında, birtakım Müslümanların ekinlerine ve merkeplerine rastlayınca, hayvanları telef etti ve ekinleri ateşe verdi. (et-Taberî, Câmi‘u’l-Beyân, 3/572)
وَاِذَا تَوَلّٰى سَعٰى فِي الْاَرْضِ لِيُفْسِدَ ف۪يهَا وَيُهْلِكَ الْحَرْثَ وَالنَّسْلَۜ وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ الْفَسَادَ ﴿٢٠٥
205﴿ Üstelik (bu münâfık senin yanından) döndüğü zaman /bir görev üstlendiği vakit/, orada fesat çıkartmak, ekini (yakıp yıkmak) ve (hem insan hem de hayvan) nesli(ni) helâk etmek için yer(yüzün)de koşturur.Oysa Allâh (bozgunculuk ve) fesâdı sevmez (ve bu tür kötülüklere rızâ göstermez).
وَاِذَا ق۪يلَ لَهُ اتَّقِ اللّٰهَ اَخَذَتْهُ الْعِزَّةُ بِالْاِثْمِ فَحَسْبُهُ جَهَنَّمُۜ وَلَبِئْسَ الْمِهَادُ ﴿٢٠٦
206﴿ Ayrıca ona: “Allâh’tan kork (da bozgunculuk ve fesâdı bırak)” denildiği zaman, (kalbindeki kâfirlik) günah(ı) sebebi ile izzet(-i nefis ve câhilâne kibir) onu yakalar. Artık (cezâ olarak) ona yeterli olacak şey cehennemdir ve andolsun ki; elbette o döşek ne kötü olmuştur.
وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَشْر۪ي نَفْسَهُ ابْتِغَٓاءَ مَرْضَاتِ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ رَؤُ۫فٌ بِالْعِبَادِ ﴿٢٠٧
207﴿ İnsanlardan öylesi de vardır ki, Allâh’ın rızâsını aramak için (cihâd yolunda malını ve) canını satmaktadır. Allâh da o kullara karşı bir Raûf’dur. (Bu yüzden kendilerini cihatla mükellef tutarak böyle kârlı bir alışverişe muvaffak kılmış ve onları ne kadar esirgediğini göstermiştir.) Ekserî rivâyetlere göre; bu âyet-i kerîme, Suheyb (Radıyallâhu Anh) hakkında nâzil olmuştur, şöyle ki o; hicret yolunda peşine düşen müşriklere meydan okumuş, sonra Mekke’deki malının yerini söyleyerek onların ellerinden kurtulmuştu. Âyet-i celîlenin, müşriklerce îdâm edilip, günlerce darağacında bırakılan Hubeyb ile onu darağacından kurtarmaya gelen Zübeyr ibnü’l-Avvâm ve Mikdâd ibnü Esved (Radıyallâhu Anhüm) hakkında nâzil olduğu da mervîdir. Dolayısıyla genel mânâda; Allâh yolunda cihâd ederken ve iyiliği emredip kötülükten nehyederken şehit edilen kıymetli zatlar hakkında nâzil olmuştur. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in hicrete çıkarken yatağına bıraktığı Alî (Radıyallâhu Anh) hakkında indiği de rivâyet edilmiştir. Kıssaların tafsîlâtı için bakınız: Rûhu’l-Furkān Tefsîri, 2/469-474
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا ادْخُلُوا فِي السِّلْمِ كَٓافَّةًۖ وَلَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِۜ اِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُب۪ينٌ ﴿٢٠٨
208﴿ Ey îmân etmiş olan o kimseler! (Emirlerime karşı itâat ve) teslîmiyete (sâdece görünüşte değil, içiniz ve dışınızla) topluca girin. /İslâm(î konular)a bir bütün olarak girin (ve dînî hükümler arasında ayırım gözetmeyin)/. (Emirler ve yasaklar arasında ayırım yapıp, işinize gelmeyeni terk ederek) şeytanın izlerine uymayın. Çünkü şüphesiz o (şeytan), sizin için apaçık bir düşmandır.
فَاِنْ زَلَلْتُمْ مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَتْكُمُ الْبَيِّنَاتُ فَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ ﴿٢٠٩
209﴿ Artık (dâvet edildiğiniz İslâm’ın hak olduğuna dâir) apaçık deliller size geldikten sonra (yine de İslâm caddesinden) kayacak olursanız, (şunu iyi) bilin ki; şüphesiz Allâh (intikam almaktan âciz kalmayan) bir Azîz’dir, (haksız yere intikam almayıp, her işi yerinde olan) bir Hakîm’dir.
هَلْ يَنْظُرُونَ اِلَّٓا اَنْ يَأْتِيَهُمُ اللّٰهُ ف۪ي ظُلَلٍ مِنَ الْغَمَامِ وَالْمَلٰٓئِكَةُ وَقُضِيَ الْاَمْرُۜ وَاِلَى اللّٰهِ تُرْجَعُ الْاُمُورُ۟ ﴿٢١٠
210﴿ O (İslâm’a girmeyip kâfirlikte dâim ola)nlar ancak (kıyâmet günü belirecek o) gölge yapan birtakım bulutlar içinde kendilerine Allâh’ın (emrinin) ve (onlara azap etmekle görevli) meleklerin gelmesini ve (böylece) o (helâk edilme)(lerin)in bitirilmiş olmasını bekliyorlar (da onun için hâlâ îmân etmiyorlar). Zâten (hakîkatte tüm işler Allâh-u Te‘âlâ’ya âittir. Dünyâda bâzı işler kulların elinde gibi görülüyorsa da âhirette) bütün işler ancak Allâh’a döndürülecektir. Bu âyet-i celîlede geçen “Allâh’ın onlara gelmesi” ifâdesi müteşâbihattan olup müfessirler tarafından muzâfın hazfiyle “Allâh’ın azap emrinin gelmesi” şeklinde tefsîr edilmiştir. Üstelik bu mânâ te’vilden uzak duran selef ulemâsından da nakledilmiştir. Nitekim Kurtubî ve Nesefî (Rahimehumellâh) şöyle demişlerdir: “Hasen-i Basrî (Radıyallâhu Anh)dan nakledildiğine göre; Fecr Sûresi’nde geçen “Rabbin gelince” (22) âyetinin mânâsı “O’nun emri ve hükmü gelince” demektir. İşte bu, muzâfın hazfi kabîlindendir ki Bakara Sûresi’nde geçen “Allâh’ın buluttan gölgelikler içinde onlara gelmesi” (210) de bu mânâdadır. Nitekim Allâh-u Te‘âlâ burada hazfettiği muzâfı Nahl Sûresi’nde izhâr ederek “Onlar ancak kendilerine (azap) meleklerin(in) gelmesini yâhut senin Rabbinin (azap) emrinin gelmesini bekliyorlar” (33) buyurmuştur. Dolayısıyla “Âyet âyeti tefsîr eder” kāidesi gereği buranın mânâsının bu şekilde olduğu kesindir. Zâten “Müteşâbihler muhkemlere hamledilir” kāidesi muktezâsınca: “O’nun misli hiçbir şey yoktur” (eş-Şûrâ Sûresi:11) meâlinde olan muhkem âyet-i kerîme bize Allâh-u Te‘âlâ’nın hiçbir mahlûkuna benzetilemeyeceğini, dolayısıyla gitmekten gelmekten münezzeh olduğunu ifâde etmektedir. Nitekim Ömer Nesefî ve Fahrurrâzî (Rahimehumellâh): “(Naklî ve) aklî delillerle sâbit olduğuna göre; Allâh-u Te‘âlâ hakkında hareket ve intikāl düşünülemez, zîrâ bir yerden bir yere geçmek cisimlerin vasıflarındandır, âcizlik ve hudûs (sonradan yaratılmış olma) emârelerindendir. Cisimlerin ise ezelî olması muhaldir, bu yüzden burada mutlaka bir muzâfın hazfedilip muzâfın ileyhin onun yerine ikāmesi söz konusudur” demişlerdir. (‘Ömer en-Nesefî, et-Teysîr, 3/160-161; er-Râzî, Mefâtîhu’l-ğayb, 31/158; el-Kurtubî, el-Câmi‘u li-ahkâmi’l-Kur’ân, 22/281)